İmparator Konstantin neden İstanbul’u seçti?
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=uJyN_0RG-OU.
Efsanelerin başkenti, İstanbul. Megaralı Bayzas ve arkadaşları yaklaşık 2500 yıl önce buraya geldiklerinde dünya tarihinin en önemli şehirlerinden birini kurduklarının farkında değillerdi. Ama Bayzas’tan asırlar sonra I. Konstantin, Roma İmparatorluğu’nun başkentini buraya taşımaya karar verdi. Bunu yaptığında dünya tarihinin gidişatını değiştireceğini biliyordu. Peki Konstantin neden İstanbul’u başkent olarak seçti?
İşte şehrin ilk kurucusunun çılgın imparatorun hikayesi. Konstantin Şubat 272’de dünyaya geldiğinde kimse onun dünya tarihini değiştiren imparatorlardan biri olacağını tahmin edemezdi. Doğduğunda Roma tetraşi sistemiyle yönetiliyordu. Peki neydi bu tetraşi? İmparator Diokletianus tarafından kurulan bu sisteme göre topraklar idari açıdan ikiye ayrılıyor,
her birini birer Agustus yönetiyordu. Bu Agustuslarda kendilerine birer Sezar atıyorlardı. Konstantin’in babası da hem başarılı bir general hem de İmparatorluğu’nun batı kanadının Sezar’ıydı. Bu yüzden Konstantin’in çocukluğu İmparator Diokletianus’un yanında saray halkıyla iç içe geçti. Henüz çocuk yaşlarken bile bitmek bilmeyen enerjisi ve farklı fikirleriyle herkesin dikkatini çekiyordu. Takvimler 305 yılını gösterdiğinde İmparator Diokletianus git bir dağırtan hastalıklarının da etkisiyle tahtan çekildi. Onunla birlikte İmparatorluğu yöneten Maximianus da aynısını yaptı. Yerlerini doğuda Galerius, batıdaysa Konstantius aldı. Galerius Sezar olarak kendi yeğenlerini atadı. Konstantin kendini ihanete uğramış hissediyordu. Babası batı kanadının Agustusuydu ancak kendisi Sezar olamamıştı. Galerius buna mani oluyordu. Ortada tam bir taht oyunu vardı. Konstantius zaten Nösemi’yle mücadele ediyordu ve tahta çok fazla vakti kalmadığını biliyordu. Yerini oğlu Konstantin’e bırakmalıydı.
Ama nasıl? Galerius ve yeğenleri buna müsaade etmemek için ellerinden geleni yapıyordu. Galerius, Konstantin’i bir süreliğine sarayında rehin olarak tutuyordu. Ancak Konstantin de babası Konstantius da bunun tehlikeli olduğunun farkındalardı. Sonunda Konstantius Britanya Tekerinde oğlunun da yanında olması gerektiğini söyledi ve Konstantin’i Galerius’un sarayından almaya başardı. Bu sefer sırasında Konstantin cesareti ve başarılarıyla ordunun takdirini kazanmaya başladı.
306 yılına gelindiğinde babası Konstantin hayatını kaybetti. Bundan sonra Konstantin daha bastım figür olarak ortaya çıkmaya başladı. Onu yerinde tutmak zordu. 307 yılında Franklara saldırdı. Bu savaşta iki Frank kralını öldürdü. Bu olaydan sonra dikkatleri daha da üzerine çekti. Sert tutumu ordu ve halk arasında yavaş yavaş ona duyulan saygının artmasını sağladı. Kitleler onu yönetimde görmek istiyordu.
Sonunda Galerius halkın ve ordunun da isteklerine karşı gelmeyerek Konstantin’i cesare olarak atadı. İşte İstanbul’un kurucusunun en çetin mücadelesi bundan sonra başladı. Roma İmparatorluğu’nun tek hakim olması için tam 18 yıl geçmesi gerekecekti. Ama Konstantin vazgeçmedi. En zor savaşını 312 yılında Milvian Köprüsü’nde güçlü rakibi Maxentius’a karşı verdi. Efsaneye göre Hristiyan Roma’nın temeli de bu savaşta atıldı.
Konstantin savaş sırasında bir ses duydu ve ses ona gökyüzüne bakmasını söyledi. Baktığında ise Hristiyanlığa ait bir sembol gördü. Duyduğu ilahi ses ordusundaki tüm kalkanlara bu sembolü çizmesini söyledi. Bunu yapan Konstantin savaştan zaferle ayrıldı ve bir daha hiç yenilmedi. Tüm bu taht oyunlarının sonunda Batı’nın tek hakim olduğunda artık 52 yaşındaydı. Yıllar ondan çılgınlığını almamıştı. O hala farklı fikirleriyle, hayalleriyle yeni bir imparatorluk kurmanın peşindeydi. Sarı’ya nakışını değiştirecek öyle hamleler yaptı ki adını kitaplara büyük Konstantin olarak yazdırmayı başardı. O dönemde Roma’da Hristiyanlığa hiç tolerans yoktu. Paganlar Hristiyanlara en ağır cezaları veriyor, onları kılıçtan geçiriyorlardı. Çılgın imparator Konstantin ise bundan vazgeçti. Önce Hristiyanlığı serbest hale getirdi ve cezaları kaldırdı. Ama daha fazlası da vardı. Dünyanın dört bir yanından Hristiyan öderleri çağırarak o meşhur İznik konsilini topladı. Günümüzde bilinen Hristiyanlığın temelleri işte bu konsilde Konstantin’in önderliğinde atıldı. Tarihin gidişatını değiştirmeye başlamıştı bile. Peki bununla sınırlı kaldı mı dersiniz? Elbette hayır. Konstantin, eski Roma’yı artık başkent olarak istemiyordu. İmparatorluğuna yeni, stratejik ve güzel bir başkent bulmalıydı. Önce, efsanelerin kenti Troya’yı gözüne kestirdi. Deniz ulaşım açısından mükemmel olsa da, Kara ulaşımında dönemin şartlarına göre Troya sınıfta kalmıştı. İznik ise uzun süre Diokletianos’un başkenti olmuştu. Konstantin bunu da istemiyordu. Artık tek başına yönettiği imparatorluğun sınırları Avusturya’dan Kızıldeniz’e, İspanya’dan Kırım’a dek uzanıyordu. Yani ona son derece merkezi ve güvenli bir ana kent lazımdı. Bir zamanlar Üsküdar’daki savaşta Kadıköy’de konuşulan Konstantin, hala küçük bir kasaba halindeki Byzantium’un mükemmel konumunu kendi gözleriyle görmüştü. Buradan Balkanlara ve diğer bölgelere ulaşımın ne kadar kolay olduğunu, Boğaz yoluyla Karadeniz’e gidecek gemileri kontrol etme imkanını gördü. Doğu ve Batı arasındaki ticaretin merkez üste olduğunu fark ettiği İstanbul’u, Megaralı kral Baysas’tan yaklaşık bir yıl sonra başkent yapmaya karar verdi. İmparatorluğun dört bir yanından sanatçıları, mimallere, şehre davet etti ve nasıl ki Hristiyanlığın temellerini kendi bakış açısına göre şekillendirdiyse, İstanbul’un yapısını da kendi zevklerine göre oluşturmaya başladı. Duvarlar, yollar, çeşmeler, tapınaklar inşa ettirdi. Tıpkı Roma gibi yedi tepeli bir şehir olan İstanbul’un ana caddesi Mese yolu olacaktı. Roma’nın yeni başkenti, bugün bizim Dimen yolu olarak bildiğimiz, Osmanlı zamanında Yeni Çele Caddesi denilen yerde şekillendi. Septimus Severus döneminde yapımına başlanan surları yıktırdı ve yenüsünü inşa ettirdi. Çünkü Konstantin’in yeni Roma’sı Severus’un sınırlarını çizdiği şehirden çok daha büyüktü. Bununla ilgili de bir Hristiyan efsanesi vardı. Efsaneye göre İmparator, şehrin sınırlarını tespit ederken bazı güçler tarafından yönlendirilmişti. Elinde bir asa ve ardında mayiyetiyle birlikte yürürken, sanki önü sıra yol gösteren biri varmış gibi hareket ediyordu. Etrafındakiler bu kadar geniş bir alanın seçilmesi karşısında şaşkınlığa düşmüş ve İmparator’a ”Efendim ne zaman duracaksınız?” diye sormuşlardı. İmparator ise ”Önümde yürüyen durduğun zaman.” demişti. Sonuç olarak surlar, şehir beş misli büyüyecekmiş gibi düşünülerek tasarlandı. Konstantin surları olarak bilinen bu yapıdan günümüzde hiçbir iz kalmadı. Hepimizin birliği Theodosius turlarının bu ilk surlarla alakası yoktu. İmar faaliyetlerine hız kesmeden devam edildi. Şehrin önemli bir ihtiyacı olan su sorununu çözmek için İstranca dağlarından itibaren bir su kemeri inşaatına yine onun zamanında başlandı. Ama tamamlanamadı. Ondan 27 yıl sonra imparator olan Valent tarafından 373’de tamamlanan su kemerleri Valent Kemeri olarak anıldı. Bugün Sultanahmet Cami’nin bulunduğu yerde olan imparatorluk sarayını büyüttü. Buranın adı artık Büyük Saraydı. Yeni yapılan forma, annesinin adı olan Agusta Helena’dan esinlenerek Agusta’ya umadını verdi. Burası günümüzde Çemberli Taş’ın olduğu bölgeydi. Septimus Severus döneminde inşaasına başlanan hipodromu genişletti ve 33 bin kişilik kapasitesi olan bir alana çevirdi. Hipodrom doğudan ve batıdan getirilen heykellerle süslendi. Ayasofya ve Aya Irini’nin yapımını başlattı. Ama ne yazık ki ömrü Ayasofya’nın tamamlandığını görmeye yetmedi. Ve sonunda dünya tarihinin dönüm noktalarından biri yaşandı. 11 Mayıs 330’da Konstantin Aya Irini’deki büyük ayine katıldı. Daha sonra Senatö’ye gitti ve burada bir konuşma yaptı.
Konuşmasında şehrinin Hristiyanlığa adandığını, yeni isminin Nova Roma olduğunu ve bundan böyle imparatorluğun başkent olduğunu söyledi. Fakat Nova Roma ismi pek tutmadı. Kısa bir süre sonra kurucusuna ithafen şehrin ismi Konstantinopolis oldu. İstanbul başkent olduğunda Roma henüz ikiye ayrılmamıştı. Yani Konstantin bu hamilesiyle dünyayı İstanbul’dan yönetmeye karar vermişti. Artık doğunun ve batının kalbi burada atacaktı. Öyle de oldu.
Roma ikiye ayrıldıktan sonra bile İstanbul dünyanın en önemli yönetim merkezlerinden biri olarak kalmaya devam etti. Ve 1453’de Fatih’in şehri almasıyla Osmanlılar için yeni bir dönemin kapısını aramadı. Şehrin Bayzistan sonraki kurucusu Konstantin 337 yılında hayatını kaybetti. Hiç şüphesiz ki tarihin gidişatına yön veren isimlerden biri olarak hafızalara kazındı. İngiliz tarihçi John Norwich onun için şu sözleri söyledi. Tarihin hiçbir döneminde ne İskender, ne Alfred, ne Charles, ne Ketrin, ne Frederic ve hatta Gregory asla büyük ünvanına onun kadar layık olmamışlardır. Çünkü o 15 yıl gibi kısa bir süre içinde iki karar alarak bütün dünyanın kaderini ve tarihin akışını değiştirmiştir. Bunlardan ilki Hristiyanlığı kabul etmesi ki bu çok değil sadece bir jenerasyon önce ağır bir suç sayılıyordu ve Hristiyanlığı Roma İmparatorluğunun resmiliğini haline getirmesidir. İkincisi İmparatorluğun başkentini Roma’dan yeniden inşa edilen bir şehre, Byzantium’a taşıması ve sonraki 16 yüzyıl boyunca şehrin onun ismiyle Konstantinopolis olarak anılmasıdır. Roma’nın bölünmesinin ardından Doğu Roma’ya Byzantin denilmesini sebebiyse, şehrin antik dönemlerden kalan adına ve Megara Kralı Bayzas tarafından kurulması efsanesine yapılan bir atıf oldu. Maalesef Konstantin döneminde yapılma başlanan eserlerin çoğunu bugün görme şansımız kalmadı.
Ama bu Konstantin’in tarihin en güzel ve en önemli şehirlerinden birini kurduğu gerçeğini değiştirmiyor.
İstanbul’un tarihi hakkında siz ne düşünüyorsunuz? Yorumlarda tartışalım.
İlk Yorumu Siz Yapın