"Enter"a basıp içeriğe geçin

İhmal Edilebilir Nasihatler | Yeni Köylüler | 31. Bölüm

İhmal Edilebilir Nasihatler | Yeni Köylüler | 31. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=T_4l9O2_hBQ.

Merhabalar efendim, İhmal Edilebilir Nasihatlerde Alev Alatlı, Süleyman Seyfi Öğreni Hocamla birlikteyiz. Bugün bir mekan değiştirdik, Nev Mekan sahilde bir sergi salonunda programı konuşulamdırdık.
Sohbetlerimizi burada yapacağız. Bundan sonra arkamızda ders çalışan öğrencilerimiz var. Bu bizim için tabii onları görmek orada, o ders çalışma aşkını, öğrenme isteğini görmek bizi ayrıca da motive ediyor. Yeni Köylüler, bu programın başında Süleyman Hoca manşetini o attı. Yeni Köylüler, köyde doğmayıp daha sonra köye dönenler. Aslında işte bakımlı ellerden nasırlı ellere geçiş yapanlar, yani tam da tersi o kent yaşamından bezip gidenler, kaçanlar, başka bir hayat arayışı içinde olanlar. Bugün bu başlık altında sohbeti geliştirelim istiyorum. Yeni Köylüler derken ne kastediyoruz, kimleri anlıyoruz, yani bu kavramın içine girenler kimler?
Evet, şimdi bu geç modernlik trend saçıyor dünyaya yani böyle trendler diye bir ayrı küremiz var yani. Seç seç, beğen beğen, al. Sanki bunlardan biri gibi. Belki de öyledir. Bu oluşturulmuş ve sunulmuş bir şey olarak başlamadı. Yani birtakım insanlar, özellikle bu beyaz yakalılar dediğimiz gruplar hatta ünlüler arasında işte kapağı, kıra atmak gibi bir temayül son zamanlarda belirdi. Toprağı eskiden olduğundan daha fazla konuşmaya başlayacağız galiba. Gidişat bu. Bir kaçış var yani şehir hayatından bir kaçış var.
Buna şehir de demeyeceğim. O şehir kent ayrımını ben önemsiyenlerden biriyimdir. Çünkü şehir polis başka bir şey. Burç veya Urban dünya dediğimiz başka bir şey. Daha modern versiyonu. Artık şehir, kentler boğuyor insanları bu çok açık.
Yani herkes en yapamıyorsa bir banyoyuya kendini atmak. Biraz daha tabiata yakın olma güdüsü belirmiş vaziyette. Bunun bence en önemli sebeplerinden biri bu Urban economy dedikleri… Kent ekonomisi mi? Yani şimdi tabii kent ekonomisi böyle üniversitelerde okutuluyor. Sanki böyle soyut bir kent var falan. Hayır o değil. Urban economy diye adlandırılan bir şey var.
Bu kapitalizmin yaşadığı buhranları aşarken çılgınca abandı yüklendiği bir şey. Böyle kentlerde bir işte… Mesela bunun en tipik çıktığı morgut. Bir kentli olma tanımı var. Bu tüketimle çok alakalı. İşte akıllı evlerde oturmak, banyoda oturmak, araba almak, model, segment, yenilemek falan.
İşte kendine göre tüketim, alışveriş dünyası vesaire değil mi? Bunlar Urban economy denilen şey kapitalizmin verimsizliğinin göstergesi. Yani kapitalizm verimliğini kaybetti. Bu verimlik açığını Urban economy’ye yüklenerek. Buradaki tüketim unsurlarını diyelim daha fazla artırarak mı? Yani sadece o değil. Güzel göstererek belki. Varca bir altyapı faaliyetti. Altyapıcı faaliyetti.
Mesela ben Uruguay’ı okudum en son. İnanılmaz böyle bir betonlaşma, çimentolaşma falan. Çin aynı durumda. 2008 krizini o yüzden atlatabildiler yani. Urban economy 2008 krizinde 30 milyon işsiz çıktı. Çin’de iki sene sonra 3 milyona düşürdü. Urban economy de yaptı bunu. Bu verimli bir alan değil.
Baksana, bu Urban economy değildi düşünürsen. Çünkü o binalar hepsi boş. Tabii tabii. Urban diye bir şey yoktu. Bina yaptılar. O doğru. Ama Urban demen ben ona. Çünkü binalar şehir içinde bile değildi. Hatırlarsan yani. Dağın tepesinde, şurada, burada. Her şey yaptıkları doğru. İnşaat yaptılar. Bayağı gök denen gibi. Ve bomboş. Çamur içinde böyle… Allah’ın unuttuğu bir yerde bir şey. Çin içinde. Her yerde. Kanada da bir durumda. Aynı şeyse Atıldı veya Amerika’nın başka yerlerinde de. Yani örneklerle anlatılıyor bu kavramın. Değişik örnekleri Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda. Yani düşündüğümüz zaman bütün dünyada böyle bir şey var. Yani bir son bir dala tutulma telaşı. Ama Alev Hanım’ın dediği doğru çok fos çünkü içi çok boş.
Boş ve bayağı boş. İnsan yok içinde. Yaşamıyor kimse. O tuhaf. Çin’de 50 milyon boş dağ. Böyle bir şey olabilir mi? 50 milyon boş dağ ne demek? Ama tabi bu bana şeyi söylüyor. Hocam, kötü yönetim söylüyor. Çünkü… Eğer mesele 30 milyon işsizliğinizi düşürmekse sayısını……başka şey yaptırabilirdiniz. Ne gibi? Baraj yapılabilir. Yoğu yaptırabilirsiniz. Şeyi hatırlayın. 29 krizi esnasında Amerika’yı hatırlayın. Roosevelt’i, Theodor Dylutek’ini. O dönemi hatırlayın. Barajlar yaptılar. TVA. Üst üste üst üste vesaire için. Bunu kurtardılar ama çıkan şeyse onu işe yaradı. Şunu söylemek istiyorum. Kimse bana Çin’de sulansayı iyi olacak bir yerine olmadığını söyleyemez.
Bu efor başka bir yeri. Tarımaslar, pedigaliler daha kırsallı olan bir yeri. Sulayabilirdim. Tabi canım sulayabilirdim. Sen hiçbir şey olmasa veya… Kimse bana Çin’in harika yollar olduğunu söylemesin doğru değil. Bu da doğru değil. Şimdi öyle olunca yani urban ekonomikist bir tarafı olmam. Ciddi bir yönetim şeysi görüyorum. Eksikliği görüyorum.
Hadi o zaman bina yapalım. Eh yapalım Amerikalılarınki de benzesinin yüksek olsun falan. Şey değil işte yani aynı şeyi Kanada’da yaptıysa ayıp. Yani bir şey kadar var mı tabi sizinle yani kapitalizmin hele de teknoloji bağımlı kapitalizmin……eninde sonunda bir sürü insanı kusacağı açık.
Şeyden atacak. Sistemin dışına atacak. Bunları yapacak bir iş. Üretmek gerekecektir. Veyahut da işte yeşil kart vereceksiniz. Kapitalist üzerinde yeşil kart falan veremezsiniz. Kimsenin gözünü ayarlayarak. Hatta sağlık sigortası bile vermezsiniz ama Amerika’ya bakar. Tabii ki sigorta bile veremezsiniz. Gözünü ayarlayarak bunu yapamazsınız. İyi de adamlar orada. Ve bir süre sonra başınıza dert oluyorlar.
Bugün bile Amerika’da malum. 16 milyonlar çocuk evsizlerin sayısı çözümsün. Şimdi tabii ki bunlarınla bir şey yapmak gerekiyor. Şimdi bunun bir kısmını şöyle yaptılar. Colin Powell vardır. Amerika’dan ilk Zenci Genelidir denir. Irak savaşının ilk savaşında hatta öne çıkan isimlerinden. Zirgisinden denildi sonuçta. Bakan falan da oldu galiba bir arası. Bakın, Zenci bir yeri, geri Zenci. Bir adamdır şimdi Colin Powell bu dükkusu şeyden eritmeye kalktı. Askeri olarak. Tuttu. Belirli yaştan itibaren, on beş yaşından itibaren. ROTC dedikleri rezerv yedek askeri kıtalar kurdu. Bunlar asker kökenli değil. Sokaktan toplamış. San Francisco’da, Los Angeles’te vesaire bunları topladı. İki sebepten topladı. Bir hem baskıyı azaltmak şehirler üzerindeki. Bir de suç oranını indirmek. Çünkü hani ateş etmeye bu kadar meraklıysan şeyde et gibi, poligonda et, kelpse gibi bir… Şiddetini burada boşalttın. Burada boşalt şeklinde bir şeydi. Onu yaptı.
Şehirleşmenin, kentleşmenin, örmenizasyonun. Tabii ki en büyük derdi kaldırım mühendisi dediğimiz tipoloji. Kırsal kesim. Şehre adapte olacak. Ekonomik koşulda yok. Bir de beceri yok. Şimdi daha ne yapacaksınız? Hani şey bile, araba kullanmayı bile şehirde kaç, o da ne kadar zamansa onu öğrenecek. Böyle bir mesele var gerçekten. Elde mesele var. Fakat Türkiye’deki koşulların üzerinde yeniden düşünmek gerektiğini sanıyorum. Bir nedeni bu şehirleşme durumu kolay değişmez. Ta ki eğitim sistemini toparlayalım. Çünkü şunu bildiğimi zannediyorum. İnsanlar İstanbul’da çoğu zaman çocukların eğitimi içindiriyor. Başka bir sebepten değil.
Buna sadece beyaz yakalı, beyaz Türkler değil, kadir mühendis dediğim yapı da dahil geliyor. Olmadık işlerde çocuk. Son 20-30 senedir herhalde çocuklara dönük atak Türkiye’de. Gerçekten tamam yapmış durumda.
Allah encağımı nail etsin inşallah değilsin. İnşallah iyi sonuç alırsın. Ama bu hakikaten tamam yapmış durumda. Onu görüyorsunuz. Onun için geliyor. Yani aslında bu yapı yapımı diyelim aynı zamanda, bina yapımı durdurulamaz. Bu geliş olduğu sürece illa gidiyorsunuz. Bana öyle geliyor. Hatta, hatta tuhaf bir şeydir. Yani her şey aklıma gelirdi de bundan 15-20 sene. Mesela tek odalı yerin Türkiye’de tutacağı aklıma gelmezdi. 1 artı 1’ler. 1 artı 1’ler, rezidans. Çünkü biz gerçekten görlü ferah insanlarız. Yani bizim gece kondu memnumuz bile 1 artı 1 olmadı. Yani birisinin toprağının üzerine yattığımız zaman bile geniş tuttuk. Bakın gece kondu Hindistan’da da var, Güney Amerika’da da var. Öyle getolaşma bize yoktur gece kondu da.
Evet, daha yaşanabilirdin. Kesinlikle öyledir. İlk dönem gece kondu var özellikle. Evet, evet. Altın dağ tipik örneğidir. Tabii, İzmir’in tepeleri öyledir. İstanbul da öyleydi yani. Ümraniye, Duduluyup, Lanadırları. Öyle değil. Yani önünde iki tane biber fidesi ekecek yer bırakır. Yanında bir şey yapar, geniş tutar. Şey çok ilginçtir. Seneler evvel Devlet Planıma Teşkilatı’nda ya da bana çok ilginç gelmişti. Varımysa da öyle gelir. 70’li yılların başı olmalı. Ve ortalara gece kondu kongresi yapıldı. O zaman bu gece kondu lafı çok modaydı. Yani herkes gece kondu gündemdeydi diye.
Bu sol, şu gençler gecekonları yapmaya, yardım etmeye giderler filan. Orada yaşamak, bulunmak filan. Bir gece kondu bir meselesi vardı. İşte gece kondu güzellemeleri de olurdu. Nefreti de olurdu falan filan. Ve bir gece kondu meselesi. Bir şey yapıldı Devlet Planıma Teşkilatı’nda. Artık zorunlu ya, bu şu gece kondu düşünmeyelim oldu.
Dışarıdan adamlar geldi. İşte ghetto nedir, gece kondu mahallesi nedir, squatta onlar nedir falan gibi böyle. Diyişik dünyanın, değişik yerlerinden örnekler getirildi işte. Guatemala yok, şey Karakas civarı, nasıl tabi Hindistan. Ve orada hala bende durur bir gün sizinle paylaşayım.
Bir Amerikalı mıydı? Kanadalıydı herhalde, bir profesörü. Bir tebliği vardı. Ve adam şuna işaret ediyor, diyor ki, otur da dua edin. Çünkü sizin insanınız ev yapıyor, içine giriyor. Bir gecede de olsa başını üzerine bir şey koyuyor. Bağımsız bir ev yapıyor, içine giriyor, bahçesini yapıyor, çit koyuyor.
Çitin şeklin veya kalitesini beğenmeyebilirsiniz ama bunu yapıyor. Şimdi bir de Hindistan’a bakın diyor ve hiç unutmam şeylerini gördüm. Haklı tabi çünkü sokakta yatıyor. Tepesine bir oluklu mukava koyuyor. İndonesa da öyle, evet. Sonra bakıyorsunuz o gece korudular. İstanbul’u uzun sürede korudular. Aslında şehri korudular.
Neden korudular diyeceksiniz, bana sorarsanız gökdelenlerden korudular. Oradaydılar ve korudular. Ne zaman ki Haklı Evvel Bütahitler onların… Kentleşmeye… Kentleşmeye girdi. Kendisi eve içindi. Ara bir dönem de var galiba. Çünkü ben şu tabirin de bir dönem, özellikle yetişler de kullanıldığını hatırlıyorum. Hangisi? Apartman kondu. Tabii. Tabii o da var. Tabii.
Tabii geçiş var. Tabii. Hayır, ben dönüşümden bahsetmiyorum. Ben apartman kondu dönemini demin işaret etmeye çalışıyorum. Apartman kondu var. Ama şehir o kadar insapsızca büyüdü ki gece kondu mahallelere. Şehrin ortasında kaldı. Etrafı sarıldı. Bunu hep benzetmişimdir. Biz İstanbul’a pedediriz. Ettiğimiz zaman zaten İstanbul’un etrafını sarmıştık. Yani Romeli çubuklar. Yanılmıyorsam Necip Fazıl’ın da öyle bir benzetmesi vardır. Öyle mi? Bu gece kondu veya apartman kondu, bilmiyorum hangisi için……şehri muhasara altına alan Moğol çadırları diye böyle bir şeyi var. Evet. Evet. Yani şu farklı ki… Ben kendi adıma Kentleşmenin kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Cennet hiç alınmadı gece kondolarda. Gerçekten alınmadı. Ama sıkıntı şuydu düşünüyorum. Bir plan dahilinde yapılmadıkları için……gün geldi, biz araştırma yapardık. Kimin yatak odası, kimin sandalyesinin üstünden geçip ötekinin banyosuna giriyor……belli olmayan bir şey ortaya çıkardı. İç çekilmiş yapılar yani. Sokak yoktu. Ayşen, manli sokakta ne? Nüfus sayımı mümkün değil. Araştırma mümkün değil. Bilmiyorsunuz. Bu halleri… Kadastrofalar Allah vermesin. Şimdi hâl böyleyken……vidahiyet sektörü kaçınılmazdı. Yani eğer şehrin ortasında kaldıysa……gecek oldu ve o toprak… Bulunuyorsa. Bulunuyorsa ve arsa fiyatları böyleyse……e onun üstüne birisi çıkıp bir şeyler yapacaktı.
Öyle olunca, lafın başına dönelim. Şehirlerden köylere dönüşün. Ben henüz Türkiye’de araştırılabilecek kadar bir mesele olmadı. Rakam olarak Türkiye bu aşamaya gelmedi mi diyorsunuz? Gelmedi diyorum. Ben fikir olarak da gelmedi diyorum. Ha şimdi… Benim annemler de emekli oldukları zaman……20’de dedikten izken orada oturmak istemişlerdi.
Dediklerim öyle yaptılar. Bu yapılır. Ama ben burada bir toprağa dönüş görmüyorum. Yani onu görebilmem için……şehirden hakikaten çıkıp……elme bahçesine de büyük tarıma giren……bir kesim olması lazım. Mesela yeni haberler, yeni okudum bir mülki. Biri işletme mezunu, işte biri bilgisayar mühendisi, iki genç. İki genç, gitmiş işte doğal şey, solucanlarla.
Bilmem nelerle, bitki besleme, obu filan. Böyle bir hayat tercih etmişler ve buna dair burada bir aile kurmuşlar gibi gibi. Çok kanındasınız ama 81 milyonuz Ayşen Hanım. Tamam. İkiyi böyleseniz bölemezsiniz 81’e yani. Yani haberleri haftada bir düşüyor diyeyim. Tabii sadece bu trende bakıp……bu trende çok belirleyici bir şey olduğunu söyleyemeyiz. Haklı Alev Hanım ama…
…başka bir boyutu var daha orta mesela yeni orta sınıflar arasında. Şimdi bir ara ben şöyle bayram haberleri hatırlıyorum. Denirdik ki işte bayramlarda herkes kaçıyor, tatile gidiyor işte falan. Evet, evet. Bir süre sonra anladık ki bu insanlar öyle sayfiyede vurup……hayır bunlar geldikleri yere gidiyorlar. Memleketlerine gidiyorum ben. Tabii. Orada baba evini onartıyor, eli biraz para tutmuşsa.
Yani senede belki bir ay geçiriyor orada, belki 15 gün geçiriyor. Ama hep aklı oraya gitmekte. Dolayısıyla Beyaz Yakalılar arasındaki bu……belki biraz avant-garde göreceğimiz trend, eylemin bir toplumsal tabanı da var. Yani insanlar mesela İstanbul’da yaşadıkları için, İzmir’de, Bursa’da……çok mutlu oluyorlar, hayır.
Yani bunun bir zorunluk olduğunu şöyle veya böyle galiba idrak ediyorlar……ve ilk fırsatta bayramdır, seyramdır geldikleri yere, köylerine falan gidiyorlar. Bu bir basit bir trend değil. Ben onu göremiyorum, ben onu göremiyorum. Neden göremiyorum? Belki… Ama tabii siz orta sınıf diyorsunuz hocam. Yeni orta sınıf. Yani belki değil, ben nasıl bir Angarya olduğunu, köyün anlatanların içindeyim belki ondan. Şöyle fındık zamanı şimdi. Tabii çay zamanı. Çay zamanı, fındık zamanı. Allah yazdıysa bozsun diye kadar. Tamam. Onu çekmek istemiyor. Yani yoğun emekli bir iş yapmak istiyor. Ay istemiyor tabii. Yani yoğun emekli bir iş. Ay istemiyor. Çok doğru.
Yani burada Allah yazdıysa bozsun. Peki esas……bence üstüne gitmemiz gereken mesele……az önce buyurduğunuz dönüşümü niye bu kadar geç kaldı? Ve bence nedenleri de var. Yani kent ekonomisi üzerinden yola çıkarak mı bu dönüşüm ne kadar, neden geç kaldı diyor? Bence çok geç kaldı.
Çünkü önce onun yasal yapısı, alt yapısı hazırlanmadı. Yani hala……hala şöyle doğru dürüst……İngilizlerin üç yüz, dört yüz senedir uyguladıkları gibi……toprağı konsolide edecek. Şey yok, yasalar yok. Tamam. Bu çok çok önemli. Özendirici bir şey değil mi? Özendirici bir şey yok. Yani şimdi şu mesela… Özendiricinin ötesinde efendim ekonomik. Ekonomik manada teşvihi kastediyorum zaten. Ekonomik. Bu zamanda……traktör alırsanız, traktörün… Mazotot çok yüksek Mazot Piano. Mazot Piano kendini amorti edebilmesi için alacağınız bir makinenin……belirli miktarda çalışması gerekir. Ama makineyi aldınız……ya nasıl anlatayım……yani iki metrekarelik banyo için……çamaşır, şey alınmaz elektrik süpürgesi. Elinize süpürü verirsiniz. Böyle söyleyeyim. Şimdi tabii Türkiye Tarım Toprakları açısında……onuncu ülkeleri, onuncu sırasında galiba……büyüklük olarak. Yeni vaktim onuncu sırada. Fakat tarım ürünleri ihracatında yirmi yedinci sırada. Yani büyüklüğüne orantılı bir ihracat ve üretimde… İtalaatı da bir bakmak lazım. İtalaat da var. Ortaya koyamıyor, belki bu söylediğiniz sebeplerle olabilir.
Çocuklar okula gidecek. İki, tarım çok zahmetli bir iş. Hele de mekanize değilse. Üç, üzüktüğü kurbağaya değmiyor çünkü……şeyiniz çok az. Arazi az. Ve işin kötüsü, onun sonu da gelmiyor. Türkiye’de bir başka sorun daha var. Bunu görmek lazım zannediyorum. Çocuklara arazi bölündüğü zaman, mirasçılara…
…aşağı köy her zaman kavgalıdır. Nedeni de kızlara da verilmez. Şimdi kız çocuklarının şeyinin üzerine yatan……payının üzerine yatan… Mirasını. Tabii mirasın üzerine yatan, işte abiyleyle……her dakika bir hır var. Kız çocuğunun biraz payının üstüne yattığınız zaman……onun bir de kocası oluyor. O kocasının tepkisi oluyor. Daha sılı istemiyorsunuz. Ben bunu çok uzun süre bir romanca gözle anlamaya çalıştım.
Bir yere geliyor, ay lanet olsun toprağınızda size de deyip……kaçıyorsunuz. Köydensiz. Benim gördüğüm hocam henüz bu duyguyu geri döndürecek bir şey olmadı. Ha, Ayvalık, Cihangir hattını bilirim tabii ki. Cihangir, Ayvalık, Bodrum hattı. Bunu biliyorum. Şimdilerde Seferhisar hattı. Tabii tabii bunu biliyorum.
Ama bu bana Narodiki’nin hadisesini söylemiyor. Yani biz vanki Rus’la… Ona da gelecektim aslında hani onlarla bir bağ kurulabilir miydi? Ne onların ne İngiltere’yi söylemiyor bu bana. Çünkü oturuşlara bir daha bakarsanız orada……getoculuk oynamak diye bir laf vardır hocam. Duydunuz mu? Getoynk diye bir hikaye.
Bilmeyen seyircilerimiz için söyleyeyim. Getoynk demek……iyi niyetle genç hanımların veya yaşlı hanımların……yoksa gece konuluk makalelerine gidip ziyaret etmeleri……ay yazık şimdi ne yapsak demeleridir. Bunların bazıları da gıda falan da taşır. Getoynk budur. İronik tarafı, yani sana öfkenen tarafı.
Hiçbir sahici çözüme izin vermez. Mış gibi yapar kendini tatmin eder. Ve orada da o iş kalır. Biz daha rahat. Yani işte bir şeyiniz. Ama şimdi şey baktığınız zaman bugün gördüğünüz. Yani gidip efendim işte şey hattında bu……Nişantaşı efendim işte şey hattında…
…bir ciplik dünya satın alabilirsiniz. Ha ama……ay bizim Neşe, Ahmet Ağa her sabah yumurtamızı getiriyor. Şeysidir bu. Tabii bunu eleştirenler de zaten bu noktada eleştiriyor. Hayır şöyle buna eleştiri yapan bir grup da var. Yani Türkiye’deki bu yaşam tarzını seçenlere diyelim işte……toprağa geri dönenlere. İşte kapıda cipleriniz duruyor sonuçta veya işte büyük arabalarınız. Neyse şey önemli değil yani arabanın ne olduğu. E hayatınızın birçok konforu sağlanıyor. Hani böyle bir konforun içinde toprakla uğraşmak da çok……o kadar şey bir şey değil. Zor bir şey değil. Asıl olan o asıl köylülerin yaptığı. Efendim yalnız işte ben demin itiraz ettim. Çünkü ben hiç için o tarafına bakmıyorum. Çünkü bu tür şeyi söyleyeyim……hareketi buradan alıp Ayvalik’e gitmek, Orada işte bir Rum evi alıp……ben bununla İstanbul içerisinde Beykoz’dan Zekeriyaköy’e taşımak arasında……ben bir fark görmüyorum. Onu söylemeye çalışıyorum. Hayır o zaten var. Yani mesela Halikarnas balıkçısından beri böyle bir romantizm var. Vardır yani. Ama bu biraz farklı değil mi? Yani benim mesela baktığım hikayelerde… Bir iki gün önce yeni bir yazınız var. Evet. Yeni köylü üzerine bir yazı da yazdınız. Aslında orada sizi motive eden sebep belki bu biraz daha… Çünkü orada benim yani işte hikayelerini dinlediğim olaylarda……elini taşın altına sokma iyiliğimi de çok kuvvetli. Yani o cip bağlayarak veya işte baya… Ben bunu görmedim. Hiç ummadığınız tipler böyle elinde kazmalar, kürekler işte çalışıyorlar, hayvan sarıyorlar. Bir miktar arttı bu. Olabilir, ben bunu görmedim. Bir miktar arttı.
Ama o şeyle biraz ilgili geliyor bana. Şimdi bir şey kendindeyse bu hani Almanların meşhur böyle bir……insah, dinganzi falan dedikleri bir şey var. Bir şey kendindeyken nedir? Bir şey kendisi için olduğu zaman nedir? Mesela toprak kendinde nedir? Köylünün gözünde, geleneksel manada bir değer konusu değildir.
Yani aşık çıkarırsa toprak onun değeri konusunda……böyle bir düşünebilir, sıradan bir köylü. Köyün değerini veren burjuvalar. Çok ilginç bir şey. Yani şehirde ya biz neleri kaybettik diyen adamlar. Evet, evet. Halbuki köyün içindeki Alev Hanım’ın dediği doğru fındık tarlası ile çalışılan adam için……toprak bir çileden ibarettir. Çok meşaklardır. Bir de bırakıp gidebileceğiniz bir şey dedi.
Hem odun hem de… Ama ilk fırsatta da bırakmak isteyeceğiniz bir şeydir. Bir meclis ederseniz de gözünüzde mi? Evet. Ve Türkiye’de toprağa küskünlük meselesi de bu büyük ihmaller var arkasında tabii. İşte çarpık, mülkiyet ilişkileri bir sürü şey söylenebilir. Bunlar belirleyici oldu. Ama şimdi mesela Türkiye’de nüfus %86 şehirlerde yaşıyor. Bu kez şehri görüyorlar.
Hani o taşı toprağı altın denilen İstanbul’un trafiğini görüyorlar, iş bulma meselelerini görüyorlar. Ahlaki için. Yine yanlış ayak başlayacağız diye korkuyorum ben. Yine yanlış ayak başlayacağız diye korkuyorum. Çünkü Ayşe Hanım’ın demin söylediği yoldan yola çıkıyor 27. Gelinen noktada mekanizm tarım lazım ve bir kayar arazi lazım. Bunun hiç başka bir şeysi yok. Şimdi korkarım ki İstanbul’un sevgili iyi diniyettir, romantik diyelim aileleri. Bunu bölecekler bir daha. Çünkü yani burada hakikaten iyi iş yapmak istiyorsanız adam gibi para lazım. Şimdi adam gibi para şirketle olur. Ben ne zaman ciddiye alacağım bu iş biliyor musunuz? Bu insanlar birleşir, şirketleşir, kooperatifleşir. Ve o gidip araziyi hakikaten alır.
Hakikaten onun için en son makine nedir öğrenip, çocuklarından bir tanesini getirip. Ya işte makine mühendis çocuğun uçundu bundan. Neyse buradan gidip artı katma değeri yüksek ürünler. Ve şey pazarlama yurt dışı. Bir tarafta bölüyorsunuz, bölüyorsunuz, bölüyorsunuz. Büyümesi, büyümesi, büyümesi gerek. Ekonomik olarak büyümesi gereken bir şeyi bölüyorsunuz.
Bu arada da birileri koşturuyor İstanbul’dan şuradan buradan. O minik parçalardan birini kapıp, tarımcılık yapıyor. Bir etkisi olmaz diye bakıyorsunuz. Ama Türkiye’de toprak meselesinde bu bölümü yazartmak için yeni yasalar çıkartılıyor. Ben Mehdi Eker Bey’in Tarım Bakanı döneminde ondan dinlediğim bu işleri mesele eden birisiydi. Yasal birtakım düzenlemeler yapıldı ama yine de bunların sonuçlarının ortaya çıkması 10 yıl, 20 yılları filan alır. Bir yılda, iki yılda olacak işler değil. Hala Urfa’da insanlar toprak için birbirini öldürüyor. Tabii. Yani başka ülkede. Çünkü hala bunu da aşabilmiş değiliz. Yani bir toprağa, sulh yoluyla birbirimize bırakmayı veya neyse aramızda paylaşmayı filan. Ayrıca dersemiz oradaki öldürme hangimiz bunu alalım da mercimek ekelinden ziyade. Ya benim ol, ya toprağın ol bir geriz. Aynen, aynen. Şimdi bunun için bu toprakla da ilgisi yok.
Tabii, tabii. Yani toprak mülkiyeti oradan… Restiç. Restiçtir. Üretimle ilgisi yok. Ve hala da… Ced Rotal’i malum. Şimdi Ced Rotal bir müzik grubudur şov bugünlerde de. Ced Rotal aslında bir mühendis idi İngiltere. 1800’ler olmalı. Pullu keçfeden adamdır Ced Rotal. Şimdi pulluk derken bir kere kendisi bir şey, avukat. Londra’da yaşar, yaşar, yaşar. Fakat Londra’da dikiş tutturamaz bir avukat olarak. Çoğu arkadaşlarımızın biz değil. Burada tutturamadıkları gibi şu nihayet bu ağaçlar malum belirledir. Şeye döner, ne yapılır diyerekten acaba köyüne döner ve orada gördüğü bir şey var.
El ile atıyor tohumu. El ile tohumu attığınız zaman bazı yerlerde yoğunlaşır tohum. Diğer yerlerde çok fazla seyrek olur. Dolayısıyla büyüdüğü zaman rentable değildir. Çok düştüğü yerlerdekiler zayıf olur. Bu taraftakiler büyük filan. Ya peki bunu bir doğru düz koyma yolu yok mu diye pulluğu yapar. Her on santimde bir şey koyar.
İşaret mi koyarsın? Hayır, bir çivi gibi bir şey. On santim, on santim, on santim. Bundan sürdüğün zaman on santim, on santim, on santim. Düzende olabiliyorsunuz. Sonra gidip üstüne şu kadar, şu kadar, şu kadar şey de koyuyorsunuz. Tohumu koyuyorsunuz, düzenli çıkıyor. Bu tabii zaman içinde evrilir. Hem delik açar, hem tohumu koymaya başlarak falan cet ota.
Şimdi, iyi de cet ota Londra sosyetesinin göz bebeğidir. Aynı zamanda. Bunu anlatmak istiyorum. Londra sosyetesinin göz bebeğidir, cet ota. Efendim lordlardan, arp şeyler, genç küçük güzel hanımlardan, sevgililer falan böyle bir şey. Türkiye’de ben bunu görünceye kadar bu harekete inanmam diye düşünüyorum. Çünkü onu görmüyorum.
Laf orada. Ama hayaller başka, gerçekler başka diyorsunuz. Hayır, hayır o anlamda da söylemiyorum. Yani bir şeyin ucundan tutmak, hocamın şeyin sizinle dava. Hani dosya değil dava. Eğer tarım ise dava. Başka türlü hareket etmek lazım. Hocam tabii biraz şeyde bakmış, yazıyı sizlere birlikte okumuştuk. Türk modelleşmesinde köylülüğün yüceltilmesi ama diğer taraftan dibe vurdurulması. Öyle bir bakış açısı. Bir de tabii karşı hem muhafızakar kesimin hem sol kesimin sanayileşmeye verdiği önem falan gibi. Hani çok farklı açılardan bakarak aslında bu konuya inanmış. Evet orada yani şimdi biz hepimiz onu canlı olarak yaşadık.
Toprağı romantize etmek, köylüyü romantize etmek bir taraftan giderken……aynı zamanda müthiş bir topraktan soğuma. Tabii. Ve toprağı hakir görme, topraktan kaçma eğilimi çıktı ortaya. Şimdi ben mutvar olduğum, belki Alev Hanım’dan biraz daha mutvar olduğum nokta şurası……toprağa yeniden bir değer konusu hale getirebileceğimiz bir sürece girdik. Kapitalist süreci. Yani kapitalist sürecinin içinde olacak zaten. Dışın, sistemin dışına çıkmak. Yani bu sistemin içinde çünkü toprağın değer haline gelebilmesi……bir anlamda topraktan kopmanın fonksiyonu. Köyümdeki baba evimi 10 artıp işte 15 gün orada kalmam……belki çok iriti, belki ihmale gelebilecek bir şey gibi gözükebiliyor ama…
…eğer garaj, otogar bayramlarda hınca hınç da oluyorsa……çok kendinde bir hal olarak bir özlem var. Şimdi bu özlemin hangi politikalarda desteklenip……nasıl bir yatırımcılığa dönüştürülebileceği çok ayrı bir fasıl. Bu konuda büyük imaller var. Bende.
Şimdi şöyle bakın, çok ilginç bir tecrübe. Onu aktarabilir miyim izninizle? Ben bunu bu yazarımız, hikayecimiz Mustafa Kutlu’nun son çalışmasında gördüm. Onu bölüm bölüm bana gönderiyordu ve yani ilk 8-10 fasılar bildiğimiz……yani ona toprağa romantize etmekle ilgili hikayeler.
Fakat en sonunda diyor ki yani bunun bir romantizasyon konusu olmaktan çıkıp bir gerçeğe dönüştürülmesi mümkün mü? Ve bir uygulamayı, bizzat yaşanmış bir uygulamayı anlatıyor. Çok küçük gibi göre gelebilir ama Yozgat’ta bir köy……nüfusu neredeyse erimiş, yaşlılar var falan. Fakat orada akıllı bir tarım müdürü, kaymakam bunları örgütlüyor.
Diyor ki bakın arazilerinizi bir araya getirelim. Sizin dediğiniz gibi yani o küçük böyle darmak, nehabire kavga üreten bir araya getirelim. Burada elma yetiştirelim. Pazarlama işlerini biz araştıracağız ve bunu yurt dışına ihraç edeceğiz. Hem iş piyası hem yurt dışına. İkna ediyorlar bir şekilde. Ve bunun ilk adımları atıldıktan sonra……yani birden köylülerin cebi para görmeye falan başlıyor ve gidenler geri geliyor. Enteresan bir şekilde. Ve köyün nüfusu birden mesela eski boyutlarını da aşıyor. Bir gelirler artmaya başlıyor. Bu tecrübenin konusu olan köyün çok yakındaymış Sayın Cumhurbaşkanı’nın yardımcısı Fuat Bey’in köyü. Onun da haberi oluyor. Ya bizim köylülere de bunu yapalım falan diye böyle. Mesela şimdi bu bir moda yani kendiliğinden olmuş bir şey. Yani orada bakın mülkiyet kavgası da biter. Çünkü topraklarını birleştiriyorlar. Evet. Ve şimdi daha ilginç bir şey. O köyü tekrar köyün ihtiyaçlarıyla uyumlu bir yeniden bir mimari dönüşüme tabi tutma meseleleri konuşuluyor. Böyle bir yani gittikçe kendi içinde kendini büyüten bir şey. Şöyle diyebiliriz tabi koca Türkiye’de nedir? Sonuçta yani şunu görüyoruz ki bu sistem, bu parasal kapitalizm dediği bir sistem… Nefis alanlar esiriyor….turbo kapitalizm dediği sistem artık kendini yeniden üretemez hale geliyor. Ve bunun krizleri korkarım ki insanlara çok ağır kıtlık delikesini de getirebilecek.
Efendim tam burada bir bir gül koyalım konumuzu. Önünüzdeki programda bu yeni köylülük meselesine, toprağa dönüşe, Türkiye için nereye tekabül ettiğine buna karşılık. Bunu konuşmaya devam edelim. Bu bölümün ihmal edilebilir nasihati ne olur hocam? Bu programda Alev Abla pesimist ve olumsuz bakıyor. Onun için bilmem nasıl… Sizden alalım. Sizde var mı?
Toprağa ihmal etmeye. Toprağa ihmal etmeye.
Efendim haftaya ihmal edebilme seyahatlerde bu konuyu konuşmaya devam edeceğiz. Hoşçakalın diyorum.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir