"Enter"a basıp içeriğe geçin

İhmal Edilebilir Nasihatler | Muhitçilik | 21. Bölüm

İhmal Edilebilir Nasihatler | Muhitçilik | 21. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=Apx1rJXGQGA.

Merhabalar efendim, yeni bir İhmal Edilebilir Nasihatler programında beraberiz. Kaç program sonra galiba öğrendim. İhmal Edilebilir Nasihatler demeyi takılmadan başardım. Kendimi çok mutlu hissediyorum. Aman estağfurullah.
Alev Al adlı ile Süleyman Zeybe Öğün hocamla birlikteyiz. Geçen programda bir birgül koymuştuk. Devlet, Ulus, Vatah, Sermaye bu iki kavram üzerinde. Bunların birbirleriyle olan ilişkisini konuşmaya devam ediyorduk. Bir birgül koyduk. Şimdi o kaldığımız yerden devam edelim istiyorum. Hocam, buyurun hocam sizden başlayalım. Şimdi bir kere bu akıllar arasındaki farklılıkları doğru koymamız gerektiğini izah etmiş. Devlet aklı şöyle bir akıl çok genel manada. Belli bir coğrafyada, bu büyütülebilir ayrı bir şey, egemen olmak yani. H. Beyaz Kortus mesela böyle bir ilkesi vardır. Egemen olmak. Dolayısıyla nüfuslarla kuracağı ilişki onun üstünlüğüne dayanır. Dolayısıyla buyurgandır. Geleneksel manada böyledir. Modern manada da böyledir. Farklı bir şey yoktur. Modern dünyada farklı olan ulusun aklıyla eşlenmek zorunda bırakılmasıdır devletin ki renesanstan sonra Avrupa’da biliyorsunuz çok zorlanılmıştır. Devlet aklı nasıl tebaayı bir özne olarak kabul edecek. Bu işte egemenlik tartışmalarını doğurdu. Devlete mi aittir, ulusa mıdır vs. filan en sonunda ulusa ait olma meselesini devlet tanıdı. Cumhuriyet, demokrasi, demokrasi.
Tabii, ekoloji ilke manasında. Ulusun aklı da belli bir coğrafyada yaşayan topluluğu başka topluluklardan ayırmak esası. Dolayısıyla bir yabancı sorunu var. Ulus’tan olmayanlar var. O da bir sınır peşinde. Dolayısıyla devlet de belli bir coğrafyada sınırlı bir egemenlik ulus da aynı şekilde. Burada benzeşiyorlar. Gelin görün ki bütün bu ilişkileri fişekleyen sermaye oluşumunun dünyasında bu yok. Hiçbir sınır yoktur. Şimdi şöyle bir şey mi, niye söylüyorsunuz? Devlet aklıyla ulus, aklı diyelim ikisi uzlaştı bir noktada. Bir noktada uzlaşıyorlar. Bir noktada uzlaşıyorlar. Ama işin içine bir başka unsur girdi. Bu da sermaye ve bu uzlaşma o zaman bozulmaya başladı mı diyorsunuz.
Tabii çünkü sermaye sınır koyamazsınız. O kendi asimtotunda kendini sonsuzlaştırıcı bir güdüye sahip. Fakat imkanları sınırlı olduğu zaman devletle ve ulusla iş tutuyor. Ulus’u nerede ister sermaye? İşlemlerini akışkan kılmak için bir pazar birliği olarak görür.
Onu standart bir şey olarak öngörülebilir bir mecraya taşır. Ortak yasalar, ortak eğitim vesaire gibi şeyler. Devletle nerede uzlaşır? Bana destek ol, büyük yatırımlar yap, donanma kur, beni savun vesaire gibi şeyler. Daha bu güncel versiyonu şu yaş sayıyı benim lehime çıkart falan gibi birtakım şeylerle ticareti kolaylaştır. Tabii. Ama devlet de bunun karşılığında der ki ona mali disipline gir ve vergilerini aksatma. Onda şart odur. Şimdi bu uzun süre itiş-kakış içinde de olsa bir yürütülen evlilik. Devlet, ulus ve sermaye arasında. Bu tabii ki gelişmiş ülkeler için geçerli. Daha az gelişmişlerde eksik sermaye birikimi, eksik ulus ve eksik devlet çıkar karşımıza.
Daha diplere giderseniz devletsizlik çıkar, ulusuzluk çıkar, sermaye birikimi yoktur vesaire. Ama bu bütün dünyanın iş bölümü zaten. Bunu zaten kuruyorlar. Bu 1970’lerden itibaren o mali disiplini sermaye kırdı. Yani bu gözü dışarıda, hovarda bir ev erkeği gibi yani dışarı kaçtı.
Çin’e gitti, bütün ülkeler de benzer. Devleti tanımı, devleti engel olarak gördü. Ulusu da engel olarak gördü. Onun için o mesela yeni liberal söylem evrensel şeylere uğurgu yapar, ulusu yıpratır istemez çünkü. Devleti küçültmek ister. O söylemleri hatırlayacaksınız. Dolayısıyla kendi kendini büyütme evli. Yani evi terk etti, evlilik bozuldu. Ama öyle bir çılgın süreç ki bu. Sonuçta sermayenin hesapları da altı üstü oldu. Öyle bir şey yanına alıyor, fınasınarak. Kimse aptal değil. Toplumu yanına alıyor bir yandan. Tabii kışkırtıyor. Üretimle, milleti kışkırtıyor. Üretim bir yandan. Tüketimi, teşviketi. Tabii, tüketimi bir yandan.
İşte böyle hoşluklar var yani. Tüketim özgürlükleri. Küreselleşme. Küreselleşme gibi. Gönlün gittir, geriye git. İçindeki çocuk çıkartan… Her yerde yaşayabilirsin işte. Kozmopolit tavırlar yani. Dünya vatandaşıymış. Bize bakıyorsun çocuk. Dünya vatandaşıymış. Ama aynı ölçüde de ulusu yıpratacak ne kadar…
…ne kadar aşağıda bir şeyler varsa onların da kışkırtıcılığına zarar verilir. Tabii, tabii. Çünkü mesele ulusu yıpratmak. Ben burada ulus bir günahtır, devlet bir günahtır filan bu iddialar üzerinden hareket etmiyorum. Ama böylesine umharca bu ne biçim devlet? Küçültün. Değil mi? Devleti küçültmek bir liberal ekonominin temel hedeflerinden birisiydi. Devletin sicili şudur budur ayrı. Ama küçültmek hatta devletsiz yaşamayı erdemleştirmek. Sivil toplum mesela. Çünkü o sivil toplum niye kışkırtıldı? Çünkü ulusu önceliyordu. Aslında sivil toplumun içinde o deminki bahsettiğimiz böyle ulus gibi hayal yüklü bir kurguyu aşındıracak hangi muhitçilik varsa vardı onun içinde işte. Dolayısıyla muhitçilikler kışkırtıldı. Biraz daha somut örnekler olur mu verebilir misiniz? Küyerellik diye bir şeyden bahsediliyor. Hem küresel olmayacakmış yani bütün sınırların üstünde olucakmışız. Aydınlanmanın ileri yorumu gibi evrensel bir insan evrensel bir insandır. Evrensel değerler, evrensel düşünce, evrensel ilkeler çok güzel. Tamam yani burada giderseniz muhitlerle işiniz olmaz. Aynı akıl dönüyor diyor ki bak şurada da şöyle bir kültürel mesele var. Ulusun içindeki o ne kadar fay hattı varsa onları da böyle tetikleyerek yapıyor bunu. Bu nasıl bir yamanç ilişkidir yani. Ama diyorlar ki efendim ikisi de var. Hem o hem bu ya. Hem küreselliği savunacaksınız hem de mesela Hutanto kabilesinin haklarını savunacaksınız.
Falan gibi. Yani buradan ne sonuç çıkarabiliriz? Yani bu üçlü arasında sermayenin o kuralsız, anumik büyümesi, çılgınlaşması, ulus ve devlet gibi iki tane çok önemli parametriyi aşındırma, yıpratma, yıkma hatta çabaları. Sivil toplum da bunun içinde bir… Tabii bu da onun mesela bir sanaryosu.
Yani çünkü sivil toplum iyidir, ulus kötüdür. Sivil toplumun içinde neler oluyor? Yani sivil toplumun içinde… Böyle bir farkı nereden çıkarıyorsun zaten? Evet, müthiş bir sivil toplum. Biz setekayız falan değil mi? Tabii. Halkın sesi, setek olunca halkın sesi olur. Öyle yorumlar yapıldı ve bunun daha sahici olduğu.
Ulus kurgusunun karşısında bu daha sahici gibi. Halbuki onların hepsi, ulus ne kadar problemli görülürse görürsün, ulustan daha problemli olanlar onlar. Ulus çünkü bir şeyi tranquilize ediyor, yatıştırıyor. Muhit farklılıklarını falan böyle bir zımparadan geçirmek istiyor. Buna kültürel özgürleşmek, kültür politik bir dünya ekonomi politiğin dışında, kültürel camlanmalar, kültürel patlamalar, müthiş kültürel yatırımlar vs. E bakıyorsunuz, peki bu kadar parçalanmışlıktan ne doğacak? Deniliyor ki, bu da visual thinking, böylelikle multi-cultural, yani çok kültürlü bir yeni dünya doğacak ve herkes barış içinde yaşayacak. Halbuki kültürel şeyler o kadar ayırıcı ki, o kadar düşman edici ki. Bir tür kültürel gettolaşmayı da sizin tabirinizle yine teşvik ediyor. Tabii, bunu doğru. Alev abla da söylüyor ona, kültürel getto, ulusu öncesi veya modernlik öncesi bir takım bağların tornadan geçirilip estetize edilerek geç modernliğe yerleştirilmesi. Yoksa hiçbirinden böyle bir açık kültür falan çıkmıyor. Herkes kendi gettosuna kapanıyor. Ve usulü metni içinde yani. En ufak sarsıntıda da ötekine saldırır. Saldırır. Hiç kurtaramazsın yani.
Bunun bir de şeyle ilgisini söyleyerek bırakayım yani bu Avrupai geçmişin kökleri, özellikle bu feudal geçmiş o kadar yerleşik ki zihin altlarında filan, ulusu bile aslında yadırgıyorlar bu adamlar. Avrupa için söylüyoruz. Avrupa için söylüyorum. Avrupa düşüntüleri için. Şimdi Amerika’da da öyledir. Bakın paşizm birkaç defa da refrens verdiniz. Nazizmin yükselişi falan. Yükselen nazizm bir dir, tırnak içindir. Evet.
Ama yükselen budur. Şimdi mesela yeni bir bu günlerde olan bir hadise Lübeck valisinin Almanya’da bir nazi tarafından öldürülmesine bir anma, bir saygı duruşu töreni yapılıyor. O tören de AFD milletvekillerinden birisi ayağa bile kalkmıyor saygı duruşunda bile bulunmuyor. Mesela Almanya’da hani nazizmin şeyi klasik ne diyelim protom birbirine saygı duyan işte
veya şey yapan bir ortak değerin yıkılması olarak görülüyor. Bir tür nazizmin yükselişinin bir işaretlerinden birisi. Ama o nazizm değil. Çok çok yanlış. Irkçılık ileri bir yorumdur. İleri bir modern yorumdur. Irk temelinde bir sürü şey içine katmak. Halbuki bu yeni trend diyelim. Yeni sağ. Evet. Bu zinofibidir. Yabancı düşmanlığıdır. Bu başka bir şey.
Bu başka bir şey. Bu başka bir şey. Nazizmle falan ilgisi yok. Bu ırkla falan ilgisi yok. Şimdi tabi burada şöyle yorum yok. Yani kendi valisinin öldürülmesine yani kendi ırkından olan birisinin öldürülmesine bile şey duyan yani umursamayan birisi yabancıya karşı kim bilir nasıl bir duygu besler. Şekli Mahitler ırkçıdı ama bir sürü Alman’da öldürdü. Yani bence o çok ilgili değil. Bence de değil.
O ghetto meselesi ve zinofobi yabancı düşmanlığı bu yabancı görme. Bu çok aktüel bir duygu. Yani Türk yabancı, Maripli yabancı. Efendim eskide yavrucuğum eskide yani Österrakik Parti, Ağustos’un özgürlük parti. Tabi canım. Şimdi şu kurusunun başında olduğu falan parti. Geriye çekiyorsun partinin kuruluşu 1800’ler zaten.
Bize 149’daki Viyana belediye başkanının kurduğu bir partidir. E Viyana belediye başkanı yavrucu düşmanı bir şeyleri var. Yahudi düşmanlığı. Yabancı düşmanlığı tabi. Yani veri olan. Yavrucu düşmanı. Evet. Bu gecelik onun bir yorumuydu sadece. Ondan sonra tekrar 1960’lı tekrar memle atmış falan. Ve baktığınız zaman Avrupa’nın kadim anadının hortladığını görüyorsunuz. Tabi tabi. Haftab’ı sıkar. Hemen her partinin içinde bir hafızab çıkıyor karşınıza. Ve gelmen tabi gelmen kökenliği Avusturya gelmen kökenli partinin içinde. E hala şey meselesi var. Biz Almanlarla birleşecektik de siz izin vermediniz diyen ekipler var. O başlı başına bir sorun Alman Avusturya birliği var mıydı? Yok muydu? Biz bu arada ayaklarına dolanıyor gibiyiz. Yoksa kendi içlerinde ghetto hikayesi tekrar geliyor. Nazi filan dediğiniz zaman hoşluk oluyor Ayşen. Vay adam nazi dedi. Basit. Basit. Cheesy işler bunlar yani. Nazi dediğiniz zaman vay Almanlar raprap filan. Öyle değil.
Yani şöyle bir şey çıkıyor değil mi abla yani zinofobi yabancı düşmanlığı derseniz bu bir eğretileme bir genelleştirme. Onun halbuki jilet formu nazizmdir. Halbuki tersi. Esas jilet öbür taraftır. Çünkü onun nereye gideceği belli değildir. Bu zinofobi özellikle antisemitizm zaten vardı Avrupa’da derin kökleriyle vardı.
Örçılık bunun bir yorumunu yaptı sadece. Bugün o yorum da yok. Zaten bu konuda yorum yapanlardan bir Hollandalı akademisyen Avrupa’nın Hollanda’nın tutumunu kendi özetinde Arap mültecilere yönelik olarak 1930’lardaki 35-34’lardaki filan Yahudi göçüne bağlıyo. Yani aynı Hollanda o dönem Yahudiler kapılarına geldiğinde kapılarını kapattılar. Şimdi nasıl Araplar için aynı başlıkları atılıyorsa o zaman da Yahudiler için aynı başlıkları atılmıştı. Ve aslında onun tekrar yeniden canlanmasıdır şeklinde. Öyle yani şu 2200 yıllık bir süreçle oynamaya çalışıyorum bunu göstererek. Bal gibi teker. Dönüyor bakıyorsunuz akım geliyor. Zıp tekrardan fışkırıyor. Bakıyorsunuz tekrar pızıt buradan çıkıyor.
Şimdi enteresan olan ne olacak düşün bak. Al bir düşünce şey sanırım. Ne o konuların başı derde girecek? Evangelistlerin ben size söyleyeyim. Neden? Kimlerle? Evangelistlerin. Nazilerle falan. Tabi. Şimdi Evangelistler bu kadar. Yahudi severler. İşte Yahudi sever değil tabi. Orta ürün değil. Kelime yanlış. Ama şeyki ahidi birleştiriyorlar. Birleştiriyorlar evet.
Birleştirip kalem doğrulara yakalamaya çalışan der diyelim. Şimdi başları çok fena derde girecek. Hem Nazim o hem o olmaz. Olmaz tabi tabi. Şimdi ben böyle telaşla bekliyorum. Eğlenerek bekliyorum. Bakalım buradan ne çıkacak diye. Bakın şimdi gidişat öyle. Kim ki ben ne derdi anlatacak nasıl anlatacak. Önümüzdeki günlerde göreceğiz. Belki de o yüzden ne konuların pek sesi çıkmıyor. Çünkü bu Trump de pek ne o? Beykon gibi değil. O paleokonlara daha yakın buluyorlar. Daha yakın. Arada iki tarafa dolayı. Zaten aportinistlerinin tekini. Hocam devlet aklı, ulusu aklı diyoruz. Sonra sermayenin devreye, sermaye aklının daha doğrusu devreye girmesiyle devlet ve ulusun bütün birliklerinin değerlerinin yıpratılmasını konuştuk. Bu devlet aklı dediğimiz şey nedir? Arşivdir yahu.
Arşivdir diyorum. Devlet aklı hiç yabana atılmaması gereken bir akıldır. Basit devlet karşıtlığı, anti-etatizm diyorlar. Devlet karşıtlığıyla falan halledilecek bir mesele değil.
Devletin aklı belli bir coğrafyada egemenliğinin geçerli olduğu, belli bir coğrafyada belli nüfuslar üzerinde kurduğu hakimiyettir. Bu yasanın aklıdır. Bu düzenin aklıdır. Yani Apollonyen bir şey, düzen tarzıdır yani.
Muhakkak ki iş ve işlemlerini yürütürken, muhakkak tabi onlar da zaten özel yetiştirilmiş, o akla uygun düşünen adamlardır, devletliler denildiği zaman bu basit bir şey değildir yani. Basit bir memurluk hizmeti filan da değildir. Çok ciddi bir yatırımdır ve yani Eflatun’un devlet kitabında anlattığı ailelerinden bile onları ayrıştırarak, devlet onun hem annesi hem babası hem dostu hem arkadaşı hem büyüğü, Ayrıca etos diyorlar ya işte, devlet etosu denilen bir şey var.
Dolayısıyla böyle kendini çok aşağıya karşı sorumlu hisseder düzenini tutturmak açısından. İşte bunu adalet denilen bir şeyin üzerine oturtur. Fakat hesap vermez. Normal olarak hesap vermez. Veremezdi. Çünkü zaten verse de, ondan da hesap sorulmaz zaten. O isyanlar filan hesap soran isyanlar değildir. Reflekslerdir onlar. Canı yanmışların refleksleridir. Biraz da bana verdi yani.
Evet yani ya da paylaşımla ilgili meselelerdir filan. Tabii ki bu böyle pür-u pak sütten çıkmış ak kaşık bir şey değil. Ama nerede tutunuyor bu akıl? Şurada tutunuyor. Aranızda kan davalarını bitiririm ben. Ve sizi güvenli yaşatırım. Dolayısıyla devletin vurgusu adalet ve güvenlik vurgusudur. Dolayısıyla vazgeçilmez tabi.
Yani ondan vazgeçemez. Yani devletsiz bir toplum. Öyle bir şey olmaz. O yani devlet öncesi, göçerlikle ilgili dünyalarda devlete ihtiyaç yok. Gelenekler, örfler filan onun yerini alıyor. Ama yerleşiklik söz konusu olduğu zaman onsuz hiçbir şey olmuyor. Şöyle söylemeyen yerleşiklik bir kere tedarik ister. Öngörmek ister.
Yerleştiyseniz başınıza alıp gidip burasını talan ettiniz. Gidip oradakini talan edeyim olmaz. Tedarik. Onu tutacaksınız. İkinin bir kısmını saklayacaksınız. Diyelim. Tuhum için, şu için bu için. Ama tedarik. Kervansaraylar yapacaksınız. Tedariğin önemli bir kısmı. Tedari ikidir. Tarihsel tedarik.
O ne demek istiyormuşum demek istiyorum. Bir devlet aslında, demin de onu söylemeye çalışıyorum, bir arşivdir. Kudilamareyi sokaktaki insan bilmez. Devlet bilir. Kudilamare hangi şartlar altta kazanılır, kaybedilir? Devlet bilir tabii ki. Arşivler oradadır.
Şimdi bu arşivler sadece bir binadaki şeyden ibaret değildir. Evrakten ibaret değildir. Bunları az önce hocam söyle diyeyim. Bunlar hakkında bilgisayar olan, fikri olan, geçmişi bilen, neyin olduğunu bilen kadroları vardır devlet. Devamlılık.
Devamlılık arşiv değerlendirme, öngörü ve ona göre tedbir almak. Şöyle düşünün. 75 cent’e muhtacı olduğumuz günlerde, ÖZAL, yani devlet, Türk satları attı. Türk yüzüne? Tabii canım. İki tane Türk sat attı hatırlıyorsun. Ve o Türk satlar bugün içindi. Nitekim döndü dalaştı, onun için oldu. Kim öngörecek teknolojik devleti? Şey mi, sokaktaki insan mı öngörecek? Tabii ki hayır. Bu devlet hakkıdır. Onu öngörürsünüz, kavga da bir şeye rağmen, küstürmeye, tabii ki küstürmeye, razı olarak yapacaksınız. Yani o Cemil Melici’nin lafıdır. Yani yığınlar hakikaten çoğu zaman ki yığın ve halk arasındaki fark konuşulabilir ama yığınlar zor bağırır. Şöyle düşünün. İkinci Dünya Savaşı’nı kazanan İngiltere için Winston Churchill’in kendidir. Ve o kadar ki Cornwall’ı gelsin hatırla. Evet. Cornwall da 100.000 kişinin ölmesine emir verdi. Niye? Peki aynı devlet hakkı ne oldu? İlk seçimlerde sıfır olay oy aldı. Sadece o değil yani tüm bu sürge sonrası coğrafya dizaynını yapan adamdır.
T hı.ān tiada quá the tertiary Harekόσ Wah dentro bu.
Neven Bey’in buyurduğu gibi şey değil bu. İstemezdik. Ceberrut devlet. Bilmem ne falan var. Ceberrut olur tabi. Tabi ki. Yeri gelir ve Ceberrut olur. Çan yakar çünkü vergi toplar. En azından. Çan yakar yani. Veyahut ileriyi görür ona göre. Gırtlağınıza batarsa zorla Çince öğretir falan gibi.
Ona göre okullarını. Her zaman isabetli midir tabi bu? Tabi ki hayır. Tabi ki hayır. Bunlar devlet kutsamaları değil bu söylediklerimi. Elbette değil. Devlet aydan gelmez. Böyle de bir şey yok. Neye layıksanız onunla yönetilirsiniz. Demokrasi devletin daha kötüleşmesini sağlayan bir şey. Sağlayan bir şey demiyorum.
Sağlamak anlamında söylemiyorum. Ama demokrasinin bir yorumu. Herkese ne kişiye layık olduğu ise. Liyakatı önüne maniyat eşkıl edebilir. Ettiği durum vardır. Özellikle seçim meselelerinde. Yani üzerinde düşünmeden. Doğru dürüst. Hiçbir şey hakkında ahkâ kesin olayım lazım. Mesela? Ne diyorsunuz? Devlet. Ulus da öyle. Halk. Çünkü şöyle dönüp bakıyorsunuz halkçılık. Altı halktan biri değil mi? Peki. AK Parti’den daha halkçı bir parti var mı? Bir tarafıyla halkçı bir tarafıyla sosyal devletçi filan. Gayet tabi canım.
Belleli bir bölgede çalıştıracak engelli bulamadığımızı biliyorum. Niye biliyor musunuz? Ciddi para ödeniyor engellilere. Ödemek zorundasınız. Tabi o da o parayı alıyor. Oturuyor ve çalışmıyor. Ne yapacaksınız? Yani bu kötü bir akı olarak söylemiyorum. Ama.
Eğer halkçılık diye bir şey söyleyecekseniz halkçılık böyle bir şeydir değil mi? Yeşil kartlarda bulunan meydan şuydu da buydu da. Yani bu bakmak lazım. Ne nedir ne değildir? Tabi yani ne nedir ne değildir. Ulus için işte aynı şeyi söyler. Peki bu ulus devletlerin sonu geliyor. İşte bu Huntington’un tezitinin sonu. Hiç güvenmeyin. Yani buna da çokça spekülatif yorumda var.
O aşındırma için söylenmiş şeyler. Sakın öyle. Ulus devletler daha küçük birimler. İşte daha filan gibi bir takım devlet modellemeleri var. Kim yapıyor bunları? Nerede? Ben bir şey olarak soruyorum. Konuşulan konulardan birisi. Yok hiçbir şeyin sonunun geldiği yok. Ne devlet ne ulus ne sehermaye. Bugün modern dünyada topun değdiği ayaklar bunlar. Bunların hiçbiri geriye çevrilebilir yok edilebilir şeyler değil bir kere. Bunların arasındaki ilişkiler değişiyor. O değişimin yönü belki bize bunu düşündürüyor. Evet yani bu ama bir talep işte. Sermaya azgınlaşınca sınır tanıması hale gelince. Biz kendimizden korkunca Türkiye’nin nereye gittiğine dair. Tabi. Ürküntülere gelince bunu yayıyoruz. Öyle bir şey yok yani.
Yani devlet, geleneksel devletin yerini modern devlet. Bu bir sürekliliktir aslında. Ve bir sürü şeyi çekerek gelenekten taşıdı. Bürokrasi modernliğin icat ettiği bir şey değil. Bunun arkasında literati geleneği var. Tam tersi ne? Onu bir başka kaba döktü. Başka bir forma döktü. Daha profesyonelleştirdi. Daha profesyonelleştirdi. Kalitesini artırdı.
Yener’in şeklini şemailini dönüştürdü vesaire. Ama devlet bitmedi ki yani. O devam ediyor. Bütün sorunlarıyla devam ediyor. Bütün problem elbette. Ceberut devlet gitsin, sönsün. Daha az devlet daha çok toplum laflarıyla, küçük güzeldirlerle falan olmuyor bu işler yani. Fakat o da var değil mi?
Kitleler benimseyebiliyor tabi bu söylemleri. Efendim kitleleri aşmıştır devlet. Çünkü egemen baktı ki ulusla didişiyor yani. Bir süre sonra ya tamam al egemenlik senin olsun. Bu bir postülat. Al bu postülat senin olsun. İşte postülat hiçbir zaman. Postülat bu. Gerçek o değildir ki. Yani Amerikan halkı mı Amerikan siyasetlerine yön veriyor? Onu belirliyor.
Fıstık daralarında çalışan adamların ilgisi yok. Veya devlet su ürünleri kanunu çıkarıyor. Diyelim ki oturup biz şimdi düşünüyor muyuz? O olmasın bu olsun ona göre hayır. Hayır öyle bir şey yok. Ama bir yumuşak geçişle devletle ulus arasındaki problemlerin halli mümkün hale gelebildi. Ama bu yeni sorunlar doğurabilir. Her zaman doğurabilir. Esas mesele bizim görmemiz gereken muhitçilikle devlet arasındaki, muhitçilikle ulus arasındaki sorunlardır. Çünkü kontrole en zor şey olan işte bu muhitçiliktir yani. Somut, Türk-Türkiye örneğinde sonuçlaştırırsanız. Tabii ki yani işte elbette. Mesela ulus diye değil mesela bir dünyamız var. Türk’üz hepimiz falan. Ama hala insanlara şunu, memleketin nere diyor? Hiçbir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı, benim memleketim Türkiye, ne biçim soru bu? Değilmiyor. Peki bu nasıl açılabilir? Açılmalama ya da o itçilekle ulus arasında? Bu büyük ölçüde bir kere yani sermaye birikimi eksiğimizi gidereceğiz. Biraz daha etleneceğiz, butlanacağız. Bu. Bir de bu ilkel paylaşımın sıfır toplamlı sonuçları tecrübe konusu haline gelecek. Herkes kaybederse, bunu aşmak için bir irade, inisiyatif doğar. Ama bugün çok ilkel bir paylaşım üzerinden böyle muhitlere dönük olarak, şuralı, buralı, şucu, bucu vesaire gibi. Ve devşirme sistemimizi de kaybettiğimiz için,
yani Alev Abla’nın paçozlaşma dediği şey, paçoz bürokrasilerle, paçoz muhitler arasında paylaşılan bir suç ortaklığı şebekesi var. Ve onun içerisinde yağımızı kavuruyoruz. Ama bundan bir yere gidilmiyor. Peki buna devlet aklı veya ulus aklı gelmiyor. Ama devlet aklının önemli bir ayağı kayboldu. Nasıl kayboldu? Nitelikli bürokrat yok.
Bunu yetiştirmiyoruz, yetiştirmek de istemiyoruz. Ulus aklı geldi oturdu, gelin öyle söylemiş. Ulus aklının içinde yuvalanmış. Ama ulus aklı değerini bile taşımayan. Böyle bir soru memleketin nere? Nide, Allah Allah. Nide bir vilayettir. Memleketin Türkiye’dir. Annem Alzheimer oldu, buna rağmen unutmadı. Sorulardan birisi oydu. Mesela markete bile gittiğinde kasiyerde soruyordu.
Memleketin nere kızım, annen ne yapacaksın bildiğini? Olsun söylemiş olsun. O kadar kökleşmiş bir şey ki, Alzheimer olduğunda bile unutmadığı bir sorudur. Yani bu Ömer Seyfettin’in bahsettiğim o basit anketinden tablo çok da değişmedi. Tabii. Yani bu hoş bir şey değil. Bunu Ruslar için söylerler biliyorsun. 2. Yarı biz daha sonradan da Rus ordusu. Rus ordusunda.
Rus ordusunda da bu. Daha da kötü. Kazak, kazak var, yok, bilmem ne var. Bir de şehir. Üstüne üstlük, iyice zorlanan. Çok zayiat vermiş olmalarını da bundan çay yaparlar, anlatırlar. Terimi de tutmuyor o zaman. Konuşma terimi. Farklı lehçeler, farklı anlamlar. Ama şimdi Türkiye’de bir eyrotoptor konuşalım.
Bir tek lehana gelen meselen bile kaç tane, göresel adı verdir yahu. Tabii. Peki bu bütün bu çalkalanış içinde, sermayenin, vatan, ulus devlet kavramlarına ilişkin, erozyona uğratma girişimlerinin içindeki küresel sermaye her yerde zaten bir şey de yok. Bütün bunların içinde Türkiye ne yapacak? Ben söylediğimi zannediyorum. Türkiye kendi kovuğunun işini bulacak.
Türk olmaktan başka carisi olmadığını hatırlayacak. Ve bu kovukta bir süre değişik yerinde ise saklanacak. Başını içine çekecek diyorsun. Hayır, başını içine çekmek anlamında değil. Mesela İsviçre saklanır ya. Nerede İsviçre yani? Ama etkiledir, sahiden görmezsin hiçbir yerde. Türkiye bence böyle bir şeye girecektir. Yani abuk sabuk üstümüze olmayan, vazife olmayana şey atlamamak. Ama biz sakin sakin, inimize çekilip yaralarımızı sarabiliriz diye düşünüyorum. Böyle bir zaman olabilir diye. Türkiye’de de. Öyle diyor ve böyle olması da gerekir diye.
Türkiye’nin parçalanma gibi çok konuşulan riskli bir dengide olduğunu düşünür müsünüz? Kesinlikle hayır. Biz mozaik falan değiliz. Bakın onu unutmayın. Biz hala, bilmiyorum ne düşünecekseniz, biz hala aynı bulgur pilavına kaşık çalın insanlarız. Ve bulgur pilavının tarifi de buradan Kayseri’ye uzun boylu değişmez. Aynı bulgurdur bu.
Biraz şöyle, biraz böyle ama bulgur aynı bulgur. Ben niye mozaik olduğumuza inanmam. Ve olmadığını da, yani Anadolu’ya çok sık gidip geldiğim için, malum işte Neşe Kayseri falan bütün o bölgede, orada ben bunu görüyorum. Yadırgıyacak hiçbir şey yoktur. Nasıl gidiyorsa aynı gidiyor.
Ürgüp’ten matrak şey geldi, çok güldüm ona. Ürgüp’ten birisi bir SMS atmış bana. Ürgüp çok sevindi İmamoğlu’na kutlarız diye. Bayıldım. Bayıldım yani orada başka bir şey gidiyor. Sanki ben İmamoğlu seçmeniyim çünkü ama MİM olan o değil. MİM olan o değil. O yabancılaşma yok. Oradan öyle birisinin aklını esmiş gibi.
Ama bakıyorsunuz. Düşündüğü oturduğu kaktı, özlemi yedi, içti. Bayağı mustakar olduğumuz kanısındayım ne dersin. Yani şey değil. Bozaik falan. Rica ederim. Ne mozaiği? Çok yorulduk. Yani 20-25 senedir bizi ayıran şeylere o kadar çok yatırım yaptık. Aynı kadar doğru yani. Biraz bizi birleştiren şeyleri üzerinde de. Kaba denelemeler değil. Ama hayattan yola çıkarak. Bir mukadarat birliğimiz olduğunu. Bu geminin hepimizin gemisi olduğunu idrak ettirecek bir şeylere ihtiyaç var. Hatırlar mısınız yani kızcağız, rahmetli sabancının eşi. Şundan kaç sene evvel ya topu topu. Televizyona çıkıp mantık büküştürdü ya. Ama bu böyle bir yol. Şimdi bunu ittirip kaktırmanın anlamı yok. Tabi. Yani biraz daha bizi birleştiren şeylere düşünmeye başlamız lazım. Bir de tarihsel havzamızla yeniden barışmalıyız. Yani bu çok çok önemli. Çok. Bu havza yani bu geçmişçilik yapmak manasıyla söylemiyor. Yani nostalji yapmak değil. Ama bakın Balkanların elimizden çıkması 1912. Evet. Ama biz 400-500 sene oradaydık. Bugün haberimiz yok. Yani Bosna bizi alarma geçirince Balkanları yeniden hatırladık. Evet yeniden görmeyi başladık. Dolayısıyla hani geçmişimizi sahiplenmeyi böyle hoyratça değil de sindire sindire yapmamız lazım. Çünkü bu NATO tecrübesi bizi coğrafyamızdan da etti. Yani aklımızı dumura uğrattı.
Onun için o tarihsel havza fikrini ben çok önemsiyorum. Onu yeniden hatırlamakta fayda var. Mukadderat Birliği’mizi diyorsunuz düşüncelik önle. Eve gidelim ya bir el ele tutuşup eve geçelim. Eve gidelim yani. Oda kavgası yapmayalım. Yapmayalım şu kapıları bacıları kapatalım bir çay demleyelim hele Türkiye’de. Bu Ermeni. Çay içelim biz bir süre yani. Vallahi çay demleyelim Türkler olarak da. Geri sizin konuşuruz ne oluyor ne bitiyor. Bir polemik diyemem ama yani bir tartışma aklıma geldi de çok medeniydi muhatabım. Onu da söylemediğim işte bu Ermeni soykırımı vesaire gibi şeyler. Bak dedim ne kadar ayrıntılı şeyler anlatıyorsun. Aynı ayrıntılı bakışı biz 600 sene nasıl bir arada yaşadık bu konuda da anlatabilecek misin? Yani bizi ayıran ve düşman eden şeyleri çok böyle ayrıntılı biliyoruz da. Birleştiren şeylerden. Neydi bizi birleştiren şey bunu bilmiyoruz. Evet belki bunun üzerine tarihsel hafızayı canlandırmanın faydası var. Efendim ihmal edilebilir nasihatimiz ne olacak? Söyle de. Tekrar son cümle olarak istiyorum. Yani o zaman öyle söyleyelim.
Bizi ayıran şeyleri biraz rezerv tutup onları da farklılık değil çeşitlilik olarak görme, ihtiyadı kazanmak ve tarihsel havzamızla mukadderat birliğimiz üzerine yeni bir entellektüel, duygusal yatırım geliştirmek diyebilirim. Bunun için çaba sarf edelim. İstiyordu.
Önce bizi izleyenlere. Efendim bugün de bir programın sonuna geldik. Bugün biraz daha nokta koymaya doğru geldik en azından bu konu başlı çerçevesinde. Eve gidelim.
Eve gidelim efendim. Bugün eve gidelim diyoruz. Haftaya yeni bir bölümde buluşmak üzere hoşçakalın diyorum efendim.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir