"Enter"a basıp içeriğe geçin

İhmal Edilebilir Nasihatler | “Yabancı” Kavramı | 24. Bölüm

İhmal Edilebilir Nasihatler | “Yabancı” Kavramı | 24. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=bV23fjvPgt8.

Merhabalar efendim. İhmal edilebilir nasihatlar deyince Alev Alatlı. Kaçmıyoruz. Gerçekten de kalkmıyoruz. Hiç yerimizden kalkmadan bir sohbete devam ediyoruz. Süleyman Sefi Öğün hocamla birlikte.
Sohbetin devamını da izleyicilerimizle paylaşalım istedik. Kitapla başlamıştık. Nasihat nameler çıktı. Bir sürpriz yaptı Alev Hanım bize bugün gelince. Nasihat nameler üzerine konuşurken Amerika’yı, siz tabii bunu daha çıkmadan okuyan şanslılardan birisi olarak Amerika’yı biraz konuşmaya başladık. Amerika’nın nasıl bir şey olduğunu, nasıl bir zihniyet haritasına sahip olduğunu. Oradan da devam edelim.
Çünkü aslında burada bu kitaptaki konuların birçoğu bugün günlük yaşamda da hayatımızda da yaşadığımız bir sürü sorununda kayna. Mesela Trump’ın düşmanlığı, mültecilere karşı kapattığı kapılar. Sonra bunun böyle bir şey gibi, çığ gibi diyelim bütün dünyaya yayılması, bugün bizdeki yabancı düşmanlığı, bütün bunlara bir pencere açarak bugün başlayalım derim. İzin verirseniz yabancı kimdir diye hocamdan başlayayım. Tabii. Buyurun hocam. Yabancı bir kere çok tarihsel bir özne. Daima, işte mesela modern dünya üncesi, geleneksel dünyada böyle rastlaşmalar var. Beli topluluklar kendi içinde birbirlerini tanıyorlar, yerleşik olabilir, olmayabilir. Sonra birden o topluluğa ait olmayan birilerini görüyorlar. Basitleme yapacak olursak tablo budur.
Daima bir yabancı vardır tarihte. Ama bütün mesele bu yabancıyla yerleşik olan veya yerli olan arasındaki ilişkiler hangi rejime oturuyor? Nasıl işliyor? Bence mesele budur. Yani rejim derken böyle işleyiş biçimini kastediyorum. Çünkü sorunlu bir şey bu. Tedirgin edici bir şey. Bunu kabul etmeliyiz.
Şu an buraya bir tanıdık olmayan biri girse hepimiz şöyle bir toparlanırız, bakarız kim bu falan diye sorarız. Oradan başlıyor. Bu var. Şimdi binlerce sene sürmüş geleneksel toprağa dayalı hayat tarzı içerisinde yabancı kim? Bunu biraz netleştirelim.
Benim aklıma bu antropolog Victor Turner’ın belli tiplemeleri geliyor. Mesela yabancı kimdir sorusunun hemen böyle ilk ağızda akla gelen tipik örneği tüccardır. Evet yani birinci tip tüccardır. Çünkü tüccar malları alır bir yerden bir yere getirir.
Şimdi malları aldığı yerde tanınıyor olabilir, olmayabilir. Malları götürdüğü yerde muhtemelen tanınmayacaktır, tüccar olarak bilinecektir. Malların dolaşımı çok önemli. Yani kıtlık olmaması için bir kere bunun esenlik içinde sürdürülmesi gerekiyor. Ama tüccar şahibeli bir tip tüccarları uzun zamanlar şehre sokma bir eğilim vardır. Yani bir yerlerde onları kapatırlar. Mesela bizim İstanbul’da Galata bölgesi böyledir. Surlarla çevrilir. Tecrid ederler. Evet tecrid ederler. Çünkü bu adamın kim olduğu, ne olduğu belli değildir. Hastalık da getirebilir, ahlaksızlık da getirebilir vs. Şahibeli bir tiptir. Bu şehre gelen tüccar şahibeli ama o kadar da dışlanmıyor toplum.
O kadar da dışlanmıyor ama çok da üstü kabul görmüyor. Zaten antik filozofların eserlerinde çok net bir tüccar aşağılması vardır. Başta Platon ve Eflaton olmak üzere. İkinci tip, Hacı tipi. Bunun üzerinde duruyor. Evet yani geleneksel dünyada yerini değiştiren insan. Fakat onlar tam tersine saygı görüyorlar. Çünkü çok çileli bir yolculuğu, bugün olduğu gibi böyle uçaklarla falan değil. Yani yol kat ederek falan. Ağır bir riski göze alarak saygınlık doğuruyorlar. Kikleri yerlerde. Üçüncü tip, gezgin tipi. O daha çok merak uyandırıyor. Yani bu adam hangi akvahizmet yerini yurdunu bırakmış. Buralara gelmiş falan. Onlar da böyle biraz sempatiyle karışıyor.
Bu laftı hangi akvahizmet? Evet anladım. Bu güzel laftı. Hangi akvahizmet? Bu tipler üzerinde duruyor. Bunlar geleneksel dünyada. İşte yabancıyı deyimleyen, ifade eden figürler. Geleneksel dünyada şöyle bir özelliği de var. Bilmem katılır mısınız? Yabancı bir marjinal bir tip. Bugünün ifadesiyle. Yani pek rastlanmayan bir tip. Önemi o da olmayan yani. Ötelenebilir. İhmal edilebilir. Evet. İhmal edilebilir, ertelenilebilir bir tip. Çok zorunlu karşılaşmalarda mesela misafirperverlik üzerine bu kültürel antropoloklar çalışıyorlar. Ve misafirperverliğin altında şöyle bir şey yatıyor. Mesela misafire aşırı bir ilgi, ihtimam vesaire. Niye bunu yapıyor topluluk?
Bir, kendini temsil ediyor. Bu fırsatı ele geçirmiş oluyor. İki, ona yabancı olduğunu ayrıca hissettiriyor. Yani sen burada üç gün beş gün ama ondan sonra artık gideceksin falan gibi. Tabii bu tenha ve seyrek dünyanın hikayesi. Modern dünyada tablo değişiyor. Çünkü modern dünya demek her şeyin temerküz ettirildiği.
Sermaye, insan toplulukları vesaire. Şimdi bir de bu temerküz insanları geleneksel bağlarından da kopardığı için herkes herkes için yabancı. Dolayısıyla yabancı ertelenebilir, ötelenebilir bir şey değil. Dolayısıyla bunun sorunları geleneksel kodlar üzerinden çözülemez hale geliyor. Bunu nasıl çözdüler? Bunu da çok basit olarak şöyle çözdüler. İnsanları üretime koştular. Üretim disiplini üzerinden. İşimize işe yarayan bir hale getirdi. Tabii, yani işte 24 saatin 18 saati 15 saati çalıştırıyor. Hani Charlie Chaplin’in o asri zamanlardaki hikayesi yani yanındakini tanımıyor. Ama işte bir bant akıyor. Herkes bir işin bir tarafından falan tutuyor.
Bu tabii üretim disiplini etrafında bir de kültürel olarak bir kayıtsızlık kültürünü şekillendiriyorlar. Yani sabahleyin servise bineceğim, kimseyi tanımıyorum, kimse kimseye bakmayacak. Kimse kimseyi rahatsız etmeyecek. Yabancılığını da söylemeyecek. Tabii yani yabancılığını da söylemeyecek. Çünkü herkes zaten yabancı konumunda.
Ayrıca birisiyle insanları kendi içinde kendine mahkum eden, en fazla çekirdek ailede toparlayabilen bir yol buluyorlar. İşte buna da medeniyet diyorlar. Yani Elias’ın medeniyleşme süreci dediği şey disiplin kurmaktır. Başkalarının yanında şunu yapma, onu etme, bakma, yüksek sesle konuşma vs. Yani o kayıtsızlık alanlarını yaygınlaştırmak. Bizde biliyorsunuz daha önce de konuşmuştuk programlarda diye hatırlıyorum. İşte ilk karşılaşmalarda işte nerelisin sorusu bizim genel, klasik sorumuzdur. Mesela aynı soruyu Avrupa’da sorduğunuzda bu çok ayıp bir şey. Müdahaledir bu. Müdahale işte İngiltere’de özellikle. Nerelisin yani işte hangi ülkeden filan. Hani bu bir müdahale olarak kabul edilip son derece ayıplanan bir soruya dönüşüyor.
Şöyle anlatılıyor biliyorsunuz yani deniliyor ki bak medeni insan bunu yapmaz. Bu çok yüce bir değermiş gibi. Aslında altında yatan şey o değil. Herkes birbiri için yabancı. Sen bana karışma, bulaşma. Ben de sana karışmayayım bulaşmayayım. Ortak kuralları takip edelim ve asla yakınlaşmayalım. Karışmayalım birbirimize. Karışmayalım yani bakmak bile suç. Yani göze gelirseniz özür diliyor adam. Seni gözlerimle rahatsız ettim gibi. Müthiş bir yabancılaşma. Şimdi tabi bu bireyselleşme kültürü ve yabancılaşma kültürü ile yabancı arasındaki bağları iyi görmemiz lazım. Yoksa mesela bireyselleşmenin hikayesini tek başına anlatırsak çok tatlı bir hikaye. İşte bireysel özgürlükler vesaire. Halbuki birey kültü kültürü de değil kültü yabancılaşmanın fonksiyonudur.
Bunları görmek lazım. Ama tabi bu nereye kadar götürülebildi? Dünya iş bölümüne baktığımız zaman hiç beklenmedik şeyler oldu. Çünkü bu işin arkasında ucuz iş gücü arayışı denilen bir şey var. Ve bunlar doluştular. Engelleyemediler yani bunu. Bir de tabi kaynak ülke için ucuz iş gücü haline geliyor ama kendi ülkesinde geldiği ülkede çok daha düşük koşullarda yaşadığı için. Onun için avan karşıda kaybedecek hiçbir şey yok. Tabi bu da işin ekonomik boyutunu düşündürtüyor. Yani ucuz iş gücünü elde etmek için o tip geçişlere, hareketlere, yabancıların ülkeye gelmesine biraz da göz yumuyorlar. Çünkü başka türlü dönmüyor. Çark başka türlü dönmüyor. Ama bunlar kontrol edilemiyor. Kontrol edilebilir olmaktan çıkınca da bu sefer karşımıza yabancı düşmanlığı denilen ifla olmaz bir rahatsızlık. Şimdi bunu tabi Amerika Trump’ın seçim kampanyasındaki birinci söylem en çok oy getiren söylemlerinden birisi buydu. Tabi o daha sonra Trump’ın kampanyasının arkasında Cambridge Analytica gibi hani Facebook vs.
internetler, internetler, internetler, internetler, internetler, internetler, internetler, internetler, internetler, internetler. Yani o da bunun üzerinden bir propaganda dili oluşturmuş. Avrupaya geliyorsunuz bu özellikle Suriye Savaşı’ndan sonra arbi mülteci akını karşısında en zirve yaptığı yer oldu.
Avrupada sokaklarda yabancı istemiyoruz, mülteci istemiyoruz. Yürüyüşleri, işte kaldığı kampların yakılması, nazizmin tekrar yükselmesi, sadece partilerin yükselişi. Bunları daha önce de konuştuğumuz ve bildiğimiz şeyler. Türkiye’de ne oldu da birdenbire bu yabancı düşmanlığı bir şeye dönüştü, bir kampanyaya dönüştü? Evet Türkiye önemli bir kez çünkü Türkiye şimdi bu dış göçlerin çok önemli sebeplerden bir tanesi dünyadaki eşitsiz ilişkiler. Yani bir yerler zenginleşirken başka bir yerler çoraklaşıyor ve insanları adeta yaşamaktan umut kestirecek çizgilere filan getiriyor.
Dolayısıyla onlar zenginin olduğu yerlere doğru göçmek istiyorlar tabi ki çok haklı olarak. Bunu ekonomik göçmen diye bir kanun koklu göçmen. Bu ekonomik göçmen ama tabi sadece bununla sınırlı değil bir de savaşlar var. O savaşların doğurduğu göçler var. Türkiye ekonomik sebeplerden ötürü Türkiye’ye gelen göçmenler problemini yaşamıyor.
Türkiye ölmemek için Türkiye’ye gelmiş, Türkiye’yi adeta can simidi gibi görmüş insanlara ev sahipliği yapıyor. Kısmen bunu farklı düşündürecek şey özellikle İran üzerinden gelen bu Afgan, Özbek, Türkmen gibi göçmenler.
Onların ise Türkiye’ye biraz ekonomik sahiplerle geldiğini fırsat bulunca daha ötelere gitmek istediğini filan görebiliyoruz. Türkiye’de de böyle bir ucuz iş gücü piyasası oluştu tabi ki. Merdiven 6 Dünya’mız, hizmet sektörü vs. bunları biz kullanıyoruz. Ama Suriyeliler meselesi filan bu değil tabi. Veya Iraklılar meselesi biraz farklı.
Onlar can attılar, canlarını buraya attılar. O başka bir şey tabi ki. Fakat bu birden nasıl bir milli tehdit hali ne geldi? Gelmedi canım yani Ayşe Hanım. Birileri kaşıyor, durup dururken kaşıyor kanısındayım. Eminim rahatsızlıklar var. Kim birden, hangi şehirde nüfus birden bu kadar artarsa Allah aşkına hepsini bırakın kanalizasyon işlemez olur. Rahatsızlık yani bu olur. Ama ben kaşındık kanısındayım işin.
Gene bir bardak suda fırtına yaratacağız öyle görünür. Çok övündüğümüz ve çok da önemli bulduğumuz bir tarafımız merhametli oluşumuz. İyi de yani bakın AK Parti’nin başına örülen bir çorap. Bu onlardan bir tanesi. Yani AK Parti müsaade etti. E vurun ablaya AK Parti’nin o sana kızıyorsunuz, bu sana kızıyorsunuz. E buna da kızıyorsunuz arada. Yani çok bence üzerinde bile çok uzun boylu durmamak lazım.
Çünkü geçenlerde bana bir telefon geldi. Bir iyi tanınan muhalif particilerden bir arkadaştan. Bu mimade yani ne yapacağız bu iş? Sonunda işte Ulus Devlet gidecek nasıl olacak? Türkiye Cumhuriyeti bilent gibisinden mi şey? E şimdi ne oluyor falan öyle düşünüyorsun. Şimdi kendimi geri çektiğim zaman durdum. Tabii birinci kuşak falan.
Kaç tane Arap kökü yani insan var acaba Türkiye’de? Yani belli böyle mesela ben Urfa’da her anda bir milyon bir Arap yani Arap asılı. Arap asılı insan sayısı kendine Türk diyen kaç acaba diye. Yani böyle bir şey olarak söyleyebiliriz. Bir buçuk milyon filan. Yani ciddi bir bölüm Urfa’da diyebiliyorum. Hatay’da, Urfa, Malibdin’in evet. Yani söylemeye çalıştım şu ilk hikayesi mi?
Nedir olay? Değil herhalde yani bir unik hikayesi değil. Irkçılık boyununa değil. Irkçılık değil. Ee peki ne oluyor insanlar geldi. Cebimizden para çıkıyor öyle mi? Biz ne zamandır acaba bu kadar para yapıla dikkatli bir ulus olduk mesela bunu düşünürüm. Şimdi şöyle bir şey de var. Yani bir istila sözünüz kesin. Avrupa’da bu mültecilerin Avrupa’ya akın akın geldiği dönem. O işte 2015-16’da istilam miti diye bir tanımlama kullanmışlar Avrupalı Sağ Vatili. E o nerede istila olur? İstila çünkü İslam istilası diyorlardı. Onlar diyorlardı ki İslam Avrupa’yı istila edecek. Bize ne oluyor? Şimdi bize ne oluyor? Bizde böyle bir istila. Ama bizde de şöyle bir şey oluyor herhalde. Yani çok yaygın bir antipatinin konusu mudur bu? Onu ben bilmiyorum. İzcan etmiyorum. Keler kaşığı. Muhalef güye.
Bize dantel beyaz stülpark kaşıyor. Ben onu görüyorum. Hani onu bırakın. Benim ailem ki bilirsiniz hikayemizi Makedonya. Bize hala macür denir. Tabii tabii. Şey değil macür. Yani şunu tabii unutuyorlar. Daha doğrusu ben şuradan tutturmaya çalışayım. Benim endişe ettiğim taraf. İşte bu kaşıma hikayesi. Bir takım böyle kerliferli adamlar, yumanizmayı yalamış yutmuş zannettiğiniz insanlar, çünkü öyle söylüyorlar, evrensel insanlık iddialarını taşıyan insanlar, vatanım, ruizmin, nevim, beşer filan diyen insanlar bu konuda acımasız yazılar yazıyorlar. Öyle yazılar ki yani altındaki ismi kapayın, kışınlayın şeye götürün 1939’a, Berlini falan madalya alır. Yani şey yazılar. Tabii yani hiçbir anlamı yok. Yani ne eksildi ki senden? Çünkü bunun bir kabul gördüğünü ve beğeni topladığını düşünüyor. Yani kitle duygusu kitleye hitap ediyor. Yani kendi kitlesine hitap ediyor.
Kendi kitlesine hitap ediyor. Hatta şunu da söyleyebiliriz, biraz da kendi kitlesinin dışındaki kitlelerde de o rahatsızlık varsa onu yaygınlaştırarak onları da kendi saflarına çekebilir miyim gibi bir takım ücretler var. Bu kırık kanat mıdır nedir o hanımın planı hatırlayın. Yani bu yabancı da Florya’ya donundan giren adam yabancı değil miydi?
Ne lafları? Ne magandalıkları kaldı insanların öyle mi? Ne haşama bilmem nesi kaldı? Aslında bunun ne viskiyle pizza kaldı veya neyse. Ama bunun altında da yine bir İslam şeyi var. Mesela okuduğum şeylerde yazılarda ve altı yorumlarda filanda Araplaşmaktan veya daha çok Müslümanlaşmaktan bir tehdit Müslümanlaşmayı bir tehdit olarak sunma.
Bunca yılda görüyorsunuz. Yan yana yan yana oturalım Araplaşmayalım şimdi mi bu aliyapta çekecekmişiz 2019’dan. Yani mesela Mustafa Kemal Atatürk’ün cumhuriyeti kurarken veya Misak Milli’den bahsederken taşıdığı vizyon ile buna şimdi referans da bulunan insanların vizyonları aynı değil. Çünkü mesela düşünelim Mustafa Kemal Atatürk Selanikliydi. Ve Selanik Misak’ın millinin sınırları dışında kaldı. Şimdi düşünün bu insan valla bu kadarmış. Kapılarımızı kapatalım şimdi Selanikliydi unutalım Balkanları da unutalım işte Mezopotamya’yı da unutalım mı diyecekti? Demez bunu. Yani kendi kapılarımızı kapatalım içeride biz bize oturalım demek için söylemedi bunu. Ama Türkiye özellikle soğuk savaştan sonra öyle bir Amerikan propagandası doktorunu yedi ki birden dönüştü bu. Yani biz bize mahkûmuz biz bizden ibarettir. Efendim yani adını arasınız Batı Trakya’yı bilerek bıraktılar orada. Kerkük gelmedi bilerek yapıldı. Azerbaycan bilerek yapıldı. Bu neredeyse böyle bir halka oluşturuldu Ayşe Hanım. Etrafımızda. Türkiye’nin etrafında. Yani Osmanlı memalikinde vazgeçerek değil olmadı bu. Tabii Kıbrıs aynı şeydir hatırlarsınız Kıbrıs aynı şeydir. Ama ne oldu? Mülteci dahi doğru dürüst tarif edip birbirimize anlatamıyoruz. Türü nedir? Göçmendir. Şu tur budur budur budur. Birkaç sene evvel yazdığım bir yazı vardı benim ilk bu akım geldiği zaman bu insanları kendimize düşman ederiz eğer dikkat etmezsek diye.
Çünkü ben bunu Kıbrıs’ta yaşadım. Gittik. Onca kavga onca kıyamet onca dert. Malum Güney Kıbrıs’ı kez. E vallahi aradan sekiz an ay geçmedi. Karasakal diye. Tabii tabii. Bizler saldırmaya başladık Kıbrıslı. Kusura bakmasınlar açıkça bunu burada ben söylerim ben bunu. Ne kadar üzüldüm ve rencide olduğumu hatırlıyorum. Şehit vermişim.
Dünyanın parası pulu adam utanmadan karasakal dedi yahu. Türklerim tabi. Türkler de tabi geldiğinde ondan sonra devam ediyor. İşte geldiğiniz de şuydu da buydu da hani bir adım daha geldiğiniz de zaten bizi sömürdüğünüze kadar giden söyle atlıydım. Şimdi yani Türkiye’nin Kıbrıs’ın nesini sömüreceğini bir düşünün. Değer miydi o kadar şey falan filan. Benzeri şey duyacağız tekrar. Fakat bu yine yine yine yine yine yine paçözlükler olacak. Konuştuğumuz. Tabii tabii. Burada Kemal Atatürk’ün kendisi de daha farklı düşünüyordu. Şimdi misafirin milli sınırları içinde söz ettiniz. Bu söylemlerin başında Kemalist olarak kendilerini tanımlayan yani en Kemalist benim diyenler. O da onun paçözlaşmış yorumu oluyor ama. Bir de bir de size şeyi hatırlatayım hocam benden daha iyi bileceksiniz. E tabi hatırlar mısınız bir zaman Atatürk milletpek ile seçilmesin diye kanun teklifi vardır verilen şeyde mecliste. Hatırladınız mı? Türkiye sınırları dışında doğmuştur diye. Bir utanmadan bu mesele oldu. Tabi tabi. Bu utanmadan yani neredeyse adamı seçtirtmeyecekler filan yani. Tabi. Düşünebiliyor musunuz bunu ve yine aynı kafa. Aynı kafa.
Yani şimdi bu kendi toplumunu da yabancı görmekle başlayan bir hikaye. Bravo. Yani bir elit sığlaşmasını aslında sığlaşıyorlar kültürel olarak telafi etmek için böyle yapay ayrımları derinleştiriyorlar. Onlar seçkin işte ama köylüler taşralılar insanlıktan uzak medeniyetten uzak. Birlikte yaşanamaz filan.
Şimdi bu peki kimdir bu köylüler taşralılar? Bunlar aynı zamanda müslümandır. Aynı zamanda geleneksel insanlardır. Müthiş bir gelenek düşmanlığı ve din düşmanlığına kadar varan bir yaklaşım. Bunu biraz da böyle dışarıya doğru da şöyle yorumluyorlar. İşte yani bu aklı kıt doğulular parantezini alıyorlar bunun. Yani bu Irak’ı da içine alıyor Suriye’yi de alıyor, İran’ı da alıyor, Afganistan’ı da alıyor böyle gidiyor. Gayet oryantalist bir bakış. Burada parantez açım Afrikalıları mesela biraz daha ayırıyorlar. O da herhalde biraz Amerikan izi oldukları için. Burada olmadıkları için canım. Evet biraz böyle cazmaz da seviyorlar ya.
Elbiseler kırmızı ve batı. Evet bunun gibi doğulu görmüyorlar yani onları. Esas günah doğulu olmak ve Müslüman olmak. Bunların ikisi büyük günahlar. Araplar bu işin zaten şey yani ana kaynağı.
Halbuki yani yurtta sulh, cihanda sulh veya misaka milli dediğimiz şeyler hem Rumeli’ye hem Mezopotamya’ya sadık ve o bağları muhafaza etmeye dönük bir açılım. Tabii canım. Yani buradan koptular. Kerkük deniye tuttuk adamları. Kerkük bilirsiniz Selçuklu şeyisidir. Artıklarıdır değil şeyisidir, bekayasıdır. Yani bu topraklar üzerinde hepimizden daha fazla hakkı olan. Tabii. Öyle mi?
İnsan neredir? Avni Özgürer güzel bir şey söyler. Senelerce radyoda sabahları ilk programlar başlarken Kerkük Türküleri ile başlıyor. Öyle mi onunla ithafla öyle miymiş? Yani hala tabi ki işte Bosna meselesi oldu birden yani kapılar açıldı ve zihnimizle gönlümüzle oraya gitmek istedik. Boşnakları kurtarmak Müslümanları kurtarmak.
Yani bu bilinç altımızda üstü örtülmüş şeyler o kadar da orada hapis tutulamıyor. Yani mutlaka bir şekilde açığa da çıkıyor. Şimdi bence bu çevriler yeni bir özne buldular. Bir yabancı üzerinde. Yani şimdi göbekli, tnk kafalı falan kendi toplumlarını küçümsenmeyi biraz da hani kendileri için kendilerine hoş sonuçlar taşımadığını filan düşündükleri için bulduk işte. Esas suçlu. Yeni objemiz. Evet. Ama bu arada Dubai’ye gitmeye ihmal etmeyelim. Öyle.
Tabii tabii alışveriş yapalım. Alışveriş yapalım. Kulmenin üzerinde nasıl oturacağız? Yani Lübnan çok hoş bir yer. Tabii Gertrude bizi de sever. Beyrut ne kadar böyle çok kültürlü filan. Bunlar roman yazalım orada hatta filan. Bunları da yapıyorlar. Bir taraftan da içerde. Hem de dokuz ay kalarak hocamı yazılıyor romanlar. Yani demek istediğim işte bu zihniyet problemli bir zihniyet. Evet. Yani çünkü öncüysen veya seçkin sen aşağıda anlayışla karşılamasak bile anlayabileceğimiz bir takım şeyleri teskin etmek için bir şeyler yazarsın. Onları azdırmak için bir şey yazılır mı? Hayır yazılmaz. Evet. Yani bu hem kışkırtma var tabii bu sürecin içinde hem de akıl dışı yorumlarla işte Misak-ı Milli ile ilgili. Halbuki aslında işte Suriye, Şam vs.
baktığımızda bu topraklar yani bunu kapsamıyor. Başlayarak işte Kemalizm’den işte Atatürk’ün Türkiye’sinden filan hani bu böyle klişe bir takım tanımlarla kışkırtmak, tehdit oluşturmak, korkutmak tabii bunun beraberini. Tayyip Bey kardeşlerim dediği sürece bu devam edecektir. Daha hep basit. Onu yapacaklar. Bir de yani şu an Suriye’ye müdahale söz konusu Fırat’ın doğusuna vs. burada elimizi düşürmek için çünkü bu hemen batıda da aynı şekilde Türkler Suriyelilere ezilet ediyor. Halbuki düne kadar Türkler ne güzel bak 4 milyon insana bakıyorlar. Harika işler ya Angelina. Birazcık birazcık daha bastırsalar. Kapıları açacak hakikaten. Buyurun siz buyurun biz beceremiyoruz. Ondan da ötleri kopuyor.
Bence de biz de işte Avrupa’da Almanya’da 4 milyon Türk var Avrupa’nın genelinde nüfusu oranına baktığımızda yüzde 9-10 oranında şey var hani Müslüman var bunun içinde Türkler de az bir oranda değil. Hani bütün bunlar onlar da orada yabancı yani buradaki bu yabancı düşmanlığı onlar için öbür tarafa da başka. Ayşe Hanım fotokopi gibi bir şey. Foto kobi gibi çoğalan bir şey. Bu insanoğlundan var. Burada işte Türkiye’de bir takım semtlerin araplaşmasını problem ediyorlar. Tabelaları indiriyorlar yazıları kaldırıyorlar bir şeyler yapıyorlar. Kruis vergide Türkler o manada demek ki işgal etmiş oluyor. O zaman niye kızıyoruz Almanların bu tip şeylerine. Foto kobi gibi aynı söylem. Çünkü ayrıca bu tabii bu bizdeki söylemler Avrupa’da yapıyor olsalar suç teşkil eder.
Yani Avrupa’da ırkçılık dediğiniz şey başka bir hatta yürüyor. Yani daha kanunlarla biraz daha çerçevelenmiş bir şeyde yürüyor. Bu bizde daha serbest. Herkes atıp tutuyor yani Avrupa’da o bariyerleri açtı. Yani Hollanda’daki ırkçı parti liderinin her yerde ağzına geleni söylüyor. Ve alternatif parti hiçbir şey dinlemiyor yani. Yani onlar artık o eşikler falan aşıldı. Bence iş içi üzerinde durmayın.
Burada konuşmamız bile abestir bu. Kabus ve Rüya iki önemli kitabınız. Teşekkür ederim buyurun. Şimdi yenileri var ama ben eskileri de biraz konuşmak istiyorum. Çünkü bir antitopya Kabus aynı zamanda. Orada milenyuma faşizm yerleşmektedir. Evet. Diye diyorsunuz. Nasıl bir öngörü ama. Tarihleri de bence söyleyin yani kaç yılında ilk defa basıldı.
Vallahi bakalım Rüya’nın Şreddinger’in kedisi, Rüya’nın basılışı. Bu birinci baskıymış hocam. Bu ikincisi tabii. Şeyin kitap olarak. Doksan dokuz. Doksan dokuzdan. Hatta öyle diyorsunuz ki bu postmodern faşizm ortamında ananız ile bile kader birliği yapamıyorsanız. Her şey satılığa çıkarılmış oluyor. Kendiniz kim daha çok verirse onun sahip olduğu kendinizi bir müzayedede buluyorsunuz. Ve bir bakıyorsunuz ki alanlarda satanlarda öz kardeşleriniz.
Tabii bu müzadenizin içinde ve bir kas ortamından söz ediyorsunuz. Bu kas ortamını hazırlayan sebepleri de tabii analiz ediyorsunuz. Şimdi yazsaydınız ilave bir şey yazar mıydınız? Yani gördüm. Daha yeni bir şeyler görmüş olacaktı. Muhtemelen onu koyardım ama. Göz itibarıyla hayır. Çünkü şeyi görebiliyordum.
Hala da görüyorum tabii daha bahinleş oluyor giderek parçalanmayı görüyorum. Postmodern parçalanmayı görüyorum. Şimdi daha feci. Haklı olduğuma daha çok inanırdım. Popülizmi görüyorum. Evet görüyorum bunu. Yani bir postmodern faşizm tanımını daha o yıl ortaya koyuyor. Tabii çünkü şundan dolayı postmodern yani modernite de. Faşist parti kurarsınız.
Güzel de bir söylem koyarsınız arkasına. Önü nasıldır arkası nasıldır falan yaparsınız. O partinin bir de şeyi olur. Tüzü olur efendim. Seçim bildirgesi olur. Rapp rapp askerleri olur. Efendim işte gençlik kurulu olur kadın kurulu olur vs. O yani dört başı mağmur bir iştir. Şimdi postmodernizm de bu yok zaten. Bölük pörçük. Evet. Ve şöyle söyleyeyim yani modernite de partiler. İnsanlarla uğraşırlar hakikaten dönüştürmeye uğraşırlar. Bir tür dönüştürme. İşte komünist partisiyseniz. Sovyet insanı yapmaya kalkarsınız ötekisi şudur budur. Postmodernite de sadece popülizmdir. Kimseyi dönüştürmeye falan çalışmıyorsunuz. Tamam ters. Onun için postmodern faşizm. Sadece işte onu gıdıklayan şey neyse.
Doğru. Ondan bir parti çıkarıyorsunuz. Gıdıklayan şeylerde her zaman yabancı korkusu vardır. Tabii. Yani ırkçılık mesela çok ciddi bir şeydir. Tabii. Yani ırkçılığın bir kere biyolojiden bir şeyler getireceksiniz. Onu ideolojiye tercüme edeceksiniz. Oho ne edecek. Tarihi anlatıları getireceksiniz falan. Yindir ile başa çıkacaksınız. Baya baya büyük iştir yani. Statistiği var müminyası var.
Filosofları vardı. Şimdi en büyük hatalardan biri katılır herhalde Alev abla da bana. Hep böyle küçük insanların işi gibi. Hayır. Hayır. Hayır olur mu hiç? O büyük bir iştir. Küçük insanları kazanmıştır ayrı bir şey. Yani Wilhelm Reinhardt’ın… Kalkar şimdiki insanları kullanmıştır gayet güzel. Kullanmıştır. Karşı mit falan gibi filozoflar aslında postmodern faşizminde kısmen. Evet evet. Yani şey gibi Wilhelm Reinhardt’ın dinine küçük adamından yola çıkarak faşizm anlaşılmaz. Bir tarafı anlaşılır. Ama bütününü küllün şeyini kavrayamayız. Son dönemi anlaşılır. Son dönemi. Evet. Artık yani son dönemi anlaşılır. Evet. Önemli bir kavram. Bir sendrom ve habitus işi. Bunlara tam Türkçe karşılık bulamıyorum. Yani sendromu nasıl anlatacağız bilmiyorum. Ideolojinin yerini sendrom aldı. Bir disiplinli oluşumların yerini ise habitus aldı. Yani hayatın her alanda onu yaymak. Ve mekanizma da bu. Ya ağır az demek belki lazım. Ne dersin? Evet yani. Ağır az bu çünkü yani. İşte semptonla karışıyor ya o. Sendrom biraz daha… Mutfaklı tabii. Mutfaklı bir şey. Tam Türkçesini bulamıyoruz. Şimdi böyle olunca bu ister istemez büyük pörçük.
Büyük pörçük ve fasiz. Hem fasizm hem. Tabii. Yani siz bu tanımı yaptığınız 2001. Böyle postmodern fasizm diyebileceğimiz partilerin çıkışı 2007-2005’ler filan. Yani ilk çıkışlara ilk nüvelere çok çok. Ama şimdi Alea ablanın söylediği şey şu. Habitusu, hayat çevresini bir füzyona tabi tutuyorlar. O füzyon. Füzyon. Ideolojinin yerini füzyon aldı yani. Tabii.
Birleşmiş. Popülizm de o işte. Evet. Tabii. Biraz oradan biraz oradan. Ve yani o yüzden Yeşil Parti 106 tane. Bu füzyon değil de nedir 106 tane Yeşil Parti mi olur yani. Moderniyete olsaydı bin defa bir şey sorular işte başta sonu belli bir Yeşil Parti olurdu. Yeşil Parti de niye yeşil oldu bile belli değil artık. Evet evet. Yani bu şey de değil çevre filan da diyemiyorsunuz. Bir sürü şey içerisinde o arada da çevre. Gibi. Gibi.
Evet. HDP’nin yeşil olduğunu düşünseniz Allah aşkına nasıl işse yani. Tabii. Ama böyle. Sıkı duran kazanacak Ayşe Hanım. Sıkı işte onu bu tabi bu orta. Sıkı duran kazanacak. Ama nerede duran tabi. Bir de durduğunuz yerde önemli. Sıkı duran. Vallahi ben size bir şey söyleyeyim mi? Belki işin hiç farkında olmayan kazanacak. Okumamanın avantajını görüyor olabiliriz. Hocam bunu hep söyleyip duruyor okumamanın avantajı. Bir de Kâbus’a dikkat et. Valla bakın çok ciddiyim bu konuda.
Şey söyler ya sözünüzdeki kezim. Rene Genon çok güzel anlatır onu. Cahillerin çok büyük bir gücü vardır sağ duyuları. Tabii. Evet. Yarı cahil sağduysunu kaybetmiş adamdır. Onlardan korkulur.
Kâbus’u bir konuşurken Kâbus ve Rüya’yı Alev Alatlı’nın en önemli kitaplarından. Bence de. Yeterince de fark edilmiyor. Değerini bilinmediğine inandığınız kitapla. Opus magnum. Olduğunu söylersiniz neden? Çünkü yani beni o kitaplarda en çok şaşırtan şey şu. Bir kere o niyetle başlamıyorsunuz. Yani Alev Alatlı’nın fikirlerini takip ediyoruz başından beri ama şimdi kitabın ilerleyen sayfalarında zaten hep böyle bir şey oluyor. Bir kere o niyetle başlamıyorsunuz. Yani o niyetle başlamıyorsunuz. Bir kere o niyetle başlamıyorsunuz. Bir kere o niyetle başlamıyorsunuz.
Bir kere o niyetle başlamıyorsunuz. Yani o niyetle başlamıyorsunuz.
Bir kere o niyetle başlamıyorsunuz. Bir kere o niyetle başlamıyorsunuz. Bir kere o niyetle başlamıyorsunuz. Bir kere o niyetle başlamıyorsunuz.
Bir kere o niyetle başlamıyorsunuz. Bir kere o niyetle başlamıyorsunuz. Bir kere o niyetle başlamıyorsunuz.
Bir kere o niyetle başlam gesund Reichardes ost Birmingham Egemen Bu, bir otobüsü geliştirin soft uno badge Shen司 pek çokranse Doğum nitil Bars period bir kere молya
Okunuyorsunuz okurken. Tabii aynı şey. Mesela hatta karşıtlıkları. Birbirine konuşmuyorlar, uzak duruyorlar falan. Ama o iç muhasebeleri, dışarıya söylediği şeyler, ilişkilerine falan baktığınız zaman ikisindeki ortak özellik, ikisinin de modernist olması. Çünkü tarihten ari bir öz yakalama meselesi bilmem doğru mu? Tarihten kopuk. Kopuk. Yani şeyler de çok ilginç.
Şimdi kadızadeliler malum Osmanlı tarihinde işte Sivasilerle. Yani çünkü şundan rahatsızdı kadızadeliler. Ya din adına birtakım pratikler yaşanıyor falan. Bunlar işin aslı ile tutmuyor. Dolayısıyla bunları bertaraf edelim diyorlardı. Bu görüş hala geçerli. Hala bir kadızadelilik bakışı var. Kendi aralarında ihtilaflıdırlar. Öz o değil bu tartışması yaparlar.
Ama biz ne yapıyoruz tartışması yapmazlar kendi içerisinde. Ama o kurucu nesil o da Kur’an ailesi üzerinden anlatılıyor. Kurucular da farklı bakmıyorlar. Tarihten rahatsızlar. Yani tarihsel birtakım şeylere onun içinden bir cevap bulamıyorlar. Ya da bulamadıklarına hükmediyorlar. Bunu biz nasıl olur da böyle tarihsel olarak kirletilmemiş birtakım temellere bozulmamış.
Yani bakir birtakım temellere oturtup oradan bir sıfır. Yani tarihi sıfırlama meselesi. Biri inanç üzerinden öbürü bilim üzerinden. Ama mesela ben kişisel tecrübelerimden biliyorum. Çocukluğum ve gençliğimde bir üst katımızda oturan bir doktor bey vardı. Birebir Kur’an’dı o işte. Kur’an ailesini temsil etti. Yani dedim ya tanıdın mı bu insanı?
Vallahi düşündüm yani. Ben tanıdım çünkü bakışını, ifadelerini, bana söylediği şeyleri filan. Yani tam tipik. O kadar özneli ki. Yani ben hayatta onun canlısını gördüm. Romandaki karakteriyle karşılaştırıyorsunuz. Onun bir sınırlı dost çevresi vardı. Böyle birtakım öğretmenler filan onlarla konuşurlardı falan. Aynı şeyleri söylerlerdi. Onun için hayal de değil. O kadar özne yüklü ki. Yok hayal değil. Çok öznesi kuvvetli. Yani aslında tabi anti-ütopya. Ama diğer taraftan da içinde birçok çözümleme, birçok kavram, birçok açılım. Yolda gösteren bir tarafı. Yani bir kere her şeyi resim ediyor. Yani orada siz psikanalizi de buluyorsunuz. Valla ben bu kitabın layıkı kadar Türkiye’de tartışılmadığını, belki de tartışılacağı bir zemin olacaktır. Onu bilmiyorum ama… Belki bu… Bu yani ikisi, Rüya ve Kabus. Ben bütün kitaplarını Alev Hanım’ın çok yararlanarak okudum ama o ikisi kadar kompaktını görmedim. Yok ben aynı fikirdeyim tabi. Demek ki iyi bir okurum. Ben de aynı fikirdeyim. Onun… Ben aslında… Hani Kabus bir anı da… Rüyadaki toprak altına inerler. Şimdi o 2000 kişinin, her birinin bütün bir tarihi, insanlık tarihi boyunca yaşayan insanları kopyalaması. Evet ama işte oralara geldik.
Bu çok önemli. Yani bana sorarsanız dünyanın belki kurtuluşu da buradadır. Yani tek bir çocuğun… Ataruhlar dediğiniz şey hep sizin. Ama herkes için. Yani Confucius’tan Hz. Muhammed’de oradan marksa kim varsa. Ve topu topu 2000 kişi yahu bir stadyum yapar. Ve araya kodunuzu bir düşünsenize. Yani bu insanların bir araya geldiği zaman belki bundan bir çıkar yol bulur bu dünyanın halinden diye.
Evet. Yani düşünüyorum çünkü sahici dehalar. 2000 tane çok yüksek IQ’lu insan bulunur Türkiye’den çıkar. Ve dağıtmadan sırf bunu okudun yani. Yani onu hakikaten klonlamaktan bahsediyorum. Al ve sadece ve sadece… Karl Marx oğul. Sen de git işte kim oluyorsan… Onu oğul. Onu oğul efendim. Ve de ki 2500. Süper zeka. 2500. Ve bir arada olun. Aha da dünya, aha da Türkiye. Ne yapıyoruz şimdi diye. Hadi bunun işinden nasıl çıkalım? Bunu da tabi söyleyince insanlar ve yani aşırı bir milliyetçilik falan gittiğimizi de düşünebilirler ama… Yani ben bir büyümden işitmiştim. Ki böyle milliyetçi bir insan falan da değildi.
Yani bunun hassasiyetleri vardı ama o ideolojiye çok yakın olduğunu söyleyemem. Bu Türk lafını oğlum çok önemlisi, çok ağır bir laftır bu, demişti bana. Yani bu ağır bir laftır. Bu laletin aynı bir millet adı değildir. Bunun içi çok dolu. Sizin kitabınızın sonunda bir şey notunuz var. Orhun yazıtlarını arada bir okuyun diyorsunuz. Tabi….mısal haslet dedikleri üstenciliğin bizdeki karşılığının kut olduğunu kendi gözlerinizle göreseniz……ve kutlu olsun dileğimizin Tanrı’nın yolundan çıkılmasın temennisi olduğunu idrak edesiniz diyorsunuz. Bizdeki üstünlük Kağan’da veya Hakan’da veya Erkin’de değil……Bilge, Alp, Adil ve Erdemli olanadır. Bilge Kağan, töreye ters düşmeye görsün Tanrı kutu geri alır. Bunun için denmiştir ki, sel gider, kum kalır, il gider, töre kalır. Bu kodların üzerine galiba en açıklı cümleniz de bu oldu. Eyvallah. Efendim bugün, ihval edebilir nasihati olarak söyleyeceğimiz… Okudunuz ya Ayşe Hanım. Daha ne olsun, daha ne olsun. Efendim bugün de bir programın sonuna geldik, bir sohbetin sonuna geldik.
Önümüzdeki hafta görüşmek üzere, hoşça kalın diyoruz.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir