İhmal Edilebilir Nasihatler | Yeni Köylüler | 32. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=fD9ogOaNW9U.
Merhabalar efendim. Geçen hafta toprağa dönen yeni köylüler üzerine bir sohbete başlamıştık. Bu hafta bu kaldığımız yerden, virgül koyduğumuz yerden devam edeceğiz.
Ben bir özür dileyim. Geçen hafta böyle bir ağır gırıp geçirdim. O yüzden böyle dudaklarım falan uçuklamış vaziyette. Onları da böyle şey söyleyeyim bir ateşle birlikte ama şu anda iyiyim. Kentlilerin toprağa dönüş akımının temelinde ne var? Aslında bunun üzerine biraz geçen programı kapayorduk. Hocamla siz çok müttefik olmadınız geçen programdan.
Ben onu üzerinde konuşulacak henüz bir Türkiye’de veri olmadığı, böyle bir boyutta olmadığı şey. Ama sonunda sanıyorum hocam da yani… Yani ben de aşağı yukarı bunu… Benim endişem şu. Bu alıştığımız dünyanın bir geri çevirilemez krizlere doğru gittiğini görüyoruz. Ve bunun için de ciddi kıtlık tehlikesinden de bahsedenler var.
Dolayısıyla buna yakalanmayalım yani toprağa aşık olduğum için veya kırsal hayata güzellemeler yaptığım için, oraya dönelim dediğim için söyle… Bir nostaljik duygusunda değil. Hayır hayır böyle bir şey yok. Bu çok ciddi bir şey yani. Bunun bir ön alıcı tedbirlerine en azından ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Yani şehir hayatına dair eleştirilerini de zaten daima söylüyorum ama…
Bu kırsal hayatın erdemi konusunda çok fikri sabitliği olduğu için değil. Çünkü kırsal hayatı da tanıyoruz. Çünkü bu millete köylülük üzerinden büyük yalanlar söylendi. Mesela Kemal Tahir niye önemli? Çünkü ilk defa değil miyiz? Evet mal ayrımı da sadece köylü bir romantır. Yani gerçek köylüyü gösterdi. Bu böyle melek gibi kadınlar, Homeros’un destanlarından fırlamış… Doğru yeminçleri karikatürlüklerdir tabaları. Tabii tabii. Bu başka bir şey. Onun için söylüyorum en azından şimdi toprağa çok küstük, çok sırtımızı çevirdik. Böyle indüstriyel toplum hezeyanlarını çok uçsuz bucaksız yaşadık. Aslında da çıkmadı. İyi de oldu çıkmadı. Onu da söyleyebilirim. Oradan bir dönüş var. Çünkü şehir artık tecrübe edilebilir bir şey haline geldi. Bu dönüş var oradan derken birazcık modernleşmesini bir seraba da benzetiyorsunuz aslında. Tabii tabii. Bizim için öyledir daima. Belli seraplar halinde görülmüştür modernleşme.
Bürokratik modernleşme iyi kötü zaten hayata geçmiştir ama böyle modernleşmeden murad edilen şeyler gibi daha spekülatif alanlar açıldığı zaman herkesin kendine göre bir serabı var. O seraplar biraz da benzeşiyor. Hatta ben o yazıda onu anlatmaya çalıştım. Yani mesela Nazım Hikmet sol şair ama işte makinalaşmak diyor böyle. Turun turun makinalaşmak istiyorum meşhur şeyi. Evet yani. Ama Necip Fazıl da işte diyordu ki idealimdeki Türkiye fabrika bacaları ve minareler yani alakasız şeyler yani bir hummalı bir şekilde biz bunu yaşadık. Şimdi tabii denedik ya. Denedik denedik. Olmadı. Olması durumunda kaybedeceğimiz çok şey vardı. O disiplin toplumu, o endüstri toplumu silindir gibi geçti yani gittiği yerlerin üzerinden.
Biz bazı şeylerimizi belki arada kaldığımız için muhafaza edebildik. Şimdi bir yeniden bir ilgi var. Bu ilgiyi belli politikalarla ve emek yoğunluklu değil, sermaye yoğunluklu yapmak durumundayız. Doyurmak zorundayız insanları. Çok önemli. Tokrağı verimli hale getirmek zorundayız. Evet verimli hale getirmek zorundayız ve kendimiz doyurmak zorundayız.
Çünkü Allah korusun, söyleyenden biri doğruysa bir gün böyle bir kıtlık felaketi bu muazzam nüfus ve hakikaten kıt kaynaklar bu açıdan. Sen bir şey söyleme, o zaman Anadolu’yu bize bırakmazlar zaten. Gelip buruk buruk çekirge geliyor. Böyle tehlikeler var. Afrika’da tarla satın alma toprağı elverişli bölgelerdi. Çok yüksek ülkelerdi mesela İsrail bunlardan birisi, Katar bunlardan birisi, Süde Arabistan birisi çok. Bir devlet yüzü ölçümüne sahip oranlarda Sudan’dan, çeşitli Afrika ülkelerinden. Çin’de yapıyor. Çin’de yapıyor tarla satın alarak toprak kiralıyor. Dünya nüfusunun 1 milyar olması veya 2 milyar olması yüzyıllar alıyor. Belki binlerce sene alıyor. Fakat bir eşik var 3-3,5 milyar insandan birden 8 milyar insana verilirse fırlamak göz açıp kapa inceye kadar yani. Şimdi Maltusa falan kızarlar ama bu riski en azından söylemiş. Önerdiği tedbirler gayri lisanî tabii ama bir mesele olarak bunu ortaya atmış. Biz bugün bunu yaşıyoruz. Dolayısıyla Türkiye’nin bu konuda hakikaten biraz sıkı durmaya başlaması gerekiyor. Buradan aslında bir parantez Rus narodiklerine geldiğimizde ki tabloyu da biraz konuşmak istiyorum. Benziyor mu o döneme, çarşıtırıyor mu? Benziyor tabii bir tarafıyla yani şu anlamda benziyor. Narodik, halkçı demek maalum. Narodiki, halkçı demek tam bizim bildiğimiz anlamda halkçı halkçı. Ben narodnik olarak söylüyorum ama hocam asıl şey… Narodiki. Niki ilave edelim.
Bir tanesi halk bir tanesi halkçı narodiki halkçılar. Halkçılar romandik sosyalistlerdir Türkiye’deki. Bunlar işte köylü milletin efendisidir falan laflarında olduğu gibi. Biz her şeyimizi Rusya’ya borçluyuz. Halka borçluyuz, çalışanlığa borçluyuz tabii. Ve onların bu halde olması bizim için çok büyük ayıptır gibi bakanlar. Ahlaki bir tavırdır. Ve Rusya da önemlidir çünkü binlerce, yüz binlerce aristokratı……evlerinden çıkarıp şey göndermiştir söyleyeyim bütün iç derin Rusya’ya göndermiştir. Moskofa’da çıkan çok iyi bir doktor, onun gittiği bir köy. Onun anıları vardır adamın. Ama öyle tuhaftır ki yani Rus gövlüsü için özellikle söylenir bu. Hürafi inanılır gibi değil her türlü. Akıl almaz hürafiye. İlaç verirsiniz almaz, ilacı yanlış alır. İşte hamileye şöyle olur, kılınan kime böyle olur falan gibi. Batıl inanç bir sürü tabii.
Batıl inanç en akıl gürültmeci söz konusu değildir. Bizim anladığımız gibi aristoman tefana laf olabilir. Daha da kötüsü. Yani narodin keçiden daha da kötüsü. Çarcıdır. Çünkü Allah’ın gölgesi, kilise filan derken çarcı. Onun için haklı tarafı da vardır. Çünkü başına bir şey gelse gene güvenebileceği tek şahı şardır. Bu bakımdan satar da çok çabuk adam satar. Anında döner.
Menfaati ne ters düşen bir şey yaparsanız döner ve sizi satar. Casus diye satar. Komünist diye satar. Şimdi şöyle düşünürseniz ülkede de çok bunlar. Bir köye yerleşen sosyalistlerin böyle bir köycülük tecrübesi vardır. Var mıdır? Sonra da ihbar eder köylüler onlara. Tabii, burada da böyle olur bu.
Ama anlaşılır da çünkü birisine ait kendi kafasında uçsal bir düzen kurar. O uçsal düzeni bededer. Yetmez dayatmaya kalkar. Öbür taraftan yılların açtığı kıtlı toprakla, soğuklu başı evremeyen köylü. Aç kaldığı zaman sonunda yemeği verecek olan çar falan.
Bu anlaşılmaz bir şey değildir hakikaten. Bu narodinik harekette iki damar olduğunu söyleyebilir miyiz? Bir tanesi biraz daha öncü. Çünkü iki şeyi birleştirmek istiyor. Bunlara yasal, legal narodinikler diyorlar galiba.
Bu işte Mihailovski, Danyel, Hazırlayıcı düşünceler itibariyle o eğilimleri hareketin içinde de belki bulabiliriz. Yani şehrin yiğit taraflarıyla, bizde nasıl medeniyetle kültürü uzlaştırma, köylünün saflığını birleştirme. Türk halkçılığı böyle bir şeydir değil mi? Köylüye bilimi götüreceğim, ondan o saf bozulmamış şeyleri alacağım.
Her zaman yaparız da birine götürmek. Ama başka bir eğilim onlar gibi olmak. Bu daha hastalıklı bazı açılardan. Öykünmeci, o da bir öykünme değil mi? Ben şehri, bilimi falan hepsini reddettim. Hiç öyle birileri var mı acaba? Hakikaten hiç öyle birileri var mı? Şehri reddettik, şehri reddettik. Ruslar için hiç hiç hiç hiç.
Tastoyu ne dersiniz? Yoktu. Narodik olarak geçiyor. Müziklerle yemek yemek, müzik gibi giyinmek, müzik gibi… Ama zaten şeydi, gibisi falan yok ki zaten reyalışık bir adamdı tarlaya. Nasıl söylemeliyim? Gündelikçi Hanım’ın evinde mantık açıklamak gibi.
Bir şey koymadım. Şey değil. Başka türlüsü olamazdı. İmkindiydi. Onda bilecek kadar akıllı adamdı. Hakikaten akıllı adamdı. Yani oradaki hürafet, bakış açısını kaldıramazdı. Şimdi şeyden düşünün, nasıl oluyor yani. Narod tuhaf bir şey ya, halk tuhaf bir şey. Anında satabiliyor. Anında satabiliyor. Sadece bizde değil, şeye bakın, başka ülkeler bakın, orada da öyledir, satar. Devrim yapmaya kalkanı satar. Devrim birkaç şeyden olabilir. Devrim illa sosyalist devrim olmaz malum. Pekala İslami devrim de yaparsınız efendim. Kapitalist devrim yapmaya da kalkabilirsiniz. Ama yeni fikirleri almak oturtmak.
Bu Mao’nun felsefesi, kültür değerini falan. Biraz da burda bunun uzantısı değil mi? Tabii ki öyle. Fakat Çinlilerin, şimdi Ruslar Çinlilerden aydınlar olarak söylüyorum, Rus entelejansiyası. Çinlilerden nefret eder ve korkar. Şimdi düşünüyorlar bilmiyorum ama hakikaten korkarlardı.
Ve derler ki yani bunlarla muhabbet edilemez. Çünkü mantıklı değillerdir. Bu hayaleleri kısıttıdır. Bir şey alıp bir yerden bir yere getiremezler. Onun için olmaz ve anında size satarlar, kızıklarlar falan. Ayrıca açıklaştığınızda bir mantık üzerinden gittiğiniz zaman, işte dialektik vesaireye kıpırarsınız bir anlayış. Şimdi Çin böyle değil. Hiçbir zaman da olmadı. Çin fazidir. Sıcaklı. Oldu mu ıspıcaklıdır. Hem dalga diyorsunuz. Tabii. Bakın bunun soru daha sorulmuyor. Çok tuhaf.
Yazmam lazım herhalde benim huzurum. Nasıl oldu da Çin birden bu kadar parladı? Belki bizde çok sorulmuyor. Batı’da bununla ilgili çalışmalar, araştırmalar mı var? Herhalde var. Ben de Türkçe’yle. Ne oldu? Vallahi niye olduğunu ben size söyleyeyim. Biz züleyim ama biz tabi onlar çok daha önce Batı’nın düşünce sistemine dahil olduk. Şöyle yaptı. Pragmatik bir kere. Pragmatik olmaktan da utanan çekilen bir şey değil. Kompücüs mü? Tabii kompücüs. Şimdi düşünsenize bir sistem kırıyorsunuz. Prezidiumu var. Onların da var Rusya gibi. Bir Rusya’daki prezidiumu yerlerine Allah aşkına bir gözünüzün önüne getirin.
Nasıl o katı kazık adamlar yan yana yan yana yan yana falan. Generaller şunlar bunlar. Şimdi Çin de bunlar her bir tanesi bir kantonun başına geçti. Onu yönetmeye başladı ve ilerletiyor. Çin de bunu yapıyor adam ve rekabete girdiler birbirleriyle. Çok ilginç onun hikayesi. Haklısınız. Ben parantez açabilir miyim? Lütfen.
Estağfurullah. Bu Çin üzerine David Harvey’in bazı yazılarını ve değerlendirmelerini takip ettim. Mesela Rusya’daki komünizm, politbüro hakimiyeti, merkeziyetçilik. Çin’de de bunun dansikası var gibi değil. Görünüyor, alkılıyoruz.
Şimdi yaptıkları şey, mesela vali atamalar da çok ilginç bir yöntemi izliyorlar. Yeni mevzun mülkiyelileri düşünelim Çin olarak. Diyorlar ki hanginiz, gönüllüsünüz? Bir tanesi çıkıyor ben giderim. Tamam o zaman 3 senem var. Bir hedef de koyuyor. Veriler şunlardır buraya ilişkin. Beklentiler de şunlardır. 3 senem var. Yaptın yaptın yapmadın kapa gidelim. Adam gidiyor oraya, geliyor ya vakf ediyor gidip valilik yapacağım burada. Törenlerden törenlere. Çok yükümlü. Belediye reisiyle vali arası bir şey oluyor. Bunların rekabeti ve kariyer de bunun üzerine kuruluyor. Eğer başarılı olursanız sizi bir üst seviyeye aktarıyorlar.
Müthiş kendi içinde yarıştırmacı ve ademi merkezi. Çok ilginç. Bunu bilmiyoruz biz yani her şey Fatih Zoruyla olduğu gibi. Fazı mantık diyor ya hocam. Evet. Kıpırdadı şimdi bu çok uzun süre Rusları deli etti şeylere ait Rus entelejensiyası. Çünkü bu tür rekabet vesaire gibi hem kavramlar sıkıntılı.
Bunlar için anladıkları şeyler değil. Bir de her şeye rağmen yararşi düşünmeye. Alışkın bir toplum. Alışkın bir toplum. Gerçekten çok zorlandılar. Ama orada da bu. Orada da daha da bir şekilde belki de bu nedenle. Aynı şekilde bir narodin kiyonmat. Tabii tabii. Bu bizim için bize benzer ya da biz için de benzeriz yani. Bir lafımdır bilirsiniz. Biz sonunda hep aynı bugür plamına kaçıp sallıyoruz. Ama bu son zamanlarda biraz ayrıştırılmak istedik galiba. Siz bugürü katılıyordu. Yani şöyle biraz mahallelerin de çözülmesiyle alakalıydı. Şimdi işte elit semtler ve fakir barındırmıyor. Herkes zengin ve zenginlik yarışı var. Siteler yani lüks siteler. Tabii ki ben çocukluğunda falan hatırlarım. İşte bizim mahallenin zenginleri ve fakirleri vardı. Ve fakirleri incitmeme kültürü. Zenginlerin zenginliklerini sergilememe. Gösterişe karşı bir… Hala var hocam hala var. Var mı? İyi o zaman yani. Hala var çünkü inanın olmasa katliam olur. Hala var.
Hala bence çok para saklanıyor. Ortaya dökülmüyor. Hala ben onu görüyorum. Ortaya dökülmüyor insanlar. Hala bir şey var. Tevazu var veya bir tevazi görünmeyi bilme var. Döpler yani parayla şey iman belli olmaz. Hala bence parayla imanın pek belli olmadığı bir toplumdur burası. Şey yoktur.
Öyle döküp saçmaça yoktur. Bence o bütün yıpranmasına rağmen… Maya duruyor. Duruyor Topkapı Sarayı. Ötekini küçük bir tevazi tutan neyse duruyor. Yani Osmanlı isteseydi herhalde bir… Börmüngözler yapardı. Sen Petersport’taki…
Yani yapardı ama yapmıyor. Yapmıyor. Bence o yapmama meselesi, o duygu yani açılması almama. Bence hala o geçerli. Ne düşünüyorsun? Gördüğümüz zannediyorum. Tolere edebileceğimiz alanlar açılıyor. Halbuki onlar eskiden toler edilmezdi. Ama şey var dediği gibi…
Yani bir işin mayası hala var. Belki burada yeni zengin eski zengin ayrımı konulabilir. Yeni zengin olanlar biraz daha göstermeye daha meyve. Eski zenginler biraz daha… Fakat dikkat edin. Ama göstermeye de kendi içinde yapılan bir gösterme o. Gibi geliyor bana Şen. Ama şunu ben de hocamın tespitine katılıyorum. Fakir mahallelerle zengin mahalleler ayrıştı.
Ve gerçekten zengin mahallelerde yaşayan ve yetişen gençler ve çocuklar da fakir mahallelerde yaşayanların ne yaşadığına dair en ufak bir empati geliştirecek fikre sahip değil. Ayrıştı bunlar. Ayrıştı. Serviste gidip geliyor. Özel şoförle gidip geliyor. Ben bunu şerri büyüdüğünden böyle olduğu kanısındayım. Tüketim herhalde. Tüketim yarışı. Çünkü eksik tüketicilerle tam tüketiciler arasında bir şey belirdi. Tabii eksik tüketici ve tam tüketici ayrımı keskin. Bunun tabii ayrışması göstererek dürterek gözünü sokarak olmayabiliyor. Ama bir sembolik şiddet mekanizmaları çalışıyor. Yani ben de var. Biraz yöresel farklarda dikkate giren. Mesela benim kendi memleketli değil mi Kayseri?
Sever yani evine göstermeyi sever. Parıltılı şeyleri sever yani. Böyle Adanalı hemşerilerini sever yani. Şimdi biraz daha meşhulaştı. Evet. Ama öbür taraftan yoksul mahallelerde de sebil dağıtır. Yani hani yoksullara da sebil dağıtır. Yani bu ikisini dengeleyen bir kültürel birikimi vardır. Şimdi belki o yeterince dengelenmiyor diyebiliriz. Bence Türkiye’nin kıymetini bilmemiz lazım. Bence bütün bu tarihe rağmen ve gelir dağınımının bozukluğuna rağmen Türkiye bu bağlamda sıkılıyor.
Dayanışma ve yardımlaşma anlamında söylüyor musunuz? Öyle şey yani milletin gözüne sokmamı bağlamında söylüyorum. Yani bir halden anlamı. Gözümüz sokmuyor Türkiye. Yani şu boğaza bakın Allah aşkınıza yani yalılar yalılar ne kadar şeydir? 350 yalı var yaklaşık. Tamam ne kadar sade farkında mısınız? Yani yalı dediğiniz ne? Üç kattı tatlı bina alt tarafı. Ayı ola. Bak sadedir Türkiye hala. Bozulmamış. Kuruluğu değerlerle. Bence sıkı direniyor. Ama hep böyle mi gidermiş? Onun bir şeyinin yok. Aşınma var. Aşınma mutlaka var. Ama bence Türkiye direniyor. Hocaman şeyde katılırım. Yani bu ben direniyor derim. Belki ağır görürüm daha ağırdan gittiğini düşünüyorum ama her halükarda tedbir alması gerekiyorsa. Almak lazım çünkü Türkiye hala utanmasını biliyor. Evet bunu hep söylersiniz. Bunun ne olur Türkiye utanmasını biliyor. Hacım olmak lazım. Sağlama yapıyoruz hala. Evet hala bir vicdan azabımız var. Geçenlerde bir sünnet düğünde biliyorsunuz. Bir işte tuhaf bir dans. Hiç böyle yakışmayan falan. Şimdi bunu orada insanlar şaşkınlık içinde izliyor.
Bu kendi deyinden defakta bir durum. Eski Türkiye’de bu olmaz yani. Anında engellerden. Şimdi olmuyor. Bir şey açığa çıkıyor. Ama sonra başlıyoruz. Ne yapıyoruz biz? Bu ne ayıp değil mi? Bunların bir hesabı yapılıyor. Hala ayıbımız. Mesela bu konuda en hesapsız Amerika herhalde. Yani en çılgın şeyleri gözüne soka soka gösteriyor.
Orada ayıplama mekanizması biraz daha şey içerisinde. Kendini gerçekleştirmekle çılgınlık orada eşitleniyor. Biz de henüz bunların sağlamalarını yapabiliyoruz yani. Peki hocam ben konuya tekrar geri dönersem şu Rus narodinikleri meselesini. Tostoy işte o dönem bir narodinik hareket var. Bir de Marxist döneminde yani Lenin’le sonrasında Marxist dönemin narodinikleri de var. Yani Marxizme karşı çıkan…
Şimdi ki bu toprağa dönüşte hiçbir benzerlik görmüyor musunuz oradaki süreçte? Görmüyorum. Farklı. Ben de sizi görüyor musunuz? Yok ben de görmüyorum. Karşı kültür olarak ortaya çıkan sanatta ve başka arayışlarda akımlar var yani. Türkiye’de mi? Dünya bazında söylüyorum Türkiye’de.
Tabii Türkiye henüz bunların sadece kopyalarını ortaya koyuyor kendi özgün bir şey çıkartmadı karşı kültür anlamında söylüyorum. Bakın ama orada şöyle bir şey var şimdi bu konuda ben Alev Hanım’ın da neler söyleyeceğini merak ederek gireceğim. Şimdi Rus narodinikleri kendi kırsalına gidiyordu. Bu Latin Amerika’da da bunun örnekleri var. Bizde de var vesaire.
Avrupa ise çok ilginç 1960’lardan sonra soğuk savaş döneminde solun trendleri çok ilginç. Gidecek köy bulamıyorlar muhtemelen. Bu sefer bunlar dünyanın damına çıkmaya kalkıyorlar. Aslında o narodinik etki onlarda bir kültür, ne diyelim ona hesaplaşmasına dönüşüp Katmandu’ya gitmek gibi. Bilmem İran’a gitmek gibi, Türkiye’ye gelmek gibi filan. Ve ilginçtir Mahucular da çok sıcak bakıyorlar yani. Bir öz nefret. Bakın şeyde vardı bu yalnız hep bunu anlamaya çalışmışımdır. Musa Anter’in hatıralarında vardır. Musa Anter von Pappen, Alman von Pappen 30’lu yılları olduğunu. 30’larda von Pappen Alman büyük gelişesi malum. İşte kabine ziyaret eder şey Musa Anter’in. Musa Anter’in Kürtlerin arı olduğunu, arayan olduğunu anlatmaya, ikna etmeye çalışır. İşte mavi gözlüdür de uzun boyludur da, dili de farklıdır da aha da baktıkça böyle değildir filan. Böyle bir muhabbet. Fakat ilginç olan. Bu muhabbetle birlikte gelen başka bir şey var mı? O da şu, tarım salkalı. Tarım salkalı ve bir tarım güzelliğine mesaj yapılır Ayşe Hanım. Tarımdan ziyade… İşte bu tarım toplumu tartışmaları, otostaristlerinde bir dünya çok çok. Yeşil tarlalar, üzerinde kuşlar, temiz hava. Ne yapacaksınız burada treni?
Çuf çuf kara tren falan. Fabrika aman aman sakın ha. Şimdi EPİB’i okuduğunuz zaman o bölüm şeyi görürsünüz. Ya bu adamlar Hamburg’un dumanından sıkıldı, kendilerine galiba bir sire yer arıyor diye. Tatiğ geçirecek. Bana hep bu duygu gelmiştir yani bir sire yer lazım. Tatiğ geçirecek. Şimdi size itiraf edeyim. Şu hava kirliliği çevreme serisini düşününce de aynı şeyi düşünmüyor değil mi?
Yani şu gezegendeki kirliliğin binde birine ancak sebep olan bir zip üzerimize niye gelinir? Hep merak ederim. Ne kadar sevinecek gitir insanlar? Toplam bırak vazgeçsek her şeyden. Neden vazgeçebiliriz mesela? Yani geçecek de zaten ne olacak o da ayrı. Ama hocamın teyiden söylüyorum yani. Hemalaya gitti diyor. Tabii ki hemalaya ama bakın 1930’larda vardı bu iş ve devam etti. Esra’ların ideolojisi buydu zaten. Ve tasvih ettiler onları sürekli. Böyle geldi şimdi giderek de bu böyle olacak. Amerika kurtarıyor çünkü bu tek kıta ya yani büyük ülke kıta. Ama korkarım olmaya da falan.
Sıkışık yerlerden korkarım. Sıkışık oldu mu ille de bir yere gidecek. Bize musallat olmasınlar anlamında söyleyeceğim. Mesire lazım yani. Ne oluyor o zaman? Koştur koştur geliyorsunuz. Bizde bütün İngiliz köyleri, Alman köyleri, Almanların yoğunlukta olduğu köyler, bölgeler var yani sonuçta. Sonumayın Kapadokya’da bile varlar. Tabii ki. Karadeniz’de varlar. Onlar artık kıtalarını terk ediyorlar. Yani Avrupa için böyle. Fakat bir şey daha var yani şimdi bunların da hikayesi. Ben biraz hippie kuşağına yakın olduğum için çok hippie dostum oldum. Onlarla konuşurdum filan. Bu otantik hippiler yani. Müthiş bir öznefret, müthiş bir Avrupa nefreti ve doğu yüceltmesi üzerine giden bir şey. Bu da bir türün narodinikliği.
Ama doğu dediğimiz Hinduizm filan bağlamında bu dizinin nefreti. Bedenlerinden nefret ediyorlardı. Çünkü ona yıkan, yıkanmayacağım diyor. Giyin giyinmeyeceğim diyor. Ve bu adamdan hikayeler hakikaten çok dramatik yani. Katmandu yollarında telef oluyorlar. Rus köylüleri müzikler, narodinikleri hayal kırıklığına uğratıyorsa İranlı köylü de onu hayal kırıklığına veya bizim köylüler veya Nepalli köylüler. Yaban yaban oynuyoruz. Evet. Fakat şimdi bir şey oldu ona da dikkat etmek gerekiyor. Kapitalizm böyle kendine karşıt gibi gelen eylemlerin de metallaşmasını sağlayabiliyor. Şimdi dün siz gurur bulmak için Hindistan’a gitmek zorundaydınız ama bugün Hindli Yiyet New York’a getiriveriyor. Tabii. Bütün havalimanlarında da görme şansınız var. Görme şansınız var ve onu da tüketime sokuyor. Tabii.
O zaman siz yer değiştirmeden bile işte o imkanlarla bu New Age imkanlarla falan kendinize bir sanal narodinik dünya oluşturabiliyorsunuz değil mi yani? Köye gitmenize gerek kalmada. Gerek kalmada. İşte ara durumlar yaratıldı ya işte bizim beyaz yakalılarında böyle petrol türevi ürünlerle donanarak doğaya gitmesi gibi veya cipiyle doğaya gitmesi gibi ara durumlar ve sanal durumlar bunlar. Zaten niye gitsin yani bunun Allah aşkınıza niye gitsin? Hani niye gitsin? Bunun da bir endisiyonistik de oluşuyor. Oluşuyor tabii. Organik tarım tipik olarak o kapitalist bir sektör. Peki hala da biliyoruz ki organik tarım bu dünyayı beslemez. Tabii ancak antitekrari. O bir imtiyaz meselesidir yani.
Yani makamlar ortada zaten yani üç lira un alıyorsa organik tarım da alıyor aynı onu on beş bin liraya. Tabii tabii gene bir grup daha iyi yaşayacak güya. Şimdi bu son dönem Birleşmiş Milletler Konferansı çerçevesinde veya işte İstanbul’da yapılan bir enerjide de filan ekoloji üzerinden bir şey bir hassasiyet var ortada. Yani gidiyor dünya siz de bunu o yerde bulunuyoruz gezegen. Gezegenin sonu geliyor dikkat çekindi. Hatta bir İsveçli 16 yaşında bir genç kızdı hani burada bir işte Trump ile görüşmesi filan. Türkiye’yi de şikayet etti bu arada. Türkiye’yi de şikayet etti evet. Ne diyorsunuz bunlara bu ekolojinin gündem olmasına bu 2019 sonu itibariyle? Marjinal olduğunu düşünüyorum yani iyice marjinal. Bakmayın siz işte bir programda bir kızcağı zaten belli ki bir proje. O çocuk bir proje yani çok normal olmadığı da kanısındayım çocuğun. Evet evet. Bir tarafında bir şey var. Asperger zaten Asperger. Öyle mi? Evet Asperger. Yazık. Ama yani şimdi nerede bunun anası babası? Siz mesafenin farkında mısınız nereden nereye geliyormuş bu tek başına o yaşta çocuk? İki tane yani bunlar acayip şeyler yani.
Ve oraya geliyormuşlar Allah Allah yerini buluyor geliyor giriyor öyle mi? Bu kadar da kolay. Bu kadar da kolay yukarı çıkıyor filan filan yani bu ciddi anlar bir şey değil kızcağız için söylüyorum. Ciddi anlar bir şey değil. Diğer taraftan da marjinal olduğunu düşünüyorum. Anakım dünyada hiçbir zaman yer bulamazlar. Yani siz konuşuyorsunuz konuşuyorsunuz konuşuyorsunuz. Sonra diodoranttan bile vazgeçmiyorsunuz.
Ne oluyor ya? Kimse bana bunu anlatmasın ya. Alt tarafı diodorant fıs fıs bilmem ne. Yani öyle değil bu. Hanşı olur. Hakikaten ciddi kampanyalar gör. Yani bir bende bir kampanyada bir bir yasaklama da şeylerden gelen. Sivri topuk kurduşlarından gelen Türk Amerikaları neyse. İşlesin şu dünyada da göreyim.
Yani insanlar gönüllü olarak bir şeyden ferahat etsinler yahu. Bu olmadan bunlar palavra. Şimdi bu konuda bir sahtekârlık. Evet. Şimdi ben biraz böyle empati yapmaya çalışarak düşünmeye gayret ettim. 1980’lerde bu Yeşiller Hareketi ki Alevan’ın kitabında onlar uzun uzun anlatıyor.
Ben o sırada üniversiteyi bitirmişim akademik çalışmalara girişmişim. Bir ara da test konusu olarak Petra Kelly Hareketi, Grünparta’yı filan bunları çalışayım diye düşünmüştüm. Fatiha mesela düşünüyorum tabiatı bu kadar kirleten endüstrünün sahipleri nasıl bu kadar tabiatı kirletmekten vazgeçtiler? Bu böyle bir soru var. Şimdi bunun da aslı şu mesela 80’lerde hatırlıyorum ben böyle peş peşe rande balıklar öldü şu deniz böyle falan bu bombardı falan ve fabrikalar kapanıyor. Yani hatta birtakım şirketlerin ileri gelenlerinden şöyle bir yanlar var. Biz çok günahkarız tabiatı mahvettik biz filan. Sonra nereye gitti bunlar? Pakistan’dan çıkıyorlar.
Afganistan’dan çıkıyorlar. Daha ucuz bir yere gidiyorlar. Dolayısıyla şöyle düşünüyorum ben bir girişimci sermaye sahibi bir adam olsam diyelim ki kimya endüstri var. Almanya’da pahalı bir iş gücü var. Bunu şimdi çekeceğim götüreceğim ama bu adamlar işsiz kalacak. Bunu ne meşru hale getirebilir? Doğayı kirletme günahı. Ben olsam Yeşil Parti’ye finansal destek sağlarım.
Bu biraz da böyledir. Siz büyük finans kuruluşlarının Yeşil Parti’yi desteklediğini söylüyorsunuz. Desteklemesine şaşırmam. Böyle bir haber gelse şaşırmam. Çünkü 200’lük şurada ben bir moda belgeseli izlemiştim. Orada çok net ve hakikaten sarstı beni. Moda üzerine bir belgesel. Bir başladık Paris, Milano, mankenler, tasarımcılar falan. Dedim bu böyle mi gidecek? Adam önce onu verdi. Sonra dedi biliyor musunuz bunlar nerede üretiliyor? Pant diye bizi Pakistan’a, Bangladeş’e götürdü. Çocuk şeysi. Feci manzaralar. 12 yaşından ölümüne kadar çalışan 2 dolara gülüyor insanlar. Ve yani çevrenin kirliliğini orada görüyor yani. Tabii bizim bunun üzerine de yani… Yaratıcılık deyip bir elbisenin piyongosunu soldan al sağa bağla. Efen bilmem ne bitirininde 10 binlerce dolara sat falan. Ve bunun adını yaratıcılık yap, inovasyon yap. Bir durmak lazım. Bir sürü çocuk da modacı olmak istiyor. Okumak, eğitim bu alanda gelişmek ve şey yapmayı. Dünyaya uyum sağlamak olarak görüyor.
Şimdi geleceğin şehirleri konuşulurken 3 tip şehirden bahsediliyor. Akıllı şehirler, lojistik şehirler ve ekolojik şehirler diye bir üçleme var. Ekolojik şehir, işte doğaya saygılı, organik, tarım vs. Amerika bacası yok. Evet, akıllı şehirler, robotik, yapay zeka vs.
Lojistik şehirler ise neyi sağlayacak? 3D teknolojisinin ürün yapma kabiliyetine dayalı ham madde yetiştirecek. Aradan bir sürü şey, yani şehirler çöküyor. Çünkü bir üretim artık eski şekliyle devam etmeyecek. Çünkü yeni bir ekonomi geliyor, o bilgi ekonomisi deniliyor. Altına uyuyor.
Eski bildik manada üretim anlayışının ve bunun merkezi olan şehirleri. Dolayısıyla şehirler çökecek. Yani yeni şehir modelleri. Bu ekolojik şehirler hikayesi üzerinde biraz durmak lazım. O bence akıllı şehirler olarak güzellenen ve lojistik şehirler olarak tamamlanan yeni bir modelin bir anlamda kabul ettirilmesini sağlayacak olan bir şey.
O çok ütopik tarafı işin. Öyle şehirler kurulmayacak. Bunu biliyorum, öngörebiliyorum. Ama diğer ikisi kurulacak. Diğer ikisi kurulacak. İşte bu beyaz yakalıların doğa sevdası biraz da bu dönüşümün içinde de düşünülmesi gereken bir şey gibi geliyor. Bir gelecek projeksiyonu olarak söylüyorsunuz. Tabii, tabii ki öyle düşünüyorum.
Ama bir şey de son olarak söyleyeyim. Şimdi o küçük kızın konuşmalarında doğa vurgusu, doğa kahribatı. Arada bir laf ettik. İnsanlar ölüyor dedi. Mesela çok tuhaf. Yani moda sektörünü Bengaldeş üzerinden konuşabilecek miyiz? Yani hala böyle insanı bypass eden bir doğayı mı konuşacağız? İnsanla beraber doğayı mı konuşacağız?
Bu da bence biraz mesele değil mi? Türkiye’nin hala bir şansı var. İnsan üzerinden konuşma şansı Türkiye’nin var. Evet. Ve buna güven çok şükür var. İhmal edilebilir nasihatimiz olarak bu çerçevede bir şey söyleyelim isterseniz. Söylerim. Kim ne derse desin. Kadim doğrular var Ayşe Hanım. Kadim doğruları tutmak lazım. Kalbimizi ne acıtıyorsak ona dikkat et. Evet. Yani kalbinizin acıtan şeyi yok saymayın. Ona bahane bulmalarına izin vermeyin. Telafi etmelerine izin vermeyin. Yani o yasutun acıtan neyse. Ancak öyle bu işin içinden çıkabiliriz. Kalbinize bakın diyoruz özetle. Biraz sufi bir başlık çıkarttık bugün hocam sanki. Böyle mi yaptık? Öyle yaptık. Peki. Peki.
Biraz sufi bir başlık çık artık bugün. Kalbinize bakın diyoruz. Bakın ama yani hiç başka türlü çıkamayız. Ama ona bakarsak kalbimizi ne acıtıyor. Eğer Aylan Bebek kalbimi acıtıyorsa başka bir şey dinlemeyeceğim. Hiç bir bahane dinlemeyeceğim. Bu kadar. Dinlemeyeceğim. Hiç bir bahane olamaz. Aylan Bebek için.
Telafi edilmesine. Efendim. İkame edilmesine. Bahane bulunmasına. Sadece o da değil de Aylan Bebek gibi kıyavrulmayan ama denizin içinde kaybolayan onlarca bebekler var. 10.000’den fazla kayıp çocuktan söz ediyoruz bu göç hikayesinin içindeki. İşte. Ölüm değil. Aylan tabi sembol olduğu için tek. Tek şey yapıyorum. Sembol iyidir. Sembol iyidir çünkü o sembol olmazsa diğer 10.000’i hatırlayamazsınız. Rakama gider. Gitmesin rakama. Göstergidir. Göstergidir. O yüzden şeye gitmek lazım. Aylan Bebek. Efendim. Çok teşekkür ediyorum. İnsan ve doğa ilişkisini bugün konuşmaya çalıştık. Biraz yaklaştık. Ve bununla ilgili ortaya çıkan akımları konuştuk.
Fakat sizin Çin’in, Çin ve Rusya arasındaki farklara ilişkin ara bölümünüzü bence daha sonraki programlarda da açalım. O çok bizim bildiğimiz konular değil. Yani Türkiye’nin çok gündeminde olan konular da değil. Doğru. Öncelikle biraz Sibirya’yı konuşmayı da icap ettiriyor yani. E tabi. Sibirya, Moğol, Çin. Yani orada Türk ilişkileri, Türkiye yani ve oradaki Türkler hani bu böyle başka bir konu.
Ve çok da konuşulan ve çok da üzerinde düşündüğümüz bir alanda değil. Şeye bir saklandık kaldık. Ya Eşha Hanımcığım komünizm, komünizm. Kızıllar geldi, gidiyor filan derken her şeyin içinde kaynadık. Bir türlü. Tabi. Esas da tahrik eden hiçbir şey. Ama gene Mağocular vasıtasıyla biraz Çin azıcık gündemimize girdi gene de o. Tanımıyoruz. Tanımıyoruz çünkü ne ait Mağocuların soktukları gündemimize bir Şamaydı bir talimname. Ne dediğimi? Çin’e dair gerçek, hakiki bilgilerini. Hayır hayır hiç olmadı. Hiç olmadı. Bir dahaki programlarda bu konuyu konuşmak üzere burada programımıza bir nokta koyalım efendim. Çok çok teşekkür ediyorum tekrar.
Haftaya yeni bir başlıkla yeni bir konuda görüşmek üzere hoşçakalın diyorum.
İlk Yorumu Siz Yapın