"Enter"a basıp içeriğe geçin

İhmal Edilebilir Nasihatler | 19. Bölüm

İhmal Edilebilir Nasihatler | 19. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=uZS-euigjLM.

Merhabalar efendim, yeni bir bölüm. Aslında birbirinin devamı takip eden bölümlerden, birbirinin devam eden sohbetlerden bir diğeri, bir yenisinde bugün yine sizlerle birlikteyiz. Ali Balatlı’nın ihmal edilebilir nasihatlarıyla.
Bu başta hala ben zor telaffuz ediyorum fakat duyan izleyicilerimizden filan çok eğlenceli bulan çok kişi var hocam, ihmal edilebilir nasihatleri. Ama çok şey değil mi çok nokta atışı bir laf değil mi yani hem bir nasihat tarafı var. Hem de öyle nasihaten manan koştur koştur da lafından çıkma diye bir şey yok. Ama ihmal edeceksek niye söylüyorsunuz diyen de var tabi. Yani ihmal etmek tümden arkana dönmek değildir, kulağınızda kalır ama o noktada gereğini yapmazsınız. İhmal öyle bir şeydir. Evet bir nüans var orada. Tabi var canım yani dokunur ihmal. Hani ihmal bir şey ortadan kaldırmaz varlığını. Oradadır ama siz o dönemde kula kasmazsınız. Ama bir yeri gelir aklınızda durur bir yeri gelir işinize yarar. Bu ihmal edilebilir nasihatlerin özelliği bu. İllaki bir zaman işinize yarayacak ve kullanacaksınız. Hatta daha önceki bölümlerde mitoloji öğrenin demeniz üzere gençlerle geçen böyle bir yerde karşılaştık. Öyle mi? Evet mitoloji okumaya başladık falan dediler. Türk mitolojisi hiç okumamışlar bu arada. Aşk olsun. Ve bunu da fark ettik. Türk mitolojisi hiç okumadığımızı falan böyle yeniden bir Türk mitolojisi okumaya başladık.
Ve sahibelerini de ilettiler bu vesileyle gençlere. Gerçekten çok sevindim. Çünkü mitoloji olmadan din anlaşılmaz. Mitolojiyi okuyacaksınız bileceksiniz nerelerden geliyor ne nasıl değişmiş, değişmemiş, aynı kalmış. Biz size çok sayıda peygamber gönderdik. Ayettir bu Kur’an. Tabii ayettir. Yani o çok sayıda peygamberlerin bir kısmının ucunu şeyde bulursunuz mitolojide. Bir taraftan illa kelim çıkar. Biz Arıplı Yunan müteresi üstünden okuduğumuz için. Allah bizi nasıl bilir söyle yapsın. Korkutlar bile biliyorsun 80’den sonra çevrilmiştir yazılmıştır filan. Türkçe’ye kazandırılmıştır bir yerinde. Tabi tabi. Kitaplaştırılmıştır. O yüzden bu noktada yani o kadar da ihmal etmiyor. Tavsiyelerinize uyanlar da var. Vallahi sevindim. Ayşen bir şey söyleyeyim devam etmeden. Söyleyin buyurun hocam. Aramızda kalsın. Aramızda kalsın. Bizim Türk olmaktan başka çaremiz yoktur. Hocam ama fısıltıyla söylediğiniz şey o kadar büyük bir şey ki şimdi. Çaremiz yoktur. Şimdi ben geçmiş bölümden nasıl devam edeyim bu bölüme şimdi bu lafı ettikten sonra. Sonra ederiz gene. Gene ederiz ama yani. Bu bölümün nasihat başlığı olarak Türk olmaktan başka çaremiz yoktur. Diyoruz. Evet. Peki sonra?
Evet. Türk nedir nedir konuşuruz ama Türk olmaktan başka çaremiz yoktur. Buna mitoloji bilmek dahildir. Peki efendim. Şimdi ben tekrar bir fikri takip yaparak geçen haftadan kaldığımız yerden devam etmek istiyorum. En son sizin Türkiye’ye dönüşünüz, devlet planlama teşkilatında çalışmaya başlamanız. Sonra ÖZAL ile birlikte olan süreciniz yavaş yavaş girmiştik.
Ama bu arada sizin İstanbul Üniversitesi’nde ders verdiğiniz dönemde istatistik dersi verirken tesadüf ettiğiniz rakamlara aşina olmayan bir doktor öğrencisi grubu üzerinden de istatistiklere girdik. Ve İstanbul seçimini konuştuk. Evet öyle oldu. İstanbul seçimini konuştuk ve siz seçim verilerini yorumlarken bunların çok da doğru ve sıhhatli analizler olmadığını söylediniz. Evet basmak alıp buluyorum şu an. Gerçekten basmak alıp buluyorum. Ama böyle vardır. Yani sosyal bilimlerin önemli bir kısmı zaten kariyeristtir. Yani kalıp koyar biri. Bir tez de koyar ortaya. Yani koyar. Ama şimdi o kalaba ille de uyacağım diye uğraşırsınız. Şablon gibi. Mesela işte seküler bunlardan bir kavramlardan biri. Milliyetçi seküler. Milliyetçi. Milliyetçi ne demek Allah aşkına Türkçe bile değil. Veya mesela inançlı ama ait değil. Şimdi birine milliyetçi deseniz, hani ki Türkçesi yok kelimenin malı. Nasjonalist değil. Yani kaldıkı nasjonalistin de bin tane tanımı vardır. Nasjonalist milliyetçi değil. Şimdi olmayan bir şey sen bu diyorsunuz. Ona göre şey yapıyorsunuz, star mi biritiyorsunuz. Sonra ortada kalıyorsunuz. Çünkü o değildi ki zaten.
Dibi o değil işin. Yani bugün milliyetçi muhafazakar diyoruz mesela. Buradaki milliyetçi bizim bildiğin, yani nedir mesela? Bunu daha sonraki bölümde aslında açalım istiyorum ama bugün konu etmek istemiyorum. Ama şimdi yeri gelmişken belki bir küçük bir ön dilci vermek ister. Anlamakta hakikaten zorlanıyorum. Milliyetçi muhafazakara da zorlanıyorum anlamakta. Muhafazakarı anlar. Yani geldiği yerin devamını bir tür.
Şöyle söyleyeyim geldiği yerde vehmettiği, değerleri devam ettirmeye, tutmaya çalışan kimseye muhafazakar. Devamlılık, sürjelik, geleneğe uygunluk. Geleneğe uygunluk vesaire, örfide ayıta. Peki. Köyden çıkasa bunu kasaba da yapar, şehir de yapar, New York da yapar, Londra da yapar. Böyle bir geleneksellik var. Şimdi bu gelenekselin içinde ne var? Geleneksen içinde dini inanç mutlaka var. Yani seçtiğiniz gelmeden böyle şu hale varıncaya kadar, harekete varıncaya kadar, tahtaya vurmaktan tutun vesaire. Bunlar zaten bir inancın parçasıdır. İnsan hem geleneksiz hem geleneksel hem inansız olamaz. O ne demek istiyorum yani. Geleneksel değil hangi gelenekli olacak? Gelenekli olacak. E geleneksiz, inançsız gelenek olur mu? Bu mümkün değil. Onun zaten kesisi tamamlıyıcı. Tamamlıyıcı, o sevgilim bir bütün o. Şimdi bu böyle. Evet şimdi peki hem muhafazakar hem de antimilliyetçi nasıl olursunuz? Yani bir şey anlatmaya çalışamıyorum. Zaten muhafazakarın milliyetçi olmayanı olamazdı. Olamazdı, şunu söyleyeyim. Türkiye’de bir şeye dikkat etmek lazım.
Bu arada bir celalleniyoruz, Türkcel’den gidiyor falan diye de. Şuna dikkat etmek gerekir diye düşünürüm. Bir ahkam kesseniz zaman onu bir de tam olumsuzuyla düşünmek lazım. Yani milliyetçi mühafazakar, peki milliyetçi olmayan muhafazakar. Şimdi bunun tersini verdiğiniz zaman bunun olmadığını görürsünüz. O zaman kavramın ne kadar havada kaldığını. Şimdi havada kaldığını o zaman görüyorsunuz.
Şimdi milliyetçi olmayan muhafazakar nasıl bir şey? Ya muhafazakar değil. Ya da milliyetçi değil. Ya da milliyetçi değil. Veya o milliyetçiden sizin anladığınız şey değil. Efendim. Ya da o milliyetçi kelimesini tekrar başka kalıpla nitelendirerek kullanmanız lazım falan. Şimdi bunlarla yola çıkınca çok zor. Analiz yapan için de zor, anlamaya çalışan için de zor. Anlatılan için de çok zor belki. Tabii çünkü değil ki öyle.
Yani tanımlanan kitleyi de tanımlamıyor. Tanımlamıyor. Esas problem orada zaten. Yani bir şeyi niye tanımlarsınız? Onun hakkında daha fazla bilgi edinmek için, kategorize edebilmek için, isim verebilmek için ki yola çıkıp daha başka soruşlara verebilesiniz. Baş boşluksa, çıktığınız yol bozuksa gideceğimiz hedef mümkün değil, tutunamıyorsunuz. Yani dava burada. Yani muhafazaklerin yanında bir milliyetçi tanımlaması gereksiz. Gereksiz. Şimdi böyle durumlarda tabii. Peki milliyetçi olan muhafazakâr olmaz mı? Milliyetçi olan muhafazakâr olmaz mı? Şöyle milliyetçi, o da yine kavram, soru işareti. Ne demek milliyetçi?
Yani milliyetçiden en iyi ihtimalle toprağının milletine bağlı, seven devamını isteyen diye düşünelim. Vatanseverlik, vurgusu daha fazla diyelim belki. Diyemiyorum işte onu orada. Çünkü milliyetçiliğin de çeşitleri var. Mesela Yahudiler için portatif vatanları vardır denir.
Yani bir Yahudi, Yahudi olmak için şeyde yaşamak zorunda değildir İsrail denir. Yani herhangi bir yerinde bir Yahudi, Yahudidir. Çünkü o portatif vatanını cebinde taşır. Nasıl taşır? Talmud da taşır, Tevrat da taşır. İşte haftanın bir günü kavraya gitmek de taşır da ya evde hainini yapmak da taşır taşır taşır. Şimdi mesela bunu derler.
Şimdi buna milliyetçi diyecek misiniz demeyecek misiniz? Topraktan ayrı bir şey bu. Bunu eğer Londra’nın ortasında yapıyorsanız, öyle mi? Ukrayna’da yapıyorsanız, Afrika’da yapıyorsanız diyorum gene. Ona mukabel otonomiz. Milliyetçilik diye başka bir şey vardır. Buna benzer bir kelimedir. Bu da şey doğradan toprakla bağlantılı bir milliyetçilik türü.
Şimdi bu da şöyle. Mesela eski Yunan’da, çok eski Yunan, kralların yılandan dövme olduğu düşünülür falan. Yani topraklardan bir ilişki kuruyorsunuz, ondan tırılmışsınız bir türlü. Kimi zaman yılan olarak, kimi zaman işte başka bir şey olarak falan birebir bir ilişki. Mesela şey de vardır, Romak, Romus Romulus, Kurt Kekendi. Şimdi bu tür otoktron derler. Yani toprak totem gibi oluyor. Bir tür totem ve ille onu tutuyorsunuz. Bu tür de var. Milliyetçikliğe sahipler nedir falan.
Doğru dürüst tanım yapmadan üzerine gitmek çok zor. Şimdi bakıyorsunuz Türkiye’de de. Yani bunu seçimler üstünden, ya milliyetçilik konusunu ayrıca konuşacağız bir sonraki bölümde. Tabii tabii. Ama bunu şimdi seçimleri yorumlarken seçmen kitleyi tarif eden, aybiştiren, unsur olarak söyledikleri için söylüyoruz. Bence çok önemli. Mesela benim çocukluğumda şöyle bir çocukluğumda derken iyice çocukluğumda.
İlkokul falan yani. Önce Türk’ü sonra Müslüman diye bir kavram vardı. Ben bunu diyerdim. Bu ne demek diye şey yapardım. Anlamaya çalışırdım. Önce Türk’ü sonra Müslüman. Önce Müslüman’ı sonra Türk mü? Hayır. Önce Türk’ü sonra Müslüman. Şimdi bunun ima ettiğini bir düşünün. Bu nasıl bir şeydir? Bir zaman çizelgesi gibi mi bakılır? Hayır değil, o değil, o değil, o değil, o değil.
Önce Türk’ü sonra Müslüman dediğiniz zaman, Türk kavramının içine giren gelenek, örf, adet, tarih, çaba vesaire vesaire bir şey. Bunu yayıp İslam viyasına bulaştırmıyorsunuz. O demek. Sınırlandırıyorsunuz. Sınırlandırıyorsunuz ve İslam tarihiyle koşup düşünmüyorsunuz. Yani kendi coğrafyanız, kendi kültürünüz ve kendi tarihinizle ait bir… Aynı şey….bir literatürlüğü yapıyorsunuz. Aynı şey. İkisi kendi kültürlüğü falan. Şimdi tabii bu da soruluyor. Senin coğrafyan da neresi? Mislak-ı milli midir? Osmanlı mıdır? Göktürklardan geldiği… Göktürlüğü nedir falan filan. Şimdi her zaman bir noktada bir şey var. Bir anlayış, bir efsane bir şey. Bu hep var. Ama işte bugün Türkiye’ye bakın. Ulusalcılar var.
Peki, milliyetçiler var. Nedir o da ki fark? Kemalist milliyetçiler, muhafızakalist milliyetçiler, seküler milliyetçiler filan gibi böyle bir… Kaldık, kaldık….farklı şeyler, kelimeler tam anlıyor. O yüzden psikolojik diyorum. Kelimeleri Türkçe için de söylüyorum. Sözlükler için de çok önemli. Araştırmadan sözlük yapamazsınız. Böyle uyduramazsınız.
Ne diyor? Ne diyor yani? Bunu söylerken ne demek istiyor? Bunların her biri. Başlı başına bir araştırma. Yani bilmek lazım. Mesela ben ulusalcıyım, milliyetçi değilim diyen biri milliyetçi lafının nesiline itiraz ediyor.
Aslında bunun üzerinde gitmek belki sosyal psikologların filanda desil, belki ortak noktaları… Siz ortak akla inanmıyorsunuz ama yine de toplumun ortak paydaları… Akıl başka bir şey. Orta akıl dediğimiz zaman bakın. Aman ha, ortak akıl dediğimiz zaman elbirliğiyle şunu yapalım demekten ben bahsediyorum. Ben elbirliğiyle şunu yapalım olmaz diyorum.
İlaki birisinin yolu benimsenecek, birisi ikna edilecek ve o yapılacak. Tabii yani bu şey gibi, yine bu ortak akıl hikayesi biraz posmodern bir hikaye. Yani ben halen piramite inanırım. Önce onu söyleyeyim. İnsanoğlunun yeteneğinde, pıtrı ve yadir, ya sonra derdim bir piramit olur.
Bu piramiten alt tarafı, geniştiricikten şöyle bir şeydir bu. Şu üst tarafını kim yapar? İşte toplumun düzeni belirler. İşte geçiş şansı belirler. Alttan yukarı nasıl tırmanırsınız filan filan ama liyakat benimler. Sonunda liyakat diye bir şey vardır.
Liyakat sahibi, ehil, ekip bir şey ileriye sürer, bir tez. Onunki de bir saldır. Ama bir tez ileri sürer. Tezi ileri sürenin de liyakat sahibi olması gerekir. Niye? Liyakat sahibi değilseniz piramitin bütününü görmeden abuk sabuk iş yaparsınız. Sadece kısım gördüğünüz yere bakarsınız. Tabii efendim yani bu iş gider gider gider.
Vesayetlerinden şeye kadar gider işiniz. Çünkü en iyi ben bilirim ya. Efendim daralt daralt daralt. Ve kendimden ibaret sayarım alttakilerin hepsini. Benim gibi sanırım. Tabii tabii. Benim gibi. Saymasan da tepesine vurur yaparım. Meselesi yaptırırım. Bu şeydir Ankara’yı kurmuşsunuz. Allah razı olsun şeyinizi filan açmışsınız. Meclisinizi. Meclisimizi ayırıyor. Avunceler, avunyolar, caddeler sokaklar bulbarlar. Ve içeriye yamalı diye köylü sokmuyorsunuz. Şimdi ve biz bunu kim için yapıyoruz ne oluyor ya dahi diye sormak dahi akla gelmiyor besbelli. Böyle dönemlerden geçiyor. Tabii şavlarlar, yamalılar, şapkasılar. Tabii ve onu niye öyle açtığınızı bilen de yok. Yani nitekim derler ki mesela Çankaya’dan eski meclise kadar bir düz yoldan bahsedilir. Bakınca güya görülüyormuş. Öyle mi diyeyim bilmiyorum. Hatta işte Çankaya İçişleri Bakanı filandır. Böyle şeyleri vardır onun. İlk şeylerine bakmak lazım. İlk haline. İlk haline bakmak lazım. Öyle şey yaparlar derler. Şimdi siz kimseye sormadan bunu yapıyorsunuz. Üç gün sonra şehir göç aldığı zaman sizin o çizgileriniz gidiyor. Mümkün değil kalmasın. Kalmıyor tabii. Ve geliyor adam kendi yerini bulup duruyor canım orada durmayacak da nasıl durmayacak. Bir de daha önceden de bunu konuştuk sizle. Yani bizim tavrımız gökyüzünün relevesidir. Evet gökyüzünün relevesidir. Bir de bilerek bilmeyerek içinizde bu varsa. Ama bulduğunuz ağacın altında piknik yapar gibi evini kuruyorsunuz.
Niye kurmayasınız? Kurmamanız için benim size ikna etmem lazımdı. İkna edebilmem için de bütün bunların da bilmem lazımdı. Olayı takip edebilmem lazımdı. Sizin de bunu anlayacak bir şeye sahip olmanız lazımdı. Tabii lazımdı. Bunu yapabilirdik. Yani kim ister der anneciğim bak geceler onu burada koyma. Burada koy. Yavrucuğum çünkü sokak. Sokağa göre koy. Plan şey. Bak burada bu var bunu yapmaz.
Bir an önce mimar geldi yaptı. Aha da bak sonra böyle oluyor. Benim size ikna etmem gerekir. Ama benim derken piramidin o. Üst üste. Tabii çünkü o biliyor. Büyükşehirlere neler oluyor? Nereden nereye geliyor? Söğürge mimarisi de bir şey vardır o nedir? Neden bazı binalar hele böyle otokratik toplumlarda
insanı ezmek üzere kurulur. Stalin mimarisi falan gibi. İnsan şu kadarcıktır tamam bu kadar filan. Niye filan. Bunun bir tarihi var. Bir sosyolojisi var. Bunu bileceksiniz. Veya bilenlerin anlatmasına izin vereceksiniz. Bilen mutlaka var. O zaman ortak akıl dediğimiz şey ortak akıl olması da. Tabii yani ortak değil. Çünkü bu dediğim gibi birinin bir şeyi anlatması. Şöyle düşünün. Tıp fakültesi düşünün. Ortak akıl olur mu? Tıp fakültesi de olmasın. Protokol olur. Protokol’a uyarsınız. Benim aklım bu ele kesti. Böyle bir şey olmaz. Bir protokol vardır. O protokol’u uyarak iş yaparsınız. Ben burada kastettiğim şey ortak paydalarda. Ulusalcalık, milliyetçilik, muhafaza karar. O zaman ortak akıl demeyelim. Onu derken zaten tekrar bir ortak akıl.
Ortak akıl neden demediğimizin altını çizdik. Ortak paydalar. Yani aslında ulusalcanın, milliyetçinin, muhafaza karın, dindarın, solcunun, kemalistin. Bütün bunların o kadar birbirinden farklı tanımlar, içer medeni de daha psikolojik açıktan baktığında görüyorsun. Aynı fikirdeyim. Yani şu topraklar üzerinde nefes almak istiyoruz. Peki şimdi, Özel’le, devlet planlığı teşkilatında çalışmaya başladınız. Özel’in de orada bulunduğu yıllardı. Ve bir Türkiye resmi gördünüz. Gördüm. Hep söylerim, benim verdim ilk Sağoy Özel’dir. Neden? Çünkü bir kere hocamdı zaten Orta Doğu’dayken. Çok adamın Özel hakkında çok yanıldığı kanısındayım veya imajının yanlış olduğu kanısındayım. Özel her şeyden önce bir matematikçiydi ve mühendisdi. Rakamlara inanılmaz hakimdi. Ve yurt dışında çalışmış olmanın da getirdiği feraset ve olmayan istatistikleri hissederdi diyeceğim. Zaten gelir gelmez yaptığı ilk iş istatistik üreticisini görmüşsün. Aslında belki o duygunun rakamlara yansıyan kısmını hissediyordu. Tahmin ederim. Bir de şu vardı.
Mesela ben Ulaştırma Koordinasyon Proje Dairesi kısmındaydım. En büyük dertlerimizden bir tanesi Türkiye’de kaç tane taşıt var. Araba parkı denirdi onu o zaman. Şimdi kaç tane binek araba var diyelim. Bu çok önemli çünkü masa masa falan yok.
Lastik ithal ediyorsunuz. Lastik ithal ettiğiniz zaman bunun kutru bilmem nesi, ağırlığı önemli. Kaç tane? Üstelik de meteliye sente kurşun atıyorsunuz. Dolayısıyla bilmeniz lazım. Bu meret 400 bin midir? 800 bin midir? 1200 midir? Nedir yani bu çok önemli? Tabii canım yani traktör lastiği midir? Motorcycling lastiği midir? Ne? Falan bunu yapmak lazım. Bilgi yok. Kim yapar bunu diye bakıyorsunuz? Kara yollarıyla trafik arasındaki fark 400 bini aşkındı. Onu hatırlıyorum. Biri bir şey diyor biri bir şey diyor. Bir önemli tarafı da var. Yolu yapıyorsunuz. Bir de buna bakar. Tabii ki. Yolların bir altyapı, bir üst yapı maliyetleri vardır. Bu altyapı maliyetinin yolun üstünden giden araçların niteliği saptar. Yani eğer sekiz dingilli bir kamyon geçecekse onun altı ona göre olur. Küçük arabalar geçecekse ona göre olur falan. Ve hepsi aynı yapılmaz. Hepsi dünyanın parasını harcayıp da iki motosiklet için şey yapmazsınız. Yol yapmazsınız. Hayır bunun bir optimum gerisi vardır. Şimdi dolayısıyla bunun sağlam olabilmesi için de bilmeniz lazım. Kaç araba var nereden gidiyor? Trafik doğuran noktalar nelerdir? Nereden eginsine gidiyor? Ona göre yaparsınız. Sonra tabii hürafeler. İşte mitaitler çaldı da yolda delik açıldı. O çok ağır. Bugün için de çok konuşulan şeylerdir. Şimdi hanımefendiciğim mitaitin çalıp yolda delik açılması ihtimali vardır. Bu ihtimal çok düşük de olmayabilir. Ama esas mesele o yoldaki trafik ağırlığının saptanmamış olmasıdır. Yanlış hesaptır. Yanlış hesaptır. Çünkü kolay da değildir o. Yani istatistik ister. Bunu hep istatistikten geliyorum. İstatistik ister. Şöyle iki köy arasına yol yaptınız. Oldukları halden yola çıkarsınız.
Kaç hane var? Ne oluyor? İşte yaptıkları iş nedir? Çilek mi gönderiyor? Kavun mu gönderiyor? Üzüm mü? Maden mi? Nedir yani? Yapılır. Şimdi bir bakarsanız bu iki sene yol olunca bakarsınız bir üçüncü köy. Hiç hesapta olmayan bir köy bu yola gelir. Ya kendi yapar, şey yapar ama dahil olur. Ay daha bir şey artar. Yolun trafiği artar. Şimdi ilk yaptığınız hesaba, hesabın dışına çıkar. Bakın o zaman delik olur. İstatistiği doğru tutturabilirseniz bunun ihtimali çok aza iner. Ne gibi? Mesela bir kazada, bir kasabada kasabanın ekonomik aktivitesi bankalarla da ölçülebilir. Bir sürü şeyde içerisinde bir de bankalar. Bankalardaki mevdalik çıkışlarına bakarsınız.
Bu başta başına bir şeydir. Oradan ne oluyor diyerekten. Yani hazırlık, parlak işi iyi bilen şıkır şıkır kafalar ister. Onları bir araya getirirseniz evet. O zaman var mıydı devlet planlamada böyle kafalar? Tabii vardı. Hala var, her zaman var. Bugün de var. Tabii canım. Tabii. Yani bakın bunu bir adım ileriye götürün şöyle. Türkiye’ye dış politika yapıyorsunuz.
Hangi? Atıyorum Suriye’de kimi neyle şıkır şıkır uğraştığını bilmek zorundasınız. Bu aynı şey. Veri bilmek zorundasınız. Veri veri yani veri. Ve politikayı vaz eden, nasıl şık şıkırdım bir kafaysa vaz edenler. Şık şıkırdım kafalar lazım. Vekati ve bilgili ve şey. Bilgili olunmaz mı? Tabii olunuyor bu konularda. Çünkü dünya kadar kitap var, insanların tecrübeleri var. Tabii şimdi bu sosyal medya falanla verileri ulaşmak da kolay. Eskiden bir araştırma yapacak devlet planlamada o veriler ortaya çıkacak falan. Şimdi bir sürü araştırma kuruluşu var, iş daha profesyonel. Bir sürü veri var ortada dolaşan. Ama bazen bu veriler de kafa karıştırıyor diye düşünüyorum. Yanlış mı düşünüyorum. Ama kim demiş yani veri var diye? Bir dakika. Öyle önüne gelen bu iş yapamaz bir. Sosyal medyadan bugüne kadar hayır geldiğini hiç görmedim bu konularda.
Bu iki. Hiç görmedim. Bunlar öyle işler değil. Bir araştırma yapmayın. Halaşka zaman, mekan, delik. O zaman da kurumsal gücü olmayan yapılan araştırmaların hiçbirisine itibar etmemek gerekir. Vallahi şöyle diyeyim. İtibar etmemek değil. Ama tek doğrudur diye anlamamak gerekir. En azından bir sonuçta. Şimdi söyleyeceğim reklam olacak ama bu kadar teşkil şey içinde. Araştırma şeyecek bir tane vardır yanılmaz.
Niye? İşi niye yapar? Bilerek ve ederek. Kaç tane var? 15-20 tane vardı bildiğim kadar. Doğum bu kadar cömert değildir. Tesadüf de değildir. Kulaklar için. Mesut Yılmaz’ın bir lafını bilirim. Bir araştırma şirketi araştırmayı yapmış yapmış. %33 falan çıkıyor. O kendi de inanma. Ya nedir bu filan ama şirket çok ısrarlı. 133 oldu.
33, 33, 33 alıyor mu alıyor falan. Seçim bitti tabii almadı. Mesut Yılmaz bana döndü. Annem dedi bir sor ne diyorlar dedi. Araştırmaları doğruymuş da seçim mi yanlışmış dedi. Tam tam da öyle. Kulaklar içindesin yani evet. Hakikaten de buydu olay. Bir inat bir inat. Şey çok zordur seçim. Anketlerin araştırması zordur. Kontrol soruları gerekir. Çanak soru ya dikkat etmek gerekir. Çanak soru verirseniz cevabını istediğiniz cevabı alırsınız. Ve insan oğlan da bunu bilmeden yapar. Yani mesela sizden şu oyunu oynasak. Kespich var ya. Yeterince uzun oynarsan göreceksiniz ki ben bunlardan bir tanesinin ötekilerden daha çok yapıyorum. Şey değildir. Tesadüf random değildir. İnsanoğlunun kişiliğine göre mesela olay ki siz bunu yapıyorsunuz ben şunu yapıyorum filan. Böyle bir şey var. İnsan davranışına özgü bir temel bilgidir bu. Var bu ve araştırmacıların da en çok sakınması gereken şeydir. Siz de çünkü bunu yapıyor olabilirsiniz. Sorduğunuz soruyu hiç istemeden Çanak soru yaparsınız. O zaman da gerçek toplumun gerçek sahiciliğini, sahici duygusunu, fikrini öğrenmek istiyorsanız. Aynen. Yani nüfus denir. Bütünün içindeki farklılıkları göremez olursunuz. Geçen programda da konuştuk. Biraz çağda sati ve yüzey derinliklerin olmadığı bir çağ. Aslında araştırma şirketlerinin bulgu ve verileri de bu satili, yüzeyliği yansıtmıyor mu? Araştırma şirketler bundan uğraşmaz ki. Araştırma şirketi o anda sizin evet mi hayır mı dediğinizde uğraşır. Geri kalan derinliği zaten oradan beklemek mümkün değil. O bunun işi. Peki ne kadar süre çalıştınız devlet planıma teşkilatında? Üç herhalde. Üç yıl çalıştınız. Sonra? Şimdi Ayşen Hanım ben hep yazmak istiyorum onu söyleyeyim. Hep yazmak istiyorum. Ve dolayısıyla hep serbest kalacağım bir şeyler yapmak istiyordum. Araştırma şirketinde çalıştım birkaç tane. Yani kendim araştırma yaptım. İşte Anapa’da yaptım, şeyde yaptım. Ve bu beni çok heyecanlandırıyordu çünkü araştırma yaptığınız zaman kendi merak ettiğiniz soruları sorarsınız. Arada bir tane de girer sizden hani. Nitekim orada kimse var mı? Dörtlüsünün üstündeki orada kimse var mı sorusu olur. Yani bir tek bunu ben mi görüyorum Allah aşkınıza demektir o. Siz de görüyor musunuz? Bir tane daha yok mu? Yani yalnızlığı düşünsenize bu nasıl bir şey yani? Böyle bir şey yalnızlık. İlk kitabınız değil ama tabii orada kimse var mı serisi? Hayır değil. İlk seri belki diyebiliriz ama. Hayır değil benim ilk kitabım hiç basılmadı basılmayacak da. Sokaklarda ben yazmak istiyorum diye ağlıyorum. Dokuz beş mesaisi. Hele Özal ayrıldıktan sonra Devlet Bir Anadolu Teşkilatı’nda tam bir şey oldu.
Yük oldu. Ne söylediğiniz işe yaramıyor. Yapmanız gerekeni yapamıyorsunuz falan filan. Ama yapmamız gerektiğini de biliyorsunuz. Ya tabii yani plan yapacaksınız. Bir an geri götüreyim de söyleyeyim nedir vahşi bir işte yani.
Türkiye’nin A noktasından B noktasına en ucuz ulaşımla soğulurum hesabına girdiydik. Kara deniz hava demir yolu. Şimdi bu ne demek bilmeniz lazım. Üst yapı maliyeti nedir? Alt yapı maliyeti nedir? Eğer hava ise havaalanı. Kaç ne kadar büyüdük, kaç tane nerede falan büyük işler. Liban yine aynı şekilde deniz, tren yolu hepsi hepsi.
Ve düşünün ki benim o planımda oldum 70’li yıllarda biz bir hava libanını kurduğumuz anda açtığımız anda 8 yıl gecikmiş oluyorduk. Hiç bu rakamı unutmayın. 8 yıl geçmiş. Eski köhne oluyordu. Çünkü hesabını yapamıyorduk. Hesabını yaptık işte müteahhit girdi. Yok ihale çıktı. Yok bilmem ne oldu geç. Aldı yaptı bitti 8 yıl.
Bitti hiçbir şeydi bu. Ve dolayısıyla hiç yetişemeyeceğiz gibi geliyordu. Ama Türkiye sonra bu hava limanları meselesini çözdü tabi. Ya çözdü tabi. Ama ne kadar çözdü gene onu da merak ederim. Hakikaten acaba o kadar çok lazım mıydı? Ne kadar rasyoneldir? Hiç bakmadım. Laf sokuşturmaya çalışmıyorum sakın yanlış anlamayın. Ama bakmadım. Bakmadığım için bilmiyorum. Hakikaten bir orada bir orada bir orada gerekiyor muydu? Ne sebepten öyle oldu?
Anladım bilmiyorum onu ve laf sokuşturmuyorum tabi. Ama diyeceğin bir şey çok zor bir iş. Daha doğrusu veri istiyordu. Öyle bir haldeydik ki biz aynı şey deniz için geçerli. Gene benim çalıştığım yerlerde Türkiye’de limanlarda kaç tane hangi kapasitede vinç var belli değildi. Ve biz yazık bir arkadaşımız Said’di galiba kulaklar içinde nasıl hayattayız. Said’e hopadan falan treni bindirte şeyi döndürmeye kalktık.
Bütün libanları kıyılar. Bir iki üç beş yedi. Yani hakikaten çok tuhaf. Şimdi yani libanın derinliğiyle vinçin koordinasyonunu kim sağlar? Satılan vinçin. Öyle bir hale geldik ki biz abuk sabuk bu işlerle uğraşmaya başladık. İş o noktaya geldi kapı kuleye. İtal her şey arabalar ithal şu ithal bu ithal. Peki ne giriyor Türkiye’ye o belli değil. Kaç tane sedanlık araba? Efendim o giriyor o girecek ki işte tekerlek bilmem nesi. Ya belli değil. Hiç kayıt falan hiçbir şey? Hayır yoktu bakın beş tanenin kaydı vardı. Otomobil, cenaze arabası. Hiç inanmayacaksınız buna. Arazöz, kamyon ve pikap. Beş. İnanmayan bana elli yedi öncesi gitsin. Bak senin istatistiklerinde göreceksiniz bunu.
Ne zaman bu istatistikler normal tutulmaya başladı? Özal’dan sonra. Özal ile birlikte Türkiye kendi gerçeğini görmeye başladı. Özal oraya bu işlerden çok iyi anlayan adım keşke adını hatırlasam. Yani inşallah hayattadır inşallah saygı ve sevgi yollarım. Çok iyi bir istatistikçi vardı yurtdışı falan. O geldi adam eteğini sıvadı ve girdi. Toplamaya başladı ama neresinden baksanıza 80 deseniz işte ne kadarla bir zamandır yani.
Tabii sonuçta baktığımızda yedi kırk yıl bile yok yani ortada. Yoktu. Ve sonuçta biz ortaya çıktık. Öyle bir hale geldik ki devlet pırnanamı teşkilatının güya pırnanamı yapacak. Bizler işi gücü bırakıp şey toplamaya başladık. Biri toplamaya başladık. Hatta bir de bazıda o kadar komik.
Demin söyledim karayollarıyla trafik arasında 400 bin falan bir fark vardı. Dedik ki tamam gidelim trafiğe. Plakalara bakalım plakalardan sayarız bunu dedik. Ciddi ciddi 11 biz kalktık gittik Ankara. Trafiği genel mizoyla araba sayacağız. İyiymiş şeyden plakada. Hiç unutmuyor böyle pembe peluşlu bir oda tıkış tıkış falan. Tıkış mı kış peki yapacağız diye. Random yaparız bilmem ne yaparız. Ben kendimize istetik simit oklarla. Bir girdik aynı plakanın altında kamyon var. Gene mümkün değilse. O tıbıket var. Ağladığımızı bilirim biz ne yapacağız diye. Yani planlamanın bile yapılamadı. Çünkü veri girişi olmadığı bir dönem. O dönemde bakarsanız şey gibidir Türkiye’ye işte 10 bin tane yeni hemşire lazım. Orada biter laf. Nasıl olacak? Kaç ameliyat hemşiresi kaçı çocuk yok. Nereden okullar mesela koordine edilmiş plan olmamıştır hiçbir zaman. Şu kadar hemşire lazımsa kardeşim demek ki sen şu kadar hemşire yetiştirecek okul açmalısın. Şimdi geçen sefer konuştuğumuz şeydir. Dosyalar vardır dava yoktur. Evet. Bu ülkenin en büyük sıkıntısı. Milli yetimin bir davası vardır. Ya baba iyi de nereye gidecek bu? Yani hedefi koymazsanız. Nasıl aç okul açacaksınız, nasıl açılacaksınız, niye açacaksınız? Hani bunun bir bütün halinde olması lazım. Mesela bugünlerde Türk Hava Yolları. Allah şeytan kulağını kuşun deli gibi gidiyor. Kazadan beladan kurtulsun. Pilot yetişmiyor. Yetiştiremiyoruz. Hani onlara yetiştiremiyoruz yeterince. Sayı anlamında söyledim. İyi de baba yani o zaman demek ki Döküm Milliyetimine sayrın.
Buna yönelmesi lazım. Ya tabi. Yani dava yok dediğim şey budur. Bu tek dosya toplamak ekaesi. Bu en zor şey bu. Koyacaksınız ortaya. Bunun kimlerin işe alması gerekiyorsa. İçerisini kapatıp tabiri maruz görün yani. Bu işe yönelik harekete geçmesi lazım. Evet o zaman dava dava olur.
Dava dediğiniz şeyin de bir… Dosyalar o zaman işe yarıyor. Doyalar o zaman işe yarıyor. Ama sizin bir yaptığınız ötekini desteklemiyorsa. Desteklenmek zorundadır. Devlet planlamadan ayrılma isteğiniz ya sadece yazma isteğine bağlı mıydı? Yoksa bu keşmekeşle biraz… Yazmaya bağlıydı. Sonra tabi Özel ayrıldı. Siyaset hiç düşünmediniz mi o dönem Özel ile birlikte? Hayır hayır hiç.
Ben olamam yani sıkar beni. Çünkü siyasetin bir doğal pek iyisi vardır mecbursunuz. Yani bir… O benim işimdir. Her zaman bu ne yapıyor bu da ne yapıyor diyen bütünü görmeye çalışan yapı olduğum için hayır hayır. Özel ayrıldıktan sonra siz de ayrıldınız. Aşağı yukarı aşağı yukarı araştırmaya daha çok şey verdim.
Sonra oradan bir ciddi reklamcılık tecrüman var bir yandan yazmaya başladım. Bir yandan reklamcılığa baktım. O bana o dönemde iyi geldi çünkü bir sürü bir şey öğrendim. Film. Film sektörüne girdi. Film film tabi yani film nasıl. Slogan bir şey nasıl kültürcükle biliyorsunuz. Slogan neye göre oluyor falan. Yok aslında birbirimizden farkımız benim sloganımdır Osmanlı Bankası için.
Öyle mi? Sizin sloganınız mıydı Osmanlı? Çok da güzel ve hala da kullanılan bir slogan. Ama şeyde yani işte bankalar kanunu aynı her şey aynı. İşte o zaman ikramiye veriyorlar ama hepsi aynısını veriyor filmler filmler falan. Çalışırken çalışırken ya yok bundan aslında birbirinden farkı. Ben ne diyeyim Den yolu çıkıp. Yok aslında birbirimizden farkınız. Biz Osmanlı Bankası hala. Ama bunlar Osmanlı. O zaman başka bir şeyi ima ediyorsun.
Tabii o iyi gitti. Pabuk Bank da ondan sonra geldi. Sonradan o çok iyi gidince Pabuk Bank’la ilgili bir şeyimiz oldu. Hüsnü Özyi’yle. Bu neydi? Siz yani alın siz bunu oldu yapın oldu. O zaman da bu lafı söyledikten sonra da zorlanıyorsunuz. Sonra dedim ki hizmet sektörü hizmet sektörü şeye bakma. Bankaya bakma bankacıya bak.
Genç Pabuk Bank da oradan. Çıktı. Evet ve bankacılar oynadı. Pabuk Bank reklamlarını. Ben hatırlıyorum tabii o reklamların yayınlandığı dönemleri. Çünkü güneye gidip Funda’da yavrum o da küçücük. Güneyde işte pamuk tarlaları falan yaz günü. Yani pamuk çiftçisi parasını götürdüğü bankanın müdürünü filmde gördü. Akşam Açıkafa Senem aslında.
Öyle bir şeyle. Yakınlaştırarak bak falan. Böyle yani. Tüketiciyle yani hedef kitleyle yakınlaştırarak bir reklam. Reklamdan sonra yazı başladı. Yazı başladı. Ona hep devam ettim. İşte bizim İngilizce çıkarttım. Bir taraftan dergiciliğe gittim. O dergicilik maceranızı bir virgül koyacağım yine. Sonraki bölümlerden birisinden konuşalım. Ondan sonra da kitapları belki tekrar oradan yazı serüvenini. Çünkü kitaplarınızın her birinin bir kendi içinde bütün hikayesi var.
En son hani Rusya ayrı bir hikaye. Onun öncesinde Kavus Rüya. Onlar ayrı bir hikaye. Orada kimse var mı? Serisi ve Balamöyert’e onlar ayrı bir hikaye. Yani vallahi kurda yedirdin beni. Bir şey çok yerine… Onun bir parçası yani o… Anlama gayret aşağıya. Ne oluyor bu ülkede? Ne oluyor insana? Ve karakterleri de tabi biraz hayatın içinden birazı devam eden.
Yani romanların içinde birbirinin içinde devam eden karakterler. Kısa bir virgül. Bu bölümün nasihatini alalım istiyorum. Geçen bölümde unuttum ama bir tek bir nasihatta iki bölümü birleştirebiliriz. Belki programın başında söylediğiniz cümleyi tekrar etme. Çıkılmaktan başka çaremiz yok. Aklımızı başımıza toplayalım. Nasıl yapalım? Bunu derken milliyetçiliğe, kaba milliyetçiliğe bir vurgu yapmıyorsunuz. Kaba milliyetçilik ne demek bilmiyorum. Aslında anlatmaya çalıştım ama ben milliyetçiliği de bilemiyorum. Çünkü mesela benimki turna milliyetçiliğidir. Turna milliyetçiliği nedir biliyor musunuz? Sazlığını koruyan milliyetçilik. Benim bir sazlığım var. Sazlığımın içinde kurbağalarım var. Kendine göre çürümüş elmam var. Eskimiş kozalağım var. Ama ben oradan besleniyorum.
Onun için ort kalmak zorunda. Ve onun içindekileri de kimseye savunmak zorunda değilim. Niye çürük elma seviyorum ki ben bir turna olarak? Bu benim bileceğimiş. Turna milliyetçiliği ama milliyetçiliğin bire bir nasionalizmden Türkçe’ye çevresine de itiraz ediyorsunuz. Hem de nasıl? Onu bir programda konuşalım ve nedenlerini de daha açıkça söyleyebileyim. Peki. Ben çok teşekkür ediyorum.
Bugün yine bir bir gül koyuyoruz. Yine sizin hayat öykünüzle birlikte. Bugünkü nasihatı da Türk olmaktan başka çareniz yoktu Alev Alattin. Evet kendinize gelin diyorum. Kendinize gelin diye bu arada ilave edeyim. Gelelim yani hep beraber. Kendinize gelelim inşallah. Bir de şey tabii. Aman onda koyayım. Şimdi Kürt açılımı Mürt açılımı diye millet ayağa kalkmasın. Hani Türk’ü ben bir etnik cümle kelime olarak söylemiyorum.
Onu da altını koyayım. Türk dediğim zaman ona bir şey takmıyorum. Bir etnitiste beraberinde. Etnitiste yok. Bu Türk olmayı daha geniş başka bir motiva. Amerikalı olmak gibi. Peki. Efendim bunu da programda konuşacağız. Yine bir bir gül koyacağız. Yine devam edecek. Önümüzdeki hafta görüşmek üzere diyorum.
Hoşçakalın efendim.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir