"Enter"a basıp içeriğe geçin

İhmal Edilebilir Nasihatler | 18. Bölüm

İhmal Edilebilir Nasihatler | 18. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=mWVnQlzWu7w.

Merhabalar efendim. İhmal edilebilir nasihatlarda Alev Alatlı’yla programımıza devam ediyoruz. Aslında bir tür beyin fırtınası şeklinde devam eden, kavramları tartışan,
derinlemesine düşünmeye izleyiciyi davet eden bir program oluyor. Katkınız büyük oluyor. Her şeyden önce çok çok teşekkür ediyorum. Estağfurullah. Bizi de kabul etkilerimiz için. Estağfurullah. Ne demek estağfurullah. Bu arada yazıda getirmiştiniz efendim. Renkler böyle gayet güzel. Böyle böyle siyah giyinen birisi olarak böyle bir şey yapıyorum. Böyle ilk başta bir yadırgıyorum. Peki Ayşe Hanım, utanmadınız değil mi? Evet hayır efendim. Bunu siz bana Mali’den getirdiniz. Geçen sene. Afrika’nı izlesin.
Tabii tabii. Ve hala minnettarım çünkü şey yapışmıyor serin. 68 derece nem var dışarıda bugün. Değil mi? Bugüne itibariyle. Yani bu müthiş. Ben ona teşekkür ederim. Sağ ol. Estağfurullah. Güle güle güzel günlerde giyin. Bir tane daha var. O da öyle. O da öyle. Renkler de çok yakışır. Biz tabii şehirde yaşayanlar değil mi ya da bizim kültürümüz için bu kadar renk şeyleri çok kullanmıyoruz.
Tabii Afrika bu konuda çok güzel o uyumları sağlamakta. Bir de yavrum bir şey var. Yaşlanmanın avantajları var. Şimdi bundan 20 sene evvel ben böyle bir şey giyer miydim giysem böyle sokağa çıkar mıydım? Şimdi artık aldırmıyorum. Böyle bir avantaj var. Özgürlük. Yaşlanmak özgürlüktür diyelim. Bir kadın için müthiştir. Ciddi söylüyorum bir kadın için yaşlanmanın avantajları vardır. Palamara atıyorsunuz. Kendiniz gibi oluyorsunuz. Bir şeyi beklenenin dışına çıktığınız zaman dünyada yer yerinden oynamadığını görüyorsunuz. Bir sürü vehimlerden kurtuluyorsunuz ki bundan içine Ahmet neder Mehmet neder var. Bana bu iyi bir süre için. İnsanın olgunlaşmasının bir başka tabi. Bilmiyorum. Olgunlaşma mı denir. Bir tarafıyla herhalde denir.
Çünkü çoğu zaman çoğu olayda değil. Ben bu olayı daha önce gördüm var. İnsanlar bu kadar özgün değiller. 10 binlerce yıldır aynı şeyi tekrarlıyorlar. Ve gördüm ben bu film daha önce buradaydı demeye başlıyorsunuz.
Bunun verdiği bir sükunet var. Daha şey karşılıyorsunuz. Daha tedbirli daha olağan daha az telaşlı. Dünyanın sonu olmadığını görüyorsunuz. Bunun getirdiği bir şey var. Ama bir de tersi de var tabi. Eyvah bunlar da bu yola gidiyorlar. Olacaklar görerek.
Tabi de olacağı yön görerek. Yollarını değiştirmelerine ikna etsem gibi bir sıkıntı oluyor. O da tabi hiçbir zaman neredeyse işlemiyor. Galiba tarihin akşını değiştirmek çok da kolay bir şey değil mi? Hayır değil. Çok güzel bir fıkra vardır. Beyinler satışa çıkmış pazarda. Bu bizim Beykoz Pazarı’nı düşünün.
Bir sürü güzel beyin. Atatürk’ünki var. Einstein’ınki var. Roslath var. Bir düşün beyinler. Millet demişler ki hadi gitin alın kim ne istiyorsa. Beyinler serbest bugün. Ne olmuş? Herkes kendi inkini bulmuş. Kendi kafasına geçilmiş. Bir pazar için çok skandal bir alışveriş olmuş. Herkes yine kendini takmış. Herkes kendi fikrini daha çok beğeniyor ama tabi ortak akılda çok fazla önemseyeceğimizi söylüyoruz. Gerçekten ne kadar önemsiyoruz? Yok canım ortak akıl dediğiniz kimsenin kimseye galip gelmediği akıldır. Bu ne demek yani? Bu aslında hiçbir yere varmayacak anlamına gelir. Eğer ben sizi ikna edemiyorsam bir şey için yola çıktık. Siz de beni ikna edemiyorsunuz.
Nerede buluşuyorum? Nerede buluşuyorum şimdi? Biraz siz fedakarlık yapıyordunuz biraz ben fedakarlık yapıyorum. Ortaya çıkan nedir? Amor. Ortaya o zaman paçaz bir şey çıkar. Yani toplumun bir fikirde buluşması veya toplumun farklı mekanizmalarının farklı düşünce tarzlarının bilgi birikimlerinin bir havuzda buluşturulması bir ortak akıl tanım içime girmez mi?
Bence bu bir hayaldir. Bunu yapamazsınız. Kararda olmaz ama kararın nasıl yapılacağında olabilir. Hayır gene olamaz. Karar verilecek şey yani kararınız kendiniz vereceksiniz veya sizin grubunuz ekibiniz kimseye o karar verilecek. Sağlam temeller üzerinde verecek veriler üzerinde. Ve sonra ikna edecek. Başka çaresi yok. İkna ile olur. İkna ile olur.
İkna olunmuyorsa Türkiye tarihinde baktığınızda dünyada da öyle. İşte böyle körte pal gider. Amerikadaki şey belli. Yönetim belli. İkna da kolay bir şey değil. Hayır öyle zaten olmaz efendim. Olmaz. Ne olur bir süre insanlar kendilerine uymayan şeyi seyrederler.
Sonra haa yettin derler. Sonra kendileri bir şey kurmaya kalkar. Falan filan böyledir bu. Ortak akıl falan. Böyle şey yok. Ne var peki? Doğru olan nedir peki? Doğru olan… Doğru arayış ve devlet. Şöyle söyleyeyim. Bir davanız olur. Doğru olan o davanın düzgün savunulmasıdır. A veya B veya C. Ama bugünün insanı tanınarken geçen programlarda da çok konuştuk. Postmodern dönemi, pragmatist politikaları konuştuk. Bütün bunları popülist düşünceye konuştuk. Konuşurken insanların davası olmadığını altına çok çizdik. Tabi ki bol dosya. Dava yok. Dava yok ama bol dosya. Şimdi davası yoksa o zaman neyi savunacak?
Savunamıyor zaten yani. Ve bunun sonu dünya için iyi bir şey değil. Onu görüyorsunuz. Görmüyor musunuz? Yani bu dünyanın en mağara dönemine dönüşünü yaşıyoruz. Fikirsel anlamda kastediyoruz. Tabi tabi tabi. Fikirsel anlamda. Aslında fikirsel anlamın da ötesinde kastediyorum. Nedir bu açlık? Nedir bu sığmacıların hali? Nedir bu kadar ölüm? Ve nefret. Sığmacıları koruyanlara nefret.
Eskiden farklı mıydı? Hayır değildi. Aynı şey. Bu nedir? Yani dünya mağara dönemine döndü. Bakın Türkiye’nin sıkıntılarından bir tanesi de o. Rol modeli vardı eskiden. Mesela işte Sovyetler Birliği’nin sağlam durduğu zannedildiği zamanlardı. İyi durdu.
Sağlam durmak neden kendi halkına eşitlik vs. falan bağlandı? Aynı zamanda ekonomik kalkınma, teknolojik vs. kalkınma falan. Şimdi bir rol model pek hala da olabilirdi ve oldu. Üç dünya ülkeleri Nasır falan da ayrı. Ya şunlar gibi yaparsak olacak. Başaracağız. Sağolun bir yoksulluktan kurtaracağız. Başaracağız. Yoksulluktan kurtaracağız. Eşitlik, özgürlük falan filan. Hep bir rol model vardı.
ABD çok uzun yıllar rol model oldu. Ben Türkiye’de 50’lerde şarkı yazıldığı bilirim. Kimselerdi. Celal İnce galiba. Öyle biri vardı o zamanlar. Amerika, Amerika Türkler ne hürriyet yolunda beraberdir seninle. Bilmem ne savaşında falan böyle yani. Ciddi ciddi.
Hani o Amerikan bayrağı görürdüğü zaman hakikaten şey zannederdi insanlar. Ivo Cima’daki o bir askerlerin Amerikan bayrağını ve dikmeleri vardır. Yani kan, tel, göz, eşi ve özgürlük ve hür dünya için falan. Bu baya satışa konmuş ve satın alınmış bir fikir de gayet de. Bir rol modeldi. Gayet de. Hadi Amerika biraz sayalpalar gibi oldu. Dendi ki ya bunlar ne de olsa tecrübesiz topu topu 200 yıllık, 250 yıllık bir ulustur. Aslan Avrupa ne de olsa görmüş geçirmiş. Yani bir döndünüz. Berliskoni buyurun. Şimdi hani bir döndünüz. Macron ondan evvelki tuhaf adam falan. Şimdi rol modeli var. Yani şunu gibi yaparsam iyi olur gibi bir şey. Bizim ülkeler için. Rol model yok. Ve düşün ne zamandır rol model yok. Yani 86’dır. Tabi 86, 80’li yıllar. Bu özelleştirmeler vesaireler işte neoliberal ekonomik politikaların derleştiği yıllar. Neoliberal politikalar yerleştiğini de ben çok iyi hatırlıyorum. Tecer’in bir lafı vardı. Bir şey devlete aitse kimseye ait değildir. Kimse ait olmayan hiç fiyete kimse sahip çıkmaz diye. Devlete aitse kimseye ait değildir. Kimseye ait değilse de kimse sahip çıkmaz. Bu lafın üzerine bir atladık biz Türkiye’de. Artık örneklemek için elimizden geleni yaptık. Sümerbank, kimseye ait. Özal’lı yıllar ve özelleştirmeler beraber. Tabi yani çünkü Taç Erregen bir çığır açtılar. Özal o çığra aklıma basiretini gösterdi. Bakın eleştirdiğim için bunu söylemiyorum. 1980’li yıllar tabii. Milgiltere, Amerika’da bir iktidara gelmesi. Milgiltere’de de Margaret Thatcher’a geldi. Margaret Thatcher ve onların ikisinin ittifakı bir yola soktu dünyayı. Şimdi Özal o dünyanın girdiği yerde bizim fiit haritası kalma yasalarla bu iş götüremeyeceğimizi bilincindeki insandağlar gari gari rahmet eylesin. Girdi, devreye girdi ve yapabileceğini yaptı.
Siz bir dönem Özal’la da çalıştınız. Tabi tabi hocam da hep söylerim ya. Şuraya şöyle bir parantez açıp çünkü bu zeride ilk üç bölümde sizin teoloji ve felsefe eğitiminde kalmıştınız. Teoloji temeldir bütün bilimler. Tabi tabi her şey bir yana teoloji bir yana. Onun üstünden Türkiye’ye dönüşünüz üstünden ve aslında Özal ile birlikte çalışma sürecinizi de kısaca bir parantez içinde sizin hayatı öykünüzden alalım mı? Araya bunu koyalım mı? Ya işte şey dedim Amerika’dan. İşte İslamiye çalışacağım. Öğreneceğim bu teolojin içinden çıkacağım. Ne oluyor onun içinden çıkacağım.
Daha önceden de söylemişimdir. Benim insanın kafasının nasıl işlediği beni çok ilgilendirir. Yani nasıl olur da oturmuşsunuz, efendim focadan denize bakıyorsunuz. Sonra denizden iki artı iki yaşıdır dört falan gibi şey çıkarıyorsunuz anlam. Bu süreçler beni ilgilendirmiştir. Şimdi bu süreçler nasıl böyle oluyor diye baktığın zaman teoloji kaçınılmaz.
Çünkü esas itibarıyla yapmaya çalıştığınız şey bu dünyayı ve kainatı anlamak. Ve bunun bir sürü yolu var anlamanın. Vahiy yolu ile anlıyorsunuz, tecrübe yolu ile anlıyorsunuz falan filan.
Şimdi döndüm geldim. İlahi hayatın içinden çıkmam lazım. Eğer ben bir orta doğuluysam diye. Ve tabi bu arada da geçinmem lazım. Pasıl İstanbul Üniversitesi de hocalık etmeye kalktım. İktisat bölümünden tam bir skandal oldu. Biz de gazetecilikte bile biz İktisat Fakültesi’nin bir okulu olduğu için istatistik dersi gördük. Sürekli söylenirdik hani ne işimiz var istatistikli. Sonra meslek hayatımıza ne kadar önemli olduğunu. Ayşe Hanım hala öyle. Ben Kapadokya’da. Kapadokya Üniversitesi’nde. Meslek yüksek okuluna dahi grafik okuma dersleri verdirmeye peşindeyim. Ona düştüm öyle oluyor.
Yani istatistik okuyabilmek başlı başına bir iştir. Anlamak, manalandırmak. Yorumlamak. Tabi mesela şunu bile çok zordur anlamak. Eksi artı iki ile bu rakam dokuz olacak deyim ben size. Siz anlarsınız. Ama bu tür düşünme şeye girmiş değil. Moderniyetten bahsediyoruz. Bu tür düşünce Türk zihniyetine girmiş değil bakar ne diyor bu diye.
Şimdi böyle olunca istatistik niyetine alt alta yazılan harflardan başka elimizde bir şey kalmıyor.
Yöntemler falan. Ama tahminler bunun üzerine yapılıyor. Hava tahmininden tutun, ihracat ihtilalattan gelin nüfuslu vesayedi. Haktalın politikalarınıza. Ne üretireceksiniz ne üretmeyeceksiniz. Tabii tabii müthiş bir sahadır. İhtal edeceksiniz ne üretmeyeceksiniz.
Müthiş bir sahadır yani daldıkça daha çok şey yapan insanı heyecanlandıran bir alandır istatistik bilimi. Ama tabii Türkiye’de Allah iyiliğimizi versin diyeceğim ne diyeyim. Çokmuş gibi hareket edilir. Neyse ben de bunu veriyorum. Şimdi öğrenci doktora öğrencisiyim. Geçen seferde bir zamanda söyledim.
Doktora demek ilgilendiğimiz bilimi tedavi edecek kadar iyi biliyor olmak demek. Onları yiyorsunuz bilimi. Ya bir şey etliyorsunuz, ya bir şey çıkarıyorsunuz. Onları yiyorsunuz. Katkı yapıyorsunuz o alana demek. Şimdi tabii çok gencim. Gençtim yani. Benden çok büyük insanlar vardı sınıfta. Şimdi geldim.
Bunu yapayım falan. Şimdi istatistik birini hatırlayın. Yani ilk derste şey verilir. Yüzde hesapları verilir. Ondan başlarsınız. Yüzde bilmem kaç falan. Nasıl denk geldi bilmiyorum. Ben nasıl yüzde alınacağını sınıfın bilmediği bir kusunu edindim. Şimdi dedim ki bakın şimdi şey hani basit kesirleri düşünün.
Basit kesirlerdi işte pay pay diye kesin pay pay diye bölersiniz şöyle olur böyle olur. Gene yok. Nasıl yapayım falan. İşte pay payla falan dedim. Hiç unutmuyorum sınıfdan birisi. Ki matematik biliyor olmaları gerek. Ya sorma yani matematik değil. Hiç değilse tek bilinmeyenli denklem. Bunu varsayıyorsunuz artık doktora ve istatistik ve İktisat Fakültesi bu.
Ondan sonra şey dedim. Peki arkadaşlar yani nerede bir sıkıntınızı göreyim bir şey yapın. Bir isterseniz bir kağıt falan yazalım. Yani nasıl olacak bu. Arkadan biri bağırdı dedi ki üstteki mi altta bölüyoruz alttaki mi üstte. Ne demek istiyor diye aydım ki pay ve paydan. Üstteki altta altta üstte. İşte onun için ben dedim. Ben küçük kağıt çıkarttım da. Ben bir göreyim.
Niyetim de şey yani hangi seviye takviye edeyim. Ona razıyım yani. Vay sen misin ki ağaç çıkardı yani kıyamet koptu mu? Niye? Yönetmeliğe göre sınav yapamazsınız. Yahu bu sınav değil. Sınav mınav yapmıyorum ama bilmem lazım. Bir kıyamettir koptu. Tabii başka bir şamaryaydı. Şimdi düşünün ben de Amerika’dan dönmüşüm bir öğretmen. Üniversitede bir hukuk fakültesi hocası derse girmedi diye öğrenci kazan kaldırdı Amerika’da öyle bir yerden geliyorum. Yani neredesiniz diye. Baya ciddi mesele oldu. Öğrencinin bu kadar lakayt ve yükseliyor. Bu yükselme işini çok görüyorum Türkiye’de. Yani okumaya yükselen bir insan. Bu nasıl olur bizim gibi. Yükseliyoruz. Yani incilerimiz dökülecek sanki biraz bir şey. Ve acayip acayip hürafeler de var. İşte kafan şöyle olur bilmem ne olur. Çok okursam falan gözüm bozulur falan. Yani parantez unutmayın. Geçenlerde kitapçıdan çıkıyorum. Küçük gençler önümde yürüyorlar. Onlar da bakmışlar çıkmışlar falan. Bir kitap alsaydın diyor. Öbürü yok falan diyor. Bizim mahallede bir tane birisi var diyor. Çok kitap okuyordu diyor. Çizofren olmuş diyor. Çok güldüm sonradan. Tabii tabii.
Yani kitap okuyarak böyle bir şeyin olması mümkün değil ama nasıl bir alamı oluşturmuşuz. Tabii tabii. Bu devam ediyor. Yani bu yeni bir ay önce filan bir şey. Bu devam ediyor. Yani siz de konuşuyorsunuz modernite modernite. Ne modernitesi ya? Yani okumaktan öğrenmekten yükselen bir modernite olmasın. Olmaz.
Bu tarif tanımlarından bir tanesidir. Kendinizi öğrenmeye attığınız zaman ve dünyanın ayet olduğunu unutmadığınız zaman. Tam tersine. Didik didik didikliyorsunuz. Didik didik didikliyorsunuz. Ve mesela o Türkiye teoloji filanda gördün mü bunu? Yani Allah’ın kelamı her tarafında gösterir. Gezegeni ve kainatın kendisini. Tabii. Kosmolojiden, biyolojiye. Gayet öyle biyolojiye, kemiyadan, fiziğe ne istiyorsanız yani bu burada. Eğer inançlıysanız yükselmezseniz. Tersine ben bir şey gördüm. Tersine bilim adamları, sahici bilim adamları, iyi bilim adamları. Laf olsun diye değil. Kariyer için bilimsel görünmek değil. Ama hakikaten üstüne eğilen buluş yapmaya çalışanlar. Ne oluyor?
Hepsinin inançlı insanlardır. Dinlerdir demiyorum. İnançlıdır diyorum. Dinlerdir demiyorum çünkü dinler olduğunuz zaman öngörülen bir takım ibadet yöntemleri var. Dinlerin kendine ait. Bunlara prim vermeyebilir. Hatta yanlış olduğunu düşünebilir. Hatta hürafet olduğunu düşünebilir falan.
Bakıyorsunuz o olmadan da bu olmuyor zaten. İnançlı ve şey. Dünyanın ayettir. Dünya bir ayettir ve siz burada değilsiniz. Bu ne oluyor şimdi yani? Siz peki bu sınav yapma kararını verince bir tartışma çıktı. Ne yaptınız? Ayırıldınız mı? Bıraktınız mı? Yok canım ondan ayrılmadım. İssare ettim. Olmuyor olmuyor olmuyor.
Dekana gittim. Hadi adını söylemeyeyim. Çünkü sonra holding profesörüne çıkan bir adam. Dekan. Dekana gittim. Onu görmek zaten bir alem. Hala öyle midir bilmiyorum. Bizim okulda değil. Kabadokya’da öyle değil. Ama bir sürü kont. Dekanı görmek bir uslar arası mesela. Öğretim üyesi içinde.
Efendim. Ve ben şeyi bilirim. Birer stokrasi var orada. Dünya. Hanımefendi yani Dekan Bey gelecek diye asansör tutulduğunu bilirim. Ne oluyordu? Asansör boşaltta bir adam elini koymuş duruyor böyle. Bir şey oda çöktü. Ya bıraksana şunu. Dekan Bey inecekler falan. Böyle bir. Abuk sabuk hiç kim bilir rektörlerle nasıldır. Ne diyeyim ki kavgada bir ney. Nihayet gördüm adamı.
Durumu anlattım böyleyken böyle. Dedim ki bakın şey koyalım. Cebir koyalım. Ve şey gönderdik cebir. Cebir koyup da adam gibi cebir de değil. İhtimal hesaplarını anlayabilecekleri kadar bir cebir dersi koyalım ben veririm. Ücret teslimim. Ben iki saat geleceğim beş saat gelmeye razıyım. Bunu anlasınlar. Anlasınlar.
Allah razı olsun falan derdi zannedersiniz değil mi? Bir kızdı. Bir kızdı. Üzerine vazife olmayan bir iş yapmak. Biliyorsun Türkiye’de en büyük suç üzerine vazife olmayan bir işi yapmaktır. Yapmaya kalkmak falan. Onun üzerine ben de dedim ki vallahi ben bu sınıfa izin veremem dedim. Böyle bir şey yapamam.
Ben buna imza atamam dedim. Bu çocukka bir istatistik aldı. Ondan sonra müthiş bir alay geldi. Aman imzanız da ne kadar kıymetliymiş diye. Şimdi ne diyeceksiniz yani 30 yaşında yok. Genceci kadın. İmzanız da ne kadar kıymetliymiş. Evet.
Aysiyetimdir dedim. Vurdum kapıyı çıktım. Ne oldu? Bir daha da gitmedim. Sonra ne yapacağım falan. O arada Allah’tan Ankara’dan Mahir Barıç’ı vardı. Selamet Vahid’si Mahir’den bir şey. Devlet pilanımı da bize bir grup kuruyoruz. Gelir misin falan oldu. Tabi dedim Ankara’ya geçtim. Devlet pilanımı teşkilatı. 11 kişilik bir gruptuk.
Yurt dışından hep gelin dönmüştükler bence. Ve bu işte vay kuru yüzün fiyatları dünyada düştü. Neyi ihrac edeceğiz falan diye ağlayan tipler. Yani kendi gözyaşımın pizzaya düştüğünü bilirim. Eyvah eyvah ne yapacağız biz şimdi diyerekten. O kadar kötü bir dönem. İşte 75 santim muhtaçlık şudur budur falan. Çok ağır dönemler.
İki de bir ekonomist dergisinde Türkiye iflas etti diye bir şey atılır. Çiftçi motoruna koyacak mazotlu filan falan. Tabi bulamaz filan. Ve böyle bu gitti. En itekim işte gitmişler de çok iyi biliyorsunuz. Artık burada vurdu ki o yok bu yok. Gaz yok şey yok falan. Ve üst üste kötü ekonomik yönetiyor. Tabi şimdi bu dönemi konuşurken bu yoklukların ne boyutta olduğunu insanların idrak etmesi de çok… Çok şükür değil yani çok şükür. Çok şükür. O bir dönemdi yani. Ellerde suların, doğal gazın, hayatın normal rutinlerinin çok en bas altından devam ettiği bir dönemdi. Ama yavrum bu da gündoğdu. Yani gene vardaklıların durumunda bir değişiklik yoktu onlar illaki bir şeyleri vardı yani. Şeyi beceremiyoruz Ayşe Hanımcığım. Yani sebep sonuç ilişkileri ortaya koyan öğreten biri eğitim sistemi hala yok. Sebep son. Evet.
Yani bakın bu bir kapitalist ekonomidir. Şurada şunu yanlış yaparsan bu burada patlar. Bu bunu değerlendiren bir şey değil mi? Bu burada patlar. Şimdi bu devlet planlamadaki günleriniz ve özalla olan bir dönemimize geleceğim ama bu arada istatistik konusunun istatistik dersi verdiğiniz için açmışken İstanbul seçimi yaşadık. Evet. Bir takım yorumlar var. Ben sizin İstanbul seçimiyle ilgili yorumunuzu merak ediyorum.
Mesela verilerden ben gene istatistik olarak bazı şeyler size söylemek isterim. Ne kadar bunlara katılıyorsunuz, ne kadar katılmıyorsunuz? Hiç bilmiyorum ki veri veriyorsanız mecburen katılacağım da. Derinizin şeydi sorular. Mesela seçmenin %60’ı 80 sonrası doğanlar. Şimdi tamam %60’ı 80 sonrası doğanlar. Yani 90… Kusura bakmayın kafam böyle işler.
Yani 30’lu yaşların 40’lu yaşlara yakın olanlar. Evet. %60’ı seçmenin… Peki. Bu. Milliyetçi ve şimdi bazı yorumlardan size örnekler olarak vermek istiyorum. Muhafazakar milliyetçi ve kentli seçmen için sekülerleşme tam. Bunun içinde bu kesimin içinde.
İnançlılar ve ama asabiyeleri yok diye PİV biliyorsunuz bir araştırma institüsü. Onu yayınladığı bir rapor da böyle bir yorum ortaya çıkartmış. Bu seçmen inançlı ama asabiyesi yok. Yani bir partisi yok. Bir bağlantı, bir keskin bir cemaat, bir ruhu, bir grubu yok. Katılır mısınız buna? Realist ve pragmatistler, bireyserler, kimlik talepleri yok. Valla tek tek terimler üzerinde konuşalım isterim ben. Şimdi kusura bakmayın her zaman kişiye girecek bu benim genetek izleyime. Şimdi neymiş efendim bir daha bakalım. Şimdi bir seçmenimizin %60’ı 80 sonrası olmuş. Yaklaşık %50’si bu kaslerin bir A toplumu tanımı vardır. Yani birbiriyle iletişim halinde bulunan yani bir cemaatin bir grubun falan üyesi değil de iletişim içinde bir şeyin. Twitter’cılar mı yani? Twitter’cılar, değişim talep ediyorlar. %50’si. %50’si de A toplumunun üyesi elimizdeki şey. O rakımı nasıl bulduklarını merak ederim neyse geçin. PİV’in yeni dindarlı, PIV araştırma grubunun yeni dindar diye tarif ettiği bir grup. Bu da inançlı ama ait değil diye bir tanım kullanıyor. Olmaz. Yani ikisini bir arada kullanıyor. Metropolilerdeki şehirlerdeki muhafazakar, milliyetçi seçmen. Şimdi bir dakika bir dakika inançlı ama şeysi yok. Ait değil.
Yani kimden bahsedileyim? İnançlı olmak ne demek? Tabii orada ait olmak herhalde bir cemaate bir gruba veya bir şeyin mensubu olmaktan söz ediyorlarsa. İnançlı olmak ne demek? Bakın bari laflardan inanın akamlardan çok sıkılıyorum. Çünkü size ve bana herhalde bunu demek istiyorlar dedirtiyor. Bunu dedirtmesin. Daha net şeyler. Yani cidden bir şey inançlı ne demek? Yani şöyle söyleyeyim.
Hristiyansınız. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu inanıyorsunuz. Peki nasıl ait değilsiniz yani? Orada daha keskin herhalde tarikat grupları veya bir takım gruplar falan. Ama yine herhaldeye girdik. Yine herhaldeye girdik. Hayır şunu anlarım. İnançlı ama dini görevlerini yerine getirmiyor.
Mesela her pazar kiliseye gitmiyor bilmem ne. Ne gibi? Mesela bunu anlarım. Ama bu laf değil. Bu çok ucu açık. Kusura bakmayın yani. Ama şey değil. Hayır. İnançlı ama şey değilmiş. Mesela bu seçimdeki analizlerde dikkatimi çeken bir şey. Seküler miliyetçi gruplar diye bir tanım kullanıyor. Miliyetçi seçmen. Seküler miliyetçi seçmen. Yine mesela bir tanım olarak dikkatimi çektiği için söylüyorum.
Yani seçmeni sınıflı. Yani seküler miliyetçi seçmen de tabii ne tam kastedilmek. Ama işte bunu söylemeleri lazım. Atatürk miliyetçisi diye bir başka tanımımız daha var. Bir küme grubumuz var seçmen tanımın içinde. Oy ortamı gibi. Bütün bunlar bir tarafa tabi bu istatistiksel bir takım şeyler veriler olarak bunu söylüyor.
Tanım bu kadar gevşek olduğu zaman istatistikleri olmaz Ayşe Hanım. Yani siz Emre Hanım buraya girip ee bu kadar da olmaz vermiyorum dediği zaman bunun üzerine oturur tebliği yazarsanız ee sizin bileceğiniz iş yani. Tabii kastellerine girersiniz. Miliyetçi teorilerden de. Her türlü girersiniz. Ve zaten hele akademik jargon çok müsaittir. Bunun için böyle laflar edersiniz. Ekonomi verilerine girersiniz. Yani şuydu da buydu da.
Doğrultu nedir? Doğru tutum nedir? Ya bakın yani bir kere. Bir kere. Hep konuştuğum şeydir sizden. Adam gibi. Adam gibi. Sosyal psikolog olmadan çözülmez bir. Türkiye’de çok az var. Çok az çünkü hiçbir tane bile görmedim. Mesela ben bu kampanyada acaba bir psikiyatrist veya bir psikolog çalıştığımı bilmiyorum ama. İki tane yetmiyorum zaten sayıları yok yani yok böyle birileri. Araştırmayla ve istatistikle. Kesinlikle araştırma öncesi önemli değil sonrası şimdi önemli. Ve neden? Bu akam keserek bu olmaz. Ben bunu daha önce Özal zamanında gördüm. Bedret’ten dalan ki herhalde siz de teslim edersiniz İstanbul’un en başarılı biriydi başkanıdır yani. Yani hepimiz yaşarken gördük. Çehresinde bütün o kıyılar falan o dönemde başladı. O başladı.
Başka birisi tabii ki. Ama başlatan eden. Hiç unutmam. Nefes yapacağız şu kadar gürültü yapacağız. Şu tarihte bitiriyoruz diye koyardı ve bitirirdi. O güven gelmişti. Dar dar dar dar kazıyorlar. Bedret’in dalan gelmiş geçmiş. Hakikaten başlangıcı. En iyi yapan adamlardan biriydi.
Kalış malış bir tarafa. Peki. Hani sana ona yapılan bir araştırma vardı. Yüzde seksen yedi. Onu hatırlıyorum. Çıkmıştı. Ve hiç yadırgamadık. Çünkü çok iyiydi. Yüzde seksen yedi bir güven ve beğenilen başkanı. Başkan çıkmıştı ve biz bunu. Onu çok iyi hatırlıyorum. Hiç yadırgamamıştık çünkü. Sanki öyle olması gerekiyordu gibi. İyiydi adam.
İstambul olarak baktığımız zaman. Sonra ne oldu? Millet özel kızdı. Daha doğrusu ana kızdı. Ve çok tohaf bir seçim kampanyası. Yani Erdal Ünönü’nün ünlüydü sanırım. İşte limon gibi sıkıp atacağız. Hiç bunu unutmam. Bu bir CHP kampanya siligranıdır. Limon gibi sıkmak atmak.
Sağda solda limon sıkılıyor. Erdal Ünönü’nün ellerini hatırlıyorum. Limon gibi. Şimdi olayla limonun onu sıkıp atmanın hiçbir ilişkisi yoktu. Rasyonel düşünün kim limon kim kimi sıkıyor. Absürt bir şey yani. Absürt. Absürt. Ama ne oldu? Dalan gitti yerine. Hiç beklenmedik bir adam kalktı geldi.
Çok da başarısız bir dönem geçirdi. Tabii çok başarısız oldu yani. Elbette canım gayet de bir öyle oldu. Şimdi hani benim bunu benden duymuşsunuzdur daha önceden. Çok kızmışlardı bana. Siyasi reklamların kaldırılması kanısında olan biriyim ben. Siyasi reklamcı olarak falan bırakmamak lazım kanısındayım. Ama başarı da getiriyor. Canım efendim getiriyor tabii.
İyi bir şey reklam sitaristi başarı getiriyor. Getiriyor tabii ama seyrettiğiniz reklamcının dahası mı o siyah seçimi onu bilemez oluyorsunuz. E tabii. İşte onun için istemiyorum ben burada. Doğrusunu isterseniz bir şey görüyorum. Terdeleme görüyorum. Yani iyi bir reklamcı en olmadık bir adam seçim kazandırabilir. Eee bu iyi bir şey mi bu?
E tabii. Ama burası çok önemli de başka mahiyeti mi var canım? Hayır yani o tabii kazanmak noktasından her halükarda kazanmak noktasında baktığınızda bir önemi var. Nitekim galiba Özel döneminde Mesut Yılmaz döneminde mi Seguelle gelmişti? Geldi evet Seguelle’ye getirdiler. Hayır şöyle bir şey oluyor çünkü hani döneceğimse gel ya. Reklamcı giriyor bir dünya yaratıyor. O dünyaya gidiyorsunuz.
İş bittikten sonra reklamcı çekiliyor ve siz girerli telin. Baş başasınız başınıza her şey geliyor. Olduğunuz kadarıyla. Çünkü reklamcı olmadığınız bir şey gösteriyor. Evet ben show dünyasının insanın kaderine tesir edecek kadar seçmenin girmesini hiç doğru bulmuyorum. Herhangi bir üründe de doğru bulmuyorum. Ha bir şeye tanışıyorsunuz ediyorsunuz eyvallah. Ama ürünü yani reklamcılık hileye diye bir şey vardır.
Siz portakalı limon diye yutturursanız bu olmuyor. Anlatabiliyor musunuz? Ve bu oldu hep. Şey geldi. Seguelle geldi. Rezillik. Ve her zamanki hikaye. Efendim işte. Seguelle de reklamcıların piri falan. Tabii canım. Rüste de çalıştı. Yeltsin’in bir kampanya yeseydi neydi yani. Başar üstüne başar bir adam. Tabi dil bilmiyor falan. Çok o arada Seguelle ile beraber oldum. Dilden dolayı. Seguelle yani şey derdi. Orada tabi Cemil Merici’ye benzer. Cemil Merici de öyle bir çizisi vardır. Yani yığın kendimi teslim edecek zorba arar der. Güç arıyor zorbadan kastı o güç.
Seguelle derdi ki asla bir… Cemil Merici bu söz. Bu Cemil Merici ama Seguelle, Seguelle derdi ki benziyor çünkü yani. Seguelle derdi ki seçmen geleceğe oy verir. Geçmişe oy vermez. Çünkü seçmen, şimdi demin siz de işte gençler falan diye okuyorsunuz.
Çünkü seçmen elde eti şey bir kere çantada keklik varsayar. Şimdi mi? Der. Dolayısıyla hayali de olsa projelerle ortaya çıkanların şansa her zaman sahi çiçeklerden daha önemlidir. Nitekim Özal olsun Özal daha çok tabii.
Adam o kadar derin bir şeyleri değiştirmişti ki Türkiye’de. Onu anlatmaya çalışıyordu. Başarabildi mi? Hatta bir kere hayır gördünüz başına gelenleri. Anam gitti. Anam gitti. Ve Mesut Yılmaz gayet matraktır bu bakım. Bunu işarete etmeden edilemeyeceğim. Mesut Yılmaz CHP’nin
Yani Anam’ın Mesut Yılmaz’ı CHP’nin imamoğulusudur. Genç dinamik şey. İyi. Partiyi toplayacak. İyi. Aynı şeydi bu. Aynı havaydı. Çünkü Özal yorulmuştu falan filanda gibi. Bir takım gerekçeler şunlar bunlar. Ve Mesut Yılmaz işte. Yalandı değil ay 6-7 puan ileri aldı. Yüzde 13 gösteriyordu Anam.
20-20-22 mi nedir Mesut Yılmaz’dan sonra. Ha ne kadar dayandı onu hep beraber gördük. Çünkü gerçeklerle yüzleşince başka bir dünya var. Başka bir dünya var tabi. Ve bu arada da SGL Hanım’ın şeytisiyle birlikte ettirmesiyle. Biz o resim şimdi. Hakikaten bu diyorum size yaşlanmak tuhaf bir şeydi. Ve bunlar aynı şeylerdir. Mesela. Bu Avrupa kampanyalarında da var. Yetişimde işte odaklanmak, odaklanmak.
Mesaja filan gibi bir takım grafik tasarım filan şeylerinde de vardır. Merkelin de yine kullandı. Tabi canım. Ve söküyor ya mesela şey gibi böyle. Ceket çıkartıp kollarınızı kubayacaksınız. Beyaz gömlek olacak. Şöyle hatta şöyle şöyle yapacaksınız. Ve şöyle bakacaksınız filan. Millet bunu oldu mu nasıl. Seviyor. Sadece bizdeydi. Bu da çok güzel bir şey. Bu da çok güzel bir şey.
Sadece bizdeydi. İnsanlar seviyor. Şimdi böyle baktığımız zaman olaya sürekli aynı lafa geliyorum. Aynı seçtir kişinin. Lafa bakılmaz. Ve gerçek kayboluyor tabi. Ve o yüzden diyorum mesela ben olsam siyasi reklamları gerçekten yasaklardım. Ben hakikaten yasaklardım. Hayır. Kimle konuşuyorsa kötü Türkçesi iyi Türkçesi. İyi hatip kötü hatip.
Efendim. Şeysi bu su su projesi. Çıksın anlatsın ya. Allah beni pulla beni Olmaz. Çünkü eninde sonunda bir bir bir bir bir deha reklamcı çıkart ki var Türkiye’de. Hep oldu. Dünyada da var. Bir deha çıkıyor. Ve o deha siz
öyle bir döndürü veriyor ki siz bile şaşıyorsunuz ne olduğunu. İmaç gerçeğin önüne geçiyor. Biz çok güncele girmiyorduk ama bugün biraz güncele de girdik sizin. Güncel değil Ayşe Hanım ya. Yani bu bu sosyoloji gibi işte. Sosyoloji ne kadar güncel olursak. O kadar güncel. Ha o kadar güncel. Haftaya devamlı konuşmak istiyorum. Çünkü devamında hem sizin hayat öykünüz hem özallı yıllar hem yazarlık serüveniniz.
Ve aslında bütün bunların içinde de bugünün insanını kendimiz konuşmaya devam edeceğiz. Efendim ihmal edilebilir nasihatlerde bugünlük bu kadar.
Haftaya buluşmak üzere hoşçakalın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir