Kanuni Sultan Süleyman Hızır’ı (a.s.) Görmek İsterse – Serdar Tuncer
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=jNHr9joWtds.
Selamun aleyküm erenler ve dahi erenlere gönül verenler, hatta ve hatta erenlere gönül verenleri sevenler, hiç olmazsa onlara laf ettirmeyenler ve dahi hakkın esrarına talip olduğunu bulmanın pek zor bir şey olduğunu bilenler. İşte bu ne demek? İnsan bir şeyleri ister, arzu eder. Bu dünyaya dair bir şey de olabilir, ukbaya dair bir şey de olabilir.
Fakat bedelini ödemeye gelince iş çok az insan isteğinin arkasında durabilir. Ya isteriz ki biz armut piş, ağzıma düş. En ufak meseleden, en girift hadiseye kadar, en küçük talepten, en ulvi murada kadar her şeyin hemen oluvermesini isteriz de öyle üç kuruşa beş köfte yoktur. Adetullah da böyle bir şey yok. İlle bir bedel isterler. Adamın birisi bir gün çıkmış gelmiş bir Allah dostunun huzuruna, ”Efendim ben hakkın esrarına talipim.” demiş. Bak sen çok bir şey de istemiyor. ”Hakkın esrarına talibim.” Efendim dazıları bakmış evladım şimdi demiş çok müsait değil, sonra bir gel bakalım. Böyle yaparlar hani geldim istedim al yavrum yok. İlle bir sonrası vardır. Hani diyor ya Neşet Baba Allah rahmet etsin dedim sende buldum halis gevheri dedi yok yok bir mihenge vurmalı. İlle bir mihenge vururlar bir tartarlar. Kaç kilosun bakayım kaç gram çekiyorsun bir bakarlar illa. Hazretim de buyurmuş ki şimdi olmaz demiş yarın yarın bir gel bakalım. Bunu derken ertesi gün de tekrar gelip gelmeyeceğini de görmek istiyor belki. İmtihan içinde imtihan istiyor da ne kadar istiyor? Onu bir anlamaya çalışıyor. Yarın bir gel bakalım demiş. Adamcağız demek ki hakikaten talep sahibi ertesi gün yine çıkmış gelmiş efendim demiş ben dün gelmiştim siz de yarın gel buyurmuştunuz. Geldim ben Cenab-ı Hakk’ın esrarına talibim, esrarı ilahiye talibim bana ne yapacaksın? Efendi baba bu arada evvelden bende gânına böyle bir kutu hazırlatmış. Kutunun içine bir söyleyeyim mi onu? Onu söylersem işin sürprizi kaçar. Bir kutu hazırlatmış içine de bir şey koymuş öyle diyelim adam çıkıyor geliyor. Efendi baba deyince tamam evladım demiş madem hakkın esrarına talipsin sana bir vazife vereyim buyurun efendim.
Şu kutuyu al aman sıkı muhafaza et. Filan yerde falanca zat vardır götür ve ona teslim et. Adam hay hay demiş. Almış kutuyu sımsıkı yola revan olmuş. Giderken kutunun içinden bir tıkırtı geliyor. Ulan bir ses Allah Allah acaba bu kutu da ne var? Merak etmiş açsam mı? Yok emanet açılmaz.
Açıp baksam ne olur? Yani bakmamam lazım. Tereddüt şu bu derken bir ara merakı galebe çalmış kutuyu açmış. Açtığı gibi de kutunun içinden bir fare kaçıp gitmiş. Nereden bulacaksın o fareyi çarşının ortasında getirip kutunun içine koyacaksın? Adam üzülmüş. Hem fareyi kaçırdığına üzülmüş hem de yahu demiş Allah aşkına biz Efendi Hazretlerine dedik ki hakkın esrarına talibiz.
O bize fare emanet ediyor da fare götürttürüyor falan. Buna da geri dönmüş. Biraz mahcup biraz istemkak. Efendim demiş durum böyleyken böyle oldu bendeniz esrarı ilahiye talibim dedim ama siz bana bir fare taşıttırıyorsunuz falan deyince Hazret bakmış demiş ki ah benim cancağızım o benim yavrum. Daha bir fareye sahip çıkamıyorsun. Daha bir fareyi muhafaza edemiyorsun. Esrarı ilahiye nasıl talip olacaksın sen?
Anladın mı? Adam diyor ki böyle kalakalmış, durmuş. Şimdi günlerce sohbet etsen, saatlerce anlatsan o adama şu fare mevzu kadar onda tesirli olmaz. Adamın hakkı başına gelmez. Dank edip ben hakikaten doğru demiş ya. Bir fareye sahip çıkamadık esrarı ilahiye. Sırf emine verilir, emin olana verilir. Neyse bu ayrı bir bahis.
Bir gün böyle zatlar olmuş, böyle şeyler yaşanmış. Sultan II. Selim Han zamanı İstanbul’da çok büyük bir kolera salgını var. Zahiren gerekli tedbirler alınmış, yapılması gerekenler yapılmış falan ama bir de elimizi açıp Mevla’ya niyaz edelim demişler. İşte bu kolera salgını zamanında yaşanan bir hadise bugünkü biri bir günün asıl mevzudur. Ve o fareyi kaçıran adamın bir benzeri hadiseyi yaşayan zatın hikayesidir. Dolayısıyla daha yeni geldiniz, hoş geldiniz. Kelami Efendi isminde bir zat kendisi hatıratında anlatıyor. Eski el yazma kitaplardan birinde Muzaffer Efendi Hazretleri görüyor. Onun dilinden bize naklediyor. Biz de miri malı deyip size arz edeceğiz buyuru bir günde. Kolera salgını var. Tedbirler alınmış, çare olmamış.
Demişler ki Ayasofya Camii’nde bütün bir İstanbul halkı gelebilenler toplansın bir dua edelim. Kanuni Sultan Süleyman Han devrinde rivayet o ki İstanbul’un nüfusu bir milyona yaklaşmış. Bakın tam o zaman dünyanın en büyük şehri. Bir milyon nüfus. Neyse. Rivayete göre Leyle-i Kadir’de Kadir Gecesi’nde Ayasofya Camii’nde yapılacak olan duaya 55 bin kişi katılmış. Camiinin etrafının lebalep dolu olduğunu tıkım tıkım olduğunu düşünün. Bir de Kadir Gecesi. Haa asıl mevzu şu. Duayı kim edecek? Yahya Efendi. Yahya-i Beşiktaşi ya da Yahya-i Trabzoni. Kanuni Sultan Süleyman Han’ın süt kardeşi olan Yahya Efendi gelecek ve bu duayı yapacak. Yahya Efendi çok mühim bir zat-ı şeriftir. İstanbul’da İstanbul Boğazı’nın dört muhafızı vardır derler. Onlardan da bir tanesidir. Yuşa Aleyhisselam Beykoz’da, Telli Baba Sarıyer’de, Üsküdar’da Aziz Mahmud Üday Hazretleri, Beşiktaş’ta Yahya Efendi Hazretleri. Vaktiyle denizciler, yemiciler giderek ona niyaz ederek yola çıkarlarmış. Balıkçısından donanmasına kadar bir niyaz eder ve öyle yola çıkarlar. Büyük bir zat-ı şerif. Kanuni Sultan Süleyman Han’ın da süt kardeşi.
Kanuni’nin babası Yavuz Sultan Selim Han devletli sancağı Trabzon’a gittiği vakit Kanuni merhum malum orada doğuyor. Kanuni doğmuş, Kanuni’yle aynı zamanda belki bir beş on gün öncesinde Trabzon Kadısı Ömer Efendi’nin de bir oğlu olmuş.
İsmi Yahya. Kadı Efendi’yle Sultan Selim Han iyi ahbaplık ediyorlar, dostluk muhabbet ediyorlar. On gün arayla da birer erkek evlatları olmuş. Ayşe Hafsa Sultan sütten erken kesilince Kanuni merhumun validesi Afife Hatun, Ömer Efendi’nin hanımı, Yahya Efendi’nin annesi ikisini birden emzirmiş. Dolayısıyla Kanuni Sultan Süleyman Han ile Yahya Efendi bu vesileyle süt kardeşi olmuşlar. Aradaki o on günlük evvel doğuş sebebiyle de Kanuni’nin Yahya Efendi’ye ağabey diye hitap ettiği rivayet olunur. İşte o Yahya Efendi duayı yapacak Ayasofya Camii’nde.
Bizim hikayemizin mevzu olan Kelami Efendi de, Leyleyi Kadir’de Yahya Efendi’nin duasına iştirak edecek elli beş bin İstanbulludan birisi olarak akşam namazından önce gelmiş, akşamı Ayasofya’da kılmış yer bulamam diye en ön safta iftarı içeride etmiş, teravih kılınmış, dua vakti elini kaldırmış, Yahya Efendi’ye Esselatu ve Selamun Aleyküm Ya Resulallah derken o da elini açmış, o sıra bir şey yaşayacak. Ama azıcık bir Yahya Efendi’yi konuşalım. Her zaman gelmez Hazret. Bazen siz birisini anlatayım diye oturursunuz böyle bir hazırlık yaparsınız. Bazen de birisi size kendisini anlattırır. Bak bu çok daha kıymetli. Birinde sen anlatıyorsun, öbüründe o anlattırıyor. Yahya Efendi bunlar tasarrufu devam eden zatlar, büyük zatlar. Bakmayın alıp başlarını dünyadan giderler de gidişleriyle beraber siz zannedersiniz ki onlar toprağın halbuki ölen hayvan imiş. Aşıklar ölmez. Buradaki hayvan da daha evvel arz etmiştim. Can sahibi manasına. Yani kedi köpek ölür de aşık ölmez değil. İnsan da olsa aşık değilse ölür, toprak olur gider. Can sahibi olan her şey ölür, aşıklar müstesna. Onlar ölmezler. Çünkü onlar ölmeden evvel ölmüşlerdir. Ölmeden evvel ölebilenler ölümle beraber ölmezler. Yahya Efendi ile Kanuni Merhum’un aralarında çok tatlı böyle güzel cilveleşmeler olur. Mesela bir gün Kanuni Sultan Süleyman Han Yahya Efendi’ye bir mektup yazıyor. Kanuni devri malum Osmanlının en zirvede olduğu devir.
Kanuni Merhum oturuyor ve düşünüyor diyor ki ya şimdi girdiğimiz savaşı kazanıyoruz kardeşim. 13 sefere çıktık 12’sinden hükmen galip ayrıldık. Karşımıza ordu bile çıkmaya cesaret edemiyor. 3 kıta 7 denize yayılmış bir imparatorluğun sahibiyiz. Hadise büyüyerek de gidiyor fakat acaba bir gün Devlet-i Ali Osman’da yıkılır mı? Allah muhafaza.
Böyle bir şey olur mu? Ve eğer böyle bir şey olacaksa neden dolayı yıkılır? Bu öyle hünkarın kalbini huzursuz etmiş aklını kurcalamış. Ağabey’e bir sorayım bunu demiş. Bir mektupla Yahya Efendi Hazretlerine gönderiyor. Bir gün bizim devletimizde yıkılır mı? Yıkılırsa niye yıkılır? Soru bu. Yahya Efendi bir cevap yazmış.
Neme lazım Sultan’ım demiş. Şu karnın beklemediği bir şey bu. Yahya Efendi tamam ağabeylik kardeşlik falan ama bir hürmet, Padişah hukuku buna riayet edecek bir zat. Padişah’a da neme lazım Sultan’ım diye cevap verilmez, verilmeyeceğini de bilir. Buna rağmen neme lazım Sultan’ım diyor. Biraz içerlemiş, biraz da bir şey vardır hani. Erenlerin sağa sola belli olmaz hesabı. Kalkmış Yahya Efendi Hazretleri’nin yanına gitmiş. Ya demiş ağabey biz sana soru soruyoruz. Bizi derd eden meseleyi soruyoruz. Bizi derde düşüren meseleyi soruyoruz. Endişe ettiğimiz, canımızı sıkan hadiseyi soruyoruz. Senden gelecek bir cevaba muhtacız. Sen de diyorsun ki neme lazım Sultan’ım? Yakıştı mı? Yahya Efendi Hazretleri diyecektir ki hünkarım orada arifler böyledir.
Şiir için derler ki darası alınmış sözdür. Fazlalığı alınmış söz şiirdir. Arifler de işaret ederler. Böyle her şeyini anlatma. Bir şey anlatır geçerler. Burada da böyle bir şey var diyor ki hünkarım bir beldede zulüm yayılırsa, haksızlık olursa,
koyunları kurtlar değil, kuzular yemeye başlarsa, bunu bilenler susarsa, fakirin, muhtacın, garibin, kurabanın ahı göklere çıkarsa,
bunu da taşlardan başka hiç kimse işitmezse, herkes ben ben ben derse, bunları görüp işitenler de neme lazım deyip başlarını çevirirlerse devlet o gün yıkılır. İşte o neme lazım bu demek diyor.
Şimdi tarihte yaşanan hadiseler ya da bir takım menakıp ya da bir takım nasihatler sadece o dönemi bize anlatmak için değil de oradan aldığımız ibretle bu güne de bir ışık tutsun, buradan da kalksın, yarını doğru dürüst okuyabilelim diye vardır. Bu neme lazım meselesi Sezai Karakoç Allah rahmet etsin diyor diye bu dünyada olup biten şeylerin olup bitmemiş olması için ne yapıyorsun? Müslümana düşen, ben dertlisiyim davamın diyen insana düşen işte budur. Bu dünyada olup biten şeylerin olup bitmemiş olması için bir şey yapmak. Bu neme lazımın tam tersi istikamette duran şey. Kanuni merhum onu duyunca haa demiştim mevzu böyle. Neme lazım hadiseyi buraya getir, aralarında böyle çok tatlı cilveleşmeler vardır bir tek bu değil. Bir gün Mesela Kanuni Sultan Süleyman Han Yahya Efendi’nin Hızır Aleyhisselam ile görüştüğü rivayet ediliyor. Bunu da duyar bilir kendisi de Hızır Aleyhisselam’ı görmek istiyor. Fakat Hızır’da öyle padişahıydı cihan padişahıydı kanuniydi falan şey yapmaz. Bir aracı lazım biri tavassut edecek görüştürsün. Görmeyi çok istermiş Kanuni geliyor Yahya Efendi’ye.
Fakat ki bizi bir Hızır’la buluştursanız falan. Yahya Efendi’ye de diyor, estağfurullah Sultan’ım bizim haddimiz mi? Biz görmedik ki sizi buluşturalım. Bu da böyledir. Adını duyanlar görmüş gibi dolanırlar, kendini görenler hiçbir şeyden haberleri yokmuş gibi susarlar. En baştaki mevzu işte sır, esrarı ilahi falan neyse.
Yahya Efendi bir naz etmiş, iki naz etmiş, bilmem demiş, görmedim demiş, tanımam ki tanıştırayım demiş filan. Bakmış ki Kanuni merhum ciddi talip hakikaten istiyor bunu. Bir gün Üsküdar’da böyle bir Kayık’da birkaç kişi Yahya Efendi de orada. Hünkar da gelmiş, oturmuşlar açılmışlar. Kanuni Sultan Süleyman Han’ın elinde de çok güzel bir yüzük varmış.
Şahane, benimkinden daha güzeldir büyük bir ihtimalle. Çok güzel bir yüzük. Hünkar yüzüğüyle oynuyor böyle Kayıt’ta. Bir misafir var. Kanuni’nin daha evvel görmediği, bilmediği birisi. Yahya Efendi’nin arkadaşı ama tanıştırmıyor filanda. Aralarında sohbet ediyorlar Yahya Efendi ile.
İkiz mevzular konuşuyorlar. Hünkar pek oralı değil. Hani o meseleler çok dikkatini çekmiyor. Yüzüğüyle oynuyor. Bir meşgalesi var. Kafasında bir şey var filan. Kayıt gidiyor bir taraftan. Yahya Efendi karşısındaki misafirle sohbet ediyorlar. Misafir bir ara demiş ki, hünkarım yüzüğünüze bir bakabilir miyim? Hay hay demiş yani Süt kardeşinin, ağabeyin, Yahya Efendi’nin arkadaşı çıkartmış yüzüğü.
Misafir şöyle bir bakmış, yüze kaldı bir tak. Atmış. Lan Kayıt’ta güler. Ne oluyor filan? Yahya Efendi mütebessim. Adam hiç oralı değil. Dönmüşler sohbete devam ediyorlar. Bir şey de diyememiş hani Yahya Efendi’nin misafiri, arkadaşı filan. Artık ne olduysa böyle bir celallenmiştir. Oflayıp puflayıp işine bittiler.
Neyse kıyaya yanaşmışlar. Sohbet bitmiş dönmüşler kıyaya yanaşmışlar. Misafir Kayıt’tan inince zaman elini şöyle yapmış. Suya bir atmış. Hop yüzüğü çıkartmış. O yüzük. Böyle anlatınca yeni zamana nesli, bunu birine ben anlattım diyor ki, ağabey diyor herhalde hani ne sihirdir ne keramet, el çabukluğu, marifet. O diyor atar gibi yaptı aslında sakladı. O zaman cübbesinin yenine, o zaman cübbelerde uzun böyle kayıkta inerken de cübbeden pıt çıkarttı hop aşağıdan alıyormuş gibi yaptı falan. Ah ah idlal edilmiş zihinler. Kahrolası sekülerite. Materializm kahrolası. Biz böyle bakıyoruz hadiseye. Hani ya atar. Allah’ın öyle kulları vardır. Bir İbrahim Ethem Hazretleri var mesela. Kaldırmış iğnesini atmış hop gitmiş.
Balıklar getirin iğne mi demiş. Bütün balıklar ağızlarında bir tane iğneyle çıkmışlar. Allah dilersen olur. Mevzu kün fey kün dan ibarettir. Biz ebabilerin Rabbine iman eden kimseleriz. Peygamberin mucizesi, evliyanın kerameti haktır. Ehl-i sünnet itikadı bunu icap ettirir. İlle bir şeyi akılla akılla. İşte öyle cübbenin yerine sakladık ondan sonra düşürdük buyurun hünkârım dedi.
Değil böyle bir şey yok. Adam almış bildiğin yüzü hop atmış denize. Sonra kıyıya gelmişler. Elini atmış çıkartmış sudan. Kanuni şaşkın buyurun hünkârım demiş. Yüzüğünüz. Yüzüğü vermiş kanuni takmış. Adam vedalaşmış çıkmış gitmiş. Kanuni merhum dönüyor ya efendide. Abi bu kimdi diyor. Nasıl bir şeydi diyor. O yüzüğü aldı attı diyor misafirin diye bir şey diyemedim gitti. Şimdi bu burada oldu.
Hünkârım demiş o çok tanışmaya arzu ettiğiniz Hızır aleyhisselam var ya oydu demiş. Az evvel siz Hızır aleyhisselamla aynı kayıkta oturdunuz. Aaa bilemedik falan. Böyle bu kadarcık. Böyle şeylerden anlatıldı. İşte o Yahya efendi hazretleri 2. Selim Han zamanında sonradan da kanuniyle de biraz aralar açılır.
Şehzade Mustafa’nın katli mevzunda karşı çıkan böyle olmaz hünkârım diyen zattir. Kanuni celallenir. Yahya efendi Beşiktaş’taki dergahına çekilir vesaire ama 2. Selim zamanı yine muteber, duası makbul, tasarrufu devam eden,
Devli-i kiram hazaratından alim, arif bir zat olması itibariyle kolera var. Leyle-i Kadir Ayasofya’da bu duayı kim eder? Yahya efendi eder. Yahya efendi hazretleri pek dergahtan da dışarı çıkmazmış. Onun da bu vesileyle Ayasofya’ya geleceğini duyan İstanbul halkı toplanmış müthiş bir kalabalık halinde 55.000 kişi diye rivayet ediyor. Çıkmışlar gelmişler, duaya amin diyecekler. Kelami efendi isminde bir zat, o da erkenden gelmiş, akşam namazı orada kılmış, iftarını orada etmiş, teravih kılınmış, sallu ala rasulina Muhammed as-salatü vesselamu alaikum ya rasulallah. Eller açılmış, dua edilecek,
Kelami efendi kıvranmaya başlamış. Malum kolera var. Mide gururl gururl gururl gururl gururl. Kaçacak, dışarı çıkacak nereye çıkacaksın? Çıktın, içeri bir daha nasıl gireceksin. İmkan yok, eyvah falan. Kaç dakika oldun ha? 22 abin. 22 dakikaya geldik mi? Bu Kelami Efendi’nin hadisesini ben… Bugün bir sürü bir şey anlattık Büsemin Han. Bu biri bir gün burada bitsin. Yoksa çıkacak 45 dakikaya. Tarihin en uzun biri bir gün olacak. Erenler… Hani siz de mevzuya talipsiniz ya, bak öyle kutu içinde fare falan vermiyor. Öyle bir şey, haddim de yok. Ama biz gelin Kelami Efendi’ye önümüzdeki hafta konuşalım.
Bu hafta Yahya Efendi Hazretlerine hasret edilmiş bir biri bir gün oluver.
Haftaya görüşürüz. Allah’a ısmarladık.
İlk Yorumu Siz Yapın