"Enter"a basıp içeriğe geçin

İhmal Edilebilir Nasihatler | Milliyetçilik | 20. Bölüm

İhmal Edilebilir Nasihatler | Milliyetçilik | 20. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=lWiZAdIIdgs.

Merhabalar efendim. İhmal edilebilir nasihatlarda Alev Alatlı’nın evindeyiz. Alev Alatlı ve Süleyman Seyfi Öğünle bugün konularımızı konuşacağız.
Kavramlarımızı masaya yatıracağız klişe bir tabir bu masaya yatırma lafı ama galiba herhalde olayları ortaya koyarken en en işe yarayan kalıp olduğunu söyleyebilirim. Yani bu da masaya yatıracağız efendim. Bugün masaya yatıracağımız konu milliyetçilik meselesi olacak. Geçen bölümlerde bu burada bir bir gül koymuştuk. Milliyetçiliğin mahiyeti nedir? Bu bir duygu patlaması mıdır?
Yurtseverlik, vatanseverlik veya farklı kimlikler içinde muhafazakarlık bütün bunların içinde milliyetçiliğin oturduğu zemin nedir? Neyi kapsar? Bunu konuşacağız. Hocam. Uzbarından başlayalım. Estağfurullah. Tabii canım. Değil mi? Böyle bir hemen. Evet. Buyurun hocam sizden başlayalım.
Habermas söylüyordu galiba. Modern dünya devletin toplumlaştığı, toplumunda devletleştiği bir dünyadır. Kadim dünyada, eski dünyada mesafeler var. Fakat bu mesafeler modern dünyada bir arzı olarak görülüyor ve dönüştürülüyor. Yani her devletin bir toplumu, her toplumunda bir devleti olacak. Tabii şimdi bu nasıl olacak meselesi sadece veri bir çevrede değil bütün bir dünyanın iş bölümüne de tesir ediyor. Yani bu aslında bütün dünyayı kodlamakla ilgili bir şey. Yani en gelişmişlerden daha az gelişmişlere, en geri kalmışlara kadar herkesin bir devleti ve herkesin bir toplum olacak. Toplum politik anlamıyla toplum ve buna ulus deniliyor.
Ve buna ulus da bir yüzyıldır diyoruz ortalama herhalde. Tabii yani bu modern bir kavrayış, modern bir emperatif öyle diyelim. Fakat tabii coğrafya ve tarihin realitesi bu tip eşleşmelerle sorunlu.
Yani bir ulus kuruyorsunuz, bir devlet kuruyorsunuz, bunun dayandığı bir coğrafya olmak durumunda, bir vatan denilen bir coğrafya belirliyorsunuz. Fakat bunların hiçbiri mükemmel şekilde eşleşmiyor. İçeride etni siteler itibariyle mi söylüyorsunuz? Çeşitli sebepler yani. Birileri dışarıda kalıyor, birileri içeride kalıyor.
İçeride kalanın dışarıda akrabası var, dışarıda kalanın içeride akrabası var. Yani bu bir kodlama meselesi ve hepsi sorunlu. Sorunlu olmadı bir tek yer var galiba Alev abla bilir. Japonya yani Japonya’da belki bir şey yok yani. Hepsi meçhediyor, eşleşiyor. Ada olunca öyle bir imkanı var. Japonya’da bir etnik çatışma falan hiç atlamıyor musun? Yok öyle bir şey yok.
Burada Ada, aralarında saç renklerinin bile farklaşmadığı bir grup. Şimdi yeni yeni başladı. Platine, geyserler görüyorum. Evet bu ameliyatlarla plastik sörcürüyle dönüşen beyaz Japonlar. Beyazlaşmak isteyen Japonlardan. Yakınca platine saçlayacak şey olur mu? Geyser var. Bende saçlı çocuklar geziyor orada.
Doğru. Dolayısıyla bütün bu sorunların halli yolunda ideolojiler harekete geçiriliyor. Yani mesela milliyetçilik ideolojisi denilen batılı manada işte dışarıda kalanları eve dahil etmek veya bazen de çok irredantist bir şekilde, yayılmacı bir şekilde belli bir üstün olasın başka ulusları böyle köleleştirdiği coğrafi yayılmalar hikayesi falan bunlar. Şimdi bunların ilginç tarafı şu, hepsi değil ama büyük bir kısmı tarihe abanıyor. Kendisine bir geçmiş inşa ediyor. Bir geçmiş inşa ediyor ve Valère’nin dediği gibi François Chaire düşünce kimyasının en tehlikeli ürünlerinden birini imal ediyor. Tabii o tarihçilik böyle ne kadar bilimsel gözükse de aslında tarihle pek bağdaşmıyor. Yani yaşanan tarihle çok bağdaşıyor.
Kurgu sal bir tarih. Dolayısıyla bunların sorunlarıyla malülüz. Yani coğrafyayla devlet ve ulusun eşleşmesi meselesi bir mesele. Devletle ulusun eşleşmesi başka bir mesele. Bazen uluslar devletleri tanımıyor. Mesela ayrılıkçılık denilen bir şey çıkıyor. Bazen fetiş bir şekilde bir devlet davası geliştiriyor kendine vesaire.
Demokraside karşılıkları var. Demokrasiyi de etkiyor bu. Ulusal egemenliği tanımlamakla falan başlıyor her şey. Böyle bir problemler yumağı. Milliyetçilik bunun için mi? Milliyetçilik bunun bir manada işte o eşlenmeyen şeyleri eşleştirme gayreti. Veya tanımlanmış bir ulusu başka uluslardan koruma. Onu müdafaa etme, onun hukukunu inşa etme vesaire gibi şeyler. Çok böyle çatışmacı bir evreni var. Modern anlamda ulus düşüncesi bu. Batı’nın geliştirdiği modern devlet düşüncesi bu. Modern coğrafya algılaması bu. Ben hep şeye bakarım, yani bu da hüzünlü gelir doğrusu bana. Fiziki coğrafyalarla siyasi coğrafya haritalar arasındaki fark.
Yani mesela bir fiziki coğrafya atlasında dünya çok hoş. Dağları, ovaları, ırmakları, denizleriyle böyle hakikaten çağırıyor sizi. Fakat bir siyasi coğrafya haritası çıkıyor. Böyle mat renklerle birbirinden ayrıştırılmış coğrafyalar vesaire. Yani rızkalanan şey bence açabiliriz bunu. Esas olarak mukadderat birliği.
Yani hiçbir milliyetçilik mukadderat birliğini, batılı mana da söylüyorum tabi, eksenine kendi istediğinin dışında almak istemez. Halbuki mukadderat birliği çok yaygın ve çok içinde farklı şeyleri falan barındıran bir şey. Bundan hoşlanmıyor tabi. Bu bir coğrafyayla mı sınırlı mukadderat birliği değil? Bence coğrafya ve iletişim ilişki. Yani o meşhur işte coğrafya kaderdir İbn-i Halil’in yorumuyla.
Yani evet belki o da söylenebilir ama mesela somut kestirmeden gidelim. Bir Yunanistan çıkmıştır. Yunanistan’dan ibaret bir dünya kurmuştur kendine. Bulgaristan öyle vesaire biliyorsunuz. Ne kuruluyor tabi. Evet ve biz bunu ne kadar dışında kalmak istesek de maalesef oraya itilmişizdir. Yani bize de ulusçuluk yokken Türk deniyordu. Burası Türk diyarı olarak biliniyordu.
Fakat başka bir Türklük, Türkten başka hiçbir şey içer mi yani kendi tanımlaması içerisinde ve kültürel bütün yakınlıkları falan iptal eden zihninde. Her şeyi böyle saf ve kendinden ibaret kılmaya matuf bir başka bakış. Coğrafya ıskalamaları buna eşlik etti. Yani birden hiç tanımadığımız, bilmediğimiz bir Orta Asya meselesi çıktı. Elbette var yakınlıklarımız tarihsel olarak ama ben mesela rahmetli Ömer Lütfü Mete’yle Kırgızistan’a gitmiştim. Tanrı dağlarını falan gözleri faltı. Yahu dedi biz bunları için mi savaşmıştık bu dağları için mi? Ürgünü geçmişsin hatırlayarak tabi. Kaç kişi öldü ve de yani. Bilmiyor yani esasında bir hayal o ve hakikaten bu hayal yatırımları.
Benedict Anderson’ın söylediği yani hayali cemaatler oluşturma, hayali topluk inşa edilir. Milliyetçilik de buna zemin hazırlıyor. Milliyetçilik bunu speküle ediyor. Speküle ediyor, kullanıyor, duyguları kullanıyor. Fakat hocam geçen bölüm sizinde olmadığınız bölümde şöyle bir şey söyledi. Türk olmaktan başka çareniz yok dedi. Tabi ki. Onu söylüyorum, ben de söylüyorum. Ama türkü ne tanımlıyor ona bakmak lazım. Ne tanımlamalı peki? Kaderat birliği.
Bakınız 16 bunu İlber Orta ile tarihçi yazmıştı tarih ve toplum dergisinde yıllar evvel. Ben hala saklarım onu. Bu topluluğların cetvelini çıkarmış bir takım gezginler yanılmıyorsam 16. yüzyıl. Rumları, Ermenileri Türk olarak tanımlıyor. Kaderat birliği olarak görüntü. Tabi ki yani çünkü hakim değil. Çok önemli. Bu Türkçe.
Dolayısıyla Türkçe konuşan topluluklar, Türkçe anlaşan topluluklar Türklü. O günün karamanlı Türkleri evet ortodokslu ama Türkçe konuşuyorlardı. Rumlar evet evde Rumça konuşuyorlardı ama dışarıda Türkçe konuşuyorlardı. Kürtler burada bir önemli bir aşik olup. Onlar biraz daha tabi nomadik daha göçer olduğu için yani belki temas azdı. Ama temasla geçtiği an Türkçe konuşacaktır. Dolayısıyla bu lingua franca falan diyorlar yani bu toprağın, bu Kaderat birliği ilişkilerden geçer. O ilişkinin dili de Türkçedir. Dolayısıyla bu Türklük böyle bir şeydir. Milliyetçilik kurgusal bir şey gibi mi bakıyorsunuz o zaman? Yani her ideoloji kurgusal değil midir? Evet, evet öyle olur ama milliyetçilik dediğiniz şey aslında bir taraftan da tutunduğumuz, bir taraftan da böyle çıpası olan bir şey.
Yani her şey gibi, her akademik kavram gibi. Yani sosyal bilimlerde her kavram öyledir zaten. Çünkü bakıyorsunuz bir anlam vermeye çalışıyorsunuz, bir tez ileri sürüyorsunuz. Bir kavram çıkıyor ortaya. Şimdi kurgusaldır değildir. Tabii kurgusal başkan olacak. İnsan aklının yapımıdır buysa. Milliyetçilik de buna benzer bir şey. Bir tezi var ortada. Tezi dediğin yani bir kavram, şimdi bir daire diyorum size. Dairenin 360 derece nerede var dairede? Bir daire görüyor musunuz doğada veya bir üçgen? Veya bir altıgen? Hayır yok bu bir manken gibidir. Yani bir sürü bir şeyi aşağı yukarı içeren bir şekildir daire. Şimdi bu diğer şeylerde de var. İnsan yapımı bilimlerde de var.
İnsan yapımı tüm bilimlerde bu vardır. Hani şimdi niye kurgusal itiraz eder gibiyim? Şimdi kurgusal deyince bunun hemen sömürülür tarafı var. Ama o kurgusal hani milliyetçilik diye bir şey yok. Bal gibi var. Olmaz tabii ki. Tabii tabii. Bal gibi var. Şey yok mu? Milliyet yok mu? Bal gibi var. Millet midir? Milliyet mi? Asabiye’nin herhalde karşılığı.
Milliyet mi karşılığından sık çevirirseniz? Yani Asabiye’ye dayanışma falan deniliyor ama tam olmuyor. Asabiye bence tuhaf bir laf zaten. Bence kullanmamak bile lazım. Çünkü şey bırakın sandıkta kalsın. Çünkü hiçbir şey söylemiyor. Bana hala söylemiyor. Nerede kullanıyor kim kullanıyor bunu bilmiyorum ama. Ama şu var. Bakın şimdi burada oturuyoruz.
Allah vermesin bir deprem anında. Kimi korursunuz siz? Tabii ki evin içindekindir. Hemen dış. Hemen dış. Ama herhalde şu sokaktan iki tane Johnny geçiyor olsa. Ay ben Johnny değil, hemen falan tutarım. Şimdi bu ne? Bunun spekülasyon, penoldurmana kimse söylemez. Bu somut bir bağdır yani. Şimdi bunu büyütün. Büyütenim. Güneydoğu’dan saldırı. Kimi kanatlarımın altına almak çalışacağım? Tabii ki bizimkileri. Tabii ki Türkler. Türkçe konuşanlar. Yani şimdi bunun adı milliyetçilikse milliyetçilik. Şimdi üniversitelerin
Kuruluşu. Ve ne bilgilendir. Oxford’aki emirci vesairesi falan filan. Kuruluşu ve taba gelmesi ile Milliyetçiliğin yakın ilgisi olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir şey hem de senkrondur da bu aynı zamanda. Şimdi şöyle bir şey oluyor. Batı’da oluyor, bize de sonra bulaştı bu.
Bulaştı diyeceğimiz şeyden sonra bulaşmıştır büyük ihtimalle. Modernikler. Slaterman falan filan. Kariyer yapıyorsunuz aşağıdan bazı şeylerden. Tarihten. Sosyolojiden. İlahiyetten kariyerler. Yani bu koynunun altında buzağı aramak gibi bir iştir. Alınır köpürtülür kavramlar. Köpürtüyorsunuz.
Sonra bir süre sonra sizin köpürttüğünüzde bir başkası karşı çıkıyor. Makaleler, makaleler. Ve durup dururken elinizde bir heyla oluyor. Şimdi bu sefer o heyla ile ne yapacaksınız şaşırıyorsunuz. Milliyetçili bunlardan biri gibi. Bu bir heyla. Şimdi o heyla cevap vermiyor zaten anlatmaya çalıştığınızda. Hadi onu bölüyorsunuz tekrar. Ve sonunda bakıyorsunuz adamlar çıkıyor.
Ve tabi sanayileşme ile birlikte bunların yaygınlığı da artıyor. Yani bir kitap basabilecekseniz 100 basıyorsunuz. 100 basabilecekken 200 filan filan. Bir de bugün geldiği noktayı düşünün. Yani bana sorarsanız delik teşik bir kitaptır Huntington. Delik teşiktir yani böyle tutsanız elinizde kalan bir kitaptır. Şey de öyle daha da beter belki. Bugeman. Tabii ama daha ucuz versiyon.
Ucuz yani ucuz şey. Pulp Fiction mübarek yani rezillik. Bana sorarsanız. Bana sorarsanız da niye öyle söylediğimi de anlatabilirim. Öyle şey gibi değil. Öyle bana sormak gibi değil. Olur mu canım dipnoti elinden mesele yani. Adam bir fetvadır verdi. Galiba beslediği yok. Nereden şimdi çıkarıyorsun sen bunu? İnsanlığın dışında, insanoğlunun dışında toplumların, günlük yaşamların, sadece hayatların dışında oluşan bir hengame. Bir hengame. Şimdi, sonra bu hengame durup bir de başa bela oluyor. Çünkü niye? Onun ucundan kenarından bir şeyler kırmıştıran hadi bakarsınız slogan alıyor. Şimdi sloganın atanın niye o sloganı attığını bilmiyorsunuz. Kendi de bilmiyor. Efendim. Bir süre sonra bakıyorsunuz en sudan mesnetsiz akademik kavramlar siyasilerin eline oyuncak olmuş. Ciddi ciddi birbirlerine giriyorlar ve partiler oluşuyor. Ne oluyor şimdi? Şimdi tabii milliyetçilik meselesi, bizde islahat fermanı, işte Batı’da Vesvaliyem’e bu devletlerin, modern devletlerin… Vesvaliyem anlaşmasından sonra çıktığı değerlendirilir. Ama sonuçta birinci dünya savaşı,
birinci dünya savaşında sonrasında imparatorlukların çöküşü, bir etap devletlerin oluşmasını sağlıyor. İkinci dünya savaşı, ikinci dünya savaşı sonucundaki galipler, ikinci etap devletlerin oluşması, işte mesela Pakistan, ikinci dünya savaşı sonrası kuruluyor. Malezya ikinci dünya savaşı sonrası kuruluyor. Enderezya, ikinci dünya savaşı kuruluyor. Aişani, Malezya halkının kalkıp
milliyetçiliği kendi kurduğuna falan inanmıyorum. Öyle bir şey yok. Kendi kurmuyor zaten. İngilizler kuruyor. Kesiyor, bitiyor. Senin adın ne? Kodluyorlar yani. Yani Çorçol’un Pakistan, Hindistan sınırını çiziyor. Benzadeşi çiziyor. Afganistan’ı çiziyor. Bakın, şunu hiç unutmayın. Anamatan kavramı, vatan kavramı daha doğrusu, ne zaman girdi? Ali Paşa ile girmiştir Osmanlı’ya. Kaç?
En emin yol 19. yüzyılın sonu. Adam gidiyor. Ali Paşa. En emin yol yani bu kitabın okunması lazım. Fransa’da vesaire kalıyor. Vatan kavramının karşılığını bulamamıştır. Nedir bu diyerekten? Bu demek ki 1870’ler, 1880’ler, 1890’lara kadar biz bu işe bulaşmamışız. Biz bulaşmamışız.
Yurt yok mu? Yurt var. Ama yurt, öyle yurt değil. Çünkü yurt dediğiniz zaman da bizim şeylerin çadırıdır. Göçerlerin çadırıdır. Kışlaklar, yazlaklar. Vesaire falandır. Yoktur. Oba işi yani. Oba işi. Yani bir şey bulacaksanız, o da yakıştırmadır. Sonradan yurt dersiniz, ana yurt dersiniz falan filan ama bizde yok. Yani olmadığını bir göre bir görmemiz lazım. Realite ile şeyi ayırmak lazım. Akademik gevezeliği ayırmak lazım. Bakmak lazım hakikaten ne oluyor. Şimdi bize döndüğümüz zaman işte demiş adam biraz bir Tenşan Tanrı Dağları’nda ne yapıyoruz filan diye. Cenk çok güzeldir o suyu arayan adam da. Suyu arayan adam da herhalde Türkiye’nin en namus yazarlarından biridir.
Aydemir. Allah rahmet eylesin yani. Gerçekten öyle. Bunların şimdi oturmuşlar. 1900’lerin başı. İşte bir avuç şey. Aydın. Osmanlı dağılıyor. Memleket elden gidiyor. Peki. Ne yapılacak şimdi? Araplardan ayır yok. İşte orada kalkıyor. Yok cihat miyat falan kimsenin umurunda. Düzdün ezdilik. Düşmanlık var. Öbür tarafta. Akraba lazım.
Ve bunların bir Asya’yı hatırlamaları vardır. Çok inanılmaz bir şeydir o. Ya biz buradan gelmedik mi? Yok mu bizim burada kimse? Türkçe konuşan yok muydu? Var mıydı falan derken. Yok işte Marco Polo gittiği zaman bile millet Türkçe konuşuyordu da. Gelip bu bir canlıraş müttefik arama şeysidir. Öyle başladırmıştır. Arıyorsunuz nerede var. Müttefik alacaksınız da Kırgızlar gelip sizin için savaşmayacak. Ama rol model arıyorsunuz. Bakın bugün Türkiye’de de aynı şey var. Türk hamamdan başka çağrınız yok dedim. Bundan dolayı söylüyorum. Yani bir şeye ihtiyacınız var. Nasıl kelimelendirmeyeyim? Bağ bulmamız lazım. Bağ bulacaksınız. Bir rol model bulacaksınız. Peki bunun etrafında şekillendirebileceksiniz. Kendinizi, duygularınızı ve şeyi. Devletinizi. Tabii. Başka şeysi yok. Çaresi yok. O zaman da bundan olmuş. Hani şurası da bir vaka. Bugün Kabasa hesaplara göre 250 milyon kişi Türkçe konuşur. Buradan İstanbul’dan çıkıp Şanga’ya kadar Türkçe konuşuyor. Pekala gidersiniz. Bu çok ciddi bir mirastır. Görmek istemiyorsanız vah vah demek lazım. Ama o mirası orada. Hani hangi boyutlara kadar tutarsınız, tutmazsınız. Bu da aynı. Ama adamların orada akraba aramaları şey değil. Garipsenecek bu kadar. Bir şey yoktu. O akrabalıktan dolayı silahlı birileri geldi mi? Hayır.
Ezan sesini duyunca intihar edenler falan oluyor biliyorsunuz. Tabii değil. Bizim karşımızda Hintliler, Pakistan, Zahire falan geldi. Kutulamare de de aynı şey olmuştur. Kutulamare daha da felakettir. Çünkü aç kaldıkları zaman orada fetva beklerler. Katırları yer mi izlemez miyiz? Falan der. Hintliler geciktirir o katırları. Çünkü kendileri yer.
Bizimkiler orada şey kalır. Bizimkiler dediğim Müslüman kesim. Orada işgalatında olan adam geldiği yeri bilmez. Kulaklaşınızın Muzaffer hocanın lafıdır. Size bir gün söylemiştim programda. Hatırlar mısınız şeydi şeytan diye bir şey var. İblis. İblis oynuyor. Şundan veya bundan. Şimdi burada biraz açmaya çalıştığımız şey. Milliyetçilik böyle bir bazlarınca tukaka bir şey yani. Kategorik olarak faşizmle eşanlandı. Ondan sonra tutucu. Ondan sonra gelişmeye mani. Hani bir ilerlemece düşüncenin önünde bir engellik. Böyle midir? Bu nasıl olabilir Allah’ınızı severseniz? İngiltere bütün bir refahını milliyetçiliğine borçludur. Fi tarihinin iltibarında. Allah aşkınıza yani. Gemilerini ticaret gemilerini kendi donanmasının eşliğinde gönderir. Kendi donanmasından gider. Dünyanın her tarafında kurduğu konsolosluklar aslında bir ticaret şirketinin agentalarıdır falan falan. Böyle götürmüştür. Kim demişe ya mani? Refola beri geliyor. Böyle bir şey yok. Tarihik olarak da bu doğru değil. Tabii. İletişim açısından bakacak olursak mesela o Karl Daus falan yazmıştır bunları. Yani mesela Fransa çok tipiktir. Bir kere yani din birliği fiilen gerçekleşiyor aşağı yukarı. Çünkü
Sen Bartolem’i katliamı protestanları sürüyorlar filan. Katolik bir Fransa. Fransızca üzerine işte edebiyatlar vs. işte bu saray toplumu çevrelerinde aydınlanma, Volterler falan. Volterler çünkü her şey var yani. Un var, su var, şeker var neyse. Ama öyle bir fikir yok işte. Yani mesela Fransız milliyetçiliği diye bir şey.
Bir dünya savaşı arası. Yücin Weber’in Fransız köylülüğünden Fransız ulusuna diye bir kitabı var. Hala muhitler yani hala feodal şeyler geçerli. Yani yerel bağlar filan geçerli. Yerel şeyden kalma. Ama mesela aksiyon, hâleden bağlantıları filan. Daha yerel, daha feodal kokan bir zihniyet hâkim.
Ama iş ve işlemler yürüyor. Yani standart bir ticaret hukuku var, standart yasalar var vs. Ama zihniyet bunu yakalayamamış mesela. İşte bu iki dünya savaşı arası aksiyon Fransız işte o Bergsoncu etkilerle, Blondelce etkilerle filan böyle bir ulusa maneviyat vermek, bir ulus şuuru oluşturmak yolunda böyle bir atak bir dönem var.
Yani Fransa’da ulusal oluşumu hazırlayan maddi koşullar tamamlanıyor. Ona uygun bir zihniyet yok. O zihniyet sonra buna eklemlendiriliyor. İşte katolik ve Fransız olmak gibi filan. Bu bazen orada öyle oluyor. Diğer taraflarda ise ortada un, şeker yapmak için malzeme çok azken
bir tarif üzerine, zihinlerdeki bir tarif üzerine bunları inşa etmenin aşırı böyle gayretkeş şeylerle, örnekleriyle karşılaşıyoruz. Kültür bağımsızlık olarak ama bağımsızlık sosu orada bir şey oluyor. Tabii onu tetikliyor yani o kuruluş savaşları filan. Baksanıza bugün Amerika’ya bakın. Bugün Amerika Trump ile birlikte yeniden milliyetçi olmuştur. Merkanteleizm işliyor tekrar.
Her şey Amerika için diyor. Merkanteleizm neydi? Merkanteleizm tek kelime de milli için. Milliyetçi politidir. Politidir ve silah soruyla ticarettir. Bu kadar basit. Katarsınız bahriye’nin yanına, ticaret gemilerin yanına gidersiniz. Alırsınız, kırk tane basarsınız, satarsınız, tutarsınız filan. Yapılan şey aynı bugün. Aynı şeyi yapıyorsun.
Ve benim petrolümü almazsan bilmem ne yaparımdan başlayıp daha da kolay şimdi. Yok bizde sevindim. Bilmem ne. Dikkatlılığını geçiyoruz milliyetçiliğe. Ve şimdi bizde benim yadırgadığım ve gerçekten, kicap durdum, rencide oldum, üzüldüm diyeyim. Yani bu kadar ciddi bir gerçek oradayken, koştur koştur milliyetçiliğe ters bak. Koştur koştur Amerika’yı, vatandaşlık almaya kalk.
Bu ne ya? Bu ne yani? Ama ne olduğu belli. Kavramlar kalmak karışık. Kavramları yeterince sorgulamıyoruz, temizlemiyoruz. Hocam bakın milliyetçilik diye bir kavram koydu ortaya. Gerçekten çok beğendim. Evet, şimdi o Ahmet Agayev’in, ben Türk Yurdu dergisini incelemiştim bir dönem. Orada o yazı çok dikkatimi çekmişti. Ahmet Ağoğlu, Agayev, Türk Yurdu dergisinde bir yazı yazıyor. Diyor ki milliyetçiliğin önündeki en büyük engel, mania, muhitçiliktir. Şimdi bakın o muhit şuuru çok zaten veri bir şey. Yani insanlar doğduğu obadır, mahalledir, kasabadır, oraya zaten bir aidiyet geliştiriyor. Nişantaşı’na karşı da Sultanbeyli mesela. Bu da günümüzdeki şeyler. Diyelim ki kadim dünyada zaten veri olan bir şeydir. Ama bir ulus inşa etmeye soyunduğunuz zaman bunu herhangi bir muhitte dayandıramazsınız. Bunu niye yazdı Ahmet Ağoğlu? Çünkü Azerbaycan’da Azerbaycan milliyetçiliği gibi kendini Türk milliyetçiliğinden de ayrıştıran ve daha muhit kokan bir milliyetçilik türemeye başlamıştı. Bundan hoşlanmamıştı. Resulzade falan bunu engellemeye çok çalıştılar. Ama mesela bunu yapanlar yok muydu vardı. Dolayısıyla dedik ki bu muhitleri aşan daha büyük bir muhit. Bu hayal yatırımıdır. İşte tipik bir spekülasyon örneğidir.
Ömer Seyfettin şey yapar, onun da ilginçtir yazısı, asker ocağında Erat’a bir anket yapılır. Biraz ilkel şartlarda. Sen kimsin? Kimi kasabasının adını verir, kimi bağlı bulunduğu inanç topluluğu, cemaatini adını verir, kimi soyunu anlatır falan.
Yani der ki Ömer Seyfettin nasıl yapacağız, bunu o yüksek şuura nasıl erdireceğiz meselesidir. Dolayısıyla şimdi milli bir tarih, milli bir coğrafya inşa ederken reel, aktuel muhit farklılıklarının üstüne çıkıyorsunuz. Ve hepsini birleştiren bir şey yakalamaya çalışıyorsun. Şemsiyem bunlar söylüyorsunuz. O bulundu işte, Türk dendi ve bulundu. Tamam. Fakat yani sonuçta, evet yani onu da tanımlamak, alt ayrımları doğdu. Mesela biz de milliyetçiliğin tarihine bakıyorsunuz, Turancılarla Anadolucular ayrıştı. Evet, orada İslam ve din faktörü işin içine. Coğrafya. Hayır, coğrafya olarak da bir tanesi Fenikaliler, sömerler falan derken ödekisi bambaşka tarihler. Mesela şurada vardı, bu Remzi Oğuzların,
Nurettin Topçuların dergah çevresinin geliştirdiği bir başka Anadoluculuk vardı. O da vardı ayrıca. Onun içinde vardı. Ve onlar Turancılaradan nefret ediyorlardı. Tabii. Yani ne Orta Asya, ne alakamız var, işte her şey 1071’de burada başladı dediler. Turancılar da bunlardan nefret ediyorlardı. Bunlardan hoşlanmıyordu. Nurettin Topçuların ömür boyu lise öğretmeni olarak. Nihal Hatsız’ın çok ağır yazıları vardı Nurettin Topçular için. Evet ama işte o, yeşil ülkeciler, kırmızı ülkecilerdi zaten her şey. Hep bunlar bakın yani o spekülasyonlar başladığı zaman doğan şeyler. Çok esaslı bir ayrım, gene fiilen bence ama çok çalışılmış da değil, Rumeli temelli bir Türk milliyetçiliğiyle Anadolu temelli bir Türk milliyetçiliğini ayrıştırma. Bu daha sonra bakın ulusalci milliyetçi ayrımına dönüşecek. Ulusalci milliyetçi ayrımını kökenin oraya mı bağlıdır? Bence oraya bağlıdır. Oraya bağlıdır. Hangisi ulusalci hangisi?
Daha Rumeli kokar. Rumeli, bakanlar. Ulusalcılar daha Rumeli kokar. Tabii onun için rahatlıkla halkı küçümsüyorlar. Mesela bazı sözüm ona ulusalcılar. Daha batılı bulurlar kendilerine. Tabii ben öyle bir arkadaşıma hatta sormuştum böyle biraz şaka yolluyor dedim. Şöyle dedim ayrılsa mesela Batı Anadolu, İzmir, İç Ege en fazla. Öbür tarafa bu işte istenmeyenleri göndersek ne güzel olur dedi.
Ay dibinde paşetim duygus çıkıyor yani. Onun için böyle hakikaten aktüel olarak da birtakım farklılıklar var. İşte o spekülasyonlar tabii çok sorunlu. O sorunlar da çeşitli değişkenlere dayanıyor bence. Bir kere devlet aklıyla ulus aklı her zaman bağdaşmıyor. Tabii ki. Evet. Mesela fihte ile hegel arasındaki farklılık. Fihte ulusçudur. Devlet olsun ve hiç önemli değil.
Önce ulus der. Hegel ise ulus devlet olmadan olmaz der yani. Devleti üste koyar. Bunların tartışmaları var. Bizde de mesela Ziya Gökhalp ve Akçur’a farkı böyle bir şeydir. Ya devlet başa ya kuzgun leşe. Tabii yani mesela Akçur’a eleştirir Ziya Gökhalp çok devletçi bulur. Çünkü kendisi periferiden geliyor. Rus devleti ile sorunlu. Bu kadar koyu devletçiliği niye yapıyoruz falan diye eleştirir. Dolayısıyla ulusun aklıyla devletin aklını birleştirmek. Devletin tebaasına ulus olarak bakıp egemenliği ona devretmesi çok sancılıdır. Muhitçilikler üzerinden gelişen reaksiyonlarla ulus sorunludur. Devlet de sorunludur. Şimdi tabii bir de buna şeyi ekleyin.
Türkiye gibi çağ yakalamaya çalışan bir grubu ekleyin. Ülkeyi düşünün. Şimdi hangi ulusa devreyecektiniz? Hayır yani şeyi kaçırmışsınız. Tırnak içinde kaçırmışsınız tabii. Sermaye birikimi kaçırmışsınız. Bazen o kadar sağ olsunlar öyle öyledir.
Bir şeyler duyuyorum. Antihata Türkçülerden falan. Yani sermayı nasıl biriktirecektiniz devlet olmasaydı birisi bana sorarsın şöyle. Mümkün değil. Zaten dünyada da sermaye birikimi devletsiz olmadı ki. Devletsiz hiç bir zaman olmaz. Merkantelizm devletinin işi. Ve İngiltere’nin bunu başarmasına nedeni neydi biliyor musunuz? Kimse başaramamışken. Kraliyet bizzat ortak oldu şirketleri de ondan sonra oldu. Gayet de bir canım. Orta ortak. Siz gidiyorsunuz Hindistan’dan tütün alacaksınız. Neyse ne 100 liranın 5 lirası kraliyetin cebine. Bugün İngiliz kraliyetçisi dünyanın en zengin kadınıdır. En zengin kadınıdır İngiliz kraliyetçisi. Dışahsiz serveti var ya. Böyle bir sisteme koyduysan win-win bu tam. O yüzden o lafı hiç sevmem.
Tam win-win. Tamam win-wendir şey. İngilizlerin yaptığı epari top hala win-win. İngiltere niye bu kadar Rus oligarka ağa güçü maçlı? Gayet de bir canım win-win. Gene aynı şey. Gene win-win. Man başka bizden bir şey bu. Fakat programımızın yine sonuna geldik bu bölümüne. Bir yürürlük koyacağım ama onun öncesinde bir hani Türk milliyetçiliğinin gelişimi üzerine
biraz daha konuşmak gerektiğini düşünüyorum. Katılır mısınız? Bilmiyorum. Yani aslında Cumhuriyet İleti kurulduğu yıllarla bugün geldiği dönem arasında geçirdiği aşamaları elbette konuşmak ve aradaki farkları belki konuşmak lazım. O Türk milliyetçiliğinin geçirdiği mi başka bir şey mi onu hakikaten konuşmak mı? Belki o öyleydi. Ama bir ikincisi sizi dinlerken zihnimde takılan şey oldu. Yani Arap ülkeleri veya işte Pakistan, Hindistan örneğinde verdiğimiz gibi bu bölgeleri her gittiğimde şunu çok fazlasıyla hissettim. Kabile ve feudalite, o muhit şey iktidarı devam ediyor. Yani bir muhit öbür muhitte baskın geliyor. O baskın gelen iktidarda oluyor ve o iktidarını sürdürmek için öbür muhitleri her zaman için baskılıyor.
Aslında o ulus dediğiniz şeyin çok da inşa edilememiş olduğunu görüyorsunuz. Tabii, tabii. Yani ulus olmuş. Türkiye’de aşağıya… Devlet olmuş ama ulus yok. Devlet de olamadı. Parti tokrasidir onlar. Devlet ciddi bir şeydir. Devlet burada var. İran’da var. Araplarda yok bence. Arapların öyle bir kültürü yok. Bizde zaten, İran’da da aynı şeydir. Yani bizde devletin bakışı şudur. Devlet tebaa ister.
Yani bu en geleneksel yerleşik bakışıdır. Devlete ulus tebaa olacak mı olmayacak mı? Ulus akıl ise, ulusal akıl da der ki buna, ortaklık edelim lakin egemenliği bana devret. Yani sen artık eskisi gibi bana tabi olarak bakamazsın. Bunu ne söyletiyor insanlara? O iktisadi etkinlik duygusundaki artış. Refahlarındaki artış. Tabi yani biz yapalım. Yani sen bize destek ol, bizim önümüzü aç, işbirliği devam etsin ama bizi önceleme. Çünkü devletin aklı çok kuralcıdır. Ulusun aklını motive eden ekonomik akıl ise, yani o servet birikimi, sermaye birikimi hikayesi ise biraz kuralları aşmayı ister. Çünkü etkinlik alacak, inisiyatif alacak vesaire. Bunlar bazen örtüşür, bazen kavga ederler.
Yani devlet ulusla kavga eder, ulus devletle kavga eder, ulus muhitlerle kavga eder, muhitler ulusla kavga eder. Sermayenin aklıyla devletin aklı yer yer çatışır, sorunludur. Sermayenin aklıyla ulusun aklı da yer yer çatışır, sorunludur. Şimdi Adem Hanım gayet güzel söyledi onu. Yani merkantilizm işte bir denge durumudur mesela.
Orada devlet ulus fikri, işte diyelim ki sermaye birikimi falan eşleşmiştir. Sorun şurada ortaya çıktı. Sermayenin aklı devletle olan zoraki evliliğini ve ulusla olan zoraki evliliğini sona erdirdi. Bu da mali diziplinin dışına çıkmasıyla oldu.
Yine çok önemli bir başlık, bir virgül koyalım biz bu ihmal edilebilir nasihatlere hiç nokta koyamayacağız gibi görünüyor. Efendim bir sonraki programda Süleyman Seyfi Öğün hocamla Alev Adatlı hocamla birlikte bu virgülden devam edeceğiz.
Hoşçakalın diyorum.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir