Mahya Işıkları 29.Gün | Kadın Tulumbacı
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=voSCJIHzm0Q.
İNTRO Biz depremi biliyorduk. Lakin depremin sesini hep ahşap evlerden dinliyorduk. Deprem, sarsıntı ve tahtaların sesiyle duyuyorduk depremin. Ama 1509 yılında öyle mi oldu?
O yıl İstanbul’da depremi ilk kez taşların sesiyle duyduk ve çok korktuk. 1509 depreminden sonra İstanbul’da mahallelerde ahşap evler yapılmaya başlandı. Ahşap evlere geri döndük. Ama İstanbul’u yok eden asıl büyük felaket o zaman ortaya çıktı. Yangın. Evet. İstanbul yangınlarıyla meşhurdu. Depremden çok korkuluyordu çünkü depremle gece lambası düşer ya da ne bileyim ocak devrilir, ev yanardı ve bir ev yanmaya başlayınca öyle durmazdı. Yanındaki evleri bütün sokağa bütün mahalleyi küle dürüştürürdü İstanbul yangınları. Ve ilk yangın önlemiş oldu İstanbul’da. Üç önlem. Herkes evinde uyumak zorunda. Herkes evinde içi su dolu büyük bir fıçı bulunduracak. İki, herkesin evinde çatısına kadar uzanan bir merdiven olacak. Üç, bir yangın olursa kimse kaçmayacak. Gelip sayım yapacağız. Çünkü yangını söndürecek olan yine mahallelinin kendisiydi. 3. Ahmet döneminde 1720’li yıllarda Davut Gerçek Ağa ortaya çıkınca tarihimizdeki ilk itfaiye teşkilatı da Tulum Bacılar’da kurulmuş oluyor. Bu Davut Gerçek Ağa aslında İngiliz kökenli ve bir yangını kendi yaptığı Tulumbay’la söndürünce büyük bir başarı kazanıyor. Ve bu ocağa Tulum Bacılar ocağını kurmakla görevlendiriliyor. Yeniçerilere bağlıydı. Acemi oğlanların bulunduğu bir ocaktı Tulum Bacılar ocağı. Ta ki 1826 yılıydı.
Evet, 2. Mahmut Yeniçerileri kaldırıncaya kadar. Yeniçerilerin ocağı kaldırılınca bu kez işte o efsane anlatılan mahalle Tulum Bacılar ortaya çıkıyor. Bu kez yangını söndürecek olan Tulum Bacılar mahallelerdeki kahvehanelerde örgütlenmeye başlıyorlar. Ve Ramazan geldiğinde meddalar Tulum Bacılar’ın öykülerini anlatıyorlardı.
Örneğin Salih Çelebi, Galatalı Salih Çelebi ünlü bir meddahtı 1800’lerde. Ve Tulum Bacı Bülbül İsmail’in öyküsünü anlatırmış Ramazan gecelerinde. Ramazan geldiğinde bu Tulum Bacılar kahvehaneyi sahibinden bir aylığına kendileri kirala alardı. Ve terafi namazından sonra
kahvenanın her yerini manilerle süslerlerdi. Renkli kağıtlara maniler yazarlar ve bütün Tulum Bacı kahvehanesine asarlardı. Çıkardı bir Tulum Bacı bir mani okurdu. O mani okurken o maninin kağıtta hangi kağıt yazını buluyorsan mükafatı sen kazanıyordun. Ramazan gecelerinde Tulum Bacı kahvehanelerinde böyle bir oyun oynanırdı.
Ve yine anlatılan öykülerden biri Yorgancı Ölübesim’in öyküsüydü. Tulum Bacı, Yorgancı, Ölübesim. Besim Bey adı üstünde Yorgancı, Tulum Bacı, Tulum Bacıların kendi işleri de vardı. Hatta pek çok zengin, vağlıklı insan o Tulum Bacıların ekibine katılmak için üstte para veriyorlardı. Çünkü o yıllarda Tulum Bacı olmak, ünlü bir futba takımında oynamak gibi sükses sahibi bir yerdi, makamdı, mevkiydi. Öyle herkes Tulum Bacı olamazdı. İşte bu Yorgancı Besim Bey bir gün yorgan dikerken kat blizinde ölüyor. Karacahmet’e defnediyorlar. Fakat gece mezarından bir ses duyuluyor. Taftakiler bakıyor, ses geliyor, açıyorlar. Besim Bey ölmemiş. Fakat bütün o beti benzi gitmiş. Kapkara bir suratla yaşamış hayatı boyunca. Bu yüzden Tulum Bacı, Besim Bey’e, Yorgancı, ölüm Besim derlerdi. Bu da Ramazan gecelerinde anlatılan bir Tulum Bacı öyküsüydü. Zonaro. Zonaro, 1800’lü yılların sonu 1900’lü yılların başında sarayda başraslan. İtalyan Zonaro. 1899 yılında Galata Köprüsü’nde Tulum Bacıları görüyor. Ve onların tablosunu yapıyor. Yanına giden insanlar. Ne yazık ki Zonaro’nun o tablosu bir yangında kül olup gidiyor. Tulum Bacılar arasında en meşhur olanlardan biriydi. Daha doğrusu öyküsü en çok anlatılan Bahriye idi. Bahriye Hanım, bir kadın Tulum Bacı. Evet, kadın Tulum Bacı da vardı. Bahriye, çocukken anne babasını kaybediyor.
Kimsesiz büyüyor. Kimsesiz değil, Tulum Bacıların arasında büyüyor. Bir çocuk. Tulum Bacıların böyle maskotları da vardı. Hep erkek çocuklardı. Ama tutuyorlar Bahriye’yi. Kız çocuğu olsa da Tulum Bacılara sahipleniyor ve maskotu yapıyorlar. Büyüdükçe görevi de değişiyor Bahriye Hanım’ın. Tulum Bacı Bahriye. Evleniyor fakat kocası hayırsızın biri, terk edip gidiyor Bahriye’yi.
Oğlu İsmail ile baş başa kalıyor. Tulum Bacı Bahriye’nin tek isteği bir anne olarak çocuğun okuması. Onu okutuyor da, oğlu İsmail okul birincisi. Ve bir gün İsmail annesine gelip diyor ki, Anne, ben askere yazıldım. Balkan Harbi. Arkadaşlarımla askere gidiyorum. Git oğul, ben de gazi annesi olurum. Ve oğlu bir fotoğraf çektiriyor. Askeri kıyafetle annesine gidip Balkan Harbi’ne gidiyor. Hiçbir mektup alamıyor Bahriye Ana oğlundan. Balkan Harbi bittiğinde çok sevdiği o tek oğlunun peşine düşüyor Bahriye Ana. Ve öğreniyor ki oğlu Balkan Harbi’nde şehit düşmüş. Üsküdarlı Vasıf Hoca, Üsküdarlı Vasıf Hoca,
o tulumbacıları çok güzel gezip dolaşmış, anlatmıştı. Onların öykülerini toplamıştı. Reşet Ekrem Koç’u, Üsküdarlı Vasıf Hoca’dan dinleyerek yazmıştır o tulumbacılar kitabını. Üsküdarlı Vasıf Hoca, Bahriye Ana’nın evine gidiyor bir gün. Ne yapıyorsun Bahriye Hanım? İyi misin diyor? İyiyim, İsmail’le konuşuyorum. Bir bakıyor, Bahriye Ana, oğlu İsmail’in fotoğrafını sedinin baş gözüne koymuş. Her gün onunla konuşuyor. Diyor ki Vasıf Hoca’ya,
”Vasıf kardeşim, annem babamı tanımadım. Eşim terk etti gitti. Ama ben bu acıya dayanamam. Bir anne evladının acısına dayanamaz.” Ve Bahriye Hanım kısa bir süre sonra hayata veda ediyor. Bir söz vardır. ”Bir anne yüreğindeki evlat acısı hep ilk günkü gibidir.
Bu ateş hiç sönmez. Yıllarca İstanbul yangınlarına koykoşan bir anne ama yüreğindeki ateşi hiçbir zaman söndüremiyor.” Geldik bir Mahya Işıkları’nın daha sonuna. Yarın yeniden birlikte olalım.
Sürçülisan ettiysek affola.
İlk Yorumu Siz Yapın