"Enter"a basıp içeriğe geçin

Matematik tarihini değiştiren İskenderiyeli Hypatia

Matematik tarihini değiştiren İskenderiyeli Hypatia

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=48PO2tEstcY.

Medeniyetin, bilimin ve sanatın başlangıç noktası olarak görülen antik Yunan ve Roma hakkında bildiklerimiz ne kadar doğru? Mesela Sokrates ve Aristo gibi ünlü filozofların aslında kadınları biyolojik açıdan eksik, psikolojik açıdan da yetersiz gördüklerini kaç kişi konuşuyor? Hatta bu fikirler asırlar sonra aydınlanma çağı denilen dönemde bile kabul gördü. İşte kadınları bilim dünyasında görmek istemeyen bu mentalite,
asırlar önce matematiğin ve felsefenin önderlerinden olan bir kadının canını aldı. Matematik tarihi denilince aklınıza ilk hangi isimler geliyor? Öklit, Arşimet, Pisagor… Evet, her biri matematikte bir dönüm noktası oldu belki. Ama onların çalışmalarını günümüze aktarmak için mücadele eden, kendi başına icatlar yapan bir kadın matematikçi,
asırlar önce cadı olarak ilan edildi ve katledildi. Suçu İskenderiye Kütüphanesi’ni ve bilimsel çalışmaları korumaya çalışması, kendi araştırmalarını yapması ve öğrenciler yetiştirmesiydi. Hiipatya, kimilerine göre milattan önce 350’de, kimilerine göre ise 370’te dünyaya geldi. Ünlü bir matematikçinin kızıydı. Babasıyla birlikte Mısır, İskenderiye’de yaşıyordu. Babası Teon, İskenderiye’nin son akademisyenlerinden biriydi. Kadınların nadiren eğitim alabildiği o dönemde,
kızına matematiği, felsefeyi ve astronomiyi bizzat öğretti. Hiipatya’nın annesi hakkında ise neredeyse hiç bilgimiz yok. Erken dönem Hristiyan tarihçi Socrates Scholasticus, onun tıpkı babası gibi sıradışı fikirleri olduğunu, öğrenmeye, keşfetmeye dair bitmek bilmez isteğini yazmıştı. Babasından aldığı matematik eğitimiyle yetinmeyen Hiipatya, kütüphanede saatlerce kaybolan, yeni öğrenme yolları keşfetmeye çalışan biriydi.
Hiipatya, babasının yalnızca öğrencisi değil, aynı zamanda da en büyük yardımcısıydı. Tüm bilimsel araştırmalarında ona destek oluyordu. Babası Teon’un görevlerinden biri de eski metindeydi düzenlemek ve arşivlemekti. Bunu yaparken Ökled’in Elementler Kitabı ve Yunan astronomların çalışmaları üzerine eleştiriler yazıyordu. Tüm bu süreçlerde babasının yanında olan Hiipatya, bilimsel araştırmalar üzerine kendi eleştirilerini yazmaya başladı. Yunan astronom Putolemi’nin kitaba hakkında yazdığı bir eleştiri,
babası tarafından tarihe şu şekilde not düşülmüştü. Putolemi’nin Alma Gessin’in 3. Kitabı üzerine eleştirisi. Kitap, kızım, filozof Hiipatya tarafından gözden geçirilmiştir. Kısa bir süre içinde Hiipatya, büyük geometricici, Pergel’i Apollyonist’un çalışmaları ve Diofantos’un aritmetikası dahil pek çok önemli eseri gözden geçirip eleştiriler yazmayı hızlandırdı. Bu çalışmalar öylesine ağır ve detaylıydı ki, Hiipatya’nın açık ve anlaşılır yazıları olmasa,
orijinal olanları anlamak fazlasıyla zordu. Yani bu genç kadın aslında geleceğin matematikçilerinin yolunu açıyordu. Ama kimse bunun farkında değildi. Sadece başka araştırmalar üzerine eleştiriler yapmak Hiipatya’ya yetmiyordu elbette. Kısa süre içinde kendi araştırmalarına başladı. Bu süreçte yeni bir tür üsturla picat etti. Bununla yetinmedi. Gözlemlerini daha kolay yapabilmek için bir dizi alet geliştirdi. Suyun altındaki nesneleri gözlemleyebilmek için bir hidroskop
ve sıvıların yoğunluğunu ölçmek için de hidrometre yaptı. Milattan sonra 400 civarında Hiipatya, babasının yerini aldı ve felsef okulunun başına geçti. Evet, matematikle uğraşan çoğu bilim insanı gibi Hiipatya da bir filozoftu. Öğrenciler bu genç ve yenilikçi kadını kitleler halinde takip etmeye başladı. Kısa süre sonra Roma İmparatorluğu’nun en güçlü ailelerinin çocukları dahi onun öğrencisi olmak için okuluna gelmeye başladı. Sokrates Skolaktikos, kilise tarihi isimli çalışmasında onu şöyle anlatıyordu. İskenderiye’de Hiipatya isimli bir kadın vardı. Filozof Teon’un kızıydı ve kendi zamanındaki tüm filozofları edebiyat ve bilimdeki başarıları ile geçmişti. Platon ve Plotinus’un okullarını takip ederek birçoğu öğretilerini dinlemek için uzak yerlerden gelen takipçilerine felsefenin ilkelerini öğretti. Zihnini geliştirmesi sonucu edindiği soğuk kanlılık ve rahat tavırlarından dolayı
sıklıkla yargıçıların varlığında halkın içinde görünmekten çekinmiyor, ayrıca erkeklerden oluşan bir meclise katıldığında kendini mahcup hissetmiyordu. Erkekler sıradışı asaleti ve etkileyiciliği nedeniyle ona daha çok hayran oluyorlardı. Hiipatya’nın yaptıkları gerçekten de o zaman için görünmemiş şeydi. İskenderiye ile sıradan kadınların evlerinin dışında nadiren göründükleri bir çağda şehir merkezlerinde eğitim veriyor, farklı fikirlerini insanlara anlatıyordu. Tarihin pek çok döneminde olduğu gibi o dönemde de bilim ve sanat erkeklerin ilgilenebileceği alanlar olarak kabul ediliyordu. Bu yüzden bir akademisyen olmasına rağmen Hiipatya’nın cüppesi dahi yoktu. Çünkü o cüppeler bile yalnızca erkekler için tasarlanmıştı. Yine de bu durumun kendisini yıldırmasına izin vermiyor, kendine göre dizayn ettiği bir cüppe ile insanların arasında karışıp derslerini anlatıyordu. Büyük bir etkileyicilikle matematik, astronomi, tarif ve feslefe üzerine konuşmalar yapıp öğrencilerini tartışmaya davet ediyordu. Onu dinlemek için toplananlar entelektüel bir ikimi, konuşmasının etkileyiciliği ve vizyonerliği karşısında hayran kalıyordu. Tüm bunların yanı sıra Hiipatya çok da güzel bir kadındı. Sık sık evlenme teklifi alıyordu ancak ne yazık ki onu ve çalışmalarını engelleyebilecek biriyle hayatını birleştirmek istemiyordu. Kendisiyle yalnızca güzelliği için evlenmek istediklerini bildiğinden teklifleri reddediyordu. Şairler onun Platon’un ruhundan ve Aphrodite’in güzelliğinden oluştuğunu söylüyorlardı.
Ama ne yazık ki kendisine ait herhangi bir heykel veya resim günümüze kadar ulaşabilmiş değil. İskenderiye’nin bilimsel mirasını geleceğe taşımak için var gücüyle çalışıyordu. Çünkü o dönemde İskenderiye bilginin merkezi haline gelmişti. Peki nasıl olmuştu bu? Büyük İskender tarafından kurulan bu şehir zamanla genişletildi. Daha sonra Büyük İskender, generallerinden Putölami’yi buraya kalkındırması için görevlendirdi ve kendisi de askeri faaliyetlerine devam etti. Putölami şehri büyütüp güzelleştirirken bir yandan da dünyanın en eski ve önemli kütüphanelerinden biri olan İskenderiye kütüphanesini kurdu. Aynı zamanda müze, tapınaklar ve bir pagan yapıtı olan serapyumu inşa ettirdi. Günden güne gelişen ve kütüphanesiyle ilgi çeken İskenderiye’ye antik çağın ünlü bilim insanları akın etmeye başladı. Suyun kaldırma kuvvetini keşfedişiyle tanıdığımız Arşimet burada eğitim gördü. Ötlid araştırmalarını İskenderiye’de sürdürdü. Matematikçi ve mühendis Heron’da çalışmalarını bu şehirde yürtenlerdendi. İşte Hippatya, böylesine büyük bir zenginliğe sahip şehrin kütüphanesini, arşivlerini korumak, burada yapılan araştırmaları daha anlaşılır biçimde gelecek nesillere aktarmak istiyordu. Hippatya hem güzelliği hem de bilgi birikimiyle ününü ünk atarken fikirleri şehrin önde gelenleri tarafından değerli bulunmaya başlandı. Aristokratlar, askerler, konse üyeleri. Hepsi zamanın önemli meseleleri üzerine ondan tavsiyeler almaya gidiyordu. Bunlardan biri Roma İmparatorunun İskenderiye valisi olarak atadığı Orestes’ti. Hippatya ve Orestes fikirlerinin de bezelliği sayesinde kısa sürede yakın arkadaş oldular. Sıklıkla şehirin sokaklarında dolaşıp felsefe ve politiko üzerine tartışırken görülüyorlardı. İkisi de Hristiyanlığın yayıldığı o dönemde pagan kalmayı tercih etmişlerdi. Ama Hippatya pagan olmasına rağmen Hristiyanlar ve Yahudileri okuluna kabul ediyordu. Ne yazık ki Hippatya’nın bu şöhreti onun sonuna hazırlıyordu. Nasıl mı? 5. yüzyılın başlarında İskenderiye vali Orestes ve Hristiyan Cyril arasındaki güç mücadelesinin merkezi oldu. Evet, Hippatya ve Orestes paganlardı. Ancak gitgide artan ve yayılan pagan avından henüz etkilenmemeyi başarabilmişlerdi. Hristiyanlığın Roma’da yayılması pagan uygulamalarının ve fikirlerinin ortadan kaldırılması anlamına geliyordu. İskenderiye’nin önceki psikoposu Theophilos, milattan sonra 412 yılında öldüğünde yerine alacak iki aday bulunuyordu. Yeğeni Cyril ve baş diyakozu Timoti. Üç gün süren kanlı bir sokak çatışmasının ardından Cyril Timoti’yi yendi ve yeni psikopos olarak yerini aldı. Gücünü pekiştirmekle insanların gözünü korkutmak için de takipçilerini paganların ve Yahudilerin üzerine saldı. Saldırılar ve karşı saldırılar aylar boyunca devam etti. Sivil otoriteler olayları durdurmayı başaramadı. Sokaklar pagan, Yahudi ve Hristiyan çatışmalarının ortasında kana boyanmıştı. Pagan tapınanı Serap Yum harap edilmiş ve kütüphanesi yakılmıştı. Hippatya tüm bu olanlar karşısında dehşete düşmüştü. Elbette yakın arkadaşı Orestes’e destek veriyordu. İşte bu Cyril için tehlike demekti. Çünkü Hippatya’nın konuşmasıyla ve kültürüyle kitleleri peşinden sürükleyebileceğini biliyordu. Zaten bu popüleritesinden ötürü Hippatya’ya başından beri düşman kesilmişti.
Sonunda karanlık planını devreye soktu. Hippatya’nın bir cadı ve büyücü olduğunu, kara büyüyle ilgilendiğini, böyle giderse tüm İskenderiye’yi lanetleyeceğini söylemeye başladı. Onu tüm zamanını büyüye, usturlaplara ve müzik aletlerine alayan bir büyücü olmakla suçladı. Suçlamalar her ne kadar saçma olsa da Cyril’in taraftarları üzerinde etki etmişti bile. Böylece Hippatya’dan kurtulmaya karar verdiler. 415’te bir gün evine gitmekte olan Hippatya’yı iki tekerlekli arabasından indirip linç
etmeye başladılar. Filozof çuplisini üzerinden zorla çıkardılar. Onu saatlerce yollarda sürükleyerek eziyet ettiler. Sonunda yakınlardaki bir kiliseye götürdüler. Burası bir zamanlar Kleopatra tarafından sevgilisi Mark Antony için yaptırılmış bir tapınak olan sezaryumdu ve Roma İmparatorluğu’nda Hristiyanlığın yayılmasıyla birlikte kiliseye çevrilmişti. Acımasız kalabalık yollarda sürükleyerek getirdikleri Hippatya’yı kilisenin ortasına attılar. Onu kırık çömlek parçaları ve taşlarla öldüresiye dövdüler. Tarihin en büyük utanç kaynaklarından biri olan bu olayı Hristiyan tarihçi Yohannes şöyle anlatıyordu ve o günlerde İskenderiye’de Hippatya adında pagan bir kadın filozof ortaya çıktı. İnsanları şeytanın icadı olan aletlerle kandırdı. Onları kötülüğe davet etti. Şehrin valisi Orestes de onun yanındaydı. Böylece cezayı hak ettiler. Hippatya’nın ölümünün ardından, Sirin’in emriyle İskenderiye Üniversitesi yakıldı ve mahvedildi. Pagan tapınaklarından geriye iz bırakılmadı. Sanatçılar ve bilim insanları İskenderiye’den toplu şekilde göç etmeye başladılar. Tüm bunların ardından Sirin, kilise tarafından aziz ilan edildi. Hippatya’nın başına gelenlerse tarihte Hristiyanlık ve paganizmin ilk kez keskin şekilde çatıştığı ve ayrıştığı dönüm noktası olarak kabul edildi. Peki ya sonra? Hangimiz tarih kitaplarında onun adını Sokrates, Arşimet ya da Pisagor kadar duyduk? Maalesef ömrünü bilime ve felsefeye adamış bir kadın tarih boyunca erkekler kadar çok dikkat çekmedi.
Çalışmalarının çoğu ölümünden sonra kilise tarafından yok edilmeye çalışıldı. Ancak öğrencilerinin mektupları, anıları ve onun çalışmalarına dair tuttukları notlar sayesinde günümüze dek Öklit gibi isimlerin çalışmaları aydınlatıldı. Yani araştırmaları yok edilmeye çalışan bu kadın sayesinde matematik tarihinin bilinmeyenleri çözülmüştü. Kim bilir yazdıkları günümüze dek ulaşsaydı daha neler öğrenecektik kendisinden? Hippatya’nın ve bilim tarihinin bu trajik öyküsü asırlar sonra 2009 yapımı Agora
filminde gözler önüne serildi. Ancak film gösterime girdiği ilk dönemde Hristiyan dünyası tarafından büyük tepkiyle karşılandı. Günümüzde Hippatya’nın hikayesi eskiye nazaran daha çok biliniyor. Ancak yine de diğer filozoflara kıyasla pek de tanındığı söylenemez ne yazık ki. Ömrünü bilime adamış ve bu yüzden hayatına son verilmiş Hippatya hakkında yorumlarınızı
bizimle paylaşmayı unutmayın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir