Mahya Işıkları 27.Gün | Çocuk Ramazan
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=gN35eOFGbY4.
İSTAMBULDAKİ CAMİLERİN ŞEREFİLİRİNDEN YADA YÜKSEK YERİLİNDEN HİLAL GÖRÜLÜNCE HEMEN KADIYA HABEL VİRİLİR ve kadı Ramazanı başlatırdı. Ne yapılırdı? Minarelere kandiller asılırdı. Kandilleri asılırdı. Kandilleri asılırdı. Kandilleri asılırdı. Kandilleri asılırdı. Kandilleri asılırdı. Kandilleri asılırdı.
Minarelere kandiller asılırdı. İyi güzel de öyle İstanbul’un her yerinden o kandiller görülmezdi ki onlar nasıl haber alacak Ramazan’ın geldiğini işte bu çocukların göreviydi. Kandillerin yandığını gören çocuklar bütün o İstanbul’un dar sokaklarında, mahallelerinde koşarlar Ramazan geldi, hoş geldi, baklava tepsisi boş geldi manisini söylerlerdi. Böylelikle İstanbullu çocukların sesinden
Ramazan’ın geldiğini öğrenirdi. Aslında İstanbul sokakları demek, çocukların oyun alanı demek. İstanbullu’muzu Üsküdarlı Vasıf Efendi ya da Süheyl Ünver ya da Sermet Muhtar Alus gibi çok güzel anlatan bir değerli yazarımız da Reşat Ekrem Koçudur. Reşat Ekrem Koçu İstanbul Askeri Öbedisi’nde İstanbul’un sokakları, tarihi eserleri, simaları, tanımış insanlar hakkında çok güzel bilgiler verir. Bakın bir sokaktan nasıl söz eder? Astar Sokağı. Astar Sokağı, Fatih’te, Fener Bölgesi’nde bir sokak. O maddeyi şöyle bitirir, Askeri Öbedisi’nde Reşat Ekrem Koçu. Astar Sokağı, az ötede bir meydancık halinde genişler ki, mahalle çocuklarının oyun yeridir. Böyle bitirir maddeyi. Sokağın sonunda çocuklarının oyun alanı da görür ve onu Askeri Öbedi’ye bilgi olarak yazar. Ama öyle hep iyi bahsetmez. Bakın bir başka sokak, Arifi Paşa Sokağı, şöyle bitiyor. Bu notların tespiti için geçilirken, sokakta futbol oynayan çocukların katıksız argo ve küfret konuştukları iştirmiştir ki, hazindir. Birbiriyle argo konuşan çocukları da not eder, Askeri Öbedisi’ne Reşat Ekrem Koçu.
Ramazan bir de çocukların Ramazanı’dır. Ve çocuklar Ramazan üzerine yazılmış en ünlü meserlerden biri, Halide Edip Adıvar’ın ”Mor Salkımlı Ev” adlı kitabıdır. Mor Salkımlı Ev’de, o kitabın da Halide Edip Adıvar, Süt Babası’nın omuzlarında Süleymaniye Camii’nin teravi namazına gidişini anlatır. Ve Süleymaniye Camii’ne geldik. Koca Sinan’dan söz edelim biraz. Mimar Sinan, Süleymaniye Camii’ni bitirmiş, karşısına geçip şöyle bir bakıyor, Süleymaniye’nin çocukları giriyor etrafına. ”Aa, o minare eğeri!” ”Evet evet, ben de gördüm, eğeri!” ”Aa, minare eğeri yapmışlar!” Çocukların ağzında bir sakız. ”Minare eğeri, minare eğeri!” Sinan bakıyor. ”Haklısınız çocuklar, hay Allah!” ”Minare eğeri yapmışız.” ”Düzeltmek ister misiniz?” ”Evet evet, getirin halatları!” Mimar Sinan koca koca halatlar getirtiyor. O halatları çocukların eğeri olduğunu söyledikleri minarenin şerefelerine bağlıyor. Alemine kadar çıkartıyor halatları. Minareler, masaldaki Rapunzel’in saçları gibi aşağı doğru uzanıyor o halatlar. Çocukların ellerinde. ”Hadi bakalım çocuklar, düzelkin!” Çocukların halatları çekiyor, çekiyor, çekiyor.
”Düzeldi mi? Az kaldı, az kaldı!” ”Düzeldi mi çocuklar? Az kaldı!” ”Düzeldi mi çocuklar?” Tabi yoruluyor çocuklar halat çekmekten. ”Düzeldi tamam!” ”Aferin sizler çocuklar, teşekkür ederim.” ”Minareyi düzelttik, şimdi rahatlıkla gidebilirsiniz.” Çalışanları yanına geliyor. ”Kocan Sinan, bunu neden yaptın?” ”Minare eğeri değildi ki.” Diyor ki Sinan. ”Tabii canım, minare hiç eğeri olur mu?”
”Ben de biliyorum minarenin eğeri olmadığını.” Ama çocuklar onun eğeri olduğunu söylüyorlar. Bu söylenti bütün İstanbul’a yayılır çocukların ağzıyla. Sonra buraya gelenler, bunca zamandır ortaya çıkardığımız bu güzel esere bakmak için değil de minarenin eğeri olup olmadığını gözlemlemek için gelirler. Verdim çocukların elini halatı, düzelttim, gittiler. Sahi, Süleymaniyye Camii’nin minarelerine bakan kaç kişi mimar, sinan ve çocuklar arasındaki bu güzel öyküyü anımsar. Ramazan ayında çocukların bir oyunu da mahyacılık oyunuydu. Yer mahyası kurarlardı. Bunun için İstanbul’un kıyısına, deniz kıyısına giderler, midye toplarlardı. Midyeleri açarlar, o midye kabukların içine yağ dökerler, ateş yakarlar ve yere mahya kurarlardı.
Bu çok eski bir çocuk oyunuydu Ramazan aylarında. Ve 8 yaşında bir çocuk, Ali Çeylan, 8 yaşındayken evinin arkasındaki bahçedeki ağaçların arasına ipler geliyor ve mahya kuruyor. 8 yaşındaki bir çocuk neyle mahya kuruyor? At kestaneleriyle, yazın mısır koçanları ile. Ali Çeylan mahyacılık oynuyordu. Bütün hayal mahyacı olmaktı.
Ve Ali Çeylan 12 yaşına geldiğinde Fatih Camii’ne gidiyor. Şerif Efendi Fahri Fatih Camii’nin mahyacısıdır. Diyor ki lütfen, beni yanınıza çıra kalın. Şerif Efendi kırmıyor Ali Çeylan’ı 12 yaşındaki çocuğu. Gel evlat diyor, beraber kuralım mahyaları. Ve Fatih Camii’ne mahyalar kurarken Şerif Efendi, yanında 12 yaşındaki Ali Çeylan vardı. Sonra bir Ramazan daha yanına çıralıp gidiyor.
14 yaşına geliyor Ali Çeylan. Duyuyor ki Sultanahmet Camii’ne mahya canlanacak. Bunun için bir sınav yapılıyor. İstanbul’un bütün mahyacıları neredeyse katılıyor. Sultanahmet Camii en önemli yerlerden biri. Ali Çeylan da katılıyor. Ve Sultanahmet Camii’nin mahyacısı olmaya hak kazanıyor. Sınavı 14 yaşındaki Ali Çeylan kazanıyor.
Sultanahmet Camii’ne baktığımda o mahyaları gördüğümde hep aklıma 14 yaşındaki Ali Çeylan gelir. Ve yine ne gariptir ki, Sultanahmet Camii’ni yaptırtan Sultan I. Ahmet, tahta oturduğunda tıpkı o mahyaları kuran Ali Çeylan gibi 14 yaşında bir çocuktu. Geldik bir mahya ışıkların daha sonunda. Yarın yeniden birlikte olalım.
Sürçülisan ettiysem affola.
İlk Yorumu Siz Yapın