Kadir Gecesi | Mesnevi’den Hikayeler 26. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=fVtupcXwk30.
… Tüm ön yargılarından…
Ve günahlarından arın. İyilik, kötülük, anlam ve kavramlarını bir kenara bırak. Çünkü hepsi insan kalbinde bir zincir. Zincirleri kır, at ve dışarıya çık. Günümüzün karmaşasında, sıkıntılarından, keder ve eleminden uzaklaşıp……yıllar hatta yüzyıllar ötesine gidelim. Bu yolda ruhun sermayen, aşk haritan, akıl pusulan, sevgi yakıtın olsun. Bırak yol bu gece seni tarihin en güzel zamanlarından birine…
…çölün ortasında kutlu bir şehre götürsün.
Miladi 610 yıllarında dönemin ticaret yolları üzerinde olan bir şehrin hemen dışında.
40 yaşında bir güzel insan düşünceli bir şekilde yürüyordu. Mevsim bahardı ama hava sıcak. Parlak güneşin altında çöl hayvanları bile gölgeye kaçmış serinlemeye çalışmaktaydı.
Ama o güzel insan bu sıcağı rağmen şehrin beş kilometre dışındaki bir tepeyi tırmanmaya başladı. Yorgunluğu, hayatın heveslerin, insanların veya bedenin yorgunluğu değildi onun ki. Dünyanın neden yaratıldığını, dağların, yıldızların, gökyüzünün ve her şeyin amacını……yaratılış gayesini elbette ki biliyordu. Fakat onun üzerine insan vardı. Diri diri toprağa gömülen çocuklar, kendi elleriyle oydukları taş tahta putlara……Tanrı diye tapınan zavallı insanlar, hayvan kadar bile değeri olmayan köleler. Ve daha nice yanlışlar.
Sevgiyle yaklaştığı dostlarını, ailesini ve toplumu o karanlıktan kurtarmak……ve hak ettikleri gibi bir yaşam sunmak istiyordu. Mekke’ye yaklaşık beş kilometre mesafede bulunan dağ sürekli inzivaya çekilmek için geliyordu. Mağaranın içine girdi ve her zaman oturduğu taşın üzerine oturup……sırtını mağaranın duvarına yaslayıp gözlerini kapattı. Bu şekilde ne kadar zaman geçti bilinmez ama bu süre zarfında……kâh insanı düşündü, kâh dağları, çörleri, ormanları.
Gün sabaha ulaşmak üzereyken düşüncelerinin en yoğun olduğu bir zamanda……etrafında bir varlık hissetti. Gözlerini açtığında karşısında ışıklar içinde bir melek vardı. O melek mağarada yankılanarak şiddetinden insanın kalbini titreten haşmetli güçlü bir sesle.
İkra, oku dedi. Işıklar içindeki Cebrail’den Cebrail’in güçlü sesinden çok……o emrin arkasındaki azametten titredi. Çok insanca bir haliyle ben okuma bilmem diye cevap verdi. O zaman Cebrail üstündeki dünyevi ve tüm düşünceleri, fikirleri yakalarcasına……onu yakaladı ve kavz etti. Nefesi kesilecek kendinden geçecekmiş gibi onu sıktı. Ve sonra bırakıp bir kez daha çok güçlü bir sesle oku dedi.
Cebrail oku diyordu ama Hazreti Muhammed okuma yazma bilmediği gibi……ona okuması için de bir şey uzatılmıyordu. Sadece oku diyordu. Hazreti Muhammed bu kez ne okuyayım diye sordu. Yaradan Rab’binin adıyla oku.
O insanı bir alaktan yarattı. Oku, kalemle yazmayı öğrete. İnsana bilmediğini bildiren Rab’bin sonsuz kerem sahibidir. Hazreti Peygamber duyduğu bu sözlerin haşmetinden korkuya kapıldı…
…ve kendisini mağaradan dışarı atıp kaçmaya başladı.
Böylece yıllardır düşüncelerini kemiren sorunun cevabını bulmuş oldu.
Allah’ın Resulü mağaranın önünde nefes nefese ve kendine geldiğinde koşmaya başlıyor. Düşünün ki semayı kuşatan azametli bir ses.
Ey Muhammed, sen Allah’ın Resulüsün, ben de Cebrail diye sesleniyorum. Bu öyle bir sesdir ki azameti dağları taşları titretiyor. Cebrail’in kendisine sen Allah’ın Resulüsün dediği Hazreti Muhammed korkar.
Çünkü bu bilip işitmediği bir şeydir. Dağdan ayrılıp Mekke’ye kadar bu şekilde telaşla koşarak gelir. Dar sokaklardan geçerken kafasında yaşadığı olayın acayipliği ve duyduğu sözlerin anlamları vardır. Düşünür.
Düşünceler onu daha da telaşlandırır ve ürkütür. Eve girdiğinde hemen odasında yatağa girer. Genelde sakin ve soğuk kanlı olan eşinin bu telaşlı halini gören Hazreti Hatice soracaktır ki…
…o kemiklerine işleyen titremeyle beni örtün, beni örtün der. Hazreti Hatice eşinin üstünü örterken bir taraftan da onu teskin eder. Ne var ki eşindeki bu durumu merakta eder.
O yatağında örtülere bürünmüş. Bunları düşünürken mağarada gördüğü Cebrail bir kez daha gelir. Ve kendisine Allah’ın şu ayetini söyler. Ey örtünür bürünen kalk! Hazreti Muhammed yatağından doğrulur. Sesin sahibine bakar. Artık daha sakindir. Yaşadığı her neyse bunun bir anlamı olmalıdır.
Cebrail bir kez daha seslenir. Geceleri kalk, uyumak yerine gece yarısından……yahut ondan biraz daha sonra Kur’an’ı sakin ve açık bir şekilde oku.
Şüphesiz biz sana sorumluluğu ağır bir söz ve ayetler vahyedeceğiz. Hazreti Muhammed, Cebrail’in gitmesinden sonra derin düşüncelere dalar. Cebrail ona oku diyor. Ayetlerden, sözlerden bahsediyor.
Gece kalkıp Kur’an okumasını söylüyordu. İyi de o nasıl okuyacaktı ki?
Yüce Allah’ın Kur’an’ı Kerim’de gizlediği sır ve anlamlardan biri de budur. Nitekim Allah daha sonra Kur’an’ı Kerim’de bir tüketmiş olacağı bir şey. Kulaklığında ve kubbetinde bir şey, kubbeti, kubbeti, kubbeti…
Nitekim Allah daha sonra Kur’an’ı Kerim’de birçok ayette……Hazreti Muhammed’in bu özelliğine dikkat çekerek buyuracaktır ki……ey Resulüm, sen vahyimizden önce ne bir kitap okuyabiliyor……ne de onu kendi eliyle yazabiliyordu.
Öyle olsaydı gerçeği çürütmeye çalışanlar kuşkuya düşerlerdi. Okumak ve yazmak birinden öğrenim görmenin en temel iki yoludur. Ankebut Suresinde Yüce Allah, Hazreti Peygamber’in başka birinden bu şekilde öğrenim görmediğini vurgular.
Kadim zamanlardan beri bilginler gerçek bilgeliğin……arı ve saf bir düşünceye, görüye sahip olmak demek olduğunu……bunun da ancak çocuklarda olabileceğini söylerler. Zaten kul yani abd, Arapça’da tam da bu anlama geliyordu. Üzerinde hiçbir şey barındırmayan toprak parçası.
Yani arı ve saf. Bu yüzden alemlerin Rabbi olan Allah, kullarına seslenirken dinle ya da yap demiyor. Oku diyordu, düşün diyordu, beni bul diyordu.
O gece, Hazreti Muhammed saf ve temiz kalbiyle derin düşüncelere daldı.
Evreni ve içinde yaşadığı dünyayı kendisine emredilen ayetin gereğiyle okumaya başladı. O gece, Hazreti Peygamberin kalbinin Allah nuruyla aydınlandığı ve perdelerin kalkmaya başladığı geceydi. O gece, Hazreti Muhammedin Allah Resulü olarak yeniden doğduğu geceydi. Ve o gece, Allah’ın rahmetinin Kur’an ayetleriyle insanlığı yeniden aydınlatmaya başladığı geceydi.
O gece, işte öyle güzel ve manevi bir geceydi. Ve tıpkı bu gece gibi bir Kadir gecesiydi. Bir ağaç ve ateş gördüm. Bir ses geldi. Ben cananım. Ateş beni çağırıyor. Yoksa ben Musa mıyım? Sıkıntıyla çöle girdim. Bıldırcım ve helvat attım. Musa gibi kırk yıldır bu çölde gezip durmadayım.
Gemiden, denizden sorma. Gel de güzellikler seyret. Ki ben bunca yıl karada gemiyle yol almadayım. Gel ey can. Musa sensin. Şu bedense senin asan.
Eline alırsan asayım. Atarsan ben bir ejderhaayım. Sen İsa’sın. Ben kuşumum. Sen çamurdan bir kuş yaptın. Bana bir nefes üflersen bak nasıl gökte uçarım. Ben mescidin direği. Peygamberin yaslandığı başka yere yaslanınca, Hicran derdiyle ağlarım. Ey sahiplerin sahibi. Ey suretsiz heykeltraş.
Bana ne resim çizdiğini sen bilirsin. Ben bilmem. Bazen taşım, bazen demir, kimi zaman tüm ateşim. Bazen taşsız bir terazi, bazen terazi taşıyım. Bazen otlarım burada, bazen de otlarlar benden. Bazen kurdum, bazen koyun, bazen de şeklen çobanım. Bir acayip görüntü bu. Hiç görüntü hep kalır mı?
Ne buna benzer, ne şuna. O bilir ki odur aslım.
Aslım. Ey dostlar. Bir olan Allah’a ve Hz. Muhammed’e yapışta, Ebu Cehirlik’ten kurtul.
Bunu söyleyen Hz. Mevlana, Mesnevi’de Peygamberimize şöyle sesleniyor. Başına örtüyü çekme, yüzünü örtme. Çünkü dünya şaşkın bir cisim. Sen ise akılsın. İddiacıdan utanıp gizlenme sakın.
Çünkü sen parlayan vahiy mumunu taşıyorsun. Haydi kalk ve geceleri aydınlat. Çünkü sen mumsun ey sultan. Geceliğin mum ayakta durur. Senin nurun olmadıkça aydınlık gündüz bile gecedir. Ey Mustafa. Bu Safa Denizi’nde kaptanlık et. Çünkü sen ikinci nursun. Her yolda akıl sahibi bir kılavuz gerekli. Kalkta, bak yol yorgunu kervana. Bak her bir yanda kaptan olmuş bir gulyabani.
Zamanın hızırı sensin. Her geminin kurtuluşu sendedir. Ruhullah gibi yalnız yürüme. Bu topluluğun önünde gökyüzündeki ışık gibisin. Sen kalbimize güneşsin. Halktan kopmayı, köşene çekilmeyi bırak. Ey peygamber. Hidayet kaf dağına benzer. Sen ise ankağsın. İnziva zamanı değil. Gir topluma. Dolunay, geceliğin yürür. Gönül zirvesinde. Terk etme hastayı ey şifa.
Sahıra kızıp da körü bastonsuz bırakma. Sen dememiş miydin? Köre yolda yardım eden Allah’tan yüz sevap ve ecir kazanır diye. Kim körün kırk adım yürümesine yardım ederse, bak o dağın altında.
Kim körün kırk adım yürümesine yardım ederse, bağışlanmış ve doğru yola ulaşmış olur dememiş miydin? Öyleyse bu fani dünyada bölük bölük al götür biz körleri.
Yol göstericinin işi budur. Sen yol göstericisin. Sen ahir zaman yasına sevincisin.
Ey sakınanların önderi. Şu hayale dalanları yola çıkarıp doğru yola ulaştır.
Bu gece öyle sırlı bir gece ki bu geceyi hissedenlere, bu anı yaşayanlara ne mutlu. Hazreti Mevlana kıssasında öyle güzel dillendirmiş bu geceyi. Fakat daha başka ne sırlar gizli? Hadi kulak verelim. Cenab-ı Hak bizi böyle bir Kadir gecesine daha eriştirdi. Zat-ı İlahi’sine namütenahi hamdü senalarımızı arz ederiz.
Bizi Kadir’den haberdar eden Efendimiz Hazretlerine, aline, ashabına, ehli beytine ve bütün ümmetine de salatü selam eyleriz.
Hazreti Mevlana bu mübarek gecede, Kadir gecesinde Allah’tan vahiy alan Habibi Edib-i Zinşad hakkında.
Ben, Hâki Rehi Muhammed muqar’ım. Gernak-ı künet cüz’in kezez güftar’ım, bizâre mez’o zansühân bizâre.
Tende can oldukça sadık bendeyim Kur’ân’a ben. Zerre-i rahı rasûl oldum da erdim şâna ben. Çıksa ger hakkımda, bundan başka söz nakleden, bil ki bizâre’m o sözden ve nakledenden. Diye bir tercüme geldi aklıma. Ben can taşıdığım müddetçe Kur’ân’ın kuluyum. O Kur’ân’ı bize bildiren, yaşayan ve yaşatan Muhammed Mustafa’nın yolunun toprağıyım.
Eğer benim hakkımda bundan başka söz söyleyen olursa duyarsanız, şunu bilin ki o sözden de, o sözü söyleyenden de, bıkmışım, usanmışım, şikayetçiyim parantez içinde ahirette iki elim yakalarındadır.
Hz. Mevlânâ’nın Efendimiz aleyhisselatü vesselâm’a olan muhabbeti kolay kolay izah edilecek. Kısalıkta değildir. Şu kadarını da harc edeyim.
Ümmidimen ve fadl-i hudavendi ekberest. Aram-ı canıma ve senayi beyan berest. Fahrembedân Resûl kinâmeş Muhammedest. Rûyeşçü mehtap kadeş çün senavberest.
Benim bütün ümidim o yüce olanın, o Rabbim cömertliğinde, fazlı keremindedir. Benim canımın rahatı, ruhumun sükûnu yüce Peygamberi övmektedir.
Benim en büyük övüncüm o yüce kişinin Peygamberim olmasıdır ki onun namı Muhammed’dir. Mehtap parlaklığı ve onun yüzünden başı göğe değecekmiş gibi yükselen serviler, ar arlar,
o zerafeti onun kâmetinden, endamından almışlar. Efendim, bu nurlu gecede Allah’ın Resûlünün yaşadıklarını ve Kadir Gecesinin güzelliğini
ağızda söyleyip kalpte dinlerken güzel söylemenin kolay, güzel olmanın zor olduğunu öğrendim. Hayatın labirentleri arasında hepimizin en büyük aldanışının kahraman olmaya çalışıp bir hiç olmak olduğunu öğrendim.
Halbuki Allah’a giden yolda hiçliğini ve aczini kabul etmek gerektiğini öğrendim. Ve öğrendim ki kimimiz orada kimimiz burada. Herkes başka bir derinlikte, dertli duada, yorgun yatakta.
Başka düşlerde, başka değişlerde, her dilde ve her gönülde ve dahi her alemde çark döner, devran döner ve nihayetinde zaman son sözünü söyler. Bu geceniz Allah’ın rahmetiyle ve mağfiretiyle dolsun sevgili dostlar.
Bu bereketli geceden karsız ayrılmak ne acı. Ama bu geceden heybesini dolduranlara ne mutlu.
Ruh-a şifa Mesnevi’den bu gecelik bu kadar. Hepiniz dua ile kalın efendim.
Altyazı M.K.
İlk Yorumu Siz Yapın