"Enter"a basıp içeriğe geçin

Mahya Işıkları 21.Gün | Canbaz Gölgesi

Mahya Işıkları 21.Gün | Canbaz Gölgesi

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=jP3YmgJu3HE.

Müzik… 17. yüzyılın şairlerinde Cevri Çelebi, su taşıtlarından çok ama çok korkardı. Asla bir kaya, bir gemiye, bir vapuran binmezdi. Onu bindirmek mümkün değildi.
Ve o yıllarda, Tarihi Yarımada’da, yani Sultanahmet Fatih o bölgede, Galata’ya bağlantı kuracak köprü yoktu. Halicin üstünde köprü yoktu. Ve Cevri Çelebi, Eminönü’den kalkıyordu at sırtında, Öğüp’e gidiyordu, oradan Kavadhane’ye, Halicin karşı kıyısından Hasköy’den Karaköy’e geliyordu. O kadar korkuyordu ki Cevri Çelebi, Halic’de köprünün olmadığı o yıllarda,
bütün Halic’in kıyısını at sırtında dolaşıyordu. Ama Halic’i karşıdan karşıya geçme konusunda son derece ilginç bir öykü vardır. Bu öykünün kahramanı Şahin Bey, Canbat Şahin. 4. Mırat döneminde, Canbat Şahin, Halic’te 7 tane yelkenli gemiyi yan yana getirdir.
Direkler arasına ip bağlar ve Halic’i bir yaka da öteki yaka’ya, o gemi direklerine bağlı ipin üstünden yürüyerek geçer. Kimi anımsadınız? Evet, Jülvern’in ünlü Kerabanağı romanı. Hani Jülvern Kerabanağı romanında İstanbul Boğazını, bir cambazın ip üstünde yürüttüğü el arabasının içinde geçirtiyor ya kerabanağıyı,
ondan çok çok eski tarihlerde bir cambazımız, Şahin Bey, Canbat Şahin, Halic’i gemi direklerine bağladığı ipin üstünde yürüyerek geçmiş. İstanbul cambazların tarihidir. Ve en önemli konu cambazlar arasında dikilitaşa tırmanmaktı. Dikilitaşa kim tırmanacak? Çok önemliydi. Dikilitaş biliyorsunuz Mısır’dan getirtildi.
Doğurama döneminde İstanbul’u süslemek için hipodrama konuldu. Obeliks. Üstünde hieroglif var Mısır yazısı. İşte o yazıya çıplak el çıplak ayak, hiçbir ip, çengel, kanca kullanmadan çıplak el çıplak ayakla tırmanmak cambazların din üst noktasıydı. Yani bunu başaran bir iyi cambazdı. Bu yüzden İstanbul cambazları dikilitaşa çok başka bir gözle bakardı.
Üçüncü Murat döneminde dikilitaşa çıplak el ve ayakla tırmanmayı deneyen bir cambaz düşüyor. Hemen ardından ikinci bir cambaz tırmanmayı deniyor. O da düşünce üçüncü Murat dikilitaşa cambazların tırmanmasını yasaklıyor. Tırmanamazsınız. Bunu başaramıyor cambazlar çünkü. Dikilitaşın üstünde ne vardı? Yazı. Kolay mı öyle yazıya tırmanmak?
Yazıya tırmanmak edebiyatçıların, şairlerin, öykücülerin, romancıların işidir. Bırakın da onu biz yapalım. İkinci Mahmut döneminde yine İstanbul’da en çok söz edilen Ahmet Ağa vardı. Canbaz Ahmet Ağa. Ahmet Ağa ip üstünde bir cambaz kurban kesiyor. Kesmekle kalmıyor. Postunu yüzüyor. Hadi onu da bir kenara bırak. Ahmet Ağa ip üstünde kurbanı kesti, derisini yüzdü, mangalı koyuyor, eti pişirip yiyor.
Evet. Bu denli ustaydı İstanbul cambazları. Hani derler ya, bir ipte iki cambaz oynamaz. Oynar efendim, kim demiş? İki cambaz karşıtlı geliyor, ellerinde sandalyeleri, sandalyeleri ip üstünde koyuyor, ortada bir masa ve satranç oynuyorlardı. Bırakın ip üstünde oynamayı, ip üstünde eski İstanbul cambazları satranç oynardı. Ve Ramazan gecelerinin, Ramazan’ın en önemli beklenen insanları cambazlardı. Hele ki Ramazan bitimine doğru Ramazan bayramında cambazhaneler açılırdı. Onların en ünlüleri Rıfat Telgezerdi. Ne güzel değil mi? Rıfat Telgezer. Soyadının üzerinde bak, Telgezer. Bir cambaz yakışacak Türkçedeki en güzel soyadı. Telgezer. Rıfat Bey çok ünlü bir cambazdı.
Ve onun girişine eğlence dünyası yazdığı 1750 kişilik bir çadırı vardı. Çadırını Bakırköy’de kurardı. Sonra Kurtuluş’ta, Heybeli Adada. Çok ünlü bir cambazdı Rıfat Telgezer. Sadra Alışık ustamızın bir filmi, Turist Ömer Boğa Güreşçisi. Orada Turist Ömer Sadra Alışık, Boğa Güreş’in yapıldığı bir araneye gelir
ve der ki, ooo ne kadar büyük. Bizim Rıfat Telgezer’in cambazhanesinden bile daha büyük. Ve Ramazanlarda Rıfat Telgezer’in o cambazhanesinde ünlü meddakımız, tülat oyuncumuz, Dümbrülü İsmail oyunlar oynardı. Hamit Yüceses şarkılar söylerdi. Ama sonradan cambazlar da dönemini kapatınca,
ne yazık ki Rıfat Telgezer, sembolük olarak bir makasla, hüzünlü bir şekilde o cambazların kumaşını kesiyor ve bu işi bırakıyor. Sadra Alışık’ın bir cambazın hayatını canlandırdığı film vardır. Soytarı filmiydi. 1965 yılında çekildi. O filmde Sadra Alışık, çocuğuyla birlikte yaşayan bir cambazın hayatını canlandırır. Canbazlardan Süs ettik. Eski bir gösteri oyunundan ve Sadra Alışık’a geldik. Boşuna değildir. Çünkü Sadra Alışık ustamız çok değerli bir oyuncu, aynı zamanda şair idi. Neden mahya ışıklarında cambazlardan süs ettiğiniz bu bölümü Sadra Alışık’la sonlandırıyoruz? Çünkü Sadra Alışık ustamız bir şirinde şu düzeyi yazmıştır.
Gözlerime mahya taktım, cami gibiyim. Şiirde mahyadan söz eden ender şairlerden biri de Sadra Alışık’tır. Geldik bir mahya ışıkların daha sonuna. Yarın yeniden yeni bir öyküde birlikte olalım.
Sürçülisan ettiysem affola.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir