"Enter"a basıp içeriğe geçin

İhmal Edilebilir Nasihatler | 17. Bölüm

İhmal Edilebilir Nasihatler | 17. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=HLF7SLPPVRw.

Merhabalar efendim yeni bir programda sizlerle birlikteyiz. Yine Alev Alatlı’nın evindeyiz. Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün bizlerle birlikte programda yeni bir başlık konuşacağız. Kendisi kaçacaktır. Evet değil mi? 3 program yoktu.
Hayır. Beni de sizde yalnız bıraktı. Ama biz Süleyman Bey’in yokluğunda bayağı bir onun dedikodusunu yaptık diye düşünüyoruz. Ne güzel. Çok iyi etmişiz. Söyledi onu. Derdinde çok kulakları yanmış. Öyle mi? Tabi bence de olmuştur bizim yaptığımız o dedikodudan. İllaki yanmıştır kulaklarında. Yani öyle olmuş olması lazım. Efendim biz sizin yokluğunuzla Alev Hanım’ın otobiyografisinin aslında hayat öğesüsünü konuştuk. Tabi onun içinde bir sürü başlık da ortaya çıktı.
Sizin itiraz edeceğiniz konularda olacağını tahmin ediyorum çünkü. İskeletleri sakladım Süleyman Bey. Öyle mi? Hiç korkma o konuda. İskeletleri güzelce sakladım. Üstünü de örttüm. Farkına var mı? Tamam. Olay diyorsunuz gayet. Gayet kapattım diyorsunuz mevzuyu. Öyle yaptım. Eğitim. Felsefe ve ilahiyat teoloji eğitiminde en son kalmıştık hocamın.
Ben bunu konuşurken efendim demin programı öncesinde hocam dedi ki ben felsefe ve teoloji eğitimine külliyen karşı birisiyim dedi. Böyle bir kışkırtıcılık yapayım isterseniz. Yok o kadar da kesin söylemedi. Ben öyle duydum. Bir dakika bir dakika şimdi yani. Yok eğitimine tabii ki karşı değil de. Başka bir şey söylüyordur. Ben bu iki alanın çok fazla abartılmasından yana değilim. Yani… Alan da değil onlar bir şey zaten.
Evet onlar aslında kökleri aynıdır. Yani felsefe bence teolojinin kodlarını dünya ile birleştirmemiz gereksin. İşte o kadar. Anlatabiliyor muyuz Ayşe Hanımcığım? Anladım evet. Demek ki aramızda nifaks okumazsınız. Böyle bir ufak bir şey çıkardım. Böyle olur ya biliyorsunuz öyle şey. Televizyon aradan. Yapımcı, birbirini tartıştırın filan der hani böyle bir durum. Savcı sesinizi kullanın diye. Evet öyle bir ses kullanayım dedim ama olmadı gene. Gene ortak bir nokta çıktı. İyi ama yani olay açık değil mi? Evet. Yani dediğimiz şey yok hiçbir şey yapmazsanız ilahiyat öğrenirseniz her şeyi öğrenirsiniz diyoruz zaten. Evet. Bilim bilim. Yani o bakışın kendi içinde bir problem var. Çünkü iddiasıyla mukayeseli düşünecek olursak yani hayatı külliyen anlama, varlığı külliyen anlama falan. Tamam yani bunlar soyut düşünceyi ufuklara kavuşturuyor.
Önündeki bir sürü alanı açıyor filan. Dolayısıyla bunlara benim bir itirazım yok. Ama bunun içinden gelişen bir şey daha var. Metinlere bunlar dinsel de olabilir veya felsefi olabilir. Bu metinlere göre hayat anlama meselesi. Bu Sidney Pollak’ın bir filmi var Havana diye bir film. Robert Redford filan. Meşhur gibi bir filmdir. Baya da eskidir. Orada bir replik beni çok düşündürmüştü. İşte tartışıyorlar sevgilisiyle. Sevgilisi komünist ve Castro’ya destek oluyor. Bu da böyle bildiğin sıradan bir Amerikalı yani. Serden geçti bir adam.
Kadın tabi bombardı var ediyor yani. Dünya kurtulacak, eşitlik olacak, aşağıdakiler falan filan, köylüler, işçiler. Önce anlayamıyor adam yani. Biraz da aciz kalıyor. Fakat bir yerde şöyle bir yutkunuyor duruyor. Tamam diyor. Çok güzel şeyler söylüyorsun. Bunlar çok güzel fikirler. Ama unuttuğun bir şey var. Fikirleri yaşayamazsın.
Yaşadığın çok güzel şeylerin size zaten bir fikri yoktur. Çok hoş bir ifadedir bu. Yani Metinlere gömüldüğümüz zaman hayat elimizden kayıyor. Kayıyor. Dolayısıyla kendi içinde bir ortodoksulaşma eylemi var ikisinde de. Metinleri yüceltme de tabi. Benim nekrofili dediğim şey bu. Nekrofili budur işte. Şu sorunun cevabı ters veriliyor bana kalırsa. Biraz da hayata aykırı veriliyor. Metinler hayattan üstündür. Ya da şöyle söyleyelim. Kitab-i hakikat bizim yaşadığımız hakikatlerden daha hakikidir gibi bir şey çıkıyor. İşte mesela niye ilahiyatçıların yüzü gülmüyor? Niye filozoflar bu kadar nadar adamlar? Yani hiçbiri gülmüyor. Çünkü kitab-i olarak gördükleri hakikatin hayatta karşılığını bulamıyorlar.
Kendi hayal kırıklıkları yansıyor üzerine. Evet sürekli olarak böyle yargılamak. Sapma, yanlış, yetersiz vesaire gibi şeyler. Şimdi mesela iyi yetişmiş bir ilahiyatçı ki ülkemizde de sayıları bir hayledir. Böyle kitapları çalışıyorlar. Metinleri çalışıyorlar. Hayatta karşılığını bulamayınca yer yer gaddarlaşma boyutunda hayata karşı tavır alıyorlar. Onu hayatta gerçekleştirmesini zorunda hale getirmek istiyor daha doğrusu. Evet. Dolayısıyla böyle bir sıkıntı var. Mesela felsefe bugün benim gördüğüm kadarıyla kendi motivasyon kaynakları, kendisini hareketlendiren kaynakları o kadar fetiş ki, fetiş bir bakış ki, iyice kendilerini yalıttılar. Bir takım kavramları tartışıyorlar. Ölem diyelim, böyle mi diyelim? Ama bir hayat var.
Ne bileyim altın madenlerinde çalışan çocuklar var, geçim derdinde olan insanlar var. Gönül 2 dolara, dünya için çalışan… Evet, bunlara hiçbir şey sınırlanmıyor yani. 20 yıl, 25 yıl. Hayatın arsını nefis. Hayat kaderle insan arasında değil, kelimeyle insan arasında da. Cemil Meriç’in kavga kaderliği. Cemil Meriç kavga kaderliği. İnsan arasında değil, kelimeyle insan arasında. İnsan arasında bu budur yani. Ve nekrofilya budur.
Bu var herhalde yani bütün insanlık durumları benim gözettiğim odur. Yani ben insanlık durumlarına, human conditions dedikleri şey işte. İnsanlık durumları diye bir şey var. Hepimiz metinlere doğuyoruz. Ama metinlerin büyüleyici etkisini fazla abartabiliyoruz bazen. Bence metinlerin yorumlarına bakmak daha doğrudur. Bunu da bize tarih söylüyor. Yani bana deseler ki, bir tarafta felsefe ve teoloji.
Diğer tarafta dil, tarih, coğrafya. Hangisi? Bence ikincisidir. Dil, tarih, coğrafyayı tercih ediyorsunuz. Yani Eflatun niye devleti yazdı? Bu soru önemlidir. Eflatun’un hangi devleti tarif ettiğinden daha önemli benim için. Daha tarihselci düşünüyorum ben o bağlamda. Yani Ege tarihini ya da kadim… Medeniyetlerden. Bu Akdeniz tarihini düşündüğüm noktadan itibaren ideal devlet niye yazıldı? Bu sorunun cevabını alabiliyorum. Ama ideal devleti okuduğum zaman, antik tarihe baktığımda hiçbir şey görmüyorum. Kitabın kendisi bir şey vermiyor diyorlar. Vermiyor, geçmiyor hayata. Bu tabi soyut düşünceden vazgeçelim manasına gelmiyor. Soyut düşünceyi tabii ki. Çünkü çok iyi bir jimnastik. Yani zihni donatıyor, zihni zorluyor. Hakikaten reddedilecek ve dışarıda bırakılacak şeyler değil. Ama kitabı hakikate gömülerek hayatı anlamakta daima bir problem var. Yani Alev Alattin romanlarında da ben bunu görüyorum. O kitap hayat girlimini gayet güzel ortaya koyuyor. Belli tipler. Yani kafasında bir proje, kafasında bir dünya görüşü, kafasında bir fikir.
Ve dramatik şeyler çıkıyor değil mi? Şimdi Kuran ailesiyle Kadızadeli’lerin bakışı bu değil midir yani? Yani durumları, hayat da… Dün biraz konuştuk Mehmet Sedes’in karakteri olarak, diyalogları vesaire. Şimdi yanlış anlaşılmasın, onu düzelteyim. İstiyorum geçerlisin. Siz uyardınız gerçi ama. Benim ilahiyattan anladığım… Öyle örtüşü Süleyman Hoca’nın söylediği, ayrı şey değil. Yani ilahiyat bana sorarsanız insan durumunu anlattığı için önemlidir. İnsanın durumu, gel. Neredeyim? Nereden geliyorum? Nereye gidiyorum?
Halif-i Melalim, ilahiyat buradan çıkar. Ve o yüzden ilahiyat eşittir. İslamiyet falan diyeceğim ben, veya İslam tarihli, veya ilmihali hiç değil. Hırsıyanlık da değil, o da değil. Ama bu insanoğlunun yeryüzündeki varoluş serveni aşağıda. Soruları. Varoluş serveninin esası başı sonu varoluştur. Varoluştan bahsettiğiniz zaman ölüm ve doğumdur bunun. Ötesi yok. Ve tabii aradaki sadece mesafeyi uzatabilmek için yemekte içmekte, işte o devlette, bu rejimde filan da girer. O bakımdan aslında ben bu tarafı seçiyorum dediği zaman benden farklı bir şey söylemiyor. Benden farklı bir şey söylemiyor. Bana ek olarak hakikaten bir şey söylüyor. Çünkü bir saatten sonra bütün bunun insan varoluşununla ilgisi kopuyor. Hadi buyurun işte bize yön veren metinler çıkıyor. Yedir mi içedir mi? Koca kitap. Ne yapacağız şimdi bunu? Doğru. Ne yapacağız bunu yani? Tabii. Kimin karnını doyurur?
Mesela o değil. Yapmamak mı lazım? Yapmak lazımdı. Çünkü şöyle bir umutla yapılır. Ya belki bunların okuduğu zaman içinde bir şeyin çözümünün manvardır da atlamışızdır diye. Hayata bir bağlantı kurarak, bir ip atarak. Eğer ip atmıyorsa on para etmez. İp atmıyorsa on para etmez. Ve hiç kıyaslamalı değilse on para etmez.
Eğer buradaki metinlerden herhangi bir tanesi bugüne dair bir ip ucu vermiyorsa kariyerizm drop. Tam odur yani. Dogmatik ve kariyerist bir şey oluyor. Unutmayın felsefecilerin içinde bunun dışında hayata ip atan yok mu peki?
Vallahi benim rast geldiğim felsefi metinler bir kere eğer mesela Nietzsche’ye okuduğum zaman, Nietzchenin hayata dair bir şeyler söylediğini görüyorum. Ama için için Nietzsche’de bir anti felsefe var. Yani felsefe kritiği yaparak birtakım şeyleri felsefiyle iştiriyor. Böyle felsefi düşüncenin kritini, mesela Marx da Allah var bunu yapmıştır. Alman idealizmini eleştirmiştir falan. Praxis diye bir şeyden bahsediyor filan. Bu mühimdir. Yani felsefi meseleleri insanlık durumlarıyla örtüştürmeden, Oraya ne söylüyor, oraya ne taşıyor gibi soruları sormadan, felsefe yapmak için felsefe yapmak gibi. Yani kendi büyüsüne kapılmış böyle yabancılaşan bir uçuncu fikir hayatı filan. Yani bunları mesela filozoflarda da görebiliyoruz. Mesela saf aklın eleştirisi veya diyelim ki ruhun fenomenolojisi filan. Yani şimdi bu metinler bir kere sökmek çok zor. Hegel’in niye hukuk felsefesi yazdığını 19. asır Avrupa tarihini gözeterek anlayabiliyorum. Veya ruhun fenomenolojisinin için yazdığını.
Fakat oradan yola çıkarak o tarihi göremiyorum. Böyle bir tuhaflık var. Yani oraya bir ışık tutmuyor. Kendi içinde kendi parlaklığını yaratıyor ve kendi sönümlenmesini yaşıyor. Bir sınsal tarafı var. Üstelik de denmesi çok zor.
Çünkü tarih yazımı gibi, ayam o felsefe değil deyip kaplarda kapatıyorsunuz. Şeye giriş yok. Allah’ın da başka bir kapısı yok. Bugün içinde mesela Zizekler, Hanarentler, habermaslar belki bu şey. Bugün içinki kefirozoflar için de benzer şey söylüyorsunuz. Aynı şey söylüyorsunuz habermas diyorsunuz. Haberması mesela doktor atezi çok kıymetli bence. Bir tarih çalışmasıdır o.
Bir zihniyet tarihi, bir kültür tarihi çalışmasıdır. Kamusal hayatın yapısal dönüşümü. Fakat sonuçta habermas ne öneriyor? İşte iletişim alanında belli iletişim tiplerini mesele ediyor. Ve diyor ki işte undistortive communication. Parazitsiz bir iletişim dili oluşturmalıyız. İyi de yani peki ne yapacağız? Nasıl oluşacak bu dil? Ne yazıyorsunuz? Kaç kilo kitap yazılıyor? Yani böyle bir talep var mı? Yani şimdi habermas bu kadar ırkçılığın, yabancı düşmanlığının tırmandığı bir Avrupa’da o modelini nasıl değerlendiriyor? Mutlumeler kızacaktır bu gelişmelere. Niye bu modeli benimsemiyorsunuz diyecektir. Onu benimsetmek için etkinlikler, faaliyetler gösterecektir vs.
Ama yani biraz futbol tabiriyle ofsaita düşüyorlar. Sahaya çıkmıyorlar. Mesela Arendt biraz daha farklı. Bunlar ayrı ayrı hepsini konuşmak lazım. Jeejek belli açılardan belli açılardan değil. Benim görebildiğim kadarıyla, takip edildiğim kadarıyla. Ama mesela bir Ziegmund Bauman böyle değil işte. Evet. Bir Richard Sennett böyle değil. Yani bu adamlar bir Hobbes Bauman böyle değil.
Bu adamlar hayatı anlatıyor. Yani düşünebiliyor musunuz Richard Sennett şeyi niye yazdı? Kamusal mı çöküşü? Ya tembe taşı veya kamusal insanın çöküşünü ya. Yani hepsinin başına bir hikaye vardır. Bir gün uçakla bir yere gidiyordum. Karakter aşıması böyle başladı. Yanıma biri oturdu sohbet. Meğer ben onun babasını tanıyormuşum. Onun istihdam dünyasıyla babasının istihdam dünyasını mukahese ettim falan deyip buralardan çıkıyor. Hayatın içinden geliyor. Tabii ki teoriyi de koyuyor. Tabii ki kavramları da koyuyor. Ama mutlaka tarih. Yani benim böyle bir üniversiter zihniyet olarak düşündüğüm şey. Dil tarih, coğrafya, antropoloji. Richard Sennett’en ilhamla tabii kamusallık meselesinin yani kamusal alanda başörtüsünün bir mesele olmasını… Hatta Fatma Karabey ilk bunu bu şekilde ortaya koymuştu. Bizim için önemli bir konuyu tartışma zemini oluşturdu bu. Yani neden başörtüsü sorusuna bir başka yerden bir bakışla şey bulduk. Anlatım yolu bulduk burada. Ve bir yol açtı. Yani bu noktada hayata ipler atması noktasında önemli. Zaten şöyle de bir problem var galiba. Hep şikayet edilen Avrupa düşünce tarihi de bir noktadan sonra…
Bu tantanalı fikir kurguları işte modeller vesaire… Fakat bir baktılar ki özne yok. Yani mesela Weber’i okuduğum zaman ben… Bürokrasi kitabını mesela, diyelim Püritan Ahlak üzerine yazdım. Sosyoloji yazıları. Bir bürokrat tanımlıyor bana. İş ve işlemi yaparken babasını tanımayan bir adam. Şimdi bu hayatta var. Ben Weber’i okuduktan sonra bir devlet dairesine girsem Kaiser Almanya’sında… O çıkacak karşımda benim. Veya ne bileyim proletarya diyor Marx. E görüyoruz. Sokakta bu adamlar. Tulumlarını giymiş. Şimdi böyle bir şey yok. Şimdi özneyi yakalayamıyorsunuz. Yani özne nerede duruyor? Alev Hanım siz konuşurken nekrofilya derken de bunu kastediyorum. Neden? Fikirci’den de yola çıkarak söylüyorsunuz. Metin’in yüceltilmesine ilgili. Biyofiyaya karşı ölü olan yükseltilmesi, yüceltilmesi nekrofili. Yaşayan hayata. Ölü olan, yani hatta şey derler. Mor kısetsizliğidir bu. Ölü olan kelimeler, fikirler. Kavramlar. Ve bunu yüceltmek. Bunu o kadar yüceltirsiniz ki… Yaşayan insan unutursunuz. Biyofilya gider. Ve öyle bir… Evirir, çevirir bir şekilde sokarsınız ki… Adam açlık krevi yapar, ölür. Durup dururken. Durup dururken çünkü o insanın yaşayabilme… Mutlu olma ihtimali vardır. Ama siz onu oradan… Kaldırırsınız. Kaldırırsınız bunu yaparsınız. Gider, intihar eder adam. Bu ne oldu şimdi yani? Ve çoğu zamanda ürkü ettiği kurbağaya değmez. Ve hatta fikir de değiştirir yani 10 yıl sonra. Şimdi döneminde yapılan açlık krevilerinden… Sonraki döneme bakalım yani. Anladım efendim, mühim olan hayattır. Yani burada konudan anlaşılmak lazım. Mühim olan insanın durumlarıdır. Bir kötü gezegende yaşıyorsunuz. Yani yani şu kainatın içinde… Lafı bile olmayacak kadar küçük… Bir gezegende atılmış… Bir cürf… Ve asalak. Niye? Çünkü başka şeyleri yiyor. Yarattığı hiçbir şey yok. Birilerini yiyerek ayakta kalıyor. Böyle bir şey isiniz neticeden. E ya o zaman… Buna şey yapalım da bari…
Gözümüzü dikenin de bari… Yaşadığı kadarıyla… Hiç olmazsa… Bir… İyi bir hayat. İyi bir hayat derken… Haysiyetli, şerefli… Kami, insanı kami diyeceğim aslında. Şerefli bir… Bir hayat yaşasın. Şeyin anlamı yok. Esveli safirinden insanı kamiyle bir yükseltmenin… Olması için insana odaklanmakta gerekiyor.
Böyle bir döndü. Düzen ortada. Efendim… İşte vejetaryenler şudur budur falan bir sürü kelimet söylüyorsunuz. Ya… İyi hoş da… Antilop yazık. Samanada otlarken… Koşturup girip onu zap diye kaplan. Ah antilop gitti diyorsunuz. Ve geri dönüyorsunuz. Kaplanın da yavrucukları burada. Yemek bekliyor. Yani ziyalite… Tabii tabii. Çok doğru. Olay ne? Bu sefer kaplan yavrucuklarını acıyorsunuz öyle mi? Onlara da razı değilsiniz aç kalmaya. Şimdi bütün bunun içinde bir… Denge var. Denge bulmak. Tabii tabii. Zorundasınız ki hayatta kalabilesiniz. Tabii şu ifadesi çok doğru Alev ablanın. Hani…
Varoluş meselesine getirdiği perspektif zenginliği, boyut zenginliği ile ilayat tabii ki. Yani buna kimse bir şey diyemez. Çünkü aksi takdirde yani… Çevremizin basit bir şey olarak kalacağız. Unsuru olarak kalacağız. Ama bize kozmik bir bakış bahşediyor. Boyutlandırıyor bizi. Alev’i anlamamıza sağlıyor. Gökku Bey ile Yerkürenin ilişkisini kuruyor vesaire. Ahlak. Evet ahlak onun içerisinde. Mesela galiba… Bu Gökku Bey ile Yerküre arasındaki bağın bozulması… Yerkürenin çok abartılır bir mekan haline veya mekanlar zinciri… Sonra tersini yapıp bu sefer Gökkure’nin… Tabii Gökkure. O da tabii neopaganizm olarak mesela tecessüm ediyor. Yani hiç bağ kurulmuyor. Yani Genon haklıydı. Bu batı düşüncesi, modern düşünce, metafiziksiz bir şey yani. Onun için hani insan merkezde olması tabii ki işe yaramıyor. Öyle bir insan zaten… Merkezde ne manada? Tamamen kendi çıkar takibi üzerinden, yararını arttırmak üzerinden, kendini yüceltmek, iddiaları üzerinden. Yetmiyor ki bir de kendisini projekte ediyor. Evet.
Şimdi Müslümancım niye bütün uzaylılar düşmandır Allah aşkına? Şu Mölyot’un filmlerine bakın. Tabii tabii. Niye? Hiç gördünüz mü? Dost. Dost, efendim. Eti de belki biraz. Eti de birazcık sevimli. Arada bir seyirli bir iki karakter oluyor. Karakter ama baskın şey o düşman. Olaya bakın. O düşman yani. Bir baskın yapan. Öteki sürekli. Eğer karşı çıkılacaksa Batıya, bence Batı felsefesine noktası budur. Niye? Öteki hep… Düşman. Düşman. Düşman. Bunu nasıl oluyor da yazıtıyorsunuz Mars’a bile. Yahu dur. Mars’da adam yaşamıyor zaten. Ama hep düşman. Hep düşman hep bir de korku. Şimdi burada aslında bir başlık açmak istiyorum.
Ben böyle aranıza bir nifak sokayım diye başta küçük dedikodu aktarayım dedim. Ama konu böyle yine gayet ciddi bir etimak edilen bir noktaya geldi. Ben populizme buradan gelelim. Aslında bu korkuya. Niye? Öteki düşman. Avrupa’daki populist hareketleri. Merkel’in bir açıklaması oldu. Avrupa’nın en büyük düşmanı milliyetçilik ve populizmdir diye. Sanırım Hırbatistan da.
Tırbistan ya da Hırbatistan diye hatırlıyorum orada yapılan bir kongrede söyledi. Ve baya da Avrupa’da etki de uyandıran bir… Milliyetçilik ve populizmdir. Populizmdir. Dinime küfreden bari Müselman alsın. Vatanseverlikle tabii milliyetçiliği ayırıyor. Vatanseverlik bizim için önemdir. Avrupa değeridir. Ama milliyetçilik ve populizm Avrupa’nın en büyük düşmanıdır dedi. Şu milliyetçilik tarafından bıktım. Türkçe’de çünkü asla karşılığında yok.
Olmadığı için hep zorlanırız bu tür konuşmalarda. Şimdi şöyle düşünün. Geçen programlarda söyleyip duruyorum. Türkler modern olmadı. Türkler modern olmadı. Türkler modern olmadı. Adamlar modern oldu da ne oldu? Modern oldular bulduklarını beğenmediler. Peki. Kurdukları bütün sistemler kendi kurdukları sistemlere düştüğünü gördüler tek tek. Hadi komünist olalım yaptılar. Şunu şöyle yapalım, bölüşelim, bölüşelim. Olmadı. Daha da geriye git aslında bilge krallar dedi. Olmadı. Ulus Devleti oldular. Olmadı. Şu olmadı, bu olmadı. İnsanoğlunun değiştirecek hiçbir programları işlemedi. Ateizm dediler. Olmadı. Dindarlık dediler. Olmadı. Dünya kadar insanı yaktılar, ettiler. Şudur, budur. Reform dediler. Tek yol İslam diyoruz hocam o zaman. Tek yol İslam diyoruz o zaman. Burada bu soru bana atmak gerekirdi. Olmadı olmadı olmadı olmadı. İnsan aklının insanlığın iyiliğini işlemediği ortaya çıktı. İki tane büyük dünya savaşı. Yetmiyor ki atom bombası. Elimde diyor dünyayı 99 defa berhaba edecek atom bombası var. Bunu bir güç usuru olarak söylüyor. Şimdi salığa bak yani bir kere berhaba ettikten sonra 99’a ne kullanacaksın?
Bunu söylüyor. Kaç tapıta? 99’muş. Ama şunu 97’e yapalım diyor. Bu noktaya kadar delirildi. Ve giderek artı artı artı. Berlin duvarı yıkıldığında çok sevinmişti millet. Benim gözümden iki damla yaş düştü. Neden? Yazık diye. Kurtup gitti diye.
Çünkü her şeye rağmen balans denge muhalefet. Muhalefet. Eyvah eyvah. Eyvah dediğimi biliyorum. Eyvah eyvah. Bu çok tuhaf ama dedim. Eyvah eyvah dedi. Eyvah eyvah. Peki geldiğiniz noktada tutunacağınız hiçbir şey yok.
O yüzden adı modernite sonrası. Postmodern. Peki postmodernlikte ne oluyor? Postmodernizmin karşılığı. Herkesin doğrusu kendisinedir. Tek doğru yok. Alın buradan götürün. Herkesin doğrusu kendisine olunca. Hesap edin kaç tane tarikat çıkar. Kaç tane siyasi parti çıkar. Ne çıkar ne çıkar ne çıkar.
Ve bunları sömüren. Ve bunlardan fayda uman. Kaç tane politikacı çıkar. Hocam sizin alanı. Evet sağ olun. Şimdi bunu çok da gündemimizde oluşuyor. Yüzyılın bu çeyreğinde. Şu anda en çok konuştuğumuz kavramlardan birisi popülizm oldu. Bir de populist daha. Bunu da konuşmaya başladık.
Bu parlamentos seçimleri vesilesiyle Amerika’dan Steve Bannon’ın koşturup koşturup gelip Avrupa sahanı birleştirme çabaları. Yahudi Hristiyan İttifakı üstündeki çabası gibi birçok sebeple bu kavram çok da gündemimizde. Ve aslında masamızda. Ve bunu bilmemiz gerek. Bittikten sonra olaylar değil de şimdiden bence daha içindeyken. Süricinin içindeyken bunu kavramalıyız ki neyle karşı karşıya olduğumuzu bilelim diye düşünüyorum.
Şimdi o kadar zor değil. Bakın o kadar zor değil. Toplumları değiştirecek, varoluşuna bir anlam katacak partiler ortadan kalktığı zaman iddiaları diyelim. Çünkü iddiaları vardı bu partilerin. Komünizmin başlı başlı iddiası var. Liberalizmin var öyle mi? Kapitalizmin var vardı. Bunları ortadan kalktığı zaman, iddianızı kaybettiğiniz zaman ne yapıyorsunuz?
Küçük heva ve heveslerin peşine düşüyorsunuz. Popülizm bu. Küçük heva ve heveslerin peşine düşen siyasi hareketler. Hareketler var. Ben Sırpların üzerine millet tanımıyorum öyle mi? İyi atamam hemen bir tane kuru veriyoruz şey. Sırpsever Partisi. Sırpsever Partisi. Öyle mi? Tabii.
Ya ben Yaşanabilir Hollanda Partisi kurmak istiyorum. Onu biliyorsunuz şeyin. Yaşanabilir Hollanda. Peki nasıl şey? Yaşanabilir Hollanda Partisi’ni kuran adam, biz bütün matrak hem marksistmiş, koca bir de. Hem marksist, hem eşcinsel. Porta’yı ne mi söylüyorsunuz?
Yaşanabilir Hollanda istiyor adam. Peki şimdi insan hem marksist olup hem Hollanda’daki damlene nasıl dayanır Allah aşkına? Hem de yabancı düşmana nasıl olacak? Şimdi hem yabancı düşman oluyorsunuz, sonra o cemaat kânlarda satılık duran kadınlara nasıl şey yapıyorsunuz? İçselleştiriyorsun normalde. Nasıl dayanıyorsunuz? Bu nasıl bir mutabakat?
İçselleştiriyorlar ama. Anlatabiliyor muyum? O zaman Karkı Pesera, Abuksova koalisyonlar yapıyorsunuz. Türklerden nefret eden bir Sebastian Kurz, o da niye nefret ediyorsa belli. Çünkü onun partisi daha 1845’te kurulmuş Karl Lüge’nin Partisi’nin devamıdır.
Çünkü onun hep… aaa Saddam’ın en yakın arkadaşının başında olduğu partiyle koalisyona giriyor. Hayırdır inşallah yani olay şu noktada azgın bir kariyerizm ötesinde değil. Bilmiyorum katılır mısınız? Hepsi alt üst oluşta yapıyor. Azgın kariyerizm. Şimdi bir kere bu popüliyizm meselesini klasik örüntüsünden farklı anlamak. Bu dünyanın her yerinden. Trump için de, Amerika için de. Çünkü popülist düşüncenin fikir kaynaklarına falan gittiğiniz zaman oradaki orada da bir dava var. Ve bir işçilik var. Mesela bugün dünyada yaşanan popüliyizmi veya halkçılık diyelim genel manada öyle çeviriyoruz ya. Halkçılık demek lazım. Bunu ne bileyim Mihailovski ile mi açıklayacağız? Daniel Sonda mı? Vorontsovla mı? Hangi bunlar mesela? Döneminin çok ünlü popülist düşünürleri falan. Şimdi halka gitme meselesi falan. Şimdi böyle bir şey yok. Popüliyizminde her şeyde olduğu gibi davası yok. Yani bunu geçen programlarda bir konuşmuştuk. Bir tepkiler zinciri oldu. Arsızlıklar.
Evet. Yani bu tamamen olumsuzlayıcı şeyler üzerine kuruluyor siyaset bugün. Eskiden siyasetin bir pozitif değeri vardı. Bir şeyi öngörüyordu, bir şeyi hayal ediyordu. İslah etmeye çalışıyordu. İslah etmeye çalışıyordu vesaire. Fakat şimdi artık siyasetin sermayesi dünyada böyle şeyler değil.
Çünkü büyük anlatılar çöpe atıldı, derin düşünceler çöpe atıldı vesaire. Bunların da sebepleri var tabi. İnsanlık böyle bir sığ alana yığıldı. Yüzeyde görünen de sınırlı. Bir düşüncesi mi diyelim? Evet onlar sınırlı. Anlarla, işte o fasılasız anlarla sınırlı tecrübeler üzerinden bir kimlikten bir kimliğe geçiş.
Ya bu artık şizuit lafı filan da hafif kalıyor. İşte o zaten son filmlerdeki Hollywood’da böyle 90 kişilik, 80 kişilik bölünmesine uğrayan tipleri filan var. Mesela Can filmi, öyle bir film. Yani şimdi şöyle bir iyimser bakış var. Bunu güzelliyen düşünce de öyle söylüyor. Ne güzel işte bu bir zenginlik. Bugün burada böylesin, yarın başka yerde başka türlüsün.
Bunlar senin zenginliğin. Hayır zenginlik böyle olmuyor. Bunlar tamamen bir sanal galeriler. Onun için de kendinizi kaybediyorsun. Bir de güzel şeyler. Bugün burada böylesin, öbür gün öbür tarafta böylesin. Bunlar güzel şeyler. Kimi zaman fanatik, kimi zaman faşist, yani faşizan bir takım çocuk. Ama o zaman sorumluluk almıyorsunuz. Yani sorumluluk yok. Yani Sartre 2. Dünya Savaşı bittiği zaman sorumluluk diyordu.
Yani özgürlük sorumluluk demektir. Sorumsuz özgürlük olmaz ki. Bunu diyordu Sartre. Bugünün koşullarına göre ne kadar gerici bir laf bu. Ne kadar muhafız da geldi. Şimdi artık böyle kendini mümkün olduğu kadar tomurcuklandır, oradan oraya geçişler halinde, pasajlar halinde yaşa. Hayatını sürdür.
Hep benziyor yani mağaraya dönüş gibi. İnsanlar boş yere çıkmadı bu arada. Yani boş yere kural konulmaz. Boş yere manadan çıkılmaz. Bunun bir sebebi vardır. Durup dururken kimse deli değil. Kendisine yasaklar koyan, kurallar koyan, böyle bir şey yok. Onun bir sebebi vardı. Bir var olma nedeni. Ama abartıldı, edildi yanlış yapıldı. Ayrı bir şey. Tabii, tabii. Onları da eleştiriyoruz ama…
Ama bugün gelinen noktada hocamın buyurduğu gibi, durduracakları koptu. Yani normal bir şey değil yani. Onlara da diyecek bir şey değil. Biz bunu mesela sadece uluslararası ilişkilerde çünkü. Hukuku en zayıf olan o yani. Halbuki ulusal ölçekli de böyle bir şey yok artık. Yani Kaymun söylediği o anomik hali yaşıyoruz. Acabiyat demiş Türkçesi. Evet. Acabiyat mıymış?
Acabiyat. Osmanlıca da acabiyat. Tabii, Salal Alem’de örgütlenme ve yeraltı hatlarıyla diyelim birbirlerine bağlanmadı. Bunu kolaylaştırdı. Yani sınırlandırmayı azalttı. Tabii, tabii. Yani istediğini söyleyebilirsin, istediğini yiyebilirsin. Bunun bir engeli yok. Engeli yok. Mesela şu soruyu sormuyoruz bugün. Ben neyim? Ben kimim diye soruyoruz. Bir kere yani ben neyim diye bu ağır bir soru.
Kim olduğunuz… Çünkü o kimlik meseleleri daha doğar doğmaz zaten bize bahşedilen şeylerdir. Yani ben mesela diyelim ki İtalya’da Lombard kökenliğimdir. Yani öyle bir aileden geliyorumdur. İşte ben Lombard’ım. İyi de bunun için ben bir şey yapmadım ki. Yani kazanılmış mükteseb bir şey yok bu dünyada.
Dolayısıyla o alel acele beni donatan şeyleri speküle ede ede fetiş hale getire getire bana bir dünya kuruyorlar. Ama onun içinde ben yokum ki. İspat etmediniz. Dedek korkut misali daha atamayın bir kılıç kusurlanır. Biri ispata girmedi. Ben neyim diye sormuyorum. Ben kimim diye soruyorum. Aydiyet hiç önemli değil. Kimlik önemli. Dünya aydiyetsiz kimliklerden geçilmiyor.
Yani ben neye aittim? Bu sorunun cevabı yok. Çünkü ben birçok şeye aynı anda bölündüğüm için hiçbir şeye ait değilim aslında. Aydiyeti olmayan kimlikler patlıyor. Ve reva çıkıyor ve de diyetme gibi de şey yapılıyor. Yüreklendiriliyor. Tabii. Yüreklendiriliyor. Övülüyor. Bölünmüşlük çok yüreklendiriliyor. Yüreklendirilen bir şey bu. Zenginlik gibi. Çeşitlilik yani. Kişiliğinin farklı renkleri. Evlilik, terpelendiril. İşte gördüğünüz, sevdiği yere gitmekten falan filan. Bahsediliyor. Şimdi burada önemli olan bu siyasete ne taşıyor bu havuz? Onu sorduğunuz bu popülizmin kaynaklarından. Bu ne o popülizmdir bir kere yani. Onu böyle koymamız lazım. Bunun içinde sadece olumsuzlayıcı şeylerimiz var. Olumlu hiçbir şey yok. Hani en benim gibi olanları bulduğum zaman bile onlardan rahatsız oluyorum.
Bir süre sonra kaçıyorum. Çünkü bu çok boğucu bir şey. Yani benim gibi olanlarla baş başa kaldığım zaman… Mutsuz oluyorum. Herkes de kendimi görmeye başladığım zaman buradan doğan bir rahatsızlık. Dışarı çıkmak isteyeceğim. Başkasını isteyeceğim. Ama başkasını bulduğum zaman onun üzerinden bir zenginleşme. Onunla hemhal olmaktan dolayı bir zenginleşme değil. Bu da beni rahatsız ediyor. Bir karar oluyorum. Bir namaz oluyorum.
Yani bir dışarıya çıkıyoruz. Olaylı olumsuz misali. Tabii tabii. Dolayısıyla böyle arada kalan insanlar. Siyaset buna tepkilerini taşıyor. Bunların tepkileri. Yani biz diye bir şeyin fetişizmi, bizden olmayan bir şeyin bir başka fetişizmi. Ve bu şey, duygu da değil. Çünkü duygu ötesi bir dünyada yaşıyoruz. Mesturovic onu doğru söylüyor. Duygularımızı falan kaybettik. Duygulanımlarımız var sadece.
Birden ağlayıveriyoruz. Birden kızıveriyoruz. Birden gülüyoruz. Birden kaptırıyoruz. Birden kızıyoruz. Böyle gidiyor ayağımız. Biraz da kitle de etkiliyor. Yani o Sanan Alem’de ait olduğumuz gruplar var ama dahil olduğumuz veya onaylandığımız. Tabii tabii o da var. O da var ama yani onlar çok gevşek bağlar. Çok yüz yüze bağlar değil. Yüz yüze bağlar. Türdeşlik doğurduğu zaman buradan kaçış var veya bölünme var.
Amitleşme var. Yani mesela bir Yahudi topluluğu İsrail’e geliyorlar. Olmuş bir olay. Sennett anlatıyordu galiba. Bakıyorlar ki orada gerçek Yahudilik yok. Dönüyorlar Amerika’ya. Ücra bir köşede birlikte yaşamaya. 6 ay geçiyor ikiye bölünüyorlar. Hangimiz daha gerçeğiz gibi. Yani böyle de sıkıntılar var. İşte bütün bu duygu patlamalarını siyaset kendi endüstrisinde bir şekilde paratoner gibi çektiği nispette işte o siyaset başarılı oluyor. Popülizmin demokrasinin gelişmesine bir katkısı olacak mı? Çok doğrudan tabii ki. Çünkü popülüs, vurgudur. Demokrasi aşağıdakilere bakar. Yani çoğunluklara bakar. Demokrasi budur.
Daha ötesi demokrasi buradan vasat damıtır. Yani bir vasat çizgisine oturtur. Çoğunluk dediğimiz şey budur. Bu vasatın bir başka ifadesidir. Demopedide de diyebilen diyenler olur. Olabilir yani. Dolayısıyla böyle siyasette de demokratik siyasetlerde de vasatlara oynamak kolaycılığı her zaman vardır. Yani birçok parti de bunu yapar. İşte mesela bugün vasatları ne temsil ediyor?
Vasatları herhangi bir fikir temsil etmiyor. Herhangi bir ideoloji de temsil etmiyor. Vasatları daha çok yaygın duygulanımlar kabarmış. Yani kendine bir yol aramaya çalışan. Anlık ama bunlarda. Yani tabii bunların içerisinde anlık olanlar da var. O biraz barometreleri indirir, kaldırır ama kalın çizgili mainstream olan şeylerdir.
Tam düşmanlığın olması mesela popüris partilerin ortak noktasının olması mı sebebidir? En kolay vasat odur yani bugün Avrupa’da sağcı olmak istiyorsanız. Bir kere İslam’a biraz burun kıvırmakla başlayacaksınız. Şimdi tabii daha da her şey çok sati olduğu için biraz dün bir deneydi konuşma ancak çalıştık. Çok sati olduğu için burun kıvırdığın ne olduğunu da bilmiyor. Yani İslam’a mı? Şarkısını mı beğenmedi? Göbek dansı mı sevmiyor? Sıcak havayı mı beğenmiyor? Belli değil. Evet, belli değil. Bir yerde patlıyor içeri rahat gibi. Zaten söylemlerde de çıkıyor. Kimi çok eşliliğine karşı çıkıyor. Kimi erken evliliklerine karşı çıkıyor. Avrupa’yı İslam-İslam’a istila edecek. Niye edecek? Çünkü onlar çok evleniyorlar, küçük yaşta evleniyorlar falan gibi. Bir takım tutarsız söylemlerle çıkıyorlar orta yere. Hollandalı’nın sağ partisi. Hollandalı’yı Hollandalılar götürsün zaten. Dünyanın herhalde en tehlikeli ulusu. Tabii ama şu var Hollanda’da bazı şehirlerde mesela Rotterdam’da bir biliyorsunuz Faslı başkan seçildi. Ondan sonra ve %25’e yakın orada Müslüman oranı bazı şehirlerdi. Avrupa genelinde %8 ile 10 arası öngörülüyor gelecekte. Hiç ünden yakın da öldürürler.
%8 ile 10 arası görülüyor ama bazı şehirlerde yoğun Müslüman oranı o tabii tepkileri artırıyor. Bir şeyle bitireceğim çok da fazla vaktimiz kalmadı. Elit seçkinçliğe karşı olması popülizmi. Tabii. Bu nasıl bir dünya ortaya çıkartıyor bir de tabii bu işin bir de gidişatı var. Yani geleceği var geleceği bir projeksiyonu var. Onu ama şöyle hallediyorlar siz de bilirsiniz yani.
Şimdi halka bakıyor bir elitist. Halkta görmek istediklerini göremiyor. Diyor ki halkın ama bir ruhu vardır. Ve o ruhu ayağa kaldıracak olan seçkinlerdir. Dolayısıyla popülizmle elitist bir de buluşturmaya çalışan bir akım var. Bir bir hat var. Ama halkın real durumuna bakmıyor. Onu eleştiriyor.
Diyor ki onun bir ruhu var şu an uykuda. Seçkinler, entelejansiye onu ayağa kaldıracak. Yani halka, öğretici, belletici bir bir kod. Bir de kategorik olarak seçkinlere karşı çıkma eğilim popülizmin içinde çok yaygın. Merkel’in bu popülizm Avrupa’nın düşmanıdır derken ne kastettiğini düşünüyorsunuz? Vallahi sermayesi elinden gidiyor. Onu anlıyorum. Çünkü Merkel kadar da populist var mıydı?
Yani Hristiyan Demokrat Parti popülizmi yapmıyor da ne yapıyordu? Ama popülizmin şu anki trendlerine yetişemiyor. Çünkü trendler aşıyor Hristiyan Demokrat kafanın sınırlarını. Ondan şikayet ediyor. Avrupa değerleri diyor işte yabancı karşılığından yola çıkarak bunları söyleyebiliyor. Yapmıyorlar midir? Merkel çok mu seviyordu Türkleri?
Merkel’i nasıl tanıdık biz? Yabancı düşmanı olarak tanıdık. Ama yabancı düşmanlığa… Ama ehvenişer diye bakabiliriz şu anki yönetim popülizman partilerin karşısında. Evet APD karşısında falan. Ehvenişer yani. Baksanıza yani 43 bin tarikada bölünmüş bir Hristiyanlığın değeri ne olur ya? Daha önce de konuştuk bunu. İlsevilik başkadır, Hristiyanlık başkadır, Gnostiklik başkadır. Kim, hangi değer? Bu bölünmüşün sonu yok. Hani bize nasıl yansır derseniz. Bir önerim var, hocam katılacak mı? Yani bizim bu önümüzdeki 40-50 seneyi atlatmanın yengene yolu dağılmamaktır. Bir arada kalmaktır.
Yani düpedüz fiziki hacimsel bir şey. Birliktelik. Neye mal olursa olsun. Bir arada kalmak. Bu trende uymamak. Bu trende uymamak. Bunun adı İslam’sa İslam. İslam’ın bilmem ne kolu ise o kolu. Neyse ne. Türklükse Türklük. Orta asaysa orta asya. Efendim Ali Kuşçuluk ise Ali Kuşçuluk.
Atıyorum. Yani her neyse. Ama bu bütünlüğü mutlaka devam ettirip abuk subuk şeylere girmemek. Evet. Ama aynı zamanda ben çünkü yazılarını bildiğim için Alev Alattin’in hani seçkinlik bu işte……paçozlaşma olarak tasvir ettiği filistinizm tehlikesi. Bütünlük buna tamamen katılıyorum.
Ama aynı zamanda vasatlara çarçur ettirmeden. Tabii. Bu çok önemli bir şey yani. Tabii. Çünkü bu işi kolayına götürür. Vasatlara çarçur ettirmeyi biraz açın. Yani şimdi ortalama alma meselesi. Ortalamayı nereden alıyoruz? Yani ortalamayı çok diplerden alırsanız sürümden kazanırsınız esnaflığı. Ama… Çıta yükselteceksiniz yani. Ama bu sizi de düşürür aynı zamanda. Yani o önemli olan… Daha önemli.
Evet. O kitlesel duygulanımlar, Türkiye’de de var bunun örnekleri, dünyanın her yerinde var. Biraz onun üstüne çıtayı çekebilmektir. Vasatı oraya çekebilmek diyorsunuz. Evet. Vasatı biraz daha yukarıda kurmak. O da hani artık pek vasatla birlikte anılmayacak. Biraz bazı şeyleri açığa çıkaracak. Yani bu ülkenin seçkinleri de var. Bu seçkinleşme eğer bir emek mahsulüyse…
Ve bir yerden de ses getiren bir seçkinleşme, bunun tamamen desteklenmesi. Vesayet eşittir seçkinlik anlamına gelmez. Yani o şay… Şu ikisini bir ayıralım. Seçkinlik başka şeydir vesayet. O başka bir şey. Tabii ki. Ama vesayet diye seçkinliği yüklendiğiniz zaman… Aha işte o zaman halk dalga vukulu çıkar. Halk dalga vukulu çıktığı zamanda…
Dünyanın abuk sabuk evlusunu yapan hanıma sergahçı olursunuz. Ne dışarı satabilirsiniz, ne seyrettirebilirsiniz. Efendim neyden üst çıkarını, neyi zannediyorsunuz? Saniyeye çıkartırsınız. Fermanibata… Yani bütün değerleri indirdikçe indirirsiniz.
Hakikaten halk dalga vukulu olursunuz. Bir adı da bunun tersiz edilmiş şedir. Seçkincilik. Eritizm. Tersiz edilmiş elitizm. Hakikaten tersiz ediyorsunuz elitizmi. Hiç şey olmayan… Emeksiz… Adammış olmayan… Birilerine ne bir şey teslim ediyorsunuz. Ve geldiği yerde yetersiz oluyor.
Geldiği yerde yetersiz oluyor. Bu bağlamda Türkiye’ye bir sarsıntı da geçirmek durumunda o da ayrılacak. O da bir tehlike. Mesayet ve seçkinciliği ayırarak bir defa konuşmak gerekir. Evet evet. Son cümleleri alamayacağım siz bende. Seçkin değerlerin bir arada tuttuğu bir Türkiye. Yoksa lailette aynı duygularla, tepkilerle falan bu uğurla mı bir şey çıkmaz. Ama yani mesela herkes Samsun’da yaşayanda, bilmem Van’da yaşayanda, İstanbul’da yaşayanda… Ne bileyim mesela diyelim ki büyük bir sanatçısına sahip olmaktan dolayı bir birlik duygusu geliştirebiliyor mu? Bir bilim adamı. Aziz Sancar hepimizi bir araya getirdi. Biz bütün vasatları bir araya getirdi. Çünkü bir önemli bir şey.
Yani seçkin değerler üzerinden bir araya gelebiliyorsak birliğimiz güçlü olur. Sonraki programda bunun devamını da konuşalım. Bu milliyetçilik vurgusunu, Merkelin de tekrar onun üstünde de konuşmak istiyorum. Milliyetçilik onların için, onlar için ifade ettiği anlamda ya bizim için ifade ettiği anlamda. Belki bu konuda da… Milliyetçiliğin Türkçe karşılığı yok. Karşıya anın bükkeri nedir milliyetçilik? Yani nasyonali din yok yani. Onu bir sonraki programa saklıyoruz.
Bir de bu yurtseverli isterseniz konuşalım. İşte vatanseverlik diyor zaten. Evet o konuda rezervlerim var benim de mesela. Milliyetçilik ve vatanseverlik konusunu bu popülizm devamında mutlaka konuşmamız gerekiyor. Vallahi şey konuşulmaz ben bir sonraki programı. Ona göre izleyiciyi de söyleyelim ki o da hazırlansın gelsin efendim değil mi yani? Yani şöyle, Alman tarihini bilmek lazım. Almanya’nın tarihini bilmiyoruz.
Almanya’nın pagan tarihini, gerbem kabinlerinin tarihini. 1600 devletten prenslikten buluşup bir ulus devlet Almanya haline geldi. Öyle, ya de bunun şeye nasıl dönüştüğünü, paganize ve tekrar nasıl dönüştüğünü. Hitler’in kendi sarayında kendi minnetticimlerinin olduğunu. Göbelzin falcısını sokağa çıkmadığını. Yani oradaki toplumu anlatmak lazım. Eğer adam kadın işleden korkuyorsa, milliyetçilik. Haklıdır. Tabii. Haklıdır. Ama biz, hiçbir zayit olmayan bir sebepten, hiç bilmediğimiz bir nesneden niye korkarız? Ve bu korku ya niye teslim oluruz ben bunu anlamıyorum. Milliyetçilik niye tehlikeli görülür? Bu derin başlıklar hocam. Haftaya kalsın. Şimdi süremiz bitti. Bu haftanın ihmal edilebilir nasihatlerini kimden alalım?
Eşafla. Ceza olarak bu haftanın nasihati sizden efendim. Valla başlangıçlı söylediğim şeyi tekrar edebilirim. Hayatı kitabın gerisine koymayalım. Hayatlı kitap. Kitabı hayatla beraber okuyalım. İlaveniz olur mu hocam? Vesayet ve seçkinciliği karıştırmayın.
İki tane çıktı. Bir kitabı hayatın gerisine koymayın, bir de vesayet ve seçkinciliği karıştırmayın. İki ayrı başlık oldu. Olur işte ikimiz de birer tane. Bu hafta bereketli efendim. İki, iki, iki. Bereketli, iki nasihatli.
Efendim bugün de programımız sona erdi. Haftaya görüşmek üzere. Hoşçakalın diyorum.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir