"Enter"a basıp içeriğe geçin

İhmal Edilebilir Nasihatler | 27. Bölüm

İhmal Edilebilir Nasihatler | 27. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=Ri818TaNVdg.

İHMAL EDİLEBİYİR NASİYETLERİNİZİ İyi akşamlar efendim. İhmal Edilebilir Nasiyeat’lerde Alev Alatlı ve Süleyman Seyfi Öğün ile birlikteyiz. Dünyayı anlamak üzerine, başımıza gelecekleri ve geleni daha doğrusu analiz etmek üzerine.
Bugün gelenek ve modernlik arasındaki geçişkenliği ve bu sürecin içindeki zaman-mekan ilişkisini biraz konuşmak istiyoruz. Başlığı Süleyman hocam belirledi. Benim hiçbir başlıkta dahlim yok. Fakat tabii ki fikri siz verdiniz. Turbo-kapitalizm tanımınızla. Turbo-kapitalizm, finans kapitalizmi ve bu çağın anlaşılmasını sağlayan şeyin bu olduğunu bir sürü yazınızda ve konuşmanızda vurguluyorsunuz. Bu yışımları bir merkeze alarak da bunu söylüyorsunuz. Buradan başlayalım. Hocam isterseniz siz konu mucidimiz olarak siz bir girişi yapın. Biz devamını hocamdan dinleyelim. Estağfurullah. Bir kere meşhur bir söz var. Oradan hareket edelim isterseniz. Tarihin çöp tenekesi diye bir ifade gelişmiş. Bunu sık sık kullanır insanlar. Filanca tarihin çöp tenekesine gidecek. Bir kere tarihin çöp tenekesi falan yok. Bizim bu dünya üzerindeki tasarruflarımızın bidattan bugüne akışı ve birikimi. O birikimin farklı evrelerinde birtakım şeyler geri çekilebilir. Yani biraz çökelti konusu olabilir. Tarihe yeni intikal eden yeni birtakım pratiklerin sonucu olan şeylerle eşleşir. Şöyle düşünelim yani bir benzetme yapacak olursak bir hamur gibi. Bunu yoğurup duruyoruz. Farklı renkler katılıyor ona. Birden hamurun şekli değişebiliyor ama hamur aynı hamur. Böyle görelim. Bu biraz da süreklilik dediğimiz şeyi düşündürtüyor. Ben tarihle büyük değişimler olduğuna inanmıyorum. Ama büyük dönüşümler oluyor. Bu ikisi arasında da bir fark var.
Tarih dönüşüyor ama tarih değişmiyor çünkü zaten imkanlar belli. Bu mavi gezegende Alev-Aladdin’ın dediği gibi baktığınız zaman güneş sistemi içinde çok önemsiz gözüken küçük bir gezegen. Samanyolu dediğimiz büyük bir galaksinin içerisinde.
Göremezsiniz bile onu. 100 milyarca galaksinin içinde nereye koydunsa bul ama bu ilginç bir şey yani. İnsanın bir yeryüzü macerası var ve bu zaman, mekan, eylemeler üzerinden oluyor ve birikimler yeniden yeniden yorumlanıyor. Mesela din buyurdunuz. Din baştan beri var. Şurada bu şekilde ama onların yorumları var. Ve ilginç eşleşmeler var. İnsan aklı bence bu eşleşmelerin üzerinde durması lazım. Yani basit… Neyi neye değiştiriyor? Aslında değişim demeyelim de biraz kısmen yorumluyor. Dönüşüm yani. Dönüşüyor. Dinler dönüşüyor. Kurumlar dönüşüyor. Siz bir yazınızda Modernite’nin özellikle dinleri daha çok araçsallaştırdığını daha çok kullanışlı hale kendisi amacının uğruna kullanışlı hale getirdiğini söylüyor idiniz. Bu tabii benim çok orijinal bir düşüneceğim olamaz ama mesela sosyolojik olarak Vattimo diye bir mesela sosyolog bu tam bir şeydir der. Yani modernlik dediğimiz geleneği yorumudur. Bir tür yorumudur. Dolayısıyla o yorumlara bakmak lazım. Ne nasıl yorumlanıyor? Ama şöyle bakarsak görmeyiz. Modernlik dini kovdu. Yani modernliğin içinde birileri dini kovmak istemiş olabilir. Yerine ne koyduğuna bakalım. Ona da sivil din dediler mesela. Bu da bir din. Yani demek ki kurtuluş yok. İşte onu bir şeyi bir şeyden ayırmak, ilişkisizleştirmek falan bunlar olmuyor. Her şey en umulmadık bir şeylerle zaten ilişki içine girebiliyor. Sekülerliği de bu çerçevede mi değerlendirmek gerekir? Sekülerlik benim gördüğüm kadarıyla dinin dünyevi yorumudur. Yani dinden kopuk bir yorum değildir. Dinin dünyevi bir yorumudur ve bunu yaparken işin ilginç tarafı paganlığa da övgüler düzel. Yani çünkü paganlık çok karşılıklıdır. Yani bu dünyada yağmur yağıyor o halde onun bir tanrısı olmak, ihtiza eder gibi bakar. Yani illa bu dünyada bir karşılığı olan bir şeylere onu dönüştürmek, dini ona dönüştürmek gibi veya dini bir vicdan meselesi, bireysel bir mesele haline getirmek gibi. Bunlar hep yorumdur. Dolayısıyla hani böyle şey gibi anlamayalım. Din kapı dışarı edildi, tarihin çöp tenekesine atıldı diye bir şey yok. Sürekli ilkelere bakmak lazım. Yani tarihin çöp tenekesine atılan bir kavram veya bir konu bir şey var mı yani? Bir kurum müessesese artık yoktur. Hayır yoktur. Formlar değişir. Yani yorumlar değişir. Aristokrasi bile atılmadı hani sonuçta bugün. Aristokrasiyi bile bugün farklı versiyonlarıyla… Elbette olmaz. Olmaz mı?
Olmaz. Gündemden düşer. Kimin? Tarih yazıcısının gündeminden düşebilir. A’yı, B’yi, Z’yi anlatırken B’nin üzerinde durmaz. Ama bu şey demek değildir. O düştüğü çöp tenekesi falan böyle bir şey söz konusu değil. Sadece üstünde durulmayan… Veya durulmak istenmeyen, öncelikler dediniz.
Mesela Cumhuriyet tarihi yazarsınız. Abdülhamid’in üstünde durmazsınız. Şimdi yani çöp tenekesine mi atıldı? Yok canım öyle bir şey yok yani. O durur orada. Sonra bir başkası bir başka zaman bir başka birinin üstünden durmaz. Kim gibi yani dengazan haliyle tan bahsetmezsiniz. O sefer onu getir, çöp tenekesine. Yok. Çünkü tarihine ayet birilerinin kaleme aldığı bir hikayedir. O hikaye de yazarın bakış açısına göre bazıları öne çıkar bazıları geride durur. Bakış açısı, şeyh, duygusal konjunktür, Zeitgeit dediğimiz hikaye yani zamanın ruhu. Tam olarak zamanın ruhu dediğimizde ne anlamamız ve anlatmamız gerekiyor? Yani bu Hegel’in Alman felsefesinin kullandığı işte Zeitgeist hikayesi. Ruhçu tabi Alman felsefesinin önemli bir kanadı. Yani bir şeyi damıtıp tarihin o karmaşık unsurlar arasında en baş hat hale getirmek gibi bir niyeti var. Zamanın ruhu dediğim zaman ben öncelikleri anlarım ve baskın olan şeyleri anlarım hepsi budur.
Değişiyor da tabi. Kavram da değişmişler. Site bir şey yok. Hayır hayır böyle spiritualist, ispirizma açısından koymayalım bunu. Öncelikler ve baskın olan şeylerdir. O zamanın, o dönemin içinde. Şimdi dünyaya bakın pek çok ülkede zamanın ruhu.
Dediğinle ilgili bak zamanın ruhu pagana zaman dönüştür bugünlerinde diyelim. Neopaganizm. Neopaganizm şu anındaki ruh. Paganizmin tekrar yeniden güçlenmesini konuşuyorduk aslında hiçbir şey kaybolmuyor tarihin çöplüğünde yeniden form değiştiriyor, biçim değiştirerek karşımıza çıkıyor diye.
Evet şöyle şimdi kapitalizmi yani düşünün kapitalizmin en korktuğu şey serbest piyasa ekonomisi ve kapitalizmin en korktuğu şey regulasyonudur. Tabii bir de şöyle bir şey var. Bu biliyorsunuz üçleme trinitenin bazı imkanları vardı batı için.
Yani mesela hukuk düşüncesi batıda yani tanrısal ilahi hukuk mu verir zaten geleneğin içinde tanrı koyar kuralları. Yani buna uygun başka hukuklar kurulabilir.
Şimdi bu Saint Thomas ilahi hukukun kaynağını ilahi olarak görmüyor sadece doğa diye ikinci bir şeye kurguya oturtuyor. Öyle mecbur çünkü o arada. Sonra pozitif hukuk yani bir üçleme yapıyor trinite yapıyor. Yani ilahi hukuk pozitif hukuk veya doğal hukuk ve pozitif hukuk. Evet affedersiniz. Eşelallah. Bu tesadüfi değildir çünkü Saint Thomas’ın yaşadığı, H. Thomas’ın yaşadığı yıllardaki buluşları ve fende tenbihimlerindeki ilerlemeyi düşünün. Tabii çıkartıyorum. Yani kolunu diken bir şey var. Yani giderek ilahi huk ilahi kaynak ihmal oluyor çünkü ayırdığınız zaman gözlerinde çıkarıyorsunuz bir manada doğal hukuk kurgusu. Yani mesela hukukun bir takım postülalarını neye göre inşa edeceksiniz? Bir doğal kurgusu üzerine yapıyorlar bunu. Sonra pozitif hukuku buna dayandırıyorlar. İşte hukuk yeryüzüne iniyor yani dünya birleşiyor bu manada. Ve yasal olan şeylerle Alev Hanım’ın söylediği helal arasındaki açık da buradan ortaya çıkıyor. Çünkü neye dayandıracaksınız? Hukukun postülası iyi niyet. Tuhaf bir şey yani. E kötü niyet yok mu bu dünyada? Yani kötü niyet ne yapıyor bu ara? İyi niyete sızmaz mı? Bu gibi şeyler mümkün değil. Kötü niyetle iyi niyeti ayrıştıracaksınız ve üzerine hukuk kuracaksınız filan. Hukukun dünyeviyleşmesi, bilimin dünyeviyleşmesi çünkü eskiden o da çok dünyevi bir şey değil. Çünkü ilahi bir şeylerle yani Newton bile optikasını yazdığı zaman bayağı böyle önce teolojik şeyler girişler filan yapar yani. Yani şeyde biliyorsun şimdi yerçekim bir yere kadar gelir. Peki bu yerçekim böyleyse nasıl oluyor da yıldızlar gelip yapışıp birbirine durmuyor. Ve Newton’ın o noktada Tanrı karışıyor. Bunları ayrı tutuyor demesi vardır. Ve çok uzun yıllar geçti o karşılıklı itim çekimi ortaya koyuncaya kadar ama çok uzun süre bu gitti. Laplasa kadar gitti malum. Tabii tabii. Ve Laplas’ın da kalkıp Tanrı bir hipotez demezdir. Evet buradandır. Napolyona söylediği şey. Napolyona söylediği lafta. O da oradan kurtardı meseleyi. Estağfurullah.
Yani demek istediğim yorumlardır bunlar ama ikinci bir şey daha var burada. Yani dünyevileşme değil sadece bir de şahsileştirme denilen bir şey var. Yani şimdi mesela insanlar şu bağ kurmalılar bu püritanlık protestanlık denilen hikaye Tanrı’yı vicdana yerleştirme hikayesi kişiselleştirmektir Tanrı’yı. Bunun iki muhtemelen sonucu olabilir.
Bunu ben söylemiyorum mesela Richard Sennett çok güzel söyler onu püritan dünyayı anlatırken vicdanınıza koyduğunuz içinize koyduğunuz bir Tanrı iki sonuç verir. Bir onun ağırlığına siz katlanamazsınız ezilirsiniz. Ve iddia edersiniz. Veya kendinizi Tanrı hissetmeye başlarsınız. Kendinizi Tanrı sağlaştırırsınız.
Dolayısıyla hem dünyevileştirme hem de şahsileştirme üzerinden oluyor yeni dünya yorumları dinin batı için. Gelenekten koptuktan sonra veya geleneğin etkisi azaldıktan sonraki sürece dair bir şey mi olarak görüntüsü. Senkron mu gidiyor? Yani ayrı bir şey yere mi koyuyorsunuz bunu yoksa o kendi içinde böyle bir sarmalı olarak miden bir dönem olarak mı görüyorsunuz? Kendi içinde değil.
Bunu hep altını çizmek lazım. Tarih ardı ışık değildir. Bir şey biter arkadan bu gelir. Böyle bir şey yok. Kimlerin içinde? İç içe. Dediğim gibi Böğürtü’nün çalısı gibi diye. İç içedir. Biri kururken biri yeşerir. Biri şöyle giderken ötekisi böyle gider ve o yüzden denir aynı çağda birden fazla çağ yaşanır.
Yani geleneğin din algısı, tanrı algısı bir taraftan giderken bir taraftan da bu fikirler yeşeriyor ve… Fakat gelenekte şöyle mesela Hristiyanlık açısından bakarsak kilise tarihi gelenekle başı hoş değildir. Yani onu istemez. Ama modernliğin din yorumu gelenekle çok problemli değildir de esas kurumsal dinle çok problem. Çünkü o hep yukarıyı işaret ediyor.
Yani hala eski dogma üzerinden hareket ediyor. Gelenekleri ise onlar mümkün olduğu kadar pagan köklerine geri çekerek doğa iki türlü sömürdü. Yahudilik ve İslamiyet için de geçerli bu tabi. Ben Yahudilik için bir şey diyemem ama İslamiyet’te böyle bir şey olduğunu zannetmiyorum.
Çünkü İslamiyet’in kurgusu bir kere böyle özgür bir kurumsal kurgu olmadığı için din. Böyle mesela gelenekle devlet ne kadar ilişki kuruyorsa din de o şekilde ilişki kurabiliyor. Yani olsa kilisenin çok başkadır.
Din eğer yani diyelim ki bir kenar yorumu devletin hoşuna gitmiyorsa onunla bitişik duran dinin de hoşuna gitmiyor. Ama hoşuna gidiyorsa mesela tasavvla dedir el-eddehtin kurduğu ilişki, medresenin kurduğu ilişki. Yani medrese ile tasavvf arasında ilişki kopuk değildir. Bir takım böyle sufi yorumları içselleştirir. Çok aşırıları kendine göre dışarıda bırakır ama biraz devlet ayarlıdır bizde. Yani gelenekle dinin ilişkisi. Batı’da tabi hikayesi başka oluyor. Bu Amerika’daki köleliğin tarihi üzerine bir şey okudum. Orada mesela kilisenin özellikle köleliği desteklediğini Amerika’daki kiliselerin söylüyor. Çünkü kiliselere bağış yapanlar köle sahipleri. Yani ne kadar köle sahipleri zengin çünkü sermaye orada.
Ve bağış yapanlar onlar olduğu için köleliği destekledi. 1600’ler tabi söyledi. Başka gelenek de var. Yani götürün olayı geriye daha binli yıllara götürün. İşte şey hatırlayın. Aslan Yuvaklı, Richard Hatta, Magda Karta dönemini hatırlayın. Tanrı benim. Ben Tanrı’dan aldım diyor adam. Gücümü Tanrı’dan aldım. Ve ben bunun böyle olmasını istiyorum diyor. Aslan Yuvaklı, Richard Hatta, onun kardeşi diyor, dekisi diyor, berikisi diyor falan. Bugün de kraliçesi sonuçta. Ama tabi aynı değil. O zaman adam Roma hala ayakta. Ve şeyde düşünün yani kaç zaman olmuş. Elatlı Sediş Piş’in değişmediğini kendi ülkemizden biliyoruz. Öyle değil yani Sezarlar, Kaiserler’in ilah olduğunu. Kabul edildiği zamanı düşünün. Ne Pagan Roma’da bir de. Tabi canım. O yüzden çok şey değil bu. Yadırganır bir şey değil. Şimdi kral veya kraliçe veya her kimse ilahsa. O ilah da birilerini kullanıyorsa, köle ediyorsa. Hristiyanlıkta iyi insan olmak yetmez cennete gitmek için.
Ağzınızda kuş tutsanız kendi karar verir yukarıdaki. Şimdi bu da tuhaftır. Yani işte bak iyi insan işte şu kadar hizmeti var. Yetimlerin babası şununlusu falan hayır. Yetmez. Yani orada bir başka türlü kopukluk var. Şimdi bu kopukluktan da kurtulmak lazım. Yani eğer hele de ticaret falan yapacaksanız yani bu zor iş. E kopmanın yolu ne? Yani itiyorsunuz bir kenara. Venedik tacirindeki hikaye. Shylock hikayesi yani. O geçişin olması gerekiyor. O gerekiyor. Şimdi bundan sonra turba kapitalizme işte şey yapılmış hızlandırılmış demektir turba kapitalizm. Bir adım yoldur sonrası. Neden? Çünkü şeyi görmezsiniz. Cahidirci hiçbir şey yok. Sizi kısıtlayan, önünüze set çeken hiçbir şey yok.
Yani şey olarak yani manevi anlamda yok. E maddi anlamda da zaten beceriyorsunuz. Nasıl beceriyorsunuz? Sınır tanımıyorsunuz. Ulusal devletlerin canını okuyorsunuz. Şimdi o ulusal devletleri güçsüzlendirdiğiniz zaman karşınızda size hayır diyecek kimse yok. Efendim kötü malınızı da içeriye sokarsınız. Nefes aldırmazsınız. Pabrika yapmasına izin vermezsiniz. Her türlü numarayı çekersiniz. Rekabeti makyavilli çıkıyor yani.
Amaca giden her araç, her yol mübahtır. İşte makyavilli bir rönesans düşünürdür. Enteresandır yani. Yani makyavilliye reddiyeler, eski dünya hala gök kubbenin yeryüzündeki ağırlığını gören bakış. Öbürü bunu hafifletiyor. Yani boş verin de amaca giden yolda işte her türlü araç. O mesela anti makyavilli literatür çok ilginçtir. Ve çok dramatiktir. Ben birkaç tanesini okudum. Böyle içim sızladı. Adamlar ya ne yapıyorsun? Neler çıkıyor bu ara bak gözden. Neleri kaçırıyoruz, neleri yok ediyoruz filan. Ama serzeniş sadece ve dramatiktir. Çünkü bir şey yakıp gidiyor. Tabii ki o yani artık bir amaca giden yolda her türlü araç meşru görülmeye başladıktan sonra. İşte Shakespeare’in Venedik tacirindeki tacir tipi artık olumlanmış, öne açık.
Bir de enteresan ona ne dersiniz bilmiyorum. Mesela benim düşündüğüm. Bu biz kader deyip geçiyoruz ama mesela fate ile destiny arasındaki farkı uyguluyorlar. Bunda trajedyadan, prometeus dan falan besliyorlar. Yani senin iraden sen yaparsın. Ama enteresan bunlar ilk bakışta çok hoş gözükmekle birlikte. Hoş yaşayan hatta bu gün. Muazzam bir dünya tahakkümü.
Yani dünyanın canını çıkarmak. Onu mesela anlayamıyoruz yani. Doğaya hakim olmak. Doğaya hakim, doğa ile berabersin sen. Doğaya hakim olmak nereden çıktı demiyor. Tabii diyor. Eskiler olamadılar, şimdi bak biz doğaya hakim olacağız. Doğanın efendisi olacağız. Bunlar bilimin mottoları. Hem kendinin efendisi olmak. Tabii burada özgürleşme vesaire, direği olmak filan özgür olmak.
Onu çok üstünde bir şey. Çünkü yoktan bahsederler. Yok dediğiniz şeydir. Hayvanların boyununa takılan tasmadır. Yani doğaya tasma giydirmek diye konuşulur. Bu doğaya tasma takmak. Evet çok. Bütün yok dediğiniz şey. Nasıl bir dönüşüm veya bir zihniyet de ortaya koydu aynı zamanda? Şimdi tabii şöyle oluyor.
Bu tabii burada örnekler veriyoruz, isimler söylüyoruz. Ben ne söylüyorum hocam da söylüyor. Ama bu isimlere takılmayın. Çünkü bu zamanın ruhu diyelim. İşte budur. Yani birisi daha iyi kelimelendirir. İşte teoriyi daha muntazam ortaya koyar filan filan. Ama bunun arkasında bir bütün hareket vardır. Hareket derken herkes bir ucundan hem fikir olur. İşte korkak yok sayar da cesur daha bir kendini ortaya atar filan. Ama bu böyle bir şeydir. Toplu bir kalkışma. Toplu bir kalkışmadır. Herkes bir biçimde bundan nasibini alır. Çeşitli biçimlerde. Nasibini alır ve bu böyle devam eder. Şimdi Tanrı’nın, o yüzden derler zaten. Modernlikte Tanrı’nın kainattan tövbe estağfurullah sürülmesidir. Şimdi on yere kendinizi koyduğunuz anda bir biçimde her şeye buktedir hissediyorsunuz kendinizi. Ama tabi milyarlarca kendi olan var yani milyonlarca kişi için. Tabi çeşitli şeylerde. Yabancılaşma ve rekabet. Yabancılaşma o kademe kademe geliyor.
Ve o yüzden de işte pantezim için özellikle kapitalizmin giyini derler demin de söyledim galiba. O caydırıcılık ortadan kaldırıyorsunuz. Bakın İngil, şeyde Rusya’da şey derler, buşun butları diye bir tabiri vardır. Buş, Amerika Cumhurbaşkanı’nın butları. Şimdi ne biliyor musunuz o?
Rusya’yı perişan ettikten sonra bunlar Sovyetler Birliği’ne aç millet. Her şey dırmadan bir millet aç. Amerika bunlara tavuk butu göndermeye başlıyor güya şerif. Açlıklarını yesinler. Yensinler güya diye bunu buşun butları denir. Ve tabi zaten ucuz bir de bansiyon var. Efendim işte kimine tarihi biraz geçmiş falan bunlar böyle Rusya’ya girer.
Ne yapar biliyor musunuz hocam? Rusya’nın kıpırdamak üzere olduğu tavukçuluk endüstrisini perişan eder. Bir daha kurtaramazlar. Bir başka açlık, bir başka yokluğa saray etmelerini. Tabi efendim, tabi efendim yani buşun butları. Şimdi ulusal devleti perişan ettiğiniz zaman ki Rusya malum yani Putin işte yeni yeni topluyor o da toplayabildiği kadar. Şimdi bunu yadırgıcaksınız ama toplayabildiği kadar diyorum hala.
Çünkü geç kaldılar. Geç kaldı. Olay geç kaldı bir tarafıyla. Daha erken de olamazdı belki. Bir de işin o tarafı da var. Bilemem. Yani olur muydu, olamaz mıydı? Ben şeye inanırım yani. Olamaz da pek inanmam da şansa inanırım. Daha erken. Olma şansı vardı. Vardı bence. Yani bence yeryüzü hala birkaç imaklı insanın gücü, hürmetine durur. Keşke biraz daha erken olabileydi derim Rusya için. Çünkü ben gerçekten perişan oldum. Rusya’nın perişan olması bence en ciddi etkisi rol modelinin kaybıdır. Rusya başlı başına bir rol modeliydi. Ve özellikle rol modelinin altını da açaldırmadan diyeceğim. Yani bulaklar veselleler daha ortaya dökülmeden. Stalin’ın yediği naneler ortada olmadan falan. Bu dönemlerde ya pekala da bak işte insanlar hem doyuyor, okul bedava, işte evleri sıcak, yemekleri üstü falan da falan da eşit, diye bir ideal resim vardı. Ama bunun eksik neydi? Eksik şey, işte ateizmin devlet dini haline gelmiş olmasıydı. Ama onun etrafında dönme yolu da vardı. Çünkü yeraltı kiliseler vardı Rusya’da da. Yeraltı kiliseler dediğimiz papazlarlar evden eve gidip gizli gizli ayıp yaparlardı. Ve papazın korktuğu durumlarda o şahanlar yapardı. Nasıl olsa işte yeni ayet, eski ayet falan o eline alıp gidiyor. Hani böyle bunu idare ederlerdi. Şimdi bu rol modelin mahşişce ordadan kalkması var. Ve öyle bir kalktı ki bir dönüyorsunuz arkanızı, bir baktık 13-14 tane adam Rusya’yı gasp etti. Gasp etti. Yani geçen akşam Chelsea’nin burada böyle bir şey yapıp maçı vardı. Liverpool ile oynuyordu. Baktım ya Chelsea, Chelsea kimin? Avromovic’in. Avromovic kim? Kam Çatka valisi. Kam Çatka valisi ve Kam Çatka Allah’ın unuttuğu bir yer. Tam oraya köşelerde bu çaklarda bir yer. Ama bu adam o vali.
Ve şimdi Kraliçen’in sarayının yanında bir… Sarayı var….bir canım yeri var. İşte şunu almış, bunu almış bir de bodrumdan gelip simit alıyor Piran yani. Çevre baksanıza sahneye bakın. Ne kadar tuhaf, absürt bir şey. Şimdi bu rol model gitti. Peki özgürlük vesaire, ferdini özgürlüğü. Bir de o güzelleme vardı malum. Şimdi o güzelleme, serbest piyasa ekonomisi o da gitti. Ben biraz daha bütüncül görebilir miyiz diye düşünüyorum. Şimdi 70’lerde Nixon bir laf etti. Yahu dedi aslında dedi hepimiz Keynesçiyiz. Doğu bloku, batı bloku var. Tarzları var. Hakikaten tarzları vardı. Yani şu Keynesçi ekonomi dediğiniz neydi?
Sonuçta kalkınma, büyüme, tamistihdam. Var mıydı bunlar Rusya’da? Vardı. Peki bunlar Batı Avrupa’da var mıydı ren kapitalizmi? Buydu. Amerika’da var mıydı? Evet. Japonya’da? Evet. Peki neydi dava? Kavgalı, kutup neydi? Farklar şuydu. Ren kapitalizmi Avrupa’da yeniden bölüşüm yapıyordu. Bunlar yapmıyorlardı. Yeniden bölüşümsüz bir Keynesçilik vardı. Amerika Birleşik Devletleri’nde sınırlı bir yeniden bölüşüm vardı. Japonya’da sınırlı bir yeniden bölüşüm. Bütün mesele şu. Bu kapitalizm denilen, doğaya vahşice saldıran, işte o hırslarla yönetilen, kendi karını kendi asimptotunda sonsuzlaştırma gibi, sonsuzluğu böyle anlayan bir yeni zihniyetin, sözüm ona sosyalizm içindeki karşılığı, bütün bir sistem, ister bunu Sovyet modeli, ister Rem modeli, ister Amerikan modeli, ister Uzak Doğu modeli, aynı prensibe dayanıyordu doğaya, tabiata vahşice saldırmak. Bunu devlet eliyle yapabilirsiniz. Biraz karma bir yöntemle yapabilirsiniz.
Ve Sovyetler erken koştuğu için erken yoruldu ve o yüzden çöktü. Şimdi mesela bu Wallerstein’in güzel bir ifadesi var. Şimdi Berlin duvarı yıkıldığı zaman diyor ki herkes bu liberalizmin zaferi, batının zaferi. Hayır, batının çökmeye gidişi, gecikmiş çökkünlüğü onlar da çökecek. Çünkü bu fıtrata aykırı bir düzen. Bu büyüme, kalkınma, gelişme, refah vesaire gibi pompalanan şeyler helal değil. Ve fıtrata aykırı. Siz bunu biraz haydut devlet de diyorsunuz. Şimdi haydut devletler var, işin içinde korkunç bürokrasiler var, organizasyonlar var, varoğlu var.
Şimdi zaten bugün yaşadığımız bu 2001’den başlayarak gelişen krizler bize bu sistemin sadece Sovyetlerde çökmediğini, Amerika’da da çöktüğünü, Avrupa’da da çöktüğünü, Japonya’da da çöktüğünü gösteriyor. Tabii Sovyetlerde belki başka büyük bir zenginliğin paylaşımı, yeni bir takım zengin grupların ortaya çıkması, büyük bir coğrafyanın parçalanması gibi bir sürü sonucu da oldu.
Tabii bir sürü çok ağır yaşadılar bu krizi dediği doğru. Mesela Gugoli’nin izinde o geçişleri gayet güzel anlatan bir roman. Fakat Sovyetler sonuçta şurada çıkış yolu buldular, daha doğrusu Rusya. Baktı ki üretim yapmıyor artık, yapamıyor çünkü nesiller yorulmuş, bitmiş. Yani kalkınacağım diye 7 milyon insan gözden çıkarılır mı Stalin’ı bunu çıkartır. Rakan 7 milyon değil mi yani? Daha fazladır. Daha fazladır belki.
Şimdi yani bu topluma çalış üret falan diyemezsiniz. Topluyor Putin girişimcileri, adamlar çalışmıyor. Çıkış yolu ben dedi tedarikçi olacağım. Yani tedarikçilikten geçineceğim. İşte doğal gazdır, petroldür. Maliyet muhasebesi mesela Gorbaş’ın döneminde Sovyetler Birliği’nde yoktu. Ve biliyor musunuz Ayşen Rusya’nın hikayesi yazınamadı.
Tamam ben şey yaptım falan ama yani yok. Didik didik edilmesi gereken bir süreçtir o. Nasıl oldu da bu hale geldi ve ne eksik getire, neden gitti? Bu yapılamadı maalesef Türkiye’de de. Türkiye’ye aynı tutacağını düşünüyor musunuz? Tabii tabii, ben dünyaya tutacağı kanısındayım. Tabii, tabii tutardım. Benziyoruz da zaten bazı… Benziyoruz ya, benzeri yanlışlarımız var. Seküler yanlışlardan bahsediyorum. İnaçlarımız var. Efendim, bunu ve naivite var esas itibariyle. Onlar da bizim gibi çok naivdiler bütün bu Sovyet döneminde. Ama nasıl naif? Nasıl naif? Türkler gibi çok naif. Şimdi bu kadar naif olduğunuz zaman kötülüğü göremiyorsunuz. Sojenistin lafı galiba dürüst insan belagatın arkasında sığınmaz diyor. Yani hani bir Rus aydınının bir dürüstlük şeyi de var ara işte. Tabii var, tabii var. Üstelik Rusya’dan döndükten sonra uzun süre elime kalemi alamadım. Çünkü etleyeceğim hiçbir şey yoktu adamların söylediğini Rus aydınlarını. Etleyeceğim bir şey yoktu. Tekrar elev’i almam, Türkiye’ye ne yaparım acaba hani?
Bizimkileri nasıl haberdar ederim derliyle. Bu nasihat nameler falan odur. Haberdar edeyim derdim o. Aman haberdar edeyim. Biz bu işin farkında değiliz. Totalde büt baktığınızda yani sizin tabii kullandığınız tanımlardan birisi de o. Bütün değerlerin serbest piyasa ekonomisine ihale edilmesi diyorsunuz aslında temelde olan. Tabii tabii. Bu turbo kapitalizmin de temeli değil mi? Merkezinde bir tanım olabilir mi? E şimdi turbo kapitalizm nedir bakın? Turbo kapitalizm, hızlandırılmış kapitalizmdir. Yani finans kapitalizmidir. Üretimle de ilgisi yoktur. Evet çok doğru. Şimdi tuhaf tarafı budur işin. Üretimle ilgisi yoktur. Gelir, üret bir, var olan bir üretimi satın alır. Kârını yapar yapar. O kâr belirli bir şeyin altına düşünce bırakır ve çıkar gider. Ve orada ortada bırakır. Turbo kapitalizm budur. Üretime yaramaz. Yabancı sermaye denen meselenin de kadik olduğu noktadır bu. O haşlar gider. Sıcak paradır ama haşlar gider. Haşlar gider. Başka da bilir ki. Bir faydası da olmaz. Hayır olmaz yani. Yabancı sermayenin faydası nasıldığına düşünürdük.
Gelir işte fabrika kurar, teknolojiyle aşina olursunuz işte. İşçileriniz neyi ne yapacak onu öğrenir falan filan. Şu anda durumu o değildir. Şu anda siz getirirsiniz bir yere. Adam gelir, basar parayı alır. Kullandığı kadar kullanır. Kârını yapar. O kârı da nasıl yapar? Döviz kuru ile oynar yapar. Kendi oynamasa da nasıl…
Bankacılık sistemi üstünden… İler çıkar zaten bu. Borsanız var, ondan sonra şunu yapar, bunu yapar. Bu bir para kazanmanın yoludur budur. Üretim yapmak zorunda değildir. Şimdi bunun karşılığında bu işin devam edebilmesi için ne lazım diye bakmak lazım. Bunun devam edebilmesi için yeknesak tüketici gerekir. Yani ne demek?
Ben Barbie Bebek imal eden Matex şirketiysem… Dünyada bütün çocukların Barbie Bebekten mutluluk olmalarını sağlamak için çalışırım. Bu ne demek? Bu tek düze insanlar demek. Onun için elinden geleni yaparım. Afrikasında da, işte uzak doğusunda da, Türkiye’de de aynı beğeni ve zevke sahibi insan üretildi.
E neden efendim? Yani şöyle bakın. Neden? Ümraniye’nin bilmem, bu mahallesinden babası, asgari ücret işçisi kız… Niye o tişörtü alır ve üstüne giyer? Ve neden bütün tişörtünün maları? Dediğim sözbirliği 70 gibi. Ki bunların çoğu da merdiven altı, o bir şeylerdir zaten. Üreticilerdir.
Nasıl olur da bunlar? Evli birliğiyle bunu yaparlar. Neden o damgalı şeyler çıkar? E büyütün bunu. Neden pop müziğinde şarkılar birbirine benzer? Neden instrumentler birbirine benzer? Neden Newel Cousine nereden çıkar? Neden durup dururken hep beraber makarnaya düşkün oluruz?
Bu bir yöntem. Tüketime sevk eden, aslında bir yaşam kültürünü tüm dünyada yargılaştıran bir… Elbette, elbette. Neden? Edebiyata bakın. Niye bu kadar yeknasaktır? Nerede cesur insanlar yani? Oynamıyorum bu oyunu diyen, şunu diyen… Bamsız edebiyat diyoruz, ona bağımsız filmler diyoruz. Mesela böyle şeyler de var.
Ama daha bağımsız yani daha hakim alanda değil. Kusura bakmayın o kadar marj derken yok demek gerektiğini düşünürüm. Eğer İranlı kız uçaktan girerken üstünü başını çıkartıp… Ağzını gözünü boyayıp minneteğini giyiyorsa geçmiş olsun hanımefendi. Bitmiş bu iş. İstediği tüketici o. Ben din açısından bakmıyorum. İstediği tüketici ise öyle o tüketiciyi istiyor.
Şimdi yarın veya öbür gün o kızcağız elinden Barbie bebeği kıslatır. Çocuğuna götürecektir. İran da kendi Barbie bebeklerini üretti ama biliyorsunuz… İran kendi Barbie bebeklerini üretti daha farklı bir formda. Bir müddet Barbie bebeklerini ülkeye falan başaramadı yani. Ama şunu demez misiniz yani… Sokmamak için uğraştığınız şey Barbie bebekse zaten geçmiş olsun. Evet zaten geçmiş olsun. Yani böyle bir adım atmak zorundaysanız bu şeye benziyor işte… Bir zamanlar Türk müzikisini yasaklamışlardı. Yani isterseniz gelin şimdi de şey yasaklayalım. Rapper yasaklayalım mesela. Aynı şey değil mi? Yani yasaklamak zorunda kalmak. Ve o hele bir de onun yerine kendinizinkini üretmeye kalkıyorsanız… Zaten geçmiş olsun zaten olan olmuş. Yani zaten olan olmuştur.
Şimdi o kadar önemli istiyorum ki hocam katılacaktır. Hani modernite nedir bilmemiz gerektiğini. Biliyorum çok zor, tahayyülü çok zor. Değil mi? Doğru. Tahayyülü çok çok zor. Ve ne zaman sızıyor? Ve ne şekilde sızıyor? Kuklarımıza, hayatlarımıza. Gerile savaşı belki karşı duruş için. Umberte Ekon’un şeyidir ya o da meşhur lafıdır.
Çünkü gerile savaşı mıdır? Bence farkındalık. Yani savaş bile değil belki farkındalık. Bir şey de var herhalde yani bu Alev Hanım’ın deyindiği… Standart insan mesele, standart tüketici meselesi. Bunu biraz da bu serbest piyasa masalını çözerek anlayabiliriz. Çünkü bu realite de bir şey değildir. Böyle bir şey olmaz.
Rockefeller diyordu ki, rekabet günahtır. Yani rekabeti reddediyordu. Kapitalizmin zaten doğal gidişatı, hayatı merkez iyileştirmek, standartlaştırmak ve tekeller oluşturmaktır. Şimdi mesela Fransa’da doktor kesmeyi arkadaşları, fizyokratlar veya İngiltere’de Adam Smith…
…bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler, şunun için söylüyorlardı. Yani kapitalizm’e karşıydı bunlar. Çünkü kapitalizmin dinaminin piyasaları boğmak, ezmek ve tekelleştirmek üzere olduğunu görüyorlardı. Buna karşı çıkıyorlardı. Nafile bir karşı çıkıştı tabii ki. Süreç onları aldı geçti. Dolayısıyla kapitalizm deyince her şeyi merkez iyileştirmek, standartlaştırmak, düzleştirmek……onun da alıcısını bu manada üretmek yani bu tüketime bağlıyor. Buna şimdi kitle kültürü deniliyor ve bunu mesela diyelim ki gördüler. Yani mesela Frankfurt Okulu filan bunlar gördüler bu kitle kültürün ne bela bir şey olduğunu……ve ne kadar insanlığın tarihini dönüştürme arzusunu, hevesini söndürdüğünü gördüler. Fakat onların kendi dönemlerinde görmediği şeyi biz gördük.
Bu da popüler kültür hikayesidir. Hindistan’da McDonald’s var ama orada inek eti satılmıyor. Köfte de inek eti yok tabii ki ve garanti veriyor bunun için. Burada da domuz eti yok. Orada domuz eti var. Yani dolayısıyla ikimiz de McDonald’s yemiş oluyoruz, kendi meşrebimiz yemiş oluyoruz. Meşreplere saygı, kültürlere saygı, farklılıklara saygı mottosu……esasen tüketici çeşitlendirme siyasetidir. Bunu görmek durumundayız. Her nabza göre bir şerbetim var benim demektir. Bu bir tarafıyla iyi bir şey gibi sanki öyle anlıyoruz yani diyoruz ki……ama aslında başka bir sonuçta sapmaktır mesela diyorsun. Tabii ki mesela ne bileyim İran başörtülü Barbie bebekleri yapıyor da……ama Barbie bebeği yapıyor yani sonuçta o kültürün içinde.
Yerel kültür ben mesela Filistin’de Ramallah’da karşılaşmıştım. Starbucks’a benzer bir logo üretmişler. Hafif bir iki harf değişikliği yaparak Ramallah’a girmiyor tabii bir firma……riski bir bölge. Onu üretip koymuş bu sefer başka bir sermaye grubu da yani. Fark etmiyor işte. Çünkü oradaki o satış talebini o marka üstünden sağlamak istiyor. Tabii ki işletime taktiklerinde bu öğretiliyor zaten öğrencilere, üniversitede.
Tüketiciyi çeşitlendirmek. Yani tüketicinin de yuvarlak fikri alınıyor. Tüketicinin de kültürüne saygı gösteriliyor filan. Bunlar bir ara aldatılmaca. Kodlar aynıdır. Son derece Amerikanize bir dünyada yaşıyoruz. Şimdi şey tabii çok acıklı olan bence işin başka bir tarafı var. Talihsiz demek lazım. Özellikle feudalistlerden yeni çıkan toplumlar. Kısıtlarla çıkan toplumlar. Yani ateer kilp feudalistlerden. Ve hemen her zaman da feder şahit tabii. Şimdi yandım Allah çıkış var bu feudalistler, yıkıntı var. İşin kötüsü, kapitalizm ait her türlü……tezahürü……özgürlük diye belli. Ve yapacağınızda pek bir şey kalmıyor. Kalmıyor tabii.
Peki buraya bir nokta koyalım mı? Özgürlüğü bir sonraki programda konuşalım. Aslında kapitalizme dair tezahürlerden birisi olarak……özgürlük tanımını bir sonraki programda bırakalım. Bu akşamlıkta bu kadar. Çok teşekkür ediyorum. Her ikinize de haftaya bir başka bölümde buradan koyduğumuz……Virgül’den bir başka bölümde devam etmek üzere.
Hoşça kalın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir