"Enter"a basıp içeriğe geçin

Mahya Işıkları 11.Gün | Kaleme Saygı

Mahya Işıkları 11.Gün | Kaleme Saygı

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=J39FEEveIaI.

İstanbula gelen Dünya edebiyatının ünlü isimlerinden biri de Herman Melville’dir. Herman Melville, deniz yoluyla gelir İstanbul’a. Mağmada denizini geçer.
Bizanslı tarihçiler, yazarlar 11. yüzyılda Marmara Denizi’nde balinaların gemilere saldırdığını anlatır. Herman Melville de ne gariptir ki, beyaz balinayı, Mubidi’yi yazınca ünlenecektir. Melville, İstanbul’un pek çok yerini ziyaret eder. İstanbul’u gezer ve çok güzel anlatır.
Rumeli Hisar’ının üstünde özellikle itinayla durur. Rumeli Hisar’ının Fatih Sultan Mehmet’in imzası olduğunu bize sunar. Böyle bir bilgi vardır Herman Melville’de. Rumeli Hisarı, Fatih Sultan Mehmet’in imzasıdır. Oraya taş darlatılan. Fetih sırasında Rumeli Hisar’ının yapımında bizzat çalışmıştır 2. Mehmet. Neden? Çünkü imza sahibinin elinden çıkarsa imzadır.
Bizdeki araştırmacılar, çok değerli tarihçiler de bu konuya değinmişlerdir. Küfi, yani kaligrafinin, had sanatının küfi anlayışıyla atılmış oraya Fatih’in imzası. Pek çok padişahın had sanatıyla ilgilendiğini, ilgi duyduğunu biliyoruz. Örneğin 2. Beyazıt. Sonra 2. Mahmud, 4. Murat, Abdülmecid Sultan Reşat.
Öyle ki 2. Beyazıt’ın hocası Hamdullah Efendi. Hamdullah Efendi’den ders alırdı 2. Beyazıt. Ve Hamdullah Efendi vefat edince, ölünce, Karacaahmet’e defnedilince haddatlar arasında bir gelenek ortaya çıkar. O da şu. Yıllarca yayılır bu. Bir haddat kalemini, yazıyı yazdığı o kamışı mutlaka eline alır, mezarlığa gider
ve Hamdullah Efendi’nin o usta haddatın mezarına batırır, çıkarır. Böylelikle Hamdullah Efendi’deki yeteneğin kendisine geçeceğine inanırdı. Camileri aydınlatsın diye köşelerde yakılan kandillerin içinde is birikir. O isler atılmazdı. Haddatların çalışma masasına konurdu. Camileri aydınlatan, kandillerin islerine haddatlar kalemlerini batırır
ve yazı yazarlardı. Haddatlar kalemlerine, o kamış dedikleri kalemlere çok çok önem verirlerdi. Ama ne yazık ki, 1800’lü yılların sonuna doğru İstanbul’da sineklik ortaya çıktı. Hani hala vardır, bir kasaptan ya da manavdan içeri girerken kapıya böyle ipleri dizili boncuklar asılır ya, işte onların İstanbul’daki ilk örnekleri o kamışlardı. O kamışlardan, kalemlerden sineklik yapılırdı. Ve bu haddatların çok ağrına gitmiştir. Onların çok sevdikleri, saygı duydukları kalemleri sineklik olarak kapılardı. Haddatlar, yazı yazıkları kalemlerine çok bağlıydılar. Büyük bir sevgiyle. Öyle ki, onları devamlı yontarlardı.
Tabii köreldikçe, daha iyi yazsın diye devamlı yontarlardı onları. Düşünsenize bir haddat hayatı boyunca nice kamış kalem yontmuştur. Hepsini yontarlardı. Ve yongalarını atmazlardı. Çünkü haddat bilirdi ki, kendisi ölünce, bedenini yıkaması için ısıtılan su, o yongaların ateşidir. O yongalar getirilir, haddat ölünce ateşe atılır, su ısınır. Ve haddatın hayatı boyunca nice yazı yazdığı o kalemler onun bedenini yıkar, temizler. Bir milletin zenginliği hisse senetleri değil, hissi senetleridir.
Yazıya, kaleme değer veren bir toplum olmak. İnanın, bu uygulak tarihinin en büyük hikayelerinden biridir. Yarın yeniden mahyayışıklarında birlikte olalım.
Sürçülisan ettiysem affola.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir