"Enter"a basıp içeriğe geçin

İhmal Edilebilir Nasihatler | 25. Bölüm

İhmal Edilebilir Nasihatler | 25. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=V1fnrAyVxyY.

Merhabalar efendim. Alev Alattı ile birlikte İhmal Edilebilir Naseatler programında koyduğumuz virgülden devam ediyoruz. Aynı konumlarımızı, pozisyonlarımızı, kıpırdamadan, kıyafetlerimizi dahil koruyarak devam ediyoruz. Bir virgül koyduk yazarlık serivenize. Yaseminler Tüter mi hala iyi konuştuk. Şimdi diğer kitaplara geçeceğiz ama Yaseminler Tüter mi de bir Kıbrıs atasözü, Rum atasözü var daha doğrusu. Taşta yumurtanın üstüne girse yumurtada taşın olan yumurtaya olur. Bu böyle çok da anlamlı her yerde de kullanabileceğimiz bir söz. Bana sorarsanız insanoğlunun hüznüdür ve her zaman olan yumurtaya olur. Saf insanlar hep kırılan onlar olur. Hangi şey olursa olsun. Hangi din, hangi dönem, hangi etnik bilmem bir şey olur. Ben bunun çok hüzünü bulurum. Evet. Taş yumurtaya düşse, yumurta taşa düşse fark etmiyor. Olan gene yumurtaya oluyor. Elenin, Aciyen hikayesi de zaten biraz… Aynen o. Biraz da böyle bir hikaye. O saflığın temizliğin kırılganlığı üzerine bir öykü. İşkenceci herhalde görüyorsunuz. Hocam bu böyle çok özel bir kitap oldu. İlk roman ödülü aldı. 86-87’de. Evet. Tuhaf da bir hikayesi var bunun. Hangi yılbaşı 87’iydi galiba? Yılbaşı evde toplandık. Aile, farklı. Televizyona çıkamak ısık. Durup dururken işkenceci diye şey çıkmaya başladık. Kitap. Kitap kopak görüyoruz. Acaba mı bir daha falan… Eyvah toplatıldı. Tabii tabii. Tam 12 Eylül sonra senin sonrası. Eyvah eyvah toplatıldı kitap. Dur bakayım kime ne olmuş bilan dediler. Neden sonra biz açtık meğer şey almış. Ödül almış. Ödül almış. Hayır bir ferahlamaydı aşağı. Eğer toplatılmamış şey almış. Bu çok enteresandır bunun serbiyemi. Ne anlamda enteresan?
Çünkü bunun ana fikri bu ülkede işkence yapanla işkence gören arasındaki fark bir kontriplak kadar ince olabilir. Bu. Yer değiştirebilir. Yer değiştirebilirler her zaman. Yani kontriplak bu tarafta oturan polis bu tarafta olabilir bu bu tarafta olabilir.
Bu gene bir gözlemin sonucu. Çünkü çok uzun zaman sol ve sağın saygın militanların aynı durumda olduğunu gördüm. Saygın militanlar. Yani yurtsever, fedakar, bir idare olan ülke içine hakikaten bir şey yapmak istiyor. Ülkülerden tanıdım. Solcular da tanıdım. Kadınlar da erkekler.
Ne kadar benzediklerini benden başka gören yok mu Allah aşkınıza diye karalar bağladığım yıllar. O yüzden bunun adı şeydir. Orada kimse var mı? Orada kimse var mı? Yani bir tek ben mi görüyorum bu? Bu bu bu bu. Yani başlangıç şeyi. Yollar şöyle söyleyeyim. Biri maksiz biri başka. Ortaya koyuş farklı. Ama. Ama.
Gayret. Yurtseverlik ciddiyette zaten. O kadar çok benziyordu ki. Ama ben öyle görüyordum. Fakat bunu bugün dahi çok yadırgayacaklardır. Şimdi ben bunu söylediğim zaman o kadar çok insan yadırgayacaktır ki bunu. O zaman daha da. O zaman inanılmazdı. Yadırganıyordu. Bir işkencecinin hikayesinde bunu yapmanız, işkence yapan ve işkence gören arasındaki o değişimi anlatmanız.
Yani bu bir seçimdi tabi herhalde en çarpıcı ve o dönemki gündemimizde işkencelerdi zaten. Tabii ki. Tabii ki. Yani 12 Eylül sonrası. Ama şunu ben gördüm. Bakın. Bunun bir tarafında bu vardır. Şimdi bir ülkede yaşıyorsunuz. Şimdi böyle bir türkü olur mu Allah aşkına? Bak. Urfa türküsü. Elimdeydi eline. Nail oldum diline. Dünyayı ben değişmem.
Sıfının saçının bir teline teki. Yürüp azıcık tencere. El vurmayın incire. Zalim baban duyarsa bizi vurur zincire. Şimdi zalim baba zincire vuruyor. İşkence nerede başlıyor? Nerede bitiyor? Ben bunun peşindeydim. Ben bunun peşindeydim. Töre cinaydı. İşkence değil mi? Zorla evlendirilme tabi yine en basitinden. Bu nasıl bir şey? Şimdi bakıyorsunuz. Ve üstelik bu Emre İtahit iyilik emredildiği zamandır. Hadise seyretmişim. Gülfran’dan alınma bir hadistir bu malum. Şimdi hangi noktada iyilik emredildiği halde bunu yaparsınız ve töre ne zaman iyiliğin üstüne çıkar ve töre ne zaman… Ne zaman zarar verir?
Ne zaman zarar verir ve makul hale gelir. Ve öyle bir makul hale gelir ki bugün düşünün. Amerika’yı düşünün. Guantanama’yı düşünün. El Grave’i düşünün. CIA’nin taktikçiliğini düşünün. Gizli hapishanelerini. Hapishaneleri düşünün ve bunun yasal olduğunu düşünün. İşkencenin yasal olduğunu düşünün.
Şimdi bu çok tuhaf. Çok tuhaf derken benim çok canım yakan bir şeydi. Ve izini sürmeye çalıştık doğrusu. Yani hangi noktada ne? Tabii burada ama daha insandan gidiyorsunuz. Hep insandan gidelim. Yani insandan gidiyorsunuz. Ben ama hep öyle giderim bakın. Yani diğer kitaplarımı da hatırlayın. Yani ben şamalardan gitmem. Ideolojiden de gitmem. Ben hakikaten insandan giderim. Çünkü insan şöyle söyleyeyim. Ideoloji insanı teslim almıyor. İnsan ideolojiyi teslim alıyor. Şöyle bir düşün. Bir adım daha ileri götüreyim. İnsan tabula rasa değil yani boş beyaz kağıt. Yazboz yapılacak üzerine. Ve böyle düşündüğümüz zaman gene bir adım ileriye. Kimdir orada hiç pek en ümüldür lafı. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz diye. Evet evet evet. Şimdi böyle bir şey mi? Veya gene Türkiye’de kendimize benzetiriz. Evet benzetiriz. İnsanoğlu ideolojiler de kendine benzetir. Dinleri de öyle. Sinkretik dinler nereden çıkar? Niye bir din çıktığı şeklinde kalmaz? Hiçbir din. Ve her kültürde de kendine göre bir sürü farklı renk alır. Hayır değil. Her kültürde farklı renkler alır. Farklı yorumlar getirilir. Farklı şeylere benzetilir falan falan. Dolayısıyla insandır marzını. Ve öyle baktığım zaman işkenceci ve işkence yapılan arasında çok uzun boylu anlayış farkında olmadığını gördüğümü zannediyorum. Şimdi anlayınca en azından bu ona bir örnek. Anlayış farkı olmadığı zaman da olayı umutsuz oluyor. Değiştirme ve düzelme umudunuz mu kalmıyor? Biraz da bu umutsuzluk ve hüzün de sizi diğer kitaplarınızdaki kahramanlarınızı oluşturmaya itmedi mi? Yani bir hüzün işte. Hüzün oldu muhakkak. Yani orada kimse var mı da mesela Günay Rudoplu’daki o bir hüzün, bir umutsuzluk.
Ben çağının yazarıyım yani sadece Türkiye değil ama şeyden nasibine almış bir yazarım. Dünyada olup bitenler. Yani Sovyetlerin başına gelenlerim beni etkilememesi mümkün değildi. Ve gerçekten sonra gogollerde de gördünüz. O hüzünü ben hissettim şeyden. Nasıl oluyor da efendim 50 sene içerisinde. Bir imparatorluk.
Bu kadar kan, bu kadar ölüm, bu kadar acı. Ve ardında bir açlık ve sefil bir halk bırakarak gidiyor. Nasıl oluyor da sonra bu hale getiriyorsunuz. Ve 14 kişi alıyor gidiyor. Gazp ediyor koca bir ülkeyi. Ve bu gazp edilenler bugün Kareliş Hanım’ın gölgesine yaşayamadığı devam ediyor Londra’da. Burunlarından kıl aldırmadan. Veya koca koca gemilere bir impodruma geliyorlar da alkış kıyamet oturuyorlar falan. Bu nasıl bir dünya yani?
Bu nasıl bir dünya? Onun için bu dönemde Türkiye için dünyanın o genel gidişatı için. Evet hüzün. Yani hüzün yani o hüzünü görüyorsunuz evet doğru. Ben tabi bu dönemin iyi okuyucularındandım. Şimdi çok iyi bir okuyucu olarak görmüyorum ama tabi o dönemin sol yazarların içinde de bu hüzün vardı elbette. Çünkü işte işkenceler, yaşananlar, bir ideolojinin kırılması, Türkiye’nin işte o rejim değişikliği filan bir sürü şey. Çalkantı, ekonomi, ambargon, devam filan bir sürü şey. Üst üste bir Türkiye’de yaşıyorsunuz. Yani her şey kaos ve kaotik. Ve hepimiz genciz hani o sürecin içinde. Fakat sol yazarlardaki o hüzün daha ne diyelim daha bir umut vermenin de ötesinde. Ya biz çok berbattız duygusu uyandırıyordu insanda. Fakat sizin kitaplarınızda bir okuyucu olarak tabi benim oradaki gördüğüm şey. Ya biz o kadar da berbat değiliz yani evet kötü şeyler var yani kötü şeyler de gidiyor. O kadar da berbat değiliz. Bir yerden bir umut fışkırabilir duygusu hakimde bu hüzne rağmen.
E tabii çünkü şey şöyle söyleyeyim dokunulmazsınız diyelim ya kırmızı şizginiz ideolojiniz değilse o zaman başka türlü bakıyorsunuz hayata. Sol yazarlarla sizi ayıran bu muydu? Zannederim evet. Evet. Çünkü şöyle dil iş yerindeyse benim zaten sıkkım sıyrılmıştı şeyde. Sovyetlerde, Steniden dolayı çünkü eğer siz insanoğluna sarf malzemesi, muamelesi çeker devrim yakıtı der efendim kulaklarda milyonları o hale getirirseniz. Öyle bir ideoloji olmaz. Çünkü bunun karşısında ne vereceksiniz ki yani ölümsüz mü yapacaksınız?
Ne verebileceksiniz bunun karşısında yani ne olacak? Bir lokma ekmek vereceksiniz alt tarafı. Yiyeceği içeceği değer mi? Değer mi? Şimdi değer mi diye baktığınız zaman oradaki egemen birkaç kişinin egosundan ibaret onu görüyorsunuz. Mesela mesela Trochki hiç affetmem niye şimdi bu laf mı diyeceksiniz ama hakikaten affetmem.
Çünkü Ukrayna’nın tohumluk budayını da yalmıştır. Milyonlarca insanı açlığa şey yapar. Terk ederek. Tohumluk budayı alınır mı Allah aşkına bunu yapmıştır. Ondan sonra işte efendim Almanya’dan silah almıştır falan. Yani ben ki şey. Bir Trochki ideolojik olarak daha esnek olan bir gün yalmış.
Şimdi bunu mümkün kılabilen bir ruh hali beni çok ilgilendirir. Yani benim yazar olarak şeyim burada sapmam değil, zaafım değil, nasıl dersin sutkum değil. Ama bunu böyle şey kabullenemiyorum.
Sol çevreler yani Türkiye tabi edebiyatta bir sol aydın kuşağının tırnak içinde kullanarak söylüyorum egemenliği altında veya ne diyelim etkisi altında diyelim. O çevreler mesela işkenceciye nasıl bir tepki verdiler? Vallahi çok iyi bir tepki verdiklerini söyleyemem.
Çünkü gene ideolojik bakarsanız şayet işkence yapanla işkence yapılanın arasında kontrplak farkı olduğunu kabul etmek şey değil. Bu başka bir şey istiyor, bir başka bakış istiyor ve bunu böyle kabullenmek çok zor. Şimdi Emil abiyle konuşuyoruz. İnanılmaz haksızlıklar yapıyorlar şöyle adalet fakatizmasında.
Yani ama haksızlıklar size boyutlarını anlatamam. Hem hakimler vesaire düzeyinde yapılıyor. Bir vekillerinin işarete kalmasına razı olan avukatlar gördüm. Toplumu anlatmaya yani bir tür örgüt davası, ideolojik. Davayı diri tutmak için. Tabii, ideolojik çünkü şeyleri var. Yani ismen dahi söyleyebilirim kimler olduklarında. Benim buna tepkim hani deyin belki anglo seksiyon eğitiminden şundan bundan.
Bana sorarsanız bundan daha büyük ihanet olamazdı. Çünkü bana sorarsanız bir avukatın varoluş nedeni o kanun, o meri kanunların muhacelesinde şeyini kurtarmaktır. Müvekkilini kurtarmaktır. Müvekkilini kurtarmaktır. Ama zaten işte PKK ve sonrasındaki o örgütün bütün o temelleri de oralarda daha gelişti hapishanelerde. Yani içeride ne kadar çok kalırlarsa o kadar daha çok örgüte eleman toplandı.
Söylüyorlar yani o konuları gerçekten çok iyi bilmiyorum. Ama bildiğim başka bir şey var. Bu dönemde gerçekten şey yapan çok ağır işkence göre dostlarım var. Bıkıkları çıkmadı onların. Yani ortaya atıp kendilerini anlatmadılar, yapılanları anlatmadılar. Hayır, hayır. Aynı şey örgücüler için de. Geçerliydi.
Tabii ki her iki taraftan da hakikaten sevdiği insanlar olan benceleyim bir yapı için çok ağır bir dönem oldu. Yani bir yazar olarak beni çok ürküten ve çok canımı sıkan şey insanla kader arasında değil artık insanla kelime arasında. Kelimeler arasında evet. Kelimeleri görüyorsunuz. Kelimeler arasındaki insan kaderini görmeye başladı.
Bu arada akışımızı bozmazsa Cemil Meriç ile de bir şeyiniz var. Bulundunuz yani yanında tanıştığınız var. Yani bu yazı serüveninden önceki dönem miydi? Önceki dönem. Yani kısmen HMVT Mayanın hazırlandığı dönemler diyelim. Temelen Yasemin’leri yazdığım dönemler. Çünkü kitaplarınıza da Cemil Meriç atıfı çoktur. Tabii, tabii, tabii. Ben 74’te tanıdım Cemil Bey. Ve bir ülkücü arkadaşım mastasıyla tanıdım. Bu ülkeyi getirdi önüme koydu bak şuna dedi heyecanlandırdı beni ve peşine düştüm. Bulacağım illaki diye. Çünkü bir de Kemal Tahir ile böyle olmuştum. Kemal Tahir’i tam buldum vefat etti. Tanış yani sohbeti imkanlı olmadı. Olmadı, olmadı vefat etti. Yani ama ucu ucuna yani diyeyim. Ama Cemil Beyler öyle olmadı. Ara tara ara tara buldum. Ve ziyaret etmek istedim ve gördüm. Ondan sonra da zaten şey başladı dostluk. Başladı. Başladı tabii, tabii. Şimdi geriye gidelim mi? Konuşuruz gene Cemil Meriç. O kaderle insan arasında. Yani şimdi bir gencecik adamın kaderi. Sol, sağ, mey, sağ kaderi. Bir kelime ve bu kelime onu… Ölüme götürüyor. Ölüme götürüyor.
Veya asakat kalmaya götürüyor. İşkenceye götürüyor. Onurunu… Yani ben neresinden tutayım? Bir kelime. Şimdi siz bana kelime değil diyeceksiniz tabii. Eğer militansınız. Tabii. Örgüt diyeceğim, arkadaşlarım diyeceğim. Bir halkın kaderi diyeceğim. Neyi götüreceksin diyeceksiniz diyeceksiniz siz bana. Tabii. Bir sürü söyleyeceğim şey var elbette. Bana o değil. Çünkü ben insanı orta boyutta küçücük gezegene konmuş virüc kocam diye bakıyorum.
Bir ömrü olan bir defa yaşayacak. Geldiği yerden korkuyor, gideceği yerden korkuyor. Yarın nasıl kıyarsın kelime. Evet. İnsana böyle baktığınız zaman tabii çok ağrına gidiyor insanın. Öyle diyeyim işte şöyleyim işte böyleyim işte. Yani ne gibi? Ulusal değil, milli hayır, milli değil, ulusal gibi kelime kalkası. Evet galiba bizim tarihimize hiç bitmiyor. Özellikle de Türkiye Debiyatı’nın kalıplarının içinde. Canım Telet Alman Kültür Bankanı Ankara’daki konser salonunu Itri’ye açtı. Itri konseri. Bu sefer sunakkan kıyameti koparttı. Nasıl oluyor da klasik Batı müziği için yapılmış bir salon daha Itri çalınacak. Bir de Telet Alman da sonunda Amerikası vesairesi hani Batılı Türkiye’de batırmak için de kullanıyor. Batılı deneyecekse Batılı Türk yani.
Bunu anlatmaya çalışacağım şimdi. Kelimeyle şey arasında dediğim budur. Yani şimdi müzik hepsini bırakıyorsunuz bir yani. Taktığınız şeye bakın yani bana sorarsanız aklımızı peynir ekmekle yemiş olmamız lazım. Tabii şimdi milliyetçiler var, ulusalcılar var biliyorsunuz. Milliyetçi kemanistler var, ulusalcı kemanistler var. Sonunda Afazik olduk Afazik. Yani ne sizin söylediğinizi ben anlıyorum ne benim söylediğimi siz anlıyorsunuz. Milliyetçi o da belli değil.
Kelimeler anlamlarını muhtevalarını kaybettik. Gayetim kaybediyoruz ve esir oluyoruz. Şimdi bu İskenceceden sonra bir Aydın despotizmi aslında bir deneme tabi bir roman. Hayır Aydın despotizmi. 86’ı hemen hemen aynı dönem ama galiba yayınlandı. Aynı dönemde çünkü aynı dönemden de Yelif ve Tekin ki selam olsun Türkiye’nin en özgün altı cüterek söyleyelim.
Edebiyatçılarından biridir belki de tekidir. Şimdi arka arkaya kitapları çıktı işte sevgili Arsuz sorun. Bercik, Hüsnü, Kostas, hayranlık okuyorsunuz ağzınız açık. Ne bir misafir okuduk o dönem. Tabii canım. Kelimesi şeyse ortaya koyma anlamaya öne akı falan. Vay efendim durup dururken pat yalçın küçük. Letife bir de sol. Onu diyecektim şimdi yani sol olmasa daha da üzerine herhalde gelirdi. Bir de gerçekten sol mülti tam bir kadın. Bir kız. Allah Allah. Yalçın küçük bir şey bir bastırdılar ve o bir ekip olarak da. Neredeyse şey sola ihanet efendim Eylülist. Eylülist derken. Tabi ne kastediyor. Bugün özellikle bizi izleyenler için bir dönem bildiğimiz kavramlar bunlar ama bir deriş. Eşek incelemenin Eylülcüğü yani Eylülist falan. Peki niye diyorsunuz? Yani beni de tanırsınız böyle hiç niye demeden hiçbir şey kabullenmem.
Yani niye almayalım. Niye niye. Vay. Şey kitaplardan hangisinde de belki gizli de işte cinlerden perilerden falan filan tabi tabi köy atmosferinde anlattı. Tabi çöp masallarındaydı yani burada bir de Kayseri anlattı atmosfer bir köy zaten.
Yani tabi ve sonra İstanbul’a gelmiş şey burada bir göç hikayesi falan göç hikayesi daha önceden de ben gördüm. Yani şöyle gördüm efendim. Mahmut Bakal’dan itibaren bir sol roman kalıbı vardır. Siz onu Mahmut Bakal’da mı başlatıyorsunuz? Evet. Mahmut Bakal’dan.
Yani bu kalıp Sovyet romanına benzer yani yazdığını sen roman devrimi itirmek için yapılır. Sovyetler yaptırır. Şimdi bunun deva fakir Baykurt belki biraz Yaşar Kemal filan o içerisinde görebilirsin. Yani işte yani çok kaptıran var çok kaptırmayan var falan. Şimdi bu hesapça bu hesapça mesela. Sosyalist devrimi gerçekleştirmek tabi burada devrim derken altın sosyalist devrimi gerçekleştirmek.
Hem gerçekleştirmek hem övmek tabi yani onun nihayi hedefi falan olarak. Bunun içinde de bir ateist bir dil var ama bunun içinde hani dini tümden reddeden dini maneviyatı tümden reddeden. Valla tümden reddetmekten ziyade anlatılmaz konuşulmaz. O kitap romanlara bir daha bakın. Yani kimse bu kadar cesur olmadı Aziz Nesni hariç. Kemal Tahir ayrı bir kategori tabi hani bu kategorin içine giremez. Onun dışında tabi. Ve Kemal Tahir solcu değildi ki Kemal Tahir. Aya ayarda bir adamdı. Ve Kemal Tahir olayı gören adamdır. Solcu değildi diyemem. Ya o ne kadar solcuysa ben de o kadar solcuyum diyeyim hadi öyle söyleyelim. Şey o değil yani. Ya Ayşe Hanım şeyi düşünün yani. 9.23’ten itibaren bir açtık daha öncesinden. Ya bu ülkenin Türk sever insanları. Çayrağı aradılar ve değişik yollarla bunun bulunabileceğini zannettiler.
Bu ülkeyi düzleye çıkartmak sonuçta amaç yok. Ya tabi ki başkala derdi vardı yani. Tabi ki öyle oldu. Bunlar düzgün insanlardı ama bu kelime kavgası. Ve yanlış yerden tutma. Ve hep bence yanlış yerden tutuldu. Ve olmayan bir şeyler yüceltildi. Sürekli yoktu öyle insanlar. Atilla Gökhan’ın şiiri vardır. Ne kadınlar sevdiğimi çoktular. Hakikaten yoktular. Şimdi yani bir süre sonra. Hayal tacirliği yapıyorsunuz. Yok öyle bir şey. Ve Latife Tekniği çok yüklendiği için şey. Yalçın Küçük. Yalçın Küçük ve Avene’se. Ben de üşenmedim. Oturdum sen bana baksana diye şey yazsın. Aynen o tizmini yazsın. Aynen sen bana baksana iyi gelsin. Tabi ki patladı çünkü. Anladığım kadarıyla o güne kadar da kimse.
Bir yazar için kalkıp böyle bir iş yapmamış. Böyle bir vidafanane savunma. Şimdi bir yazar için böyle bir iş yapmamanın ötesinde. Biliyorsunuz bu yazar grubu. Kendilerinden olmayan hiç kimseyi. Yazar kategorisini almıyorlar. Uluslararası temsillerden tutun da. O eseri desteklemek, basmak, söz etmek filan filan. Bir sürü şey kategoride sayıya bir lobi. O hakimiyeti sürdürüyordu. Ve kimse de onlara hiçbir şey diyemiyordu.
Yani yurtdışı onlar yabancı dile çevrilir. Onların eserleri. Ben yıllar sonra 2000’li yıllarda sanırım bir Suriye’ye gitmiştim. Suriye’de çevrilen Türk yazarları kim diye baktım. İşte Aziz Nesin, Yaşar Kemal ondan sonra böyle bir iki yazar. Hani o kadar başka hiçbir Türk yazarı çevrilmemiş Arapça diline. Bu diğer ülkeler içinde çok farklı değildi. Tabi tabi. Hani doğu dahil olmak üzere.
Bir ilk defa bir dakika durun Aydın despotizmi diye tanımında koyarak bir karşı çıkış yaptınız. Nasıl bir tepki aldınız? Şöyle söyleyeyim Yalçın Küçük, kulaklar içindesin. Yani bana bulaşmamaya karar verdik diyelim. TRT’de de meşhur bir tartışmanız var. Yalçın Küçük’le YouTube’da. Hani bulmak isteyen hala da var. Var hala duruyor. Söylerim ben yerine bir şey koyamadığım şeyi eleştirmem.
Bir, iki bir şey eleştiriyorsam nedenini anlatırım. Ve anlattığımı da dipnota bağlarım hep. Böyle bir şey. Dolayısıyla çoğu zaman eğer bir şeye karşı çıkıyorsam muarizmini kendi terimlerinde yenebilirim. Bugün de aslında bu devam ediyor mu? Yani edebiyatı klişeleştirmek, işte kavramları klişeleştirmek. Valla edebiyat kalmadı bugün. Onun için artık bugünlerde onu söylemek mümkün değil. Çünkü dijital filan derken kimse şeyin peşinde dolaşmıyor artık. Edebilenler. Yinebilenler. Şimdi böyle bir durum var. Bakın ben yazmaya başladığımda yayıncılık bir aşk işiydi. Ve çoğu zaman kendileri yazmak isteyen, şu veya bu seferde yazmayan, yazamayan insanlar yayıncı olurdu. Eleştirmenlerin olması gerekiyor. Yani bu böyle bir şey. Ve saygın bir iş. Ama hani iç içe giden bir şeydi bu. Terki sermayeye girinceye kadar, sermayeye girdiği zaman ki girdi, ki olacağı da buydu. Hani sermayenin girişiyle birlikte bu yayıncılar teker teker mecburen ekardı. Oldular bir iki kişi. Bir iki yayın eve ancak ayakta kalabildi. Şimdi dijital devrimden daha da hızlandı.
Dolayısıyla kimse kimsenin peşinde koşmak zorunda değil eskisi gibi. Ama eskiden öyle değildi. Yani o çevrelerin sizi onaylaması gerekiyordu. Tabii canım. Çünkü birlikte kalkıp birlikte konan gruplardı. Mesela? Atıyorum hakikaten atıyorum. Yani seyircide asla etsin ama isim şey yapmaya çalışıyorum. Mesela İlhan Berk diyen Necayet-i Cumalı.
Böyle gruplar vardı. Hani böyle gruplar beraber yemek yer, akşam üstleri beraber. Vakti kerahate gider, şu olur bu olur bir ekipti. Ve bunların yanında hep çömezler olurdu. Bu işe hevesliler. Onlar o takılır dinlerlerdi büyüklerine konuşuyor ne ediyor falan. Ve cici çocuklar, uysal olanlar falan vardı. Onlara yer açılırdı. Bu bir anlayış, bir ekip. Böyle bir organik bağları tabii ki yoktu. Bu değil mesela. Ama bir anlayış, başka türlüsün olamayacağı şeklindeki anlayış. Ve tabii yeni Türkçe. Yeni Türkçe derken yani eski Türkçeye ait hiçbir kelime bu eserlerde kullanılmıyor. Kullanılmaması mesele. Bir önceki programda olduğu gibi. Söylediğim şey. Dengin Asu’da gibi. Meselesi gibi. Şimdi görün görün eğer derinlikli bir şey yazacaksanız. DDK ile sınırlı kalamazsın. Türk Dil Kurumu ile. Hayır. Kalamazsınız. Eğer kalıyorsanız düşünceyi ve söylemek istediğinizi kıslıyorsunuz demektir. Ve buradan da şey bir şey çıkmaz. Bir derin anlatım. Ve tabii bir de benim durumumu düşünün. Bir de California ile üniversitesinde dil bilim araştırmaları yapmışım. Türkçe’nin nasıl küçüldüğünü görmüşüm. Yüreğim ağzıma gelmiş dil elden gidiyor diye. Bir de dönüyorsunuz bunu görüyorsunuz ve tinen yaşıyorsunuz. Şimdi yani bir yandan eğitimli olmanın yani daha bu konuda özellikle uzmanlaşmış olmanın getirdiği şeyiniz var. Yürek acınız var. Tabii bir noktaya geldi solcular sadece salcular solcu demeye başladı. Böyle bir şey yaşadım. Hala da senelik hispen yaşıyorum. Hoş bakmayın son zamanlarda belki biraz kurtardım herhalde. Ama böyle bir dönem yaşadım. Çünkü şeyi söyleyemiyordunuz. İnsan Hakları Derneği kurulunca o zamanki olmayan küçük paramla yardım etmeyi filan kalktım. Neden? Çünkü hakikaten adalet tesis etmiyor. Hakikaten çok ağır sıkıntı var.
Ve bunun yapılması lazım diye düşündüm. Peki ne oldu biliyor musunuz? Emir Galip sandalci bile rahmetli solcu haklarının dışında hak görmediğimi söyledi. Bunu açıkça ifade etti mi? Ettim vallahi. Vallahi bilmem. Yani solcu haklarının dışında hak yoktu. Vallahi söyledim. Benim müktese bahtımda birinin kabul edebileceği bir şey değil bu derin. Anlatıp duruyorum başından itibaren. Yani yuvurta da taştırdı yuvurtaya oldu diyen biri. Nasıl kabul edersin böyle bir şey?
Ben yumurtayı korumak istiyorum diyorsunuz. Ben yumurtanın peşindeyim. Hani bir çocuk bir genç adam doğmuş. Kırşehir, Gözgat. Batan millet, Sakarya şehit, Doğluk aile. Efendim. Kur’an kursuna gitmiş, buna gitmiş. Bu olmuş, bu olmuş, bu olmuş. Ülkücü olmuş. Sen kimsin ya? Derler. Bunu insan yerine koymadığım sürece. Sen kimsin derler. Ha anlamıyor muyum? Tabi anlıyorum. Çünkü sen nihayet sanayileşme peşindesin. Şudur, budur, budur, budur. İlerici kategorisinin içinde kendine başka bir… Tabi canım. O sıkıntıyı görüyorsun. Tamam. Hiçbir itirazım yok. Olamaz. Yani deli olmak lazım itiraz etmek için. Görüyorsun. Ama nihayet bu bir yol görten meselesidir. Bu halkayı kıran var mıydı o dönemde? Mesela bu halka atil eylem belki hani sizden önceki dönemde. Kemal Tahir belki bu halkanın dışında kalan. Aziz Nesin ilk defa dini kullandı dediniz. Kullandı demedim. Yani ateist olduğunu söylemekten çekinmedi. Çekinmedi. Tek odur. Din vahsi hiç yoktu. Çekinmedi yani sonuçta şeyde bile biliyorsunuz vefat ettiğinde bile şey istemedi. Cenazeden ama istemedi. Dürüstçe. Ya tabi canım ama tek gözleyen oydu. Onu söylemeye soruşuyorum.
Yani açıkça benim bildiğim edebiyat kökenli değilim. Ayşe Hanım hep bunu söylemeye çalışıyorum. Mesela edebiyat kökenli değilim. Asım Mezirci vardı. Fırtınacı vardı. Şu bu filan filan. Onların kendi şeyleri vardı zaten. Bir ekol vardı. Benceleyin birin girmesine pek imkanı olmayan bir ekol. Nitekim ben bunu duydum da yani anglosakson eğitimli filan diye de bunu duydum ben. E doğru da yani anglosakson hakikaten yani anglosakson eğitim ama doğru ama ilahiyat el eser. El eser tabi ki. Anlatabiliyorum. Nereden tutulacağı pek belli olmayan bir yapıydı sanıyorum. Ya bu bu Yaseminler Tütermilinin şeyi yumurtaydı. Yani taş yumurtaya yumurta taşa düşse kırılan yumurtayı yumurtayı korumaktı. Aslında yani o masumiyet isafiyet.
Burada işkenceci de burada da öyle aslında bakarsanız yani işkende edenide edilenide ikisini de mağdur olarak şu anlamda söyleyeyim. Öyle zaman gelir ki Fireman Akpila kadar acımalısınız. Anlatabiliyorum. Evet bu iki taraftan baktığınızda farklı baktığınızda bunu bunu görürsünüz. Bazı sizin kitaplarınız okuyan bir kuşak olarak galiba bu bakışı birçoğumuza verdiğinizi düşünüyorum.
Öyle mi dersiniz? Ben kendi neslim ve tanıdığım çok güzel adına size minnettar olduğumu söylemek isterim. Bunu duymak çok iyi çünkü çok zor bir işti. Yani şunu orada kimse var mı dediğim zaman bu akşam ne kadar andık Mustafa ile oturduk demikanla kaç basacağız bunu filan diye. Para yok yani onda da yok.
İşte işte basalım şu kadar basalım işte bir tane basalım filan. Kim okuyacak filan. Aman dedi Mustafa 3 bin basalım dedi ne dedi. Aman ya dedi yapımda okumazsa deniz okur dedi oğlum daha küçük oğlum. Yani biz ona razıydık ama öyle olmadı tabi.
Yani bu kitaplar da benim parçalanmışlıklarına bakarak artık ne kadar üzerinde çocukların bile notları var yani. Bakın şunu bir okuyun bu kitabın şeysi de budur. Bir bakın. Şark mazoşizminden kurtulmak istiyorum. Bu bir bozkırk kökenli Müslüman bir köylü gibi gebermek istemiyorum. Bu iki kalite aroma gusto istiyorum. Bu da üç yaşamak istiyorum senin anlayacağın.
Hayatın tadını çıkarmak keyif çatmak istiyorum. Sen basmasın Süreyya Berfe’den bir alıntı. Çok çok önemserim şu şeyi. Şu şark mazoşizminden kurtulmak bozkırk kökenli Müslüman bir köylü gibi gebermeyi istememek. Kalite aroma gusto istemek. Yaşamak istemek yani bütün bunları yaşamak. Bakın İstanbul’da ne görüyorsunuz.
Aslında bunu görüyorsunuz. Bu çocuk bunu yazdığı zaman. Süreyya Berfe için söylüyorum. Süreyya Berfe için söylüyorum. 1985. Sen haddini bir sen basmasın. Sen en iyisi git. Sümerbank’ta bir vitrinde dur. Ve bir köylünün veya bir Anadolu’nun üstünde bir elbise ol. Bu müthiştir bu. Şark mazoşizminden kurtulmak istiyorum. Bu bir bozkırk kökenli Müslüman bir köylü gibi gebermek istemiyorum.
Kalite aroma gusto istiyorum. Ben hiç yaşamak istiyorum senden nişan. Hayatın tadını çıkarmak, keyif çatmak istiyorum. Çıkın şu aşağıya bakın ne göreceksiniz. Sokaklara çıktığınızda. Şimdi bunu göreceksiniz. Ümraniye bu halde şimdi artık. Tabii vallahi kurdaya yedirdim ben de. Ayrı bir şey var. Ayrı Türkiye’de Kürt hareketini ve Ülkücülerin, Kürtlerin ve Ülkücülerin. İkisinin de kendisini bulduğu nadir eserlerden aslında bu sorunun bir önceki bölümde de biraz içeriğini söylediğiniz zaman bu orada kimse var mı derken kime soruyorsunuz bunu? Ya vakit milletime, kendi insana mı Türkçe konuşana, kitapları okuyacak kadar şey olan. Nasıl birisini arıyordunuz? Bilmiyorum hiç onu bilmiyorum ama yani bir tek ben miyim böyle düşünen, deli miyim falan diye düşünüyordum. Niye ben bunu böyle görüyorum diye. Çünkü öldür Allah ötekini kabul etmiyordum öbür türlüsünde. Ve buna dinler dahil yalnız onu da söyleyeyim. Mesela kelimenin peşinden gidip, bundan durumdan vazife çıkarıp neyse o nekrofili. Bunlarca hep sizle konuştuk. Bu nekrofilidir. Kelimelerin peşinde kader. Eğer kelimeyle sizin aranızsan aranızsa bu ölü seviciliktir.
Bu ölü sevicilik beni en çok korkutan. Yaşayana değil, yaşamayana odaklı bir hayatı sürdürmek. Birinci kitap, Vive la muerte bunu da söyleyerek bir günümüzü koyalım programı istiyorum. Yaşasın Ölüm. Bir İspanya sözü. İspanya insanın başında faşistlerin şeysidir. Sloganı. Neden bu kitapla örtüştü?
Bu değil mi yapılan? O nekrofili. Tabii canım. Bu değil mi yani? Yaşasın Ölüm. Ölüme övgü. Bir de tabii ki o dönemin yine bu kitabın yayınlandığı 94’lı yıllar sanırım. 1992. Tabii ölüme övgü. 1992. Ölüme övgü. Tam da yani o dönem. Yine o ölüme oruçları. Ideolojilerin o keskinleştiği dönemler. Ve bizim hayatımda bir şey inanıyorsan onun uğruna öleceksin ve ölmelisin. Sözünün belleklerimizde kazındığı bir dönem. Şimdi Sovyetlere yani bu Rusça kitabını için şey gittim de Rusya’ya gidip geldim de şu söylediğiniz o kadar net orada gördüm ki. Çevirilmiyor bir sürü şey Türkçeye malesef. Hani çevirilse bu kadar benzerlikleri göreceğiz. Tabii yani benim bir avantajım veya dezavantajım dil bilmek ve okumak. İngilizce gibi de çok geçerli bir dili iyi bilmek. Çünkü o zaman elinizin altında. Çünkü adam çeviriyor. Oradan götürebiliyorsunuz. Evet. Oradan götür. Şimdi öyle olunca çabuk ayıyorsunuz bir sürü bir şey. Ne hikayeler.
Adam suçsuzdur ama mahkum edilmiştir ve fakat devrim mahkemesinin adını kötüye çıkarmamak için gider. Ve bir kahramandır. Neden? Şokala diye bir şeyleri vardır çikolata diye bir şey. Böyle bir şey. Hiç alakası yoktur adamın. Ama devrim mahkemesinin adı kötüye çıkmasın diye bunu yapmak. Fakat tabi şöyle bir şey dil emmada diyelim. Bir taraftan kelimelerin insanın hayatına hükmedmesine karşı çıkıyorsunuz. Ama bunda kelimelerle yapıyorsunuz. Tabii tabii tabii tabii. Müthiş bir genişlikte de yapıyorsunuz bunu. Yapıyorsunuz mecburen. Bir virgülü koyalım. Koyalım. Evet, efendim bugünlük bu kadar bir virgül koyuyoruz.
Haftaya bir başka ihmal edilebilir nasihatlerde Alev Alatlı’nın yazarlık hikayesiyle birlikte Türkiye’yi konuşmaya devam edeceğiz. Bir nasihatımız var. Aişe Hanım, bu da sizden başka. Kimse yapamazdı bu işi de yani. Estağfurullah hocam. Biraz bir nasihatı unutuyorum hocam. Ben her seferinde böyle hikayeyi kendimi kaptırıyorum. Okuyun ne olur, okuyun. Okuyun. Gene okuyun diyoruz efendim. Okuyun yani. Okuyun ve biz de izleyin diyelim. Tabii bu seferde. İsterlerse. İsterlerse tabii ki.
Efendim haftaya buluşmak üzere. Hoşçakalın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir