"Enter"a basıp içeriğe geçin

İhmal Edilebilir Nasihatler | Teknoloji | 38. Bölüm

İhmal Edilebilir Nasihatler | Teknoloji | 38. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=Ud9XkQUDad8.

Merhabalar efendim, İhmal Edili Biri’nin nasihatleri Alev Alatlı ile birlikte, günün nasihatini sizlerle birlikte çıkartmaya çalışacağız.
Aslında tartıştığımız konulara sizlerin de iştirakleri hem youtube kanalından hem başka mecralardan da bizim için de çok yönlendirici oluyor. Ben tekrar buradan bunu da hatırlatmak istiyorum çünkü o yorumları ve o değerlendirmeleri dikkate alıyoruz hem program içeriğinde hem konuların seçiminde. Son programda, son nasihatte dediniz ki toprağı bol olsun Marks.
ki din kitlelerin afyonudur demişti ama bugün gelinen noktada kitlelerin afyonu teknolojidir dediniz. Evet. Buradan açarak devam edelim. Evet yani şöyle olduğunu düşünüyorum.
Teknoloji teknolojik ilerlemeyi bir takım kötülüklerin bahanesi olarak ileri sürebiliyorlar. Bunu söylemeye çalışıyorum. Kötülük derken insanoğluna, bireye acı veren eza teknolojik ilerleme. Bunu, insanla eza veren gelişmelerin bahaneyse. İnsanı kurtarmak adına olduğunu da söylüyorlar. İşte onu demek istiyorum. Yani böbreğini kaybettin artık yetek organ üretilecek, girecekler. Bahanece öyle, onu söylemeye çalışıyorum. Şimdi bütün, nasıl söylemeliyim?
İnsanoğlunun yeryüzündeki servenini düşündüğüm zaman Ayşe Hanımcığım, bakıyorum ne olmuş diyerekten. Ne olmuş? Ne olmuş? Gathet’i şeye oturtmuşsunuz kainatın ortasına. Ve öyle bir Gathet ki bu bilgi ağacından yediniz diye sizi müthiş bir cennetinden
anlatıyor ve sizi sonsuza dekranetliyor. Bir de şeytan var hayatında faust filan hikayelerinde olduğu gibi. Tabii canım tabii tabii özgün günah diyor şimdi. Peki. Ve bunu ondan sonra yeryüzüne taşıyor. Katolik kilisesiydi işte. Cennet anahtarı şeyin anahtarı filan. Peki.
Ve o yüzden aklı evvel bir şekilde sükünüyorsunuz Gathet’in bu konumunu aşağıya alıyorsunuz. Siz ritmelerini söküyorsunuz diyelim. İrtifa kaybediyoruz. İrtifa kaybettiriyorsunuz, ritmelerini söküyorsunuz. Onun yerine hümenizmede insanoğlunu getiriyorsunuz. Peki. Hümenizme lafı hiç sevmiyorum bu lafı. Söyleyip duruyorum. Yani hümenizme insancılık demek. İnsancı. Peki insancı bakış açısını getiriyorsunuz. Yani bundan Allah’la ilgisi yok bu işlerin şeyleri. Gathet, Mathet filan da işte insandır. Ne varsa insan da var filan. Ne varsa insan da var diye giriyorsunuz. Hayda insanda bir şey olmadı ortaya çıkıyor. İnsanın iyiliği bağımında. Bir savaş, bir dünya sonuçta bir savaş daha. 17 milyon kişi birinci dünyada. Tabii yani evveliyatı var sonrası var. Efendim bu böyle devam ediyor.
Gene olmuyor. Burada çıkan haksızlığı, uğursuzluğu bu sefer teknolojiyle telafi ediyorsunuz. Öyle ki insanı da kâinattan atıyorsunuz. Onun yerine neyi koyuyorsunuz? Sivork. Makinalar. Makinaları koyuyorsunuz. Ve ondan sonra bir korku daha açılıyorsunuz. Ne korkusu?
Robotlar. Ve gafay zekâi robotlar. İşte gelecekler, yiyecekler bizi de göreceksiniz. Gününüzü diyor Kim Hawking. Stefan Hawking’in son çeyreğinden birisi. Gayet de bir çok korku şeyse. Şimdi yani öbür türlü düşündüğüm zaman robotlarla insanoğlunu korkutmak.
Korkutucu bütün filmler, oyunlar yani bütün çocuklara verilen her şey. Hepsi. Ve bununla birlikte giden başka bir şey var. Bakın uzay filmleri çok az istisna dışında. Devamlı uzaydan kötü birilerini getirir. Hep kötü. Düşman gelir hep uzaydan. Dikkat edin alttan siz bebeklersiniz. Nasıl yeneceksiniz uzaylıları. Niye? Bu kendi niyetinizin, kendi dünyanın görüşünüzün yansımasıdır. Başka bir şey yok. Elinizde hiçbir böyle bilgi yok. Veri yok. Veri yok canım. Uzayda hayat var mı? Onun içinden bile çıkamadınız. Bir tek İT’de insancıl bir uzaylı figürü ortaya çıkmıştı. İşte diyorum bin tane de bir bir şey çıkarsa yani. O da sonunda yani. O da neyse ne. Şu gidişata bir bakın ve korkutuyorsunuz. Sürekli korkutuyorsunuz. Bu sürekli korku işi zaten daha Hıristanlığın başından itibaren bu böyleydi. Yeni bir şey değil Batı dünyasında. Korku korku korku üzerine götürdüğünüz bir şey bir yaşam biçimi. Şimdi de bundan korku. Bir de üstelik bir şey sanat artık bilgisayarlara bütün sanatçıların verileri işleniyor. En iyi makinalar üretebilir. İşte en iyi ameliyatları makinalar yapabilir. İşte en iyi savaşı makinalar yapabilir ve insanın bir yanla hayatın dışına iten bir dünya bir kuracak. Üst önüme çalışıyorum hanımefendi yani. Bırakın sadece kainatı merkezinden atmayı. Yahu yeryüzünden atıyorsunuz. Yeryüzünden insanoğlunu atıyorsunuz. Eve ben bir Türk emircisi olarak buna razı değilim açık. Evet. Açık.
Bırakın onu sadece inancımdan gelen eşref bir barrikada olmaktan da değil. İnsanlık umurumuz dediler. Benim anlatabiliyor muyum? Böyle olduğu zaman şimdi yani kimin evini kimden soruyorsunuz? Ve kör körüne Batı’ya ne soracağız diyorsunuz? Tabii. Batı’ya ne soracağız? Neyi soracaksınız?
Yani yapacağınız şey bütün buna rağmen ayakta kalmanın yollarını bulmaktır. Bulunmaz mı? Bulunur. Bulunur. Hiç şeyi unutmayın. Bir şey siz varsanız vardır. Cevabı olmayan soru yoktur. Cevap yoksa soru yoktur. Bizim tarihimiz yenilgiler tarihi de son en az 200-300 yıla baktığımızda yenil. Evet hani çıkışlarımız olsa da yenilgiler tarihimiz. Yenildik de biz anılıyor tabi.
Daha ağır basmış ve bir türlü o travmalardan da kurtulamamışız. Yani o ruh halinde bir şekilde yaşıyoruz. Burada çıkışı nerede görüyorsunuz? Şimdi bunu söyleyeyim dedim bakın. Yenilgi kelimesini dahi sorgulamalıyız. Ben detoks görüyorum. Hakikaten detoks da görüyorum. Yenilgi kelimesini dahi sorgulamalıyız.
Yani çıkışı bütün kelimeleri kavramları yeniden sorgulayacağımız bir zihin detoksu yapmakta görüyorsunuz. Kesinlikle. Kesinlikle. Bu detoks olduktan sonra ki durumda biz çaresini buluruz. Çünkü hiçbir meseleyi kendi eski düşünce biçimimizden yola çıkarak çözemeyiz zaten. Bu mümkün değil. Bu yenilgi kavramı da bunlardan birisi. Şimdi hakikaten oturup düşünelim. Niye yenildik yahu? Osmanlı dağıldı öyle mi? 1. Dünya Savaşı. Biz kaybeden taraftayız. Olan şudur budur. Peki. İmparatorlukların sonuydu zaten. Avusturya da gitti. Almanya da gitti. Almanya da gitti. Yani ne oldu ki? Bir şey diye de düşünmek belki mümkün. Belki diyorum içime sinirlendiğim. Ben şimdi bir Yakup Kadri’den bir örnekle söyleyeceğim niye yenildiğimizle ilgili aslında belki burada. Yani ne var ki demek belki mümkün. Onu söylemeye çalışıyorum. İmparatorluğun dağılması ille de yenilgimi. Ne olmuş diye belki düşünmek mümkün. İslam dağıldı diyebilir misiniz? Yok. Denebilir miyim? Olur mu öyle şey? Kimin haddine düşmüş zaten. Zaten böyle bir şey söylemiyor. Yani böyle bir şey söz konusu değil. Peki siz buradasınız ben buradayım mı? Dur şey gene konuşuyoruz.
Biraz bozuk biraz şey. Biraz yeni kelimelerle biraz hazırlık. Yani gerçekten çok mu yenildik lafı nam başlayarak. Detoks. Yapıyı sökmek. Pardon siz Yakup Kadri diyordunuz. Şimdi Yakup Kadri panoramada bir durum tespiti yapıyor panorama kitabında.
Türk milleti siyasi istiklalini kazandığı gün Kurtuluş Savaşı’ndan daha çetin bir davayla karşılaştı diyor. Belki yenilgiyi burada konuşmak daha doğru olur. Ekonomik kalkınma davası. Bu silahla, yiğitlikle halledilir bir dava değildi. Bunun için muayyen bir bilgiye, bir tekniğe, bir sermayeye ihtiyaç vardı. Bu memleketin halkı ise bunların hepsinden mahrumdu. Ve daha doğrusu bunların hepsi şu memleketle hiçbir manevi bağlantısı olmayan bir sürü yabancı unsurların elindeydi. Para yabancı bankalardaydı. Fabrikalar yabancılarındı. Tüccar, bezirgen hatta esnaf sınıfını teşkil eden yabancılardı. Şu İzmir şehri diğer birçok deniz kenarı şehirlerimiz gibi kozmopolit bir limandı. Burada oturan Mösyi A. Bir Mr. Z. Türkiye’nin mali ve iktisadi mukadderatı üzerinde Bab-ı Ali’nin herhangi bir vezirinden, herhangi bir nazırından çok daha nüfus sahibiydi. Buğday, arpa, pamuk, tiftik, incir hüzün vesaire fiyatlarını bunlar indirip bunlar çıkarır. Bütün pazarlarımızda bunların arzu, irade ve menfaatleri hüküm sürerdi. Bunlar köylülerimizi birer köle gibi çalıştırır ve çiftlik ağlarımızı birer kahya gibi kullanırdı. İşte Kemalist rejim Osmanlı imparatorluğunda böyle bir Türkiye’yi devraldı.
Ne belli başlı bir tüccar sınıfı, ne zengin diyebileceğimiz bir zümre, ne toprağına ve emeğine hakkıyla sahip bir müstahsil tabakası. Bütün bu boşlukları devletin doldurması lazım geliyordu. Ekonomik sahasında henüz emeklemeye bile başlamamış olan çocuğa devletten başka vasilik edecek hiç kimse yoktu. Mustafa Özel’in İktisatçı Gözü’yle, Roman Dili’yle İktisat kitabından alıntıladım. İlav ediyor Mustafa Özel derdi biriktisatçımız bunun ardından. Aradan 90 küsür geçen yılda bilgi, teknik, sermaye bir sürü yabancı unsurların elinden Türklerin eline geçti. Tüccar, bezirgan hatta esnaf sınıfını teşkil edenler artık yabancılar değildi. Ama özellikle finans ve teknolojide ciddi açıkları olan bir ülke olmaktan hala kurtulamadık.
Diyor, tekrar sizinle makarayı başa sarıyor bu ekonomi kalkınma davamız bir iki yüz yıl belki de devam eder. Bu edecektir Ayşen. Zaten en büyük sıkıntı orada zamanında. Şimdi şöyle bakın hiçbir batılı ulus yok ki köle ekonomisi olmadan bir yere gelmiş olsun.
Şimdi önceki programlarda bunu konuştuğumuz için burada Türkiye için bunu konuşmanın altını çizmek istedim. Tabii bunu söyleyeyim bir kere köle ekonominiz yok sizin. Yani şöyle düşünün bugün dünyanın parasını turistten kazanan romandaki Kolezium’un 70 bin adam inşa etti köle. İsa’dan sonra 71. yılda Titus’un ki o sonrada imparator oldu getirdiği köleler. Habeşler şunlar bunlar ve öldü adamlar orada yahu yani. Şimdi köle ile iş görüyorsunuz. Bir şehir düşünün Roma asalak şehirdir. Hiçbir şeyi üretmeyen bir şehir dışarıdan geliyor sürekli.
Atina’da kaza böyledir. Yani bir ileri şey yok ki başı sonu köleliğe ve tüfeyliliğe asalaklığa dayanmış olmasın böyle bu. Şimdi Osmanlı’nın kaçırdığı bir şey varsa o bu oldu. Biz köle tutmadık. Kölelerin inşa ettiği tek bir köprü yoktur.
Kölelerin inşa ettiği 1 km yol yoktur. Saray yoktur. Okul yoktur. Köprü yoktur. Yoktur yani. Bizde böyle bir şey yok. Ha sakın kimse kendini esir ve köylü arasındaki farkı gözümün içine karıştırmasın. Çünkü bu cehaleti çok gördüm ben. Ay ama niye öyle diyorsunuz esire kızar satıyorlarmış karabinliğe, karagünmürte filan lafları. Geçin efendim bunu söylemiyoruz. Hayır korsanlar filan içinde yerler soruyor. Başka şey söylüyorum ben. Söyleyeyim şey başka.
Ekonomik güç ve verdikleri şey olarak, girdi olarak kölelik asla ve asla Osmanlı’ya girmedi. Bir. İki. Sömrü şeyiniz yok. Kolonyiniz yok. Yani adamın petrolünü 1 liraya alıp efendim 50 liraya satacak şeyiniz yok. Çayını pirincini neyse her şey. Neyse neyse yani işte tütün düşürdü buydu filan. Bu da şey yok. Yani siz Tüfeyliliği dönemini kaçırdınız dünyanı. Bir bu böyle. Daha size devam eden yani şöyle söyleyeyim ekonomik hayatı devam eden petrol, doğalgaz vesaire gibi kıymetli taşlar filan. Gibi kaynaklarından şey dediyisiniz. Zengin dediyisiniz. Diyisiniz. Çünkü işin o kadar farkında değildi ki Osmanlı Musul’u bile atladı.
Tabii ki büyük büyük rezervlerin olduğu geldi. Gerçi hoş dünyanın petrolü keşfi de 19. yüzyıl başlarıdır yani 18. yüzyıldır. Başa olsun efendim siz ne keşfi ama bir baksanıza bir. Tabii tüm bütün bir yüzyılı. Nefes alırken yığdı. Nefes alırken yığdı. Olur mu bir okuyun da bakın. Nefes alırken yığdı farkında değilsiniz. Farkında değilsiniz. Sen onu da kaçırdınız.
Şimdi kala kala Allah’ın bağışladığı bir yarımada kaldı bize. Şimdi bu yarımadanın avantajlarını dikkat etmek lazım. Yani biz ne kazanacaksak, çoluğumuzu çocuğumuzu besleyeceksek ve 21. yüzyıl haysiyetine yakışır bir şekilde besleyeceksek. O zaman bu elimize gelme anadayı en iyi şekilde tasarruf etmemiz gerekir. Doğru mu? Ama biz tabii bunun yerine cumhuriyeti ilişkin veya cumhuriyet tarihi Osman dönemini ilişkin kavgalarla oyalanmıyor muyuz biraz? Vallahi bizim yatacak yerimiz yok. Oyalanılıyor. Ve niye? O da belli değil. Çünkü nihayet başka nasıl olacaktı acaba diye sormak lazım. Ve beğenmediğiniz cumhuriyet ellerin sonuna kadar Osmanlı borcu ödedi. Ne anlatıyorlar?
Ki cumhuriyeti kuranlar da Osmanlıydı zaten. Osmanlı’nın belirli bir zümresi. Onların ekonomi bilinci de o kadar. Ama şunu da unutmayın. İzmir kongresini yapan cumhuriyettir. İktisat kongresini. Daha sonra Özel döneminde de tekrar yapıldı. İkinci mi üçüncü mü neydi? Özel dönemindeki. Tekrar yapıldı tabi. Bu var. Efendim yani bundan sonraki toplandığı da bir ekonomi tarihi ben size şey yapayım. Türkiye için özel. Türkiye için bir özet yapayım da oradan bir görün. Bugün için çok geç ama onu oradan size toplamaya çalışayım. Şimdi bakıyor adam millet nasıl para yaptı?
Nelere dikkat etmek lazım? Bunları koydular ortaya. Cumhuriyetin yaptığı budur. Ama sorun şu oldu benim gördüğüm. Her zamanki sorun cumhuriyetle demokrasi arasındaki fark. Amerikalılar bir yerde vardır orada. Açıkça söylerler biz demokrasi istemiyoruz. Demokrasi yaşamaz. Evet. Çünkü siz zaten Amerikalı’yı meşrutiyetin kopyası cumhuriyet olarak tanınıyorsunuz. Evet. Biz cumhuriyet hangisi? Madison herhalde. Madison gafıdır zannediyorum. Demokrasi istemeyizler. Cumhuriyet kurduk. Amerika Cumhuriyet’tir. Republic’si. It’s not a democracy. Republic’tir. Ve Republic olduğu için de aşamalıdır. Yani Trump’ı seçen halkın kendisi değildir malum doğrudan.
Elektrol college vardır. Arada bir ikinci seçim grubu var onlar seçer falan filan. Mümkün olduğu kadar zorlaştırırlar halkın iradesini. Halktan seçilerek gelir ama sonra üst aşamalarda başka şeyler… Başka bir şey çıkabilir ve zorlaştırılır.
Ve bunun da kalabını şey diye bulurlar efendim, Cumhuriyet azınlığın hakkını korur. Aksi takdirde eğer demokrasi olsa çoğunluk her seferinde kazanır. Azınlığın hakkı gözetilmez olur. Değil bir bahane bulunur buna. Tabii o da şey bir azınlık değil. Bu son yapılan araştırmada dünyanın yüzde ellisinin kazancına eşit bir 62 kişiden söz ediliyor.
Bu 62 kişi de orada yaşıyor çoğunluğu. Tabii ki öyle. O azınlık da önemli bir azınlık. Çıkış noktasını söylemeye çalışıyorum. Şimdi Cumhuriyet’e bize bakarsanız bize işleri ne zaman karıştırıyor biliyor musunuz? Cumhuriyet hakikaten demokrasi olmaktan çok uzaktı. Bu döndü. Demokrasi olmayan bir Cumhuriyet teyidi tepki. Öyleydi. Yani oy veriyorsunuz, sayılmıyor, şuydu buydu falan. İşte köylü Ankara’ya soktunuz çıkardınız. Şapka giydi giymedi. Yoksa örtünmüdi. Anlatabiliyorum ne dediğimi. Bu da gerek yoktu. Bu şeye benziyor bir parça.
Yani sosyalist olmak için illa ateist olmak zorunda değilsiniz. Değilsiniz. Pekala da sosyalist prensipleri ateist olmadan götürebilirsiniz. Eğer ateistseniz ve ateist olması gerektiğini iddia ediyorsunuz bu sizin kendi kaprisiniz diyeceğim. Veya kelimelere fazla takılmanız diyelim. Kelimeci değiliz.
Ama aynı şey öbür taraf için de geçerliydi. Cumhuriyet için de geçerliydi benim gördüğüm. Yani yalnız o korkuyu azmısamıyorum. Ticani korkusu, şey korkusu.
Bunu azmısamıyorum. Çünkü gerçekten kananlık bir din tüccarları hikayesi var. Bu İslam mı? Hayır değil. Bu İslam değil. Bu yerleşik din tüccarlığı. Tabii Çankaya da Yakup Kadri’nin eline bunu çok tasvir eder. Ve buna karşı duruyorsunuz. Belki şu olabilir de bence yine aynı mesele. Bence buna halkla karşı durulurdu.
Müslümanları yanlarına alarak karşı durulurdu. Korktular. Bir korkma var orada. Bakın benzeri şey oluyor ama Rusça da oldu. Yeltsin hatırlarsanız bir ara şeylerin üstüne çıktı tankların korumak için Duma’yı. Hatırlar mısınız? Çok çok. Tankların üstüne çıktı. Haber görüntüleri arasına geçer.
Hatırlarsınız. Demokrat Rusça’yı koruma zamanı falan. Sonra korkması var. Korkup oligarklara çark etti. Böyle döndürdü. Şimdi buna benzer bir şey oldu. Cumhuriyet’te de onu gördüm. Buna benzer bir şey oldu. Şarkı edildi sanki.
Ama geriye baktığım zaman o kadar aydınlık kitle Cumhuriyet’te de. Kadın hikayesine bakıyorum inanamıyorum. Gerçekten inanamıyorum. Kadın fıkrası var. Kadın siyasi partikulmüş de. 35’e kadar da devam ediyor Cumhuriyetçi kadın fıkrası.
Olmaz romanlar var. Bir sürü çok parlak kadın var. Demek ki sizin normal kitaplarda gördüğünüz değil. O kitap çok farklı bir toplum var orada kaynayan. Niye bunu harekete geçirmedik? Ama aynı sıkıntıyı ben bugün de görüyorum. Bir toha paylaşmama huyumuz var. Neden ve neyi paylaşmıyoruz aslında tabi? Galiba aceleyden biraz oluyor bu. Bir an evvel bir şeyler halledelim meselesi var. Ondan herhalde çünkü niye ikna dan bu kadar ürküyoruz anlamak çok zor. Ama şunu da diyebilirsiniz bana dünyanın neresinde ikna olmuş da Türkiye’de olmuş. O da doğru. Cumhuriyet’in en büyük hatasını ne olarak görürsünüz?
Tabula rasa hikayesi görürüm. Tabula rasa malum beyaz kağıt boş kağıt anlamına gelir. Aydınlanma başlar. Tabula rasa, Jan Cakduso da vardır. Daha sonra o dönem Vorder vesaire ekibinin şeysidir.
Rusya devralır. Kraliçe Katerina tarafından. Tabula rasa insan boş bir şey olarak doğar. Üzerine yazarsınız. Bu dünya doldurur. Bu dünya onu doldurur. Şimdi bu Allah’ı kainatından kovmanın bir parçasıdır aslında. Hiçbir şeyle gelmezsiniz. Öbür taraftan bilgiyle gelmezsiniz. Yaratıcının bilgisi vesaire gibi bilgiyle gelmezsiniz. Bomboş gelirsiniz.
Ben sizi burada doldururum. Eğitimle doldururum. İstersen katil ederim, ister dikkatli değil derim. İster şöyle yaparım, ister böyle yaparım falan. Ve bu azıttarak gider. Malum hatta bir noktaya gelir Trochki. Hiç utanmadan şeyse vardır. Abartık demeçleri vardır.
Trochki şeyden insanoğlu zamanı gelecek, kalbin atışlarını kontrol edecek. Ve Beethoven gibi olacak. Ve bilmem kim gibi olacak. Ve vallahi inanılmaz bir şeydir. Okursanız deli mi ne dersiniz yani. Tabiatın boynuna tasma takmak falan gibi böyle büyük laflar falan. Laflarmış gibi daha doğru. Tabula rasa tabula rasa hikayesi bu.
Böyle bir tabula rasa hikayesi. Bakıyorsunuz Cumhuriyet’te bu var tabula rasa. Çok azgın değil ama var. Fakat daha enteresan bir şey var. John Dewey. Onu söyleyecektim şimdi John Dewey’in eğitimdeki etkisi. John Dewey’i getiriyorsunuz bütün bir milli eğitimi toparlıyor aklı sıraya şey. Peki John Dewey nedir? John Dewey tabi tabula rasadır. Çünkü zaten o eğitimbek geçmişinden geliyor. Tabi oradan geliyor ve artık pragmatik tabi.
Pragmatik ve şeyden uygulamaya işe dönük kalkınmaya dönük bir eğitim biçimi geliyor. Sadece Türkiye’de değil John Dewey bildiğim kadarıyla bütün ülkede bütün Batı dünyasının eğitim planlayıcısı dönemin o 1920’lerin planlığı. Tabi tabi tabi tabi tabi tabi. Bu şeylerindeki kitap tasnif biçimleri filan da duiz sistemidir. Bir adam cin gibi bir adam. Buradan getirdiler. Ben burada ciddi hata yaptıkları kanısındayım ve çok acele ettiler. Cumhuriyet tabula rasa ortaya koydu diyorsunuz. Tabula rasadan götürdü diye düşünüyorum.
Ben bir kuşakta yeni harfleri de öğretirim. Eski ilişkimi de keselim. Yapyeni bir cumhuriyet insanı. Vicdanı hürmü nesil bir şey yaratırım inancı. Bu böyle değil dünya işte. Dünya böyle değil. Şak diye kesip insanoğlunu, serveni bir yerde kesip. Hayır böyle değil böyle ol. Başka bir kalıba koyamıyorsunuz. Onun bir kendi fıtratı var.
Meğer ki şeyle koyarsınız. Staling falan yapmaya çalıştığı gibi keserek biçerek. Şimdi bize kesip içme de olmadı. Kesip içme falan filan adamları öldürmek için bile bu da olmadı. Peki ne oldu diye düşünün. Ortada kaldı. Amorf. Hani dili değiştirdiniz kendinizce. Ben çok şaşkın bir dönem görüyorum.
Doğrusu yani Osmanlı’nın son yıllarıyla. Cumhuriyet’in ilk yılı. Evet gayet şaşkın bir dönem görüyorum. Şaşkın ve kafa karışıklığı görüyorum. Cumhuriyet’in yaptığı zannedilen bir sürü şey Osmanlı’dandır. Bize verdiğim bir örnek vardır Çalıkuş’u. Çalıkuş’u kimin okulundan yetişmişti Allah aşkına öğretmen olarak. Tabii Osmanlı okullarından yetişmişti. Abdülhamid’in açtığı kız okullarından yetişmişti. Ortada bırakmış o zaman şöyle kalıyor. Burada mı burada mı gibi. Tıpkı şey gibi. Türkçenin sadeleştirilmesi gibi filan gibi. Türkçenin sadeleştirilmesi Osmanlı döneminde başlayan bir şey. Tabii. En büyük tablo arası hatası. Siyah beyaz hatası. Cumhuriyetten sonra olan bir tane her şey harika. Ondan evveltik. Öyle bir şey yok. Hatta bu Rüzyan Gökhan’tan başlayan tarih teorilerinden değil teorilerinden filan hepsini Osmanlı döneminde başlayan tartışmalarda buluyoruz. Tabii yavrucuğum. Filafetle ilgili. Tabi kimse hata değil. Yani ikisi birden gidiyor. Hep öyledir. Hep bıyırtan çaldı dediğim odur. Şöyle götürüyorsunuz onu. Birini şey fırlar ötekisi altta kalır. Kenardan çıkar çıkmaz. Efendim işte çamura değer ucu değmez. Beyva batar değmez filan. Böyle bir şey gider. Senkretiktir bu iş. Birlikte hareket eder. Şöyle veya böyle. Sonunda işte. İngilizlerin dangalaklığı. Şey bize. Yunanlara adet etmeleri. Yunanların biz bütün dangalaklığı. Hani. Gelecek de Türkiye’yi alacak. Ne alıyorsun nereye gidiyorsun. Hop derler adama yani.
Biliyoruz olan biteni filan. Bütün bunların getirdiği sarsıntının. Kolaylaştırdığı değişim şeyi var. Asancısı var. Tabi. Götürüyorsunuz. Ama. Öyle de değil. Yani nereden buluyorsunuz bunu. Söyleyin bakayım. Bir Halide’ydi.
Tabi Osman toplumun içinden yetişmiştir. Tabi canım sonuçta. Sonuçta öyledir. Zaten şeyde bilmiyoruz. Bakın. Anadolu’nun diğer şehirlerindeki kadınlar erkekleri de uzun böyle tanımayız. İşte. Bazı yayınlar var dergiler filan gibi. Ama çok az tabi. Tanımamaktan kasıt. Kamuya mal etmekten bahsediyor. Evet. Ama ben.
Hakikaten göremiyorum. Nasıl oluyor yani. Edebiyatta yok. Sinemada yok. Tiyatroda yok. Nasıl oluyor ya. Nasıl oluyor yani. Sanıyorum bu kendimize sempatimiz olmamasından kaynaklanıyor. Allah rahmet eylesin. Yıldız Kentercik gitti kız. Şimdi 91 bu nasıl bir hayatta ya Yıldız’ınki. Evet. Müthiş bir şey.
Arkasından iki şak şak ışıklar içinde uyuyor. Kim yapacak Yıldız’ın oyununu. Evet. Kim yapacak ya. Evet gerçekten. 91 yıl çok uzun. Çok uzun. Türkiye’nin geçirdiği bütün dünyanın geçirdiği evreleri düşündüğünüzde. Ve onun yaptığı iş. Bir de üstelik. Hani radikal anlamda söylüyor. Evet tabi. O da önerilecek. Radikal bir kız kız oyuncu.
Bizde barışmadığımız zaman olmuyor bu işler. Kendimizi kıymetlendirmediğimiz zaman. Kendi değerimizi fark etmediğimiz zaman. Değerimizi fark etmediğimiz zaman anlamıyoruz. Millet e efendim aman işte şey şöyle oldu böyle oldu. Batıdaki düşünün. İşte Ursula’ya nasıl bir hayat yaşamış. Ondan sonra George Sands ne olmuş. Efendim filan filan.
Kadın yazarlar şunlar. Dönüp baksanıza kendinize. Tabi kendimize ait üretilmiş eser de yok. Tabi filmler burada çok önemli taşıyıcı rol. Romanlar çok önemli taşıyıcı rol oynuyor. Yeni yeni yeni yeni yeni. Yani Anadolu’nun kaç tane kadın kahramanı hakkında yazılmış bir romanımız. Hikayemiz veya bir eserimiz. Yeni yeni yani yeni yeni. Aslında tabi. Hepsi topu da şurada kaç yıl yani. Tabi yani. Türkçe’ye bile yeni yeni ısınıyoruz.
Biraz geç kalmayalım demek istiyorum tabi bu arada. Çünkü yani. Ama yani hakikaten yeni ısınıyoruz Ayşe Hanım. Yani bu anlıyor insan. Yani çeviri Türkçesine doğru giderek dönüyoruz dizilerle, filmlerle. Şimdi bir de bir başka Türkçe ayrı bir başlık olarak konuşalım. Ben tekrar ne olacak bizim şu ekonomik kalkınma davamız diye sormak istiyorum. Yani az gelişmiş ülke kategorisi siz bu programda zihinde toksu yaptığımız için hani.
Kelimeleri de mesela yenilgiyi kullanmayalım dediniz. Az gelişmişlik de bu kelimelerin içine girer mi? Hem evet hem hayır. Yani şöyle söyleyeyim. Buradan çıkış yolu bence gayri isafi milyasla fark başına değil. Harcanabilirlikten çıkmalı yola.
Açabilir misiniz? Tabii şimdi Amerika’nın şeyi diyelim. Tert başına düşen milli gelir diyelim ki 20 bin dolar. Peki bu bir istatistik oyundan başka bir şey değildir. 20 bin dolarlık tüketimi kim yapıyor ona bakmak lazım. Kaç kişi yapıyor? Tersten bakın. Tersten bakın. Biz Türkiye’de hala aynı mantıya kaşık saldırırız. Zengilimizde yer fakirimizde yer. Ben sıfat çıkarken evdeki hanıma sorarım. Çalışan hanıma. Ne pişirdin sen dün kopya çekeyim diye. İşte taze fasulye yiyip yiyip tamam. Tamam bak ne iyi fikirdir bize taze fasulye. Şimdi şunu söylemeye çalışıyorum. Tüketim bir ülkedeki fertlerin tüketim miktarları arasında çok dehşetli İngiliz farklar yok ise. Bu başka bir ekonomi ilerleme söyler. Ama tabii biz gayret safi milli hasıl arasında çok büyük fark var ülkenin içinde. Bak şimdi bakacağınız şey nerede şey yapıyor toplanıyor. Dağılım nasıl bir şey.
Şimdi dağılımdan yola çıkarsanız ben Türkiye’nin göründüğü kadar kötü bir durumda olmadığında düşünüyorum. Yani o az geçmiş ülke kategorisini hak edecek bir durumda olmadığını düşünüyorum. Bakılması gerekir gayet tabii oturduğum yerde. Rakamlara tabi set istiyorsun. Yani işkembe gübradan atmayayım ama. Ama şöyle bir durun. Şöyle bir durun.
Eğer size ben yaklaşık aynı tüketim şeyine giriyorsak söyle. Seviyesine giriyorsak aşağı yukarı aynı emekleri yiyorsak ki yiyoruz. Tabii orada tüketilen eşya hani farklı kategoriler de giriyor işin içinde. Oturulan ev işte koşullar işte ulaşılan imkanlar sağlık erişim imkanları filan. Evet hepsini koyuyorum üst üste ben. Yani siz bana bunu nasıl anlatacaksınız. Benim efendim askeri ücreti çalışan halkım insanım çocuğu başı ağrısı acil de bakılıyor. Emarını çektiriyor filan filan.
Ve milli gelirden aldığı pay belli. Evet. Değil mi hani kaç milyar dolara yapıyor bu işi. Değil mi 400 dolara yapıyor. Peki 4000 dolar alanın bu imkanı yoksa hangisi daha zengin. Evet. Batu Amerika bazında kıyasladığımızda elbette hiçbir sağlık giderlerinin hiçbir sorun yok. İngiltere’de de yok. Öbür taraftan nasıl bakmak lazım. Söylemeye çalıştım şu kendi ölçülerimizi kendimiz koymak zorundayız Ayşen.
Peki kriterlerimizi nasıl koyacağız. Peki burada işte biraz önce bir şey eleştirdiniz ama Türklerle ilgili bir önceki programdaydı sanırım. Aşırı özgüven patlamasından söz ettiniz ve yıkılış dönemindeki hatalardan söz ederken aşırı özgüven patlamasıyla dışarıda ne oluyor ona bakmadı. Batıda ne oluyor ne bitiyor ona bakmadı dediğiniz. Tabii ama yani.
Burada da yine o kriteri koyarken nasıl ne diyelim gerçek verileri hakikate dayanarak kriterleri koyabiliriz. Hakikate dayanarak değil. Şöyle bakın istatistik ne tuhaf bir şey olduğunu bilmeniz lazım bilici bilmeniz gereken şey o. Orada aptallaşmayacağız. Yani istatistik de böyle de oynanır böyle de oynanır istatistik biliyorsanız bilim olarak da problem yoktur onu söylemeye çalışıyorum.
Yani biliyorsanız ki Osmanlı istatistiği de bilmiyordu problem orada ama siz neyin olduğunu bilir. Sizinkinin şu şu şu kategoriden olduğunu da yorumlayabiliyorsanız o zaman kimse sizin paçanızı tutamaz. Onu söylemeye çalışıyorum. Reel verilerimiz de var ortada yani milli gelirimizi artırmanın yollarına bakmak üretim ekonomisine geçmek şimdi tabii ki yani ekonomik halkıma davamız.
Halkıma davamızın bir kısmı bu evet tamam ama bir de bir diğer kısmı konuşuyorduk da bir Anadolu gibi yere mahkûmuz biz. Anadolu’ya mahkûmuz biz öyle mi? Altının yok hep söylüyorum petrolün yok çünkü yok bunun yok ama neyim yok cennet koyularım var. O zaman ne yapacaksın tarım arazine dikkat.
Özellikle de şimdi açlığın söz konusu olduğu zaman da dünyada geliyor. Dünya trendlerini eğer takip ederseniz Osmanlılık yapmayıp adam gibi takip edersiniz göreceksiniz ki biz buradan yetiştiririz. Bu Allah’ın bize bir lütfudur.
Yani dünya konjunktürünü doğru dürüst takip edebilirsek biz kendi canımızı çok yakmadan bunu götürebiliriz. Yapmamız gereken bu. Abi bunun hiç göz kapama falan gibi bir şeysi yok. Ama ağlaklığımız da bu arabesk tantarayı da şey kesecektir.
İstatistiklerle oynamak kesecektir. Yani haysiyeti ne tutar ayakta? Ne gerekir? Bakar gerekir. Fedakarlık gerekir. Vefa gerekir. Sadakat gerekir öyle mi? Sabır da gerekir. Sabır gerekir efendim. Emek gerekir.
Peki o zaman bu kavramları yüceltmenin ayakta tutmanın yollarını bulmamız lazım. Ahlaka ulaşıyoruz aslında. Ulaşacak tabi. Ahlaka ulaşıyoruz. Yani eğitimle yapacağız bunu. Dün bir toplantıdaydım bir konferanstaydım onu söyledim. Öğretmenler vardı da işte öğretmenlere konuşuyorum şimdi Türkiye’ye nasıl buna benzer bir konuşma nasıl kalkınacağız edeceğiz falan. Topu öğretmenler de belli. Belli yani. İyi de onlar da aydan gelmedi. Şimdi dolayısıyla bir toplu kalkınma ve bir toplu kalkınmaya yardım hizmet ederler. Bu iş de bunun gibi. Yani haysiyet diyorsunuz topluca bir değerler yüceltmesi. Ne girmek lazım? Ne girmek lazım?
Ben burada şey diyeceğim efendim kızım dışarıda yemek yeme yemeye alamayan olur üzülür diye çocuğuma telkin ediyorum diyelim. Aldığınız zaman bir dönüyorum Instagram’da öğretmeni. Elinde yemekte. Elinde yemekteyim. Bu olmaz. Birlikte inanarak. Kıyabancı dil öğrenmenin gereğini söylerim. Ve fakat Türkiye sahip çıkmak gereğini söylerim. Birbirini tamamlayan unsuru olarak. Efendim programımızda sonuna yaklaştık. Yollar ayrılmış görünüyor batıyla. Yani bir anlamda batıda kendi içinde yaşadığı bir şey var. Elbette bir alt üst oluş var. Belki o içerden o kadar görülmüyor ama dışarıdan daha farklı bir bakış var.
Biz bunları konuşunca gelen bazı yorumlarda şey görüyorum bir batı düşmanlığı yaptığımızı. İşte bir batı eleştirisi yaparak kendi gözümüzdeki Merte’yi hani bir anlamda görmediğimizi ilişkin yorumlarda. Şaşmam tabi bu gelecek bölümü. Yer yer alıyorum ama biz aslında bir batı eleştirisi yapmaktan ziyade bir zihniyet kılavuzu ortaya koymaya çalışıyoruz. Efendim batı düşmanlığı lafı çok abuk sabuk bir laf zaten. Batıyı beğenmemek evet. Evet ben beğenmiyorum. Beğenmiyorum. Yani şimdi bunun hesabını kime vereceğim niye vereceğim. Vermeye de çalışıyorum anlatıyorum da neden böyle düşündüm. Ama nedenini de beğendirmek zorunda. Değilsiniz. Hayır efendim. Kimse de değil. Hayır değilim. Hayır değilim. Şimdi kendi gözümüzdeki Mertek daha ne Mertek anlatsak acaba kendimizden ilgili. Şunun altını çizerek çizerek söylerim.
Biz veya doğu kavimlerinden bir tanesinin kültürü. Hind için de söylerim bunu hatta Çin için söylerim ben bunu. Hakim olaydı. Bu gezegen bu hale gelmezdi. Bunun niye böyle olduğunu anlamanın peşine düşmek lazım Ayşen. Evet niye ve nasıl böyle. Niye ve nasıl. Ve herhalde şu gezegenin taşlaşmasının kabahati Türklerindeydi. Bunu söyleyecek olan var mı yani? Bu bölümü kapatmadan bu programı bitirmeden Cumhuriyet’ten demokrasiye geçtiğimizi düşünüyor musunuz? Aradaki geçişin. Yani çok çok yol alındığı kanısındayım. Evet evet çok yol alındığı kanısındayım. Tabii. Tabii çok yol alındığı kanısındayım. Çünkü kitleler şeye girmeye başladı. Oyuna girdi. Hiç oyuna girmiyorlardı.
Giremiyorlardı bunu yaşadık. Zümreler vardı kitleler oyunun içinde değildi. Zümreler olsa bile. Şimdi kitleler oyuna girmiyor. Kitleler oyuna girdi. Kobilerin kendini toplamış olmaları. Kobilerin başarıları. Kadınların başarıları. Hiç öyle değil kazınaya. Bence iyi bir şeydir. Biz hızlı sayılır.
Hızlı da sayılır. İlahi Monarşi yahu Monarşi’den çıktık. Onu denedik ve Türkiye denedi durdu yazık. Hakikaten yazık diyorum yani. Oradan çıktık Meşrutiyeti ay bir daha bir şey yaptık. Kali Cumhuriyet’tik. Orada işte yok tek parti yok çift parti oldu olmadı falandı filandı. Yani 70 sene 100 sene şey değil Ayşe Hanım. Devletlerin milletlerin darinde bunlar hiçbir şey değil.
Tabii ki tabii ki demokrasiye döndü. Demokrasiye dönmese şeyimize baksanıza yani söz bakın. Nasıl söyleyeyim bunu söylemeyeyim de artık söylemeyeyim. Efendim söyleyeyim. Liyakat eksikliği de demokrasinin bir göstergesidir. Bunu da unutmayın. Peki. Liyakat şart diyoruz ama liyakat eksikliği de demokratik bir toplumun göstergesidir.
Diyorsunuz. Efendim konularımız ve başlıklarımız önümüzdeki programlarda devam edecek. Tekrar bir zihin detoksu yapmaya yeniden düşünmeye kavramlar olaylar üzerinde yeniden düşünmeye çaba sarf ediyoruz programda. Umarım sizler de bizlere eşlik edersiniz. Programın başında da hatırlattığım gibi hem YouTube’dan programı izleyebilirsiniz. Orada yazdığınız yorumlarında bizim için etkili ve önemli olduğunu da söylemek
isterim. Görüşmek üzere.
Hoşça kalın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir