"Enter"a basıp içeriğe geçin

Kaygıya eğilimli olmamızın sebebi ne? Prof. Dr. Hakan Türkçapar yanıtladı

Kaygıya eğilimli olmamızın sebebi ne? Prof. Dr. Hakan Türkçapar yanıtladı

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=LwGeYxotRCA.

Tarık hocamla bu konuyu daha önce de görüştüğümüz için çalışmalarını bildiğimden, şimdi klasik olarak bildiğimiz şey ruhsal rahatsızlıklar, işte bir takım olumsuz travmalar ya da olumsuz olaylar ya da stresle bağlantılı ve bu kişide bir sıkıntıya yol açıyor. İşte o sıkıntı anlarında Tarık hocamızın söylediği şey,
kişi daha önce kendisinde pozitif, olumlu etkiler yaratan bir takım davranışları fazla fazla yaparak sıkıntısını gidermeye çalışıyor. Şöyle de düşünebiliriz, hani kokain örneğinde ya da madde bağımlılığı örneğinde tabii tamamı sadece haz için başlamıyor, belki bir kısmı sıkıntılı dönemlerde sıkıntıyı gidermek için başlıyor. Daha sonra o maddenin kendisi alınmadığında tekrar sıkıntı oluyor,
tekrar o sıkıntıyı gidermek için almaya başlıyor. Biz buna başlangıçtaki dönemine madde bağımlılığında olumlu pekiştireşliyoruz, yani pozitif bir şeyler hissetmek için. Ama artık bağımlılık haline dönüştüğünde, o bir zorlantı haline geldiğinde, kişi haz için keyif için değil, sıkıntıyı gidermek için bunu yapıyor. Dolayısıyla aslında Tarık hocamın söylediğinde de, hani kişi o pozitif yaşantıyla bir haz almaktan çok kendi sıkıntısıyla yine baş etmek için, stresle baş etmek için bir yöntem olarak bellekteki daha önce işe yaramış birtakım stratejilere başvurduğunu söylüyor Tarık hocamız. Bu tabii psikiyatrinin daha önce imal ettiği bir alan. Çünkü biz işte travmaları biliyoruz. Evet yeni bir şey bu, çalışmaları da yapılıyor.
Tarık hocamız o konuda epeyce uğraşıyor, bizlere de aktardı yine görüşlerini. Şimdi bizim çok iyi bildiğimiz bir şey var, travmatik yaşantılar, özellikle erken çocukluk döneminde olan travmatik yaşantılar bizim stres sistemimizi aşırı aktif hale getiriyor. Şimdi insan hani psikiyatride zorlanılıyor, evet birtakım zorluklar var ama bu psikiyatrinin doğasından ileri geliyor. Çünkü psikiyatride hiçbir rahatsızlık tek nedenli değil. Sosyal etkenler, çevresel etkenler, biyolojik beyinle ilgili etkenler, genetik etkenler, kişinin duygusal özellikleri ve davranış tepkileri, davranış repertuvarı birlikte durumu ortaya çıkartıyor. Zaten bir şeyin mesela beyinle ilgili nedeni bulunduğunda, örneğin 1900’lerin başında pek çok tırnak içinde deli denilen tımarhanede işte yatırılan, kapatılan insanların, daha sonra sifiliz mikrobunun beyni tutmasıyla ortaya çıkan, nörosifiliz dediğimiz bir durum var. Öyle olduğu anlaşıldı. İnsanların yarısı psikiyatriden çıkıp nörolojinin alanına girmiş oldu. Yani bir şeyin beyinle ilgili nedeni bulunduğunda aslında iş nörolojiye kayıyor. Psikiyatri daha çok aslında beynin fonksiyonlarıyla ilgileniyor. Böyle bir daha karmaşık, daha zorlu bir açıkçası alanla uğraşıyoruz. O alanda tabii belleğin çok önemi var. Ve bugüne dek bellekle ilgili daha çok üzerinde durduğumuz travmatik anılar, travmatik durumlar iken, Tarık hocanın söylediği yenilik, pozitif yaşantıların da patolojide bir rol alabileceği. Yani pozitif bir şeyi de aşırı yaptığınızda o da patolojiyi sürdüren bir durum haline geliyor. Daha çok bu yeni kuramla ilgili söyleyebileceğim şey bu benim. Peki bunun daha önce farkına varamamış olmasıın sebebi nedir? Yani bunu farklamamak için psikiyatri mi önemli değil, psikolojim önemli değil. Yani hangi taraf bunun daha çok farkına varabilir ve bunun niye şimdiye kadar böyle bir deneyimden kaynaklandığına ilişkin bir bulgu elde edilmemiştir bugüne kadar? Buna bakılmadığı için mi yoksa?
Şöyle deneyimden kaynaklanıyor gibi değil aslında. Hiçbir şey tek nedenli değil. Şimdi travmayla psikopatolojinin ilgisini biliyoruz. Diyelim erken dönemde işte bir çocuk ailesinden ayrıldı, kötü muamele gördü. Bu stres karşısında aktive olan kortizol sistemi ileriki yaşlarda da daha hızlı aktive oluyor ve daha zor duruma geçiyor.
Bu da depresyona yatkınlık getiriyor. Örneğin bu bildiğimiz bir şey. Peki bu her insanda aynı oluyor mu? Hayır, aynı travmayı yaşayan herkes de aynı değil. Yani insanı işte dünyaya geldiğinde davranışlı psikologlar işte boş bir levha gibi düşünür. Oraya yazılan şeyler insanın kişiliğini öğrenmelerini oluşturur ve insan bir hamur gibi çevre tarafından yoğrulur derler. Daha genetik ve biyolojik yaklaşım yanlısı olan kişilerse yapıyı önemser. Aslında her ikisi de sadece biri ya da öbürü değil. Bazı insanların ama o üzerine yazılan kağıt bir peluş gibi ince oluyor ve ufak bir travma onu incitebilirken hani bazı kişiler de o mukavva gibi oluyor ve çok travmatik olaylara rağmen kişide gerek beyin deki o biyolojik değişiklikler daha az ortaya çıkabiliyor.
Yani hem evrensel olan özelliklerimiz var hem genetik olarak yapısal olarak her birimizin farklılıkları var. Peki hocam. Yani bizim anlayamadığımız… Hocam bir şey merak ettim şimdi dediniz ki insan doğduğunda boş bir kağıt ve bunun üzerine yazılıyor. Ancak genetik olarak ya da biyolojik olarak önemli olan buradaki etken şu. Bu kağıt bazılarına çok ince hemen yırtılıp bozuluyor. Diğeri ise karton gibi ne yaparsa hep travmalardan kolay etkilenmiyor.
Peki genetik olarak genetik materyalara ince kağıdı kalınlaştırmak mümkün müdür? Yani daha dayanıklı hale getirilen ünlü yoksa böyle doğduysa yapacak bir şey yok mudur? Biz bu modele stres-diyathez modeli diyoruz. Diyathez yatkınlık, genetik, biyolojik yatkınlık, beyinsel yatkınlık. Stres de onun üzerine eklenen gerek biyolojik gerekse psikolojik stresler.
Biyolojik stres derken şunu kastediyorum. Örneğin esrar kullanımı işte psikoz gelişme riskini 9 kat arttırabiliyor. Psikolojik stres ne demek? Mesela çoğu kere bizde işte okula başladı, üniversiteye başladı, rahatsızlandı, askere gitti rahatsızlandı denir. Aslında o hem biyolojik stresin arttığı, ergenlik döneminden yetişkinliğe geçiş hem de psikolojik streslerin arttığı dönemdir.
Şu anda bizim bu genetik yatkınlığın getirdiği yapıyı şu an için modifiye edebilecek, değiştirebilecek bir yöntemimiz yok. Zaten aslında tıbbi etik açısından da hani genetik olarak efendim daha uygun kişiler işte hayatta kalsın veya öyle çocuklar dünyaya getirsin. Bu zaten öjenizm denilen bir şey yani o çok zor.
Ama var olan genetik materyali manipüle etmek için aslında elimizde var olan nedir? Çevresel etkenleri manipüle etmek. Yani bir çocuk diyelim doğuştan işte utangaç ya da insanların yaklaşık yüzde ellisi doğuştan depresyona eğilimli daha karamsar. İnsanların yaklaşık yüzde 30’u 40’ı yine doğuştan kaygılı kaygıya eğilimli.
Şimdi eğer bunun üzerine bir de çevresel olarak bunu daha da besleyecek, daha da arttıracak birtakım şeyler eklenirse işte maalesef o zaman o daha kolay ortaya çıkıyor. Fakat burada şöyle bir zorluk da var. Şimdi kaygılı yapı olarak kaygılı bir çocuğun ebeveyni de yine kaygılı olduğu için psikolojik anlamda da o yatkınlığı destekliyor.
Çünkü kaygı bozukluklarında yapılan çalışmalar şunu gösteriyor çok detaylı daha çok tek yumurta ikizleriyle yapılan. Yüzde 30-40 oranında genetik belirleyici, yüzde 60-70 oranında çevresel etkenler belirleyici. Ama bir polar bozukluğa gittiğimizde yüzde 80-90 genetik etkenler önemli, yüzde 10-20 çevresel etkenler işte şizofreni de yüzde 60-70 civarı ne bileyim depresyonda yüzde 60 civarı gibi.
Dinamik bir denge söz konusu şu an için elimizden gelen şey o eğilimde olan kişilerin işte eğer tespit edilirse veya aileler o konuda bilinçli davranırsa, çocuktaki o eğilimi yükseltecek değil de azaltacak yönde bir erken yaşam ortamı,
çocuklu olan ilişkide onun o eğilimlerini köreltecek güçlendirmeyecek bir takım tepkiler verirlerse şu an için yapabileceğim bir şey o. Tabi bunun için de ailelerin o konuda bilinçli olması gerekiyor.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir