"Enter"a basıp içeriğe geçin

Joker Aslında Kim?

Linki kullanabilirsiniz https://youtu.be/jjHhNcs8IUE?list=PLYymg-mGtvJ7JT0C2HBXpiGUTCeDlwJlr” target=”_blank” rel=”noopener”>Joker Aslında Kim? videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için tıklayınız. 

İnsan kazayla mı delirir yoksa aklını kaçırırken bilinci tamamen yerinde midir? Delirmek için haklı sebepler olabilir mi? Yoksa bir deli sadece bir deli midir? Ya da hepsinden önemlisi bir deli aslında en akıllımız olabilir mi? En küçük çarklardan biri olmaktan sıkılan ve sistemi tamamen yok etmeyi amaçlayan bir adam. Türlü türlü cinayetler işliyor. Adalet sağlayıcıların getirdiği adaleti güvenmiyor ve ne zaman ortaya çıkarsa çıksın deliliği, öldüren şakaları, tavrı ve kahkası ile altını üstüne getiriyor. Parayı, şan ve şöhreti umursamıyor. İyi olmak, sevilmek veya lider olmak gibi hayallere kapılmıyor. Sadece istediğini yapıyor, plansız yaşıyor ve insanlar ölürken kahkahalarla gülüyor. O kötü geçen bir günün herkesi delirteceğine inanıyor. Tek bir kötü gün diyor. Sizinle aramdaki tek fark bu. Iskambil Destesi’nde bulunan Joker kartından ve The Man Who Loved Filminden ilham alan Bill Finger, Jerry Robinson ve Bob Kane’in ortaklığı dünyanın en sevilen kötü adamını ortaya çıkardı. 25 Nisan 1940’ta yayınlanan bir çizgi romanda ilk kez kendini gösterdi bu sadist şakacı. Ortaya çıkışı da karakterine yakışır oldu. Canlı olarak bağlandığı radyo yayınında işlediği cinayetleri teker teker anlatıp adeta Batman’e ve polislere mahpus istiyorum gel beni al dedi ve günümüzde bile sona ermemiş olan bir kavalamacayı başlatmış oldu. DC editörlerinin planına göre Yüce Batman’in ihtişamı altında çabucak ezilcekti. Ama o süper gücü olmamasına rağmen süper kahramanları dize getiren bir adama dönüştü. Kırkların sonlarına doğru toplumun olumsuz etkilendiği gerekçesiyle halk ayaklandı, çizgi romanlar yakıldı hatta şiddet içeriklerini düzenleyen bir yasa çıkarıldı.

DC evreninin parlayan yıldızı ise tam zirve yapacak derken beceriksiz, komik ve şakacı bir suçluya dönüştü. Yani basit bir kötü palyaçoya. Şirinlerin kötü ama komik olan gargam eline Scooby-Doo’daki aptal kötülere dönüştürüldü. Hoş, Scooby-Doo’ya konuk olmuşluğu da var. 1960’ların sonunda çizgi roman evrenindeki sansürün kalkmasıyla DC’nin fethetme evri de sona ermiş oldu. Yarattığı karakterlerin iç dünyalarını oldukça yoğun bir şekilde yansıtan DC, okurlarını hikayenin içine alıyor, onların duygularını ele geçiriyor ve karakterlerle arasında güçlü bağlar kurmasını sağlıyordu. Süper güçleri olmamasına rağmen süper kahraman dünyasının en büyük tehditlerinden biri de kendine yer buluyordu bu yükselme döneminde. Her palyaçonun farklı makyajlara sahip olması gibi onu canlandıran herkes farklı yaklaşımlarda bulundu. Ağız makyajı için çeşitli materyallerin kullanıldığını da gördük, yaraların da bazen de basit bir rujla çıktı karşımıza. Öncelikle şunu belirtelim. Joker’in kim olduğunu onu yaratanlar da dahi kimse bilmiyor. Hikayesi her çizgi romandan ve her filmde farklı anlatılıyor. Bazılarına göre o eski bir asker. Bu durum silahlarla olan sevgisine ve onları kullanma konusundaki ustalığını açıklıyor. Bazılarına göre ise o aslında Batman’in ta kendisi ya da onun kayıp kardeşi. Belki de öyledir, belki de değil. Zaten o da tek bir geçmişe sahip olmaktansa birden fazla geçmişe sahip olmayı tercih ederim diyerek hikayesini asla bilemeyeceğimizi söylüyor.

Örneğin bir çizgi romanda Batman her şeyin cevabını alabileceği Mobius koltuğuna oturuyor ve Joker’in gerçek kimliğini soruyor. Koltuksa üç farklı Joker olduğunu ancak üçünün de adının J ile başladığını söylüyor. Bu isimlerin Jack Nicholson’un canlandırdığı Joker’in adı olan Jack Napal, Batman Telltale oyun serisinde bulunan John Doe ve Dead of the Family çizgi romanındaki Joseph Kerr olduğu düşünülüyor. 2012 yılında yayınlanan bu çizgi romanda Joseph Kerr yüzünü kestiriyor ve bir maske olarak kullanıyor. Bunun sebebi ise çok daha korkunç olmak. Bu hedefinde gayet başarılı olduğunu söylemeliyiz. Bir başka çizgi romandaysa evledir ve eşi hamiledir ama suça bulaşır. Planlanan bir soyguna yardım edecekken eşinin öldüğü haberini alır ve vazgeçmek ister. Diğer hırsızlar buna izin vermez. Hikayenin devamında tahmin edeceğiniz üzere yarasa abimiz gelir ve hırsızları yakalar. O ise Batman’dan kaçarken kimyasal sıvılarla dolu bir tanka düşer. Çıktığında suratı beyaz ve saçları yeşildir. İçinde bulunduğu duruma kahkahalarla güler, durmadan güler, delirene kadar da durmaz. Zaten onu o yapan kendine övüştü kahkasıdır. Çizgi filmlerde ve filmlerde onu canlandıranlar da her zaman özel bir katil paylaşo kahkası yaratmaya çalışmıştır. Kendi tanımına göre o bir sistem yıkıcı, bir kaos elçisi, saf bir kötü. O kadar kötü şeyler yapıyor ki bazen kendisi bile inanamıyor. Ama çoğu hikayesinde topluma acı veren olayları kahkahalarla karşılıyor.

Batman en büyük düşmanı ama tek büyük düşmanı değil. Bazı çizgi romanlarda Superman ve Wonder Woman karakterleriyle de savaşıyor. Superman’in hamile olan karısını kaçırıyor ve kalbine bir düzenek yerleştiriyor. Bu düzenek kadının kalbinin durması durumunda Metropolis kentinin altında bulunan nükleer silahları harekete geçiriyor. Superman karısını kurtarmaya geldiği sırada soluduğu korku gazı yüzünden onu Doomsday olarak görüyor. Bir başka kötü olarak gördüğü karısını uzaya çıkarıyor ve onu orada öldürüyor. Dünyaya döndüğünde ise hem hamile karısını öldürdüğünü hem de Metropolis şehrini yok ettiğini görüyor. En iyilerin bile içindeki kötülüğün açığa çıkması için tek bir kötü günün yeterli olduğunu düşünen Joker’in bu tezi gerçek oluyor ve Superman tarafından öldürülüyor. Yaptıklarına haklı gören insanların sayısı ise oldukça fazla. Karakterin yaratılmasının, işlenmesinin ve duygu yansımalarının çok başarılı olduğunu kabul etmek gerek. Ancak bu, onun su katılmamış bir kötü olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bir çizgi romanda Batman’in yardımcısı Robin’i öldüren de o, sırf sırada önüne geçtiği için bir adamın derisini canlı canlı yüzende. Çizgi romanlarda deli ve umursamaz bir katil olarak anılsa da beyaz perdede kafamızı karıştırmıyor değil. 1966’da ilk kez kanlı canlı bir Joker ile tanıştık. Televizyon dizisi olarak yayınlanan ve belirli aralıklarla da sinemaya aktarılan Batman serisinde yer alan baş kötülerden biriydi. Cesar Romero tarafından canlandırılan suçlumuzun, günümüzün penceresinden baktığımızda gözlerimizi bozacak efektler, maskeli balolarda bile bulamayacağınız kostümler ve aşırı derecede tiyatroya olan havasıyla bugünkü zevklere hitap ettiği pek söylenemez. Ancak ne olursa olsun o, ilk Joker. O bir baba. Hem bu abartıların en çok yakışacağı karakter de zaten o.

Çizgi film dünyasında ise harikalar yaratıyordu. Star Wars efsanesindeki Luke Skywalker karakterini canlandıran Mark Hamill tarafından yıllarca seslendirildi. 1989’da ise sinemada bir devrim yaşandı. Hollywood’un efsane oyuncusu Jack Nicholson kamera karşısına geçti ve günümüzde Heath Ledger bize ne yaşattıysa o da kendi döneminde onu yaşattı. Shining’teki Jack Torrance’ı, Gurguk Kuşu’ndaki Mac Murphy’i göz önüne aldığımızda ondan başka Joker düşünemezdik zaten. Mimikleri, ses tonu ve karakterleriyle gerçek anlamda bir ilk olmuştu. Birçok kişiye göre ilk Joker Cesar Romero sadece açılışı yaptı. Nicholson’sa günümüz kötü karakterlerine bile referans olacak bir çıtaya yerleştirdi Joker’i. Sıradan bir suç örgütü lideri olan Jack Napier’ın geçirdiği kaza sonucunda Joker’e dönüşmesini unutulmaz bir şekilde canlandırdı. Yıl 2008. Neredeyse Jack Nicholson’dan 20 yıl sonra. Batman’i oynamak isteyen ama rolü kapamayan bir adam geçti kamera karşısına. Filmdeki mutlu sonu yaratan iyi karakter olmak isterken dünyanın en çok tanınan kötü adamı oldu. Ama o kadar çok sevdirdi ki kendini, kötü’nün daha iyi olabileceğini savunmaya başladı insanlar. Rolüne hazırlanmak için 43 gününü bir otel odasında geçirdi. Deliği oynamak için gerçekten delirdi. Aydınlık bir dünyanın kara deliğiydi. Nicholson’dan daha iyisi olamaz diyenlerin de odasına posterlerini astıran, repliklerini ezberleten Het Ledger, Christopher Nolan’ın da etkisiyle bir süper kahraman filminde oynayarak Oscar kazanan ilk oyuncu oldu.

Maalesef bu ödülü almadan 2 ay önce trajik bir şekilde aramızdan ayrıldı ve dünya sineması bir efsaneyi henüz altın çağına girerken kaybetti. Ondan geriye ciddiyete olan düşmanlığı, replikleri, mimikleri, doğaçlama sahneleri ve unutulmaz bir baş yapıt kaldı. Delisi Joker’le muhteşem işler çıkarıyor derken, 2016’da çıkardıkları Suicide Squad’la hayallerimizi yerle bir etti. Bu filmde onun bir sevgilisi olduğunu öğrendik ve Harley Quinn’le tanıştık. Oscar’lı oyuncu Jared Leto’ya bu rolü vermek doğru bir karardı. Ancak oyuncu için yaratılan dünya, kostümler, dövmeleri, zincirleri ve daha niceleri Joker’le hiçbir bağ kuramamamıza yol açtı. Postmodern Joker’imiz Batman’siz kalınca ve çekilen sahnelerin çoğu atılınca ortaya bu şey çıktı. Ancak bu şey bir şey değildi. Ledger’den sonra kim oynarsa oynasın, ön yargıyla karşılanacağı kesindi zaten. Nicholson döneminin hayranlarının düşüncelerini boşa çıkaran Ledger hepimiz için zirvedeydi. Leto’dan sonra ise DC’den ümidimizi tamamen kesmiştik ama bu kez de biz yanıldık. Tamamen Joker üzerine kurulan bu filmde Joaquin Phoenix ne Batman’e ihtiyaç duyuyor ne de bir başkasına. Film için adeta ölüm diyetine girerek 23 kilo veren usta oyuncu, ortaya koyduğu karakteri, eşi benzeri olmayan kahkahası ve insanın içine işleyen dansıyla het Ledger’den sonra Oscar’a göz kırpan ikinci Joker. Karanlık katilimiz bu kez başarısız bir komedyen olarak karşımıza çıkıyor.

Tüm çizgi romanlar hiçe sayılıyor ve isminin Arthur Fleck olduğu söyleniyor. Annesiyle yaşayan, garip tavırları ve gerildiği anda kahkahatma hastalığının da etkisiyle toplumdan dışlanan, palyaçoluk yaparak para kazandığı işinden de kovulunca yalnızlığını giderecek hiçbir yol bulamayan Arthur’un hikayesini izliyoruz. Psikopat bir palyaço ile kolluk kuvvetleri arasında geçen bir aksiyon beklerken gözlerimizi ayırmadan izleyeceğimiz bir dram çıkıyor karşımıza. Film genel olarak bozuk toplum yapısını, insanların empatiden yoksun olmasını ve sınıf ayrımı gibi sebeplerin onda yarattığı reaksiyonları anlatıyor. Söylenene göre senaryo başlangıçı da bir adamın psikopat oluşunun hikayesiydi. Sonrasında bunu jokere uyarlamaya karar verdiler. Filmi izlerken onun yaşadığı duygu patlamalarını içten içe normal karşılamamızın sebebi de bu olsa gerek. Yönetmeni Todd Phillips’in de dediği gibi aslında bu film bir joker hikayesinden çok joker olma hikayesidir.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir