"Enter"a basıp içeriğe geçin

İhmal Edilebilir Nasihatler | Türkiye | 37. Bölüm

İhmal Edilebilir Nasihatler | Türkiye | 37. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=J-Z1inNWnng.

Merhabalar efendim, İhmal Edilebilir Nasihatler programına hoş geldiniz. Alev Alatlı Hocamla birlikteyiz. Bugünün İhmal Edilebilir Nasihatini çıkartmak için yarım saati sizinle birlikte geçireceğiz.
Bir beyin fırtınası yapacağız. Programın yayınıyla ilgili YouTube ve televizyon yayınlarından sonra pek çok yorum alıyoruz. Programın içinde konuşulan konulara ilişkin hem de sizin kullandığınız bazı kavramlara ilişkin. Her şeyden önce programda ne yapmaya çalıştığımızı ben bir kez daha altını çizmeyi izin verirseniz. Doğru buluyorum. İlk başlangıcı programının popülizmden Avrupa’nın bugün geldiği yoldan yola çıktı. Aslında bugünden başladık, geçmişe doğru gittik. Batı’nın bugün geldiği noktada bizim ona yüklediğimiz anlamla olayların, kavramların gerçek anlamları arasındaki farkları ortaya koymaya çalıştık. Aslında bir yapı söküm yaptığınız şey. Bütün kavramların dibine indik, sizin deyiminizle çalı dibini eşeledik. Diplerinde ne var o kavramların? Onları ortaya çıkarttık.
Bir taraftan Batı’nın iktisat ekonomik tarihi, bir taraftan da dinler tarihi bu anlamda yer yer masamızda konularımız arasına girdi. Aslında bir Batı medeniyetinin çözümlemesini yapıyoruz anlamak ve doğru tanımak noktasında. Çünkü Batı bizim için de bir ütopyaydı ve bugün hepimiz birçok hayal kırıklığı yaşıyoruz. Dünyada birçok hayal kırıklığı yaşıyor. Bu hayal kırıklığı sadece siyasi alanda değil aslında, dünyayı götürdükleri yer itibariyle de siz de bunu sık sık dile getiriyorsunuz. Bu hayal kırıklığının da biraz etkisi belki bu programın içinde kavramlara bir yeniden bakalım, ne oluyor bu tarihe yeniden bakalım diye sormamızı, sorgulamamıza sebep oldu. Şimdi bugün bir parantez açıp Türkiye başlığını koymak istiyorum. Yer yer Türkiye’ye konuştuk ama bir bütün olarak konuşmadık.
Ve fakat diyerek ve fakat meselesini de bir izleyiciniz bana not olarak düştü ve dediğinizde meseleyi ortaya koyuyor imişiniz bütün program. Evet, siz bütün programlarınızı izlemiş. Sonuçta bunu bir tespit olarak söylüyor. Hocam ve dediğinde bir meseleyi ortaya koyuyor fakat dediğinde tutarsızlıkları nasıl olmuş ve nasıl olacak biraz da gelecek projeksiyonunu ortaya koyuyor. Hatta dedi ki programın adını ve fakat dedi.
Sağ olsun çok hoşmuş. Efendim şimdi Türkiye’yi konuşmaya başlarken Batı’da bütün bunlar olurken, işte bir iktisadi tarihi gördük, dinler tarihindeki değişimleri gördük, işte bir Allah’a geçen programda konuştuğumuz bir God’da yükledikleri anlam, onun bir hipotezi indirilmesi, aydınlanma, bütün bu süreçler, Hıristiyanlığın kendi içindeki değişimlerini konuşurken, biz neredeydik oradan başlayalım isterseniz.
Bizde din, tırnak içinde God, Allah ile ilgili değişim nasıl bir süreç izledik? Şimdi tabii bizde hiçbir şey değişmedi diye iddia etmek abdest olur. Bu mümkün değil. Yani neresinden baksanız işte 600’ler deseniz 7. yüzyıl, 21. yüzyıl. Bayağı bir şey var arada. Evet. Değil mi 1400 yıl. Şimdi bizi ayrı tutarsam şey, biz tabii tanımı sıkıntılı. Biz tanı. Biz kim? Müslüman Türkler. Müslüman Türkler. Peki o zaman Türk ne diye bir adım daha götürmeye gerekecek?
Hıristiyan Türkleri ne kadar dışında bırakacağız bütün bu işin? Bu bir soru halinde. Fakat? Fakat Hıristiyan Türkler var, Yahudi Türkler var, Karemler var. Daha sonra Cimmu Şaman Türkler var. Hatta Budistler var falan. Şimdi Ayşe Hanım, biraz romantik belki ama ben nasıl görüyorum bunu bir,
duygusunu bir anlatayım size. Üzerine düşünelim. Beşerin iskan ettiği bir dünya, bir yer göre bir biçimde iskan etmiş beşer. Evet. Ve beşerinde farklı tayfaları işgal ettiği bir şey var. Kıtalar falan.
Şimdi bu tayfalardan bir tanesi bizimkiler. İsa’dan beş bin sene öncesi ne kadar kayıtları var? Ahmetta Şahlı Hoca burada olacaktı da anlatacaktı. Çin’de var. Efendim burada. Ve şöyle baktığınız zaman beş bin sene oradan, işte iki bin yıl buradan, bir Erüs’ü, yenisi, yani sekiz on bin yıldır dilini muhafaza eden bir kadın var ortayarda. Ve dil duruyor, inatla duran bir Türkçe var, dil. Ve bu dili bakıyorsunuz, tam da o dönemdeki, daha Asya döneminden getiriyor. Asırlar içerisinde geldiğini görüyorsunuz, tabii değişiklikler oluyor. Ama değişen dil değil. Söyleyiş biçimleri yeni kelimeler giriyor çıkıyor falan ama dil, dil o değil. Öyle baktığınız zaman ne kadar kadim bir kavim olduğunu görüyorsunuz.
Çünkü bundan söyleyecek hiç laf yok. Ve bu kadar da eski kavim yok kuzum boylu dünyada. Onu söylemeye çalışıyorum. Mesela İbraniyler için onlar da çok eski kavimdirler fakat İbraniycenin hiç konuşulmadığı yıllar vardır. İbraniyce unutulmuştur. İbraniyce yeni toparlamaya başladı. Tabii İsrail Devletiyle birlikte.
Kısklı şeyden çıktı, sandıktan çıktı. Bizim için bu söz konusu değildir. Ama şimdi şöyle diyecek, değil de yeni Türkçe falan nereden çıktı denebilir. Aynı şey olmadığını söylerim. Bizde sarayı diliyle farklı değil, farklı olmamıştır. Tabii ki Arapça ve Farsça etkisi olmuştur.
Neden? Çünkü yeni kavimlere tosluyorsunuz. Ve yeni yeni kavramlar bir araya getiriyorsunuz. Bütün diller böyledir. Yani İngilizcede de orijinal İngilizce diyelim, Anglo-Sakson diyelim kavimlerinin İngilizce 15 bini falan geçmediği söylenir. Geri kalanı Fransızcadır, İtalyancadır, Ruscadır, Taytürkçe vardır içinde falan filan.
Bu böyle olabiliyor. Bunu söylememin Türk Müslüman dediğimiz zaman en az 7000 yıl geriye baktığımızı bir kere şey yapmak zorundayız. Kabul etmek zorundayız. Bu bir akı. Şimdi bu akıdan bir kesit alıp, akam kesebilirsiniz üzerinde.
Ama kesit olduğunu hiç unutmamak lazım çünkü ertesi gün bu kesit başka bir kesitte değişebilir. Böyle bir gidişatı var. Tabii Çin çok önem kazanıyor Asya ama Çin unutmayalım ki insanlığın rahmidir derler Çin için. Çin bir kıtadır şeyden ziyade. Bir ülke millet belki den ziyade. Bir kıta. Milletler camiası değiş yerinde ise. Bu kıtanın bir tanesi de bir şey. Bizimkiler. Bizimkilere baktığınız zaman o asırlardan itibaren ne yer ne içer ne yapar neye inanır görmek lazım. Sosyolojisini hesaba katmak lazım.
Ve böyle baktığım zaman ben kendi adıma. Bozkır insanı görüyorum. Şimdi Bozkır insan diye bir şey var mı? Bana sorarsanız var. Çünkü Bozkır geniş ufuk demek her şeyden ötey.
Bir bir bir bir bir özgür ruh. O laf başına değildir. Şaşarım var mı bana zincir vuracakmış şaşarım. Yani gerçekten var mı bana zincir vuracakmış şaşarım. Özgürlük, nefes ve şey geniş ufuk hareket. Böyle bakınca sanki bu kavmin çok önemli bir vasfı gibi duruyor. Ve tabi bu vasıf ki bana sorarsanız olduğu yerden kaldırıyor. Batıya batıya batıya batıya. Hazar’ın güneyinden kuzeyinden getirip getirip Anadolu’ya getiriyor. Orada da bitmiyor. Bugünkü haline bakın. Avrupa Türklerine bakın. 4 milyon var dışarıda. Bu kolay kolay da kimselere benzemiyor. Neden benzemiyor? Bu bir kere bu müteharrık halinden dolayı benzemiyor. Bu hareket halinden. Dötürebiliyor. 2. Yerleşik değil diyemezsiniz. Yerleşik ama. Yerleşik ama. Çökmüş değil. Töksalmış değil. Yerleşikliğinin içerisinde.
Böyle bir tarafı var. Bir tarafıyla eyleti. Her an konup göçebilir. Her an konup göçebilir. Bir tarafıyla eyleti. Bir tarafıyla kendini hiç bırakmayan. Asimile olmayan. Sahip olduğunu bırakmayacakmış gibi. Asimile olmayan. Böyle bir tarafı var için. Günçöre bakıyorsunuz asla bağnaz değil.
Mukayesele Batı bağnaz. Batı tutucudur. Türkler tutucu değil. Daral adapta olur. Meseleleri tutucu değil. Avcı ulus’tur. Avcı ulus’tur. Ama yine Tıpkı bir avcı gibi katlayan bilmez. Görmemiştir. Sığırcı kavlayan bir avcının Sığırcı katlayanı yaptığı. Deli olması lazım. Yapmaz zaten. Yiyecek kadarını. Avlar. Bakıyorsunuz bütün bir Osmanlı döneminde de böyle olmuş. Yiyecek kadarını almış. Eğer öyle olmasaydı, sömürgeleri olurdu zaten. Niye hiç sömürgesi olmadı? Gitti her yerde dilini, kültürünü bir sürü şeyini bırakıp gelirdi. Hakimiyeti altına aldığı birçok yerde. Bakıyorsunuz hiç karışmamış insanlar. Hiç. Karışmamış, rahat bırakmış. Rabb’e na hiç yapmamış, bencil değil. Yani imparatorluğa şöyle bir bakın Allah aşkınıza. Demir yolu yaptığı zaman da gidip bunu aşağı yaptı bir yerlere. Dürüp bakıyorsunuz. Asla kendine yontu olmayan bir şey. Bir yapı bu. Bu arada biz bir Türk kimdir tarifi yapıyoruz. Ben izleyicilere tek bunu bir alt başlık olarak vermek istiyorum. Şu anda yaptığınız şey Türk kimdir ve neye denir tarifi? Tabii Haddim de değil ama şeyi bildiğimi zannediyorum. Niye bildiğimi zannediyorum. Bu kadar zor koşular rağmen ekonomik vesaire vesaire çünkü bir kere o yol yeter. Geldiğiniz yol yeter. Nereden nereye geliyorsunuz yola? 7000 kilometre ortalama yani. Onun kuşu çuşu. Evet. Bunun indisi çıktısını düşünün. Tabii efendim. Sonra büyük imparatorlukların içinden sığırlıyorsunuz ve sürekli tevhid peşinde. Biz dağılmaya gelemeyiz. Biz tevhid insanlarıyız. Tevhid insanları olduğumuz için de dönüp tek tanrılı olduk. Devlet o yüzden bizim için çok önemlidir. Bir olmak bir araya geldi. Evet liberalizm bize sökmez. Bireyselcilik bize sökmez bir yere kadardır. Ha bireyselcilik sökmez de efendim paçizmini söker asla o değil. Söylemeye çalıştığım o değil. Gönlünü getirdiği yani Mevla’nın kayıra diye şeye salamayız. Meraya insan salmayız biz. Çoluğumuzu çocuğumuzu da salmayız. Kayırırız. Onu bırak. Konu komşuyu da salmayız. Onu da görürüz. Onu da görürüz. Onu da şey yapmayız.
Salmayız. Şimdi dahası var. Dahası var. Vefa gibi, sadakat gibi, haysiyet gibi kavramların örtülü veya açık itibar gördüğü bir ulustur bu.
Ama tabi bu kavramlar sadece bize özgü kavramlarda değil. Ama bizde daha çok itibar görür diyebiliriz. Kimler nasıldır bilmiyorum hanımefendi ama kalkıp kalkıp bizde olduğu gibi dang diye adam kendini vurmaz. İtibarım kaçtı diye. Böyle bir şey yok. Bu Türkler bunu yapar. Ve ben size bir şey söyleyeyim. Şimdi bu ters köşe yapıyorum gibi gelecek size. Kadın cinayetleri artıyor. Bundan itibarın ilişkisini görebiliyor musunuz? Görün. İtibarını görmüyor musunuz?
Kadın cinayetleri artıyor. Evet. Ama ne kadar yanlış konumlanmış bir itibar. Hiç bunlar aynı şeyler. Bunu söylüyorum. Ama haysiyet kendini beğenmişlik var. Haysiyet var.
Erkeklik kavramı var. Bu erkeklik kavramı zaten az çekiyor kendidir. Hani bu şido mesela Japon bu şido kavramı. Japon bir şey de şöyle getirin getirin getirin bizim dadaşların.
Erzurum dadaşlarının söyleyeyim. Ne maddesi örtüşür. Böyle bir geliş olan bir ulus daha da önemlisi. Daha da önemlisi bu dünyaya kazık çakılamayacağının bilincinde olan.
Ölmesini bilen ve efendi de ölmesini bilen bir ulus. Nerede görülmüş. Ben yandım eller yanmasın ulusudur bu türkülerine kadar girmiştir. Siz bunu hiçbir yerde görmezsiniz. Hele 21. Yüzyılda yani kadıncağız kalkacak oğlunu şehit vermiş ve dönecek.
Ben verdim siz vermeyin. Şimdi bunun ne kadar farklı ve önemli bir haset olduğunu nasıl anlatacağız biz bu Türkler onu bilmiyorum. Anlatmaya çalışıyoruz. Başka yani ama anlıyorsunuz dediğim inanılmaz bir hasettir. Güven. Biz şimdiye kadar hep batıda olup bizde olmayanlar üzerinden bakıp batının ekonomik kalkınmasını ve gelişmesini de bir artı değer olarak görüp. Bizde bu niye yok sorusundan da yola çıkıp hep neyimiz eksik diye kendimize baktık. O yok o yok o yok o yok o yok bizde hiçbir şey yok noktasına geldi. Siz başka bir şey yapıyorsunuz. Bunu tam tersine çeviriyorsunuz ve bizde olanları ön plana çıkartıyorsunuz. Bu yaptığınızın da çok kıymetli olduğunu Narci Zahane Altın’ın çizmek isterim. Çok teşekkür ederim ama doğru.
Çünkü durup geriye baktığı duruşturup bir sakin olup hakkı gözettiğim zaman gördüğüm bir şey var. Tabii ki İslam arka planımdan dolayı bu Müslüman olmamdan Elhamdülillah kaynaklanan bir şey. Ama bir yandan humanizma humanizma diye ortaya da dolanır efendim.
Öbür taraftan insanı öne çıkarmazsanız burada çok büyük bir çelişki görürüm. Batı’daki en büyük sıkıntının da bu olduğu kanısındayım. Yani gadlarını peki kainattan attılar yerine insanı koydular. Hipoteze indirgildiler zaten.
Peki o da alın size bir tane insan iyileşmiş bir şey. Her şeye kadir bir insan kavramı. O zaman o insana saygı göster. Onu da göstermiyorsun. Anlatabiliyor muyum? Benim çıkış noktam dediğim gibi ama bu eşrefi mahlukat olman bilincinden gelen bir duygu.
Eğer eşrefi mahlukat denilen neslinin şu kadar değeri varsa, onun etrafında dönmesi gerekir dünyanın. Eşrefi mahlukatın şu kadar değeri varsa siz insan kaynakları diye bir departman kuramazsınız. Çünkü herkesin bir değeri vardır diye bakarsınız. Aslında kelimeler bizim dünyaya bakışımızı da ortaya koyuyor. Elbette ki. İnsan kaynakları ne demek Allah aşkınıza. İnsan kaynağı bir şeye kaynaklık edecek. Neye kaynaklık ediyoruz Allah’ını severseniz. Neye kaynaklık bu? Yani bu size işte petrol, benzi, bilmem ne yan yana bu da insan bu da bilmem ne diye girdilerden biri yapıyor size. İnsan girdi olamaz. İnsan hamadde olamaz. Siz orada durursunuz bütün hamadeler insana gelir.
Emek ve burada bir hamadede dönüşünce tabii emek ve insan da olmaz. İşte onu size söylüyorum. Olmaz. Emek bir hamadede değil. Hamadede değiliz. Sarf valizemesi hiç değiliz. İnsan değildir diye bakıyorum.
Şimdi buradan bu varsayımla bu alt yapıyla baktığım zaman Batı’nın dünyayı getirdiği yeri kınıyorum. Tabi canım yani kınıyorum. Bizde olan neyi bunlarda yoktu diye bakıyorum. Tersine çevirip bir şey. Bizde bu vardı onlar da olmadığını görüyorum. Bizde şu vardır onlar da bu yoktur. Bir şey gördüğüm bir şey var. Yıllar yılı. Yıllar yılları. Biz bu adamları tanıdığımızı zannettik. Problem burada. İtopyamızdı. Bir de Batı. Biri bulamazlar mı arkadaşlar 1900’si, erilerde Celal İncel’in YouTube’da var. Bir Amerika şarkısı var. Daha önce dinlemiştik biz bir programda. İzleyicilerimize söyleyelim onlar bulup dinlesinler. Bizim şu anda onu organizeyelim. Yani baktığınız zaman görüyorsunuz benim çocukluğum o yıllara denk geldi aslında. Ben biliyorum. Yani Amerikan bayrağı görünce milletin gözlerinin yaşardığı ve dünyanın kurtuluşu gibi insanlığın kurtuluşu gibi gördükleri zamanları biliyorum. Bu tür bir hayranlık ama bütün dünyada aşağı yukarı buydu bu. Aşağı yukarı buydu bu.
Tanımadık. Tanımadığımız için de kendimizde olmayan ne varsa onlarda olduğunu varsaydık. Şimdi o paket bir paket vardı bu 21. yüzyılla birlikte bu paket açıldı. Biz o paketin içinde başka şeyler olduğunu varsayıyorduk. Yani bir tasavvumuzda başka şeyler vardı. 21. yüzyılla birlikte işte Avrupa, Amerika veya dünyada o paket açıldı.
Biz o paketin içinde sarılanların arasında bir hayal kırıklığı da yaşıyoruz. Yani gördüğümüz bu muydu? Hani insan ne değerlerdi işte bu mültecilere yapılanlardan tutun da başka ülkelere, halklara yapılanlara bir sürü şey sorgulamaya yeniden yeniden sorgulamaya başladık. Aslında bu muydu derken bu sefer sizinle birlikte tekrar geçmişe dönüp aslında böyleydi. Şimdi tabi bana sorarsanız hep böyleydi biz görmemiştik. Ama öbür taraftan da ben bir aydınım. Yani bilgimi okuyarak edinen birisiyim. Okuyarak bilerek edinen birisiyim. Şimdi öyle olunca ben bunun böyle olduğunu hep bildim desem yeri. Ama kitleleri bunu anlatmak mümkün değildi.
Hala bugün bile değil. Hala bugün bile değil. Yani bunun eskiden beri böyle olduğunu anlatmak mümkün değildi. Kendilerinin görmesi gerekiyordu. İlk defa görüyorlar. 19. yüzyılda bile görülmedi. Evet 21. yüzyıl belki bu konuda daha fazla eleştirin.
Ben 2010 bu Avrupa Kültür Başkenti Şerçivesi’nde Portekiz’e bir toplantıya katıldım. Avrupa’nın entelektüelleri de vardı. Başka ekiblerle ben de orada bir tevafuk halinde bulundum. İlk defa Avrupa’nın o kadar büyük bir entelektüel birikim bir arada gördüğümüz bir toplantıydı. Almanya’dan, Hollanda’dan, felsefe profesörleri, edebiyat profesörleri filan.
Şöyle bir tartışma çok dikkatimi çekti. Avrupa acaba bu göçmenlerle gelen iki mülteci akın yok o zaman. Faslılar, Araplar, Türkleri kastediyorlar. Bu göçmenlerle kültürünü zenginleştirebilir mi? Kendi kültürünü bir sanırım bir Alman edebiyat profesörü şöyle bir itirazda bulundu. Avrupa Grek ve Roma’dır. Avrupa Grek ve Roma kültüründen uzaklaştığı anlamda kendisini kaybeder, kendi kültürünü kaybeder.
O yüzden bu Faslı, Arap ve diğer göçmenlerin kültürlerini Avrupa kültürüne katmak Avrupa’yı yok eder dedi. Böyle ilk bu düşünceyle yüz yüze dinlemek filan çok bana etkileyici gelmiştir. O saate kadar biz şey zannediyorduk değil mi?
Herkesi kabul eder. Çok renkli, çok sesli, hoşgörü toplum mu? Dialoğu açık bir toplum. Asla doğru değil tabi. Hiçbir zaman olmadı. Hiçbir zaman olmadı. Yani diyaloğu açık zannettiğimiz zaman ucuz işgücü olarak nasıl kullanacak?
Öyleydi. Amerika’da öyleydi. İşte kölelik de şuydu buydu falan. Beyaz köleleri unutmayın. Amerika’daki white trash’i ortaya çıkaran. Beyaz kölelik vardır Amerika’da malum. Indenture Disservant dedikleri, hipotektiler. Sözleşmeli imzalı. Sözleşmeli imzalı. Sarı köleler hep siyahi, esiş, usus, busu falan. Böyle zamanlarda kullanır gibi yapıyorsunuz.
Daha doğrusu bir ilişki kurur gibi yapıyorsunuz ama kurmuyorsunuz öyle bir ilişki yok. Çünkü zaten insanla öyle bir ilişkiniz yok. Bunu anlamak lazım. Peki bütün bu akışın içinde biz nerede durduk? Batıya hayran olmak tamam bir genel ruh halimizdi. Siz batılı olmadık, batıcı olduk diyorsunuz zaten. Bunun altını sıkca söylüyorsunuz.
Modern olmadık, olamadık diyorsunuz. Türk olmaktan başka çaremiz yok diyorsunuz. Tüm bu üç bakış açısında bir arada ortaya koyarak biz nasıl bir hikaye ortaya koyduk? Yani bütün bunların altında da aslında batıcı olduk, batılı olamadık ama bir şey de olduk. Yani ne olduk? Biraz onu anlamaya çalışalım istiyorum. Vallahi hayatta kalmaya çalıştık. Bir kere bu bir. Hayatta kalmaya çalıştık.
En büyük hatamız içimize kapanmak oldu. Çok uzun yıllar Osmanlı içine kapandı. O kadar içine kapandı ki şöyle düşünün bizim tophanedeki medresenin yıkılmasının sonunda ne dedi ne dedi aldıkları fetva da o türlüdür. Öğrenmemiz gereken her şeyi öğrendik. Bundan fazlası ayıp olur Allah’a gibi bu mealde bir sebepten dolayıdır.
Yani kendini beğenmişlik var bir tarafıyla ne varsa öğrenmiş gibi tamamlamış gibi. Bir tarafta var bir tarafta diyor ve fakat yine diyorum. Evet öğrendim her şeyi diyor. Yahu bir başka Erdem bakarsanız öğrendiği de ona yetiyor aslında. Peki neyin derdindeyiz? Söylemeye çalıştığımız şu konuşmamız bile batılı.
Bir arayış. Tabi tabi gene batılı. Gene çadırı karıştırmacağına. Gene onu yapıyoruz ama geriye çekip baktığınız zaman hakikaten kendisine bir bir ilgilendiren durumlarda bile bir yani. Ve geride kalıyor ve anlamıyor. Neler olup bittiğini batıdaki o akışı o gidişi.
O adam niye oraya geldiğini anlamıyor. Onu niye imzaladığını bilmiyor. İşte yere göre koyamadığınız padişahlar gidiyor bir tanesi turvayı veri veriyor. Kime veriyorsun ne veriyorsun neden veriyorsun belli değil. Şimdi bakış açısını bir görün siz turvayı ya bugüne bakın Cumhurbaşkanımız göbekli tepeyi al sana desek. Almanlara verdiler. Almanlar bir şey bu arkeolog bulmuş.
Bulması bir şey yani. Yani ya delirdi deriz toptan. Öyle mi? Veyahut da hiç bir nefreti vardı göbekli tepeye kurtuldu veya ne olduğunu hiç farkına varmadı falan filan. Ama neresinden baksanız deliğin bir içe kapanıklı halini görüyorsunuz.
Şimdi Osman da bunu çok sürdürdü. Çok sürdürdü ve o tuhaf kendini beğenmişlikten zannediyorum. Anlayamadı. Anlayamadı ne olduğunu. O kadar anlayamadı ki hala bugün devam ediyor o bence anlayamamışlık hali devam ediyor. Şimdi şu farkla ki bir teknoloji de değişti Allah’tan yani eskisi gibi için maçın gezmiyorsunuz bir şeyler öğrenmek için. El tırnak elinizin altında olabiliyor. Dolayısıyla daha kolay öğreniyorsunuz olan bir tanesi. Tabii bu büyük bir. O zaman tabii öğrenme imkanları da yok. Tabii kısıtlıydı. Bu büyük bir şeydir.
Avantajdır gerçekten oradan bir kestirebiliyoruz. Bir kısıtlama var ikincisi ama esas problemim ben yine içi kapanılıktan olduğu kanısındayım. İçine kapanık. Görmüyor. Dayağı yediği zaman ki yedi Osmanlı.
Ağır bir dayakta yedi. Ağır bir dayak yedi. Ağır bir dayağı yediği zaman şey yapıyor. Böyle bir başını kaldırıyor. Mesele bu. Hatta çok güzel bir fıkra vardır Türkler. Bence hakikaten iyi anlatır. Bir kervandan bahsederler. Arap kervanından. Kervan başı Araptır. Kervan başı da işte Kervan sahibi Araptır.
Mekke’yle Medine arası mıdır nedir gider gider. Gide bir de soyulur. Haramiler gelir soyarlar Kervan’ı. Ne yapacak adam dedi. Deliye döner filan. Sonra derler ki bir Türk var. Bunu şey al. Muhafız al. Bu şöyle kahraman böyle yiğit kıyıcı bir adam falan. Pek eder gider alır koyar. Hakikaten işte Kervan gider.
Basarlar haramiler. Seninki aldırmaz uyuyor. Bir iki bir şeyler filan der giderler. Bir daha bir daha bir daha falan. Sonunda artık en son gün falan. Bu ayağa kalkıyor. Eh yettiğinizden kılıcı çeker milleti kaçırır falan. Varacakları noktaya giderler. Adam al paranı der. Kervan sahibi al paranı der. İşten çıkarıyorum seni der ayrıca. Yani para mı verirsen imkansız. Şey değil miydim. Yok oğlum der. Ben de son dakikaya kadar bekleyemem. Senin ayağa kalkmadı. Ben Mehmet Genç’im de kitapta onu bulmaya çalışıyordum. Mehmet Genç Osmanlı İmparatorluğu özellikle İttihar’ı üzerine uzman bir kişi biliyorsunuz tanıyorsunuz. Osmanlının çöküşü yükselişinden çok daha görkemli olmuştur diyor. Ondan sonra Cemil Beriş de onun ilavede bulunuyor. Hem şiirsiz hem de şikayetsiz. Yani şiirsiz ve şikayetsiz. Tabii tabii tabii yani böyle bir son dakikaya kadar beklemek, tedariksizlik, öngörmemek, öngörmekten kaçınmak, anı yaşamak. Tabii bu biraz önce anlattığımız Türk meziyetlerinin tersi bu seferde. Bunlar da eksikliklerimiz.
Tersi. Tersi veya karşı taraf sizin gibiyse çok kolay kullanışlı hasretler bunlar. Hafızan Allah’ta özellikle nasihatten ve de kaptülasyonlar başlığınız var. Batıdaki o ekonomik gidişi görmeyip verilen, Fransızlara verilen imtiyazlardan başlıyorsunuz. Neden? Ama çok açık değil mi? Yani sermaye terakkümü, 1-2 binin nerede olduğunu daha önceler konuştuk. Bu Batı Hindistan Doğu Hindistan şirketleri, Karayip şirketleri. Biliyorsunuz bütün dünyayı aldı götürdü bu kampaniler. Öyle mi? Hatta orada rakamları verdim.
Dutch olanı, bundan Hollandalısı. Bugün Apple’ı üst üste koyunca hepsinden daha zengin. 70 bin insan istihdam eden bir şirketten söz ediyorum. Evet efendim. Şimdi böyle bir kıyamet koparken, herkes bir yere kendine atmış sömürge yaparken, sizin sömürgelerin ve sizin kıta sahanızda savaşırken, adamı yapmak istediği bu, halkı bu. Kucak açılır da buyur gel denir mi?
Baltaliban anlaşması Osmanlı’nın idam fermanı mı? Evet. Evet orada vardır. Rakamlara bir bakın. 1535 kapitalasyonlarla Fransız Doğu Hindistan şirketine verilen imtiyazlardan söz ediyorsunuz. Ve bu uzun süre çöküşünde başlangıcı olarak hatta burayı gösteriyorsunuz.
Ekonomik olarak tabii ki öyledir ve de işin şeyse Fransız Doğu Hindistan şirketi bunların en zayıfçılığıdır, biliyorsunuz. Allah bilir Fransızlar da onu bize kakaladılar yani. Diğerleriyle rekabet edemedikleri için ekstradan bir şey almak üzere hani bize yanaştırlar. Bizimkiler de çok bilgili oldukları için bu konularda bunu yerlendirmiş. Tabii.
Şimdi Cumhuriyet’e geldiğimizdeki Panu Yakup Kadir’in panorama sından bir şey okuyarak özetleyeceğim ama bunu aslında ikinci bölümde konuşalım. O şimdi evvel ne? Evet istiyorum. Şimdi din bahsinde yani bizim Batı Tanrı’yı tamamen bir hipoteze indirgeyip hayatın dışına çıkarttığında bizde bu böyle olmadı.
İşte biraz önce ama yine de etkilendik yani etkilenmemek de mümkün değildi hani şimdi ki kadar o kadar hızlı fikirler dolaşıma sokulmuyor olsa bile illaki bir etkilenme de beraberinde oldu. Mutlaka. Bizde alttan alta giden neydi? Bizde olan neydi? Bir mukayese yaparak tabii burada söylüyorum. Şimdi efendim şöyle düşünün. Kur’an-ı Kerim’in Türkçe’yi çevrilmesi tarihi kaç? 1800’ler olabilir emin değilim. Gelin gelin gelin gelin Türkçe’ye. Daha da gelin. Tabii. İlk çeviren kim? Baştan sona adam diyor bunu ilk çeviren kimdir? İstiklal Savaşçı, İstiklal Başçı, Şairimiz. İstiklal Mehmet Akif. Ve Mehmet Akif bunu bırakmadı. Olakî kullanırlar da işte sahici kurandan rekabet eder falan diye ondan sonra elmaladı. Hamdiye verildi.
1934. Ondan evvel dört başı mağmur çeviri yoktur. Böyle bölük bölçük vardır. Şimdi siz bir Kur’an-ı Kerim’den bahsediyorsunuz. Allah aşkınıza şeyiniz yok. Türkçe’si yok. İki, matbaayı tökak etmişsiniz elinizde kitap yok. Bu ne kadar bir İslam’dı? Ben İslam’ın hangi türüydü? Onu sorguluyorum.
Aynı dönemde tabi azınlıklar basabiliyor. Azınlıkların, Hristiyan, Yahudi bir sürü kitapları basılıyor filan. Yani bu Osmanlı alfabesi içinde matbaa geç geliyor aslında. İşte onu söylüyorum size. Yani kendi ayağınızla, elinizle, ayağınıza kurşun sıkıyorsunuz. Bu nasıl bir hanedandır? Şimdi kızdırıyorsunuz beni aşağıya. Yani bu nasıl bir hanedandır ki bunu görmez? Hem bunu görmüyorsunuz.
Hem azınlıklarınız gidiyor kendi kitaplarınız güzelce basıyor şudur budur. Zaten kabul etmişsiniz. Şey burada. Bütün misyonerler burada. YMCA burada, ÇÜZ burada, bu burada. Herkes gelmiş. Sadece İstanbul, Anadolu’da 658 tane okul kurmuş. Geçenlerde daha birisiyle konuşuyordum.
Bizim ilk hedefimiz Ermeniler de dedi. Doğru söylüyor. Onları protestan yaptık. Onları protestan yapmaya çalışıyor filan filan. Kıyamet kopuyor. Misyonerlerin ilk hedefi Ermeniler mi? Onları protestan yapmakta diyorsunuz. Evet tabi ki. O hayretmiyor misbi de, süriyanilere bizim yükleniyorlar.
Niye? Çünkü süriyenler iyi sevidir. Onlara yükleniyor. Yani kıyamet kopuyor 19. yüzyılda. Osmanlı coğrafyasında bütün o misyonerlik faaliyetleri, din şeyleri. Kıyamet kopuyor ve siz orada değilsiniz. Bu ne kendini beğenmişliktir yani? Orada değilsiniz. Türkleri överek başladık galiba yer erek çıkacağız bugün bu programdan.
Türklerin dediğim gibi en zor kısmın tanınamak. Bir ruhu, ruh oradadır kendi oradadır. Ama saray ne kadar Türktür bakın onu sorarım. Ne kadar temsil eder ya da o ruhu? Ne kadar temsil eder. Ama esas yapmaya çalıştım. Açık yüreklilikle bunların hepsini biliyorum diye kararlık etmek asla istemem.
Çok ayıp ederim yani. Öyle bir niyetim yok. Ama açık yüreklilikle ortaya dökmemiz lazım bu işleri. Bu böyle hamasetle, kahramanlık destanlarıyla bu iş olmuyor. Yükselmeden ve endişe etmeden. Endişe etmeden. Bizim söylediğimiz Türk olmaktan başka çaremiz yok. Türküz çünkü.
Türküz başı sonu ortada işte ne oldu, nereden geliyor. Bunun içinde muhteşem başarılar var. Hep olmuş. Efendim. Bilmediğimiz başarılar var. İyisiyle kötüsüyle sahip çıkmak zorundasınız. Çünkü biz asla batılı olmayacağız.
Olamayacağız. Bir inat için söylemiyorum bunu. Malzeme yanlış. Bu malzemeden o yemek çıkmaz diyorsunuz. Hayır. O buradan çıkmaz. Ha ne olur, sen koyarsın yan yemek gibi. Garnetür falan olabilir.
Tabii olabilir. Nüvel, kuzumlu, şöyle bir şey falan. Ama çıkmaz. Kegarnetürler de vardır elbette. Bizim kültürümüz içinde zaten edindiğimiz bir sürü şey var. Bir sürü batılı alışkanlığımız yaşam tarzında bize geçen. Olay belli ne oldu. Zaten Doğu-Batı lafı yanlış. Hep onu söyleyip duruyorum. Dünya yuvarlak. Bu dünyada aydınlanmanın tezgahından geçmiş olanlar var, olmayanlar var.
Aydınlanmanın tezgahından geçip modernleşmişseniz, moderniteye basmışsınız ayağınızı. Godhead işte bir tanrı seti satın alarak. Tanrı setini satın almışsınız. Efendim onu da zaten bir şeye indirgemişseniz. Hipoteze indirgemişseniz. E zaman içinde hadi oradan deyip ondan da kurtulma yoluna gitmişseniz. Modern olmuşsunuz. Bu modernlik. Modernliğin şeyse yok. Söyleyin adını. Gene yok. Anglosakson da oluyor. Afrikalı da oluyor. Avusuryalı da oluyor. Avusuryalı da oluyor. Çinli oluyor. Japon oluyor. Şimdi dünyayı şu beşlerin şurasına, burasına, burasına atılı farklı kafalar diye düşünmek lazım.
Dolayısıyla bir Aydınlanma tezgahından geçmiş bir kamçat kalı, eski bu, geçmemiş bir Lüzyana yerlisinden daha batılı olur. Burada bulunduğunuz coğrafya dünyanlarında olduğunuz değil. Neyi taşıdığınızı yani.
Hay yaşayasınız. Hay yaşayasınız. Hay yaşayasınız. Coğrafya kadardır bir yere kadar doğrudur. Ama bir bağlamda doğrudur. Öyle toptan kavuşkaftayca bir şey değildir. İlni Haldu’nun bu tezine karşı. Tep tep şey değil. Yani bir bütün yatsınamayacak tez değil bu. Ama demin ifade etme biçiminiz fevkalade doğrudur. Ne taşıyorsunuz?
Bakın çok benzer bir örnek vereyim. Yahudiler için vatanları, ana vatanları portatiftir derler. Sırtında taşır nereye götürse koyuyor. Alıyor buradan gidiyor kamçat kadar çadır kurar gibi kuruyor. Ve orada onu yaşatıyor. Şeyden hiç ilgisi yok. Coğrafyası ile. Yok canım ne münasebet. Eğer anlaşıbilselerdi çok iyi biliyorsunuz Afrika’daki otoprağız satın almış olurlardı.
İslal’i kurtarırdık. İflis dinleri kurtarırdık. Bu şey değil. Coğrafya o kadar da önemli değil. Hayır efendim değil tabi. Tabi hani sunduğu imkanlar ve tabi insan naturasına katkılarıyla filan gibi bir takım tezler belki. Çoktan yanlış bir şeydir demiyorum. Ama söylemeye çalıştım. Batı Doğu diyecek ki böyle keskin çizgilerle ayrılmış bir şey yok. Şimdi Türkiye’ye dönüp bakın bizde de feleğin çemberinden geçmiş batılı vardır. Şeyse şahıs olarak. Hatta belki zümre vardır. Batılı kişiler vardır, zümreler vardır ama bir toplum batıllaşmamıştır diyorsunuz. İstiyorsanız batıllaşmada değil ama bu batı batı değil. Ama ne dersek de diyelim çok da önemli değil. Yani şeyi değiştiremediğimiz sürece biz, dünya görüşünü değiştiremediğimiz sürece. Yani batılı dünya görüşünü biz alabilmiş değiliz. Alabilir miyiz peki? Bence hayır. Bence hayır. Yani zümreler vardır derim tabi ama liseden orada okuldan sonra gider yurtdışında kalır. Geri iş dönmez falan filan. Adı Türk. Türk kendi değildir. Hayır.
Peki siz kendinizi burada nerede koyarsınız? Bir batılı gibi düşündüğünüzü yer yer görüyorum. Ve yaptığınız şeyler de aslında böyle bir tarafıyla baktığımızda. Vallahi ben şeyi becerdim, becerdiysem şayet gibi geliyor bana. Hz. Peygamber’in lafı vardır ya onların kendi silahlarıyla vurun diye. Ben topun ucunu çevirmeyi becerdim karşı tarafa.
Onlar gibi düşünerek onlara baktığınızı diyorsunuz. Tabii tabii. Onlar gibi düşünmezseniz o silahı üretemezsiniz. Evet. Bu dava bu o silahı güçlü bir silah üretecekseniz onlar onu nasıl üretiyorsa o kadar iyi bilmeniz lazım olayı. Varsa benim bir avantajım dediğim ki onu şey çevirebilmek oldu. Onlara çevirmek oldu. Yani ihanet ettim yani o bağlamda. İhanettir. Peki nasıl kendini affettirirsin? Şöyle affettirdim. Getirdikleri yeri gezegene yaptıklarını beğenmiyorum. Evet. Yaptıkları ilerlemi dedikleri şey, ürkettikleri kurbağaya değmedi. Evet bunu sıkça tekrarlıyorum. Bunu sıkça tekrarlıyorum. Hayır, bu iken kimse bana Allah aşkına falan rahatmasın.
Hollywood sineması, ne bilmem Versace’nin elbisesi, ne bilmem kimin müziği anlatabiliyor muyum? Bunlar tamam tamam tamam geç geç geç geç geç geç geç geç sonundaki meyar adı diye bakıyorum. Evet. Geldiğimiz noktayı görüyorum. Gezegen çöplüğe dönerken. Gezegen de taşlaşıyor bir taraftan. Bu gidiyor elden gidiyor. Çoluk çocuk aç bir ilaç kendi ülkeleri de dahil.
Geçen gün şey gördüm İngiltere’de de meğer ciddi bir çocuk açlığı varmış bilmiyordum. Bu kadar büyük olduğu. Ben Hollanda’yı daha önce görmüştüm. İngiltere’yi de yeni gördüm. Bir dahaki programda size getireyim rakamları inanılır gibi diyeyim. Yahu çocuk aç, çoluk çocuk aç. Sen ne yapıyorsun? Evet bütün bu gelişmiş. Sen ne yapıyorsun? Kafana çiçeği takıp madan, markel bilmem ne yapıp kendini. Ne yapıyorsun ya? Evet. Niye yapıyorsun bunu?
Bunun hesabını verilmediği sürece ben bu batı medya niyetinin on para yetmediği kanısındayım. Bakın bir şey daha sözde söyleyeyim. Şu işte Mars’a gireceğiz şey olacak falan var ya. Ve bir sürü şey de yapılıyor. Yapay zekaydı vesairedi işte teknolojikler. Hani Marx toprağı boğulsun demişti ya.
DİN afyonudur şeylerin kitellerin. Gelinen noktada korkarım teknoloji afyonudur kitelerin. Evet bu sözle bitirelim bu bölümü. Bu sözle bitirelim. Nasihatimiz ne olsun? Dikkat. Dikkat aman aman dikkat diyoruz. Teknolojiye de aman dikkat diyoruz. Dikkat diyoruz. Efendim bir sonraki programda bugünkü konuya bir virgül koyup Türkiye’ye konuşmayı.
Ekonomik halkınma hedefleri başlığından devam edeceğiz.
Bir sonraki programda görüşmek üzere hoşçakalın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir