Mevlid Kandili Sohbeti – CANLI (07 Ekim 2022) – Osman Nuri Topbaş
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=L8cmMSgQVYc.
Edeb-i Mâce, İlahi ve Selî… Çok muhterem kardeşlerimiz, tekrar tekrar, Rabb’ü’l-Ayyîn, velâdet kandili mübârek olsun. Âmâ. Şunu unutmayalım ki, bugün Rasûlullah Efendimiz’i yakından tanıyabilirsek, yarın mahşerde de O bizi tanır. Havs-ı kerânı bizlere kabul eder. Gönlümüz, O’nu görecek kıvamda olursa, O da bize nazar kılar.
O’nu duyar ve dinlersek, O da bizi ihsanlarıyla âbâd eder. Bu cihan, O’nun gibi müstesnâ bir gönül hiç görmedi. Yer ve gökler, O’nun gibi muhteşem bir ahlâk âbilislerine şahit olmadı. Rabbimiz buyuruyor, Allah’ın size olan nîmetlerini saymaya kalkarsanız, sayamazsınız. Bunun en başındaki nîmet, Rasûlullah Efendimiz.
Yine gâfiller için, Enbiyâ Sûresi’nde Cenâb-ı Hak, insanların hesaba çekilecek gün yaklaştı. Yani kıyamet yaklaştı. Yani on bin sene olsa, yine sonsuz bir, ebedî bir hayata gireceğiz. O kadar kıyamet yakın, bitmeyen bir hayat devam edecek. Böyleyken onlar gaflet içinde yüzüyorlar buyuruyor Cenâb-ı Hak, gâfiller.
İnsan, kendisine ihsan edilen bütün nîmetlerden hesaba çekilecek. Cenâb-ı Hak, سُمَّ لَتُسْعَلَى يَوْمِذٍ عَنِ النَّعِيمِ O günü, kıyamet gününe yararlandığınız nîmetlerden elbette hesaba çekileceksiniz. Hamdolsun, müslüman olarak yaratıldık ve îman nîmetiyle nasiplendik. Allâh’ın kelâmı, Kur’ân-ı Kerîm’e muhatap olduk. Âlemlere rahmet olan gönderdiğimiz Muhammed, sallâllâhu aleyhi ve sellem, meccânen bir bedel ödemeden ümmet olduk. Cenâb-ı Hak buyuruyor, âyet-i kerîmede, لَقَدْ مَنْ نَ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ Müm’inlere büyük bir lûtuf da bulunmuştur Cenâb-ı Hak. Üç vazife ile dîn-i tebliğ edecek ve Yüzek-i Kîhim onların gönül âlemini tedavi edecek, teski edecek. O kalplerde Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî sıfatların tecellisine vesîle olacak.
Onların gönül âlemini tedavi edecek, teskeye edecek. O kalplerde Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî sıfatların tecellisine vesîle olacak. Kitap ve hikmet o kalpte tecellî edecek. Kur’ân-ı Kerîm ve Kur’ân’da hikmetler, sırlar o kalpte tecellî edecek. Yani kul, Cenâb-ı Hak’la dost olacak.
Yine bu gecelerin, bugünün, bu ayın ehemmiyete bakımından, İmâm Kastelâne Hazretleri, bu Buhârî şârihi, o bir rivâyeti var. Efendimiz’in amcası Ebu Leheb’in bir câriyesi vardı, Süveybe Hâtun diye. O müslüman oldu o hanım. Ebu Leheb’in yeğenin doğduğu müjdesine Ebu Leheb’e haber verdi.
Ebu Leheb de sırf kavmî asabiyetten dolayı bu câriye âzâd etti. Çünkü akrabanın çoğalmasında bir övünme meselesiydi. Ebu Leheb’in kardeşi Abbas’la diyalanan, bu hadise alâkalı olarak şunları bize naklediyor. Ebu Leheb’i ölümünden bir sene sonra rüyamda gördüm. Çok kötü feci bir hâldeydi. Sana nasıl muamele edildi diye sordum. Ebu Leheb, durumu çok kötü dedi, çok fena dedi, azap içindeyim dedi. Yanında dedi, Muhammed’in, Sallâllâhu aleyhi ve sellem, tabi o şekilde diyor, doğumuna sevinerek Süveybe’yi azap ettiğim için, pazartesi günleri azâbım hafifletiliyor. O gün başparmağımla işaret parmağının arasından şu küçük yeğen çıkan su ile serinlemekteyim, cevabını verdi. Kırâd âlimi, meşhur İbn-i Cezâri, bu kısa sıradan hareketle buyuruyor ki, Kur’ân’da zemmi, yani lânet edilmesi hakkında âyet nâzil olan ve cehennemde azap gören ebîbî,
bir kâfire, Peygamber Efendimiz’in doğumuna sırf akraba asabı seviye ile sevindi diye, böyle bir lûtufta bulunuyor Cenâb-ı Hak. Peygamber Efendimiz’in mevlidî ile sevinip, O’nun muhabbeti ile yetinceye kadar infakta bulunması hâlinde, ümmetinden muvâhit bir mü’mine ne nimetler ikramı olunur, bunu düşünmek lâzım.
Elbette böyle bir mü’min, kerîm olan Allah’tan nâil olacağı mükâfâtı, Rabbimizin geniş ihsanlarına ve nâim cennetlerine kavuşması olacaktır. İmam Kastani âle-i Şerîf’e devam eder, ehl-i İslâm, yani mü’minler, Rasûlullah’ın doğduğu bu ayı ihya ederlerse,
ziyafetler verip cömertçe davranırlarsa, fakirleri, garipleri her türlü yardımda bulunursa, onların gönüllerini alırlarsa, sevinç ısrar ederek hayırlarını artırırlarsa, yaptığı her hayırdan sevinirlerse, yani Allah Rasûlü’nün ümmet olmanın sevinciyle yaşarlarsa, yine mevlid okumaya, îtinâ göstererek sohbetlerine, hâsırlarına,
yine mevlid okumaya, îtinâ göstererek, sohbet ederek bu ayın bereketinden istifade ederlerse, böyle yapanların, böyle amelde işleyenlerin, o yıl belâlardan kurtulduğu ve ne delikleri varsa yerine geldiği tecrübe edilmiştir.” buyuruyor İmam Kastani Hazretleri.
Rasûlullah Efendimiz’e kalbime yaklaşın, amellerimize Rasûlullah Efendimiz’e amellerine benzetmeye gayret etmeyi, yaşamayı ve yaşatmayı vesîle olmayı Rabbimiz cümlemize nasîb eylesin. Bu meyanda, işte bu mübarek ayın rûhâniyetinden istifade edilmek için iyilik yarışına girdi Ehl-i İslâm.
Sadakalarla, fakir fukaraya, ikramlarla, hediyelerle, civarında cihâret kimseyi, mahsûn günleri el uzatmakla, Rasûlullah’ın doğduğu bu ayda bol bol Kur’ân-ı Kerîm okumak ve bilhassa irşad bekleyenleri irşad etmek. Yani müsterşede irşad, bilhassa zamanımızda irşad bekleyen çok insanlar var.
Hepimizin vasifesi de bu irşad edenleri irşad edebilmek. On bir yerde Kur’ân-ı Kerîm’de emr-i bîn-i mâruf-ü nehy-i âlim-i müker geçiyor. Sahâbî bu sebeple Allah’ın verdiği bu nimetin bedelini ödemek için, îman nimetinin Çin’e gitti, Semâkant’ta gitti, Afrika’ya girdi, insan olan her yere sefer etti. Bu îman bedelini ödemek. Cenâb-ı Hakk’ın verdiğimiz nimetlerden sorulacaksın buyruluyor. Yani Rasûlullah Efendimiz’in hayatını öğrenmek, öğretmek, yaşama gayretlerine bulunabilmek, insanları doğru bir şekilde Rasûlullah Efendimiz’i tanıtabilmek, bu vesileyle, bu ay vesileyle fırsat ittihaz etmek, büyük bir bereket olur inşâallah.
Allah Rasûlü’ne ümmet olmanın sevinciyle yaşayalım. Bu nimetin şükrünü edâ edelim, benim gayretimle olalım inşâallah. Efendimiz’e ümmet olma öyle bir sevinçtir ki, bize bütün dünya çile ve sıkıntılardan unutturur, evliya alandır, umuduna, onlarda hiç hayattan, şikayetten, iptilâlardan en ufak şikayet yoktur. Devamlı râdı, râdiyen, Allah’tan râzı olarak yaşarlar. Efendimiz’in ümmet olmanın sevinci, bir mütefekir şöyle bir îzah eder.
Trillonlar olan bir kimse, yolda beş kuruş düştüğünü se üzülür mü ona, dönüp bakar mı? İşte bu dünya, bu âhiret âlemin yanında bu beş kuruş bir para gibi bile değildir. Onun bile kıymeti yoktur. Kıyametten dünyaya bakış, Cenâb-ı Hak «إِلَّا عَشِيَتًا اَوْدُحَهَا»
Sanki bir sabahın erken gecenin hafif bir karanlığı, loş karanlığı, bir de sabahın fecir vakti gibi o kadar kısa bir zaman. Efendimiz’in arasında fakirler vardı, zenginler vardı, hastalar vardı, dertler vardı, mahrumlar vardı, kimsisler vardı.
Fakat hepsi de Rasûlullah Efendimiz’in etrafında pervânî olmanın huzûru içindeydi. Sayısı misallerden biri, mesela Enser’den Sümeyra Hatun vardı. Uğut Harbinde beş yakını kaybetti, şehid oldular. İki oğlu babası, kocası kardeşi şehid oldu. Tesellî etmeye gittiler. Yok desin bana Rasûlullah’ı gösterin dedi. Efendimiz görünce eteğini öptü. «–Yâ Rasûlâllah dedi, eğer sen sağ olmasaydın, beni şu dünyada hiçbir şey tesellî edemezdi.» Rasûlullah Efendimiz’le bulan muhabbet. İşte sahâbî hep bu muhabbetin içindeydi.
Daima «–Anam, babam sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah, sen sağ olduktan sonra gayrı hiçbir şeyi aldırmam.» diyorlardı ashâb-ı kirâm. Birkaç daha misal dedi, bilhassa hanımlar için. Meselâ Afrâ Hatun vardı, bunun üç tane oğlu vardı. İkisi şehid oldu. Afrâ Hatun dedi ki «–Yâ Rabbi’de elhamdülillah, iki oğlum şehid oldu. Fakat bir oğlum kaldı, keşke o da şehid olsaydı.
Bu şehidlerin bu rahmetinden istifade etseydi.»» Bunu saymakla bitiremeyiz. Hem hanımlarda hem beylerde. Ashâb-ı kirâm nasıl –sallâllâhu aleyhi ve sellem- seviyordu ve nasıl Kur’ân ve Sünnet’e ittibâ hâliydi, nasıl canıyla, malıyla Cennet’i satın almanı, hattâ hatta Rasûlullah Efendimiz’in Cennet’te beraber olmanın iştiyâkı için,
hattâ hatta Rasûlullah Efendimiz’in Cennet’te beraber olmanın iştiyâkı içindelerdi. Yani sahâb-ı kirâm, Rasûlullah’ın beraber olmanın mânevî lezzetiyle yaşadı. Bütün gâyeleri esas hayat olan âhirette onunla beraber olabilmekte. Bu sebeple en çok üzerinde durdukları müjde, Peygamber Efendimiz’in «elmerumâ men ehâbbe» ki sevdiğiyle beraberdir. Bu velâdet kandili, anne-babalar için mühim bir imkân. Kandilerde evlâtlarımıza hediye almak, o güne mahsus ikramlarda bulunmak, evlâtlarımızın yaşadığı mûhitte Eyüp Sultan Hazretleri’ne, Azimâhme Hüdâzîn’e, Yahya Efendi’ne ziyarete bulunmak ve onların temiz kalplerine mânevî bir heyecan, muhabbeti, ikramda bulunmaya gayret etmek.
Evlâtlarımızla âhirette beraber olmak istiyorsak emek vermek îcâb eder. Meselâ burada Meryem’in annesi Hâne Hâtûn çok misaldir. Hâne Hâtûn’un derdi, daha hamileyken başladı. Ve evlân daha doğmadan Beyt-i Makdise adada. Ve o evlât, bu derdin bereketiyle, annenin bu derdiyle, bu evlât Hazret-i Meryem oldu.
Kur’ân-ı Kerîm’de 34 yerde Meryem geçiyor. İsmi geçen tek hanım, Cenâb-ı Hak, iffetini koruyan Meryem buyuruyor. Eğer kalpler ayrı ise, ayrı dünyadaysa, evlât ile anatomik yakınlık bir fayda vermez.
Anatomik yakınlığın beraberinde, kalbi beraber yok ise, bunun hiç anlamı yok. Hatta zararı var. Cenâb-ı Hak Nuh aleyhisselâm’a, “-Ey Nuh!” dedi, “-Senin oğlu Kenan’ın gemiye binmesini istedi. O ben dağa çıkarırım, kendimi kurtarırım.” dedi. Üzüldü çok. “-Yâ Rabbi, bu benim ehlimdir.” dedi. Cenâb-ı Hak, bu evlâtla beraber olup, birbirine bir şey söyleyelim. “-Ey Nuh!” dedi. “-O’nun ameli gayr-i sâlih.” dedi. “-O’nun ameli, îtikâdı bozuktur.” dedi. “-Sakın o benim ehl-i beyti, ehlimden diyerek, câhillerden olma.” buyurdu. İbrahim Enz’in babası öyleydi, Âzer. Rûd ve Sâlih aleyhisselâm’ın karıları öyleydi. Onlar hepsi, fâsıklarla beraberlikten kötü bir âkıbet-i dîçâr oldu. Anne-babanın sanatı evlattır. Mü’min ve mü’mine evlâdının derdinde olmalı. En merhametli ebeveyn, evlâdının âhiretin derdinde olan ebeveynidir. Hazret-i Meryem’in annesinin evlât hassâsiyeti, onu iyi düşünmek lâzım. Lokman aleyhisselâm’ın Lokman Sûresi’nde evlâdının nasihatleri iyi okumak lâzım. Ömer bin Abdülaziz’in evlâtlığına dair tevekkülü diyorlar. Evlâtlığına ne bıraktın? O diyor ki eğer benim yolumda ise, Allah yolundaysa, âyetle buyuruyor, Allah onun velâyetini üzerine almıştır. Eğer yok fâsıksa, yine Cenâb-ı Hak buyuruyor âyette fâsıklara vermeyin. Ahmed bin Hanbel Hazretleri, İmam Mârek Hazretleri, bunları anne-babaların, onlarla bir hassâsiyetlerini görüyoruz. Muhabbetin nakşedilmesi, âdeta taşı işlerinden nakışlar gibi kalıcı olur. Bugün yüreği şefkatle çarpar. Merhamet sahibi sâlih ve sâlih anne-babaların en mühim vazifesi, evlâtlarını Kur’ân’a ve Sünnet’e ittibâ hâlinde yetiştirmektir. Ona İslâm karakter, İslâm şahsiyetini arkasından miras bırakmak, kendine sadaka-i câriye olmasıdır. Yavruların gönüllerini Allah Rasûlü’nün muhabbetiyle doldurmaktır. Bugün küresel güçler. Evlâtlarımızı bizden koparmak için binbir kılığa giriyor. İnternet, televizyon, modalar sayesinde gönüllerini zehirlemeye çalışıyorlar. Bunlara asla fırsat vermemek lâzım. Rasûlullah Efendimiz buyuruyor, çocuklarınızı üç hususta yetiştirin. Birincisi, en büyük tahsil, Rasûlullah Efendimiz’i anlatmak, fazîletlerini anlatmak. Bu şekilde Rasûlullah Efendimiz’in sevgisi, birinci şart buyuruyor Efendimiz. Çünkü, مَنْ يُطُعِرُ رَسُولَ فَقَدْ اَتَى اللّٰهِ Allah Rasûlü’ne itaat, Allah’a itaattir buyuruyor. İkinci, ehl-i beyat sevgisi. Yine Efendimiz buyuruyor ki,
Müttehîler diyor, takvâ sahipleri, hanım olsun, bey olsun, onlar benim ehl-i beytimdir buyuruyor. Üçüncüsü, Kur’ân-ı Kerîm kıraati. Düzgün bir Kur’ân-ı Kerîm öğrenimi. Bu, anne-babanın üzerinde vâcip olan bir hâdise. Eğer olmazsa ne olur? O evlât kıyamet günü ana-babadından daha vâci olacak.
Rabb-i levenin bu şûr-i ihyâsı, Peygamberimizin olan yakınlığımızın bir nişânesidir. Cenâb-ı Hak, Âdem a.s. ve havvadan itibaren insanı âile içinde yetiştirdi. Birçok peygamber secdeleri hâlinde aynı âileler devam etti. Âile mes’ûliyet esasına dayanır. Bugün dayatma diyorlar.
Dayatma var. Beyi hanımına, hanımı beyinin zimmetlidir. Evlâdı anne-babaya emanettir. Evlât, ana-babasına, evlâdı ana-babasına Cenâb-ı Hak ihsan emretti. Sılayı Rahim ile beraber geniş ve güçlü bir aile içinde İslâmî değerleri yaşattı ve yaşatılacak.
Peygamber’in ilk inananlar, Hazret-i Hatice evlâdı, yerinde Zeyd, yeğeni Ali. Yani ilk aile kuruldu. En yakın arkadaşı Hazret-i Ebu Bekir oldu. İlk tebliğ yakınlarıyla başladı. Onun için bugün bu çok mühim küresel güçler, bugün aileyi çökertmeye çalışıyor.
Çünkü aile, mukaddes bir yuva olursa, dışarıdan gelen bütün hücumlara karşı mânevî bir kale hükmünde olur. Aileyi muhafaza eder. Cahiliye döndürmeyi arzu eden şer güçler, hedefine o zaman ulaşamaz.
Fakat o aile kalesi düşerse, beşeriyet, âdeta diğer mahlûkün sürülerine döner. Hiçbir mes’ûliyet, mahremiyet, ayıp günah tanımayan bir insan tipi meydana gelir. En muhteşem aile, Efendimiz’e ailesiydi. Dünyâne âyet bir şey yoktu. O aileye dinleyip,�네 Bud’un ailesini yallama kullanmıyordu.
Dünyanın âyet bir şey yoktu. Fakat hiçbir kız, babasını öyle sevemez. Hiçbir baba evlâdını öyle sevemez. Efendimiz’in Fâtıf-ı Mâlîm’si’nde deyip, hiçbir bey, hanımını öyle sevemez. Hiçbir hanım beyini öyle sevemez. İşte bu, Efendimiz’in yuvasıydı. Ne vardı o yuvada? Rıza vardı. Tevekkül-teslîmiyet vardı. İbadet vardı. Efendimiz’in ahlâkı vardı.
Efendimiz buyuruyor, bu da çok mühim bir hadîs-i şerîf. İnsan ve cin’in isyankârlarını hariç, insan ve cin’in isyankârlarını hariç, bütün mahlûkat benim, Allâh’ın Rasûlü olduğumu bilir. Kim bilmezse, bir gâfiller bilmez. Onun için cemâdât demeyi, cansız varlık dediğimi şeyler tanıyordu. Meselâ, Uğut bizi sever, biz Uğud’u severiz buyurdu.
Hazret-i Ebû Bekir Efendimiz, Ömer Efendimiz, Osman Efendimiz, Uğut dağına çıktılar, Uğut sallandı. Efendimiz buyurdu, ey Uğut dedi, Üskün dedi, sâkın ol dedi. Üzerinde iki şehid, bir sıddık var dedi. Hazret-i Ebû Bekir Efendimiz vefat edince, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman Radıyası şehid olacaktığını anladılar.
Hazret-i Ali Rasûlü naklediyor, Rasûlullah Efendimiz birlikte Mekke’deydi diyor, beraberce Mekke’nin bazı yerlerine giderdik diyor. Dağların ve ağaçların arasından geçtiğimiz zamanlar, Peygamber Efendimiz’i karşılarında bulunca, dağlar ve ağaçların, es-selâmü aleyküm, yâ Rasûlâllah! dediğini duyardım. Nebâtat tanıyordu, bitkiler tanıyordu. Hurma Kütüğü tanıyordu. Bu messevîde Mevlânâ bunu uzun uzun anlatır. Bak der, bir de Kütük der, Hurma Kütüğü Rasûlullah tanıdı, ağladı der. Hadis-i mütevâdî. Sen ne kadar tanıyorsun der. Bir Hurma Kütüğü kadar muhabbetin var mı der Mevlânâ. Yine hayrı bir hâdise. Yine Nebâtat’ın tanıması hususunda. Efendimiz bir ağaç altında uyuyordu.
Bir müşrik geldi, Muhammed, kalk dedi. Seni beni emrinden kim kurtarır şimdi dedi. Elini kılıcını aldı. Rasûlullah, Allah kurtarır dedi. Adam şaşırdı, kılıcı elinden düştü. Peki Muhammed dedi, sen bana Peygamber olduğuna dair ne kadar tanıyorsun der. Efendimiz bir ağaca işaret etti. Ağaç köküyle sürüne sürüne Efendimiz’in huzûna geldi, eğildi. «Esselâmü aleyküm yâ Rasûlâllah!» dedi. Adam dedi ki, Muhammed dedi, şimdi ben îmân ettim dedi. Müsaade et şimdi, ayakta öpeyim dedi. Efendimiz yok dedi. Allah Celle celâlâ kulunu yaratacak. Müsaade et şimdi, ayakta öpeyim dedi. Efendimiz yok dedi. Allah Celle celâlâ kulun kula secde etmesini haram kıldı.» buyurdu. Velhâsıl o ağaç tanıdı, hurma kütüğü tanıdı. Hayvanat tanıyordu. Sahibde zulüm gören bir deve ağlayarak Efendimiz’e geldi. Efendimiz sahibini çağırdı, sahibini inkâz etti.
Yine Şifâ-i Şerîf’te, Kâz-ı İyaz’ın. Efendimiz’in devesi adbâ vardı. Yani kasvâ. Rasûlullah’ın vefatından sonra kendisini çöle vurdu. Bir şey yiyip içmedi, o şekilde çölde öldü gitti Efendimiz’in hasretiyle. Cenâb-ı Hak Efendimiz’i, وَمَا اَرْسَنَّاكَ لِلَّا رَحْمَتًا لِلْعَالَمِينَ buyuruyor.
Yani وَمَا اَرْسَنَّاكَ لِلَّا رَحْمَتًا لِلَّا عَالَمِينَ, bütün âlemlere rahmet. Kıyamete kadar bütün insanlara rahmet, hayvanata rahmet, nebâtaata rahmet. Bir mü’min de rahmet insanı olacak. Efendimiz’e yaklaşacak, onu kalpten tanınacak, rahmet insanı olacak.
Rahmet insanı olabilmek için de Efendimiz’in izini takip edecek. Nasıl takip edecek? Bir gölgenin gövdeye olan sâdâkati gibi. Nasıl bir gölgeyi gövdeden ayıramazsan? Esâb-ı kirâm o şekilde oldu. Cenâb-ı Hak buyuruyor, Üsvet-i Haseneh, Üsvet-i Haseneh Efendimiz örnek şahsi. Bütün ne kadar kıyamete kadar karakterler varsa şahsiyet değişir, hepsine Efendimiz bir örnek. Hiç kimse diyemez ki, benim başımda şu var, bu asr-ı saâdetlerden geçmedi, Efendimiz bunun reçetesi vermedi diyemez. Onun için Cenâb-ı Hak buyuruyor, and olsun da yemin olsun, Rasûlullah için üç şart koyuyor. Allâh’a kavuşmayı umanlar, Allah rızasında olanlar. Bir mü’min daima ben Allah rızasında, müticâri hayat, aile hayatı, evlât yetiştirmeyi. İkincisi, âhiret gününe kavuşmayı umanlar. Daima hesap, zere, küre, zereden küre, her şeyin hesap vereceği unutmayacak. Cenâb-ı Hak,
Hattâ Lokman Sûresi’nde, Lokman aleyhisselâm’ın oğlan misalinde, yapılan bir işte zerre kadar olsa diyor, bir hardal tarihinde olsa diyor, tâ semânın içinde olsa diyor, yerin delilikle olsa diyor, Allah senin önüne gelecek diyor. Allâh’ı çok çok zikredenler için örnek oluyor. Demek ki bilhassa bu zamanda,
Rasûlullah Efendimiz’in Sünnet-i Seniyye’nin çok itinâiyeti, namazlarda, diğer beşerî hâdiselerde, rezâket, zerafet, iffet vs. Maalesef bu bugün zayıfladı. Abdullah bin Deyliymi Hazretleri, Sünnet’e aşk ile bağladığın emmiyetini şöyle ifade eder,
Bana ulaştığına göre der, dînin yok olup gitmesinin baş dinçinin sebebi, Sünnet’in terk edilmesiyle olacaktır. Halatın lifleri çözüp çözüp nihayet de kopması gibi, din de Sünnetlerin bir terk edilmesi dolayısıyla ortadan kalkar. Onun için bilhassa erkeklerin câmileri devam, cemaate devam. Yine hep Sünnet-i Seniyye’nin, Efendimiz’in Sünnet-i Seniyye’nin, Sünnet-i Seniyye’nin, Sünnet-i Seniyye’nin,
hep Efendimiz’i yavrularına sevdirmek, bütün Sünnet-i Seniyye’nin icâblarına dikkat etmek. Mü’min, bir müslüman, Efendimiz’in güzel ahlâkından hissedar oldukça şu gibi meziyetlere nâil olur. Gönlü-ilâhî muhabbette seviye kat eder. Böyle mü’minin gönlü-ilâhî muhabbette seviye kat eder. Merhamet ve şefkat artar Efendimiz’i yakadan tanıyanların. Hizmet için üşenmez, zor gelmez, ağır gelmez. Hizmet, bir lezzet verir. Tevâzu ve nezâketi aslâ elden bırakmaz, mütevâzı olur. Kendini bir abdi âciz olarak görür, Allâh’ın bu lütfuları karşında.
Cömert ve ihsan sahibi olur. Hak ve adâletten ayrılmaz. Saygı ve hürmette kusur etmez. Kanaat ehli olur. Kanaatle zenginleşir. Kanaatle huzur bulur. Es-sâdık el-emîn olur. Zaten Efendimiz’de, müşrikler bile daha evvelden, el-emîn, es-sâdık geldi. En doğru insan geldi derlerdi. Daima hüsn-ü zan içinde olur.
Yaptığı her işi ihlâs ile yapar. Sabrı elden bırakmaz, edep ve hayâ üzerine yaşar. Affedici olur, affedici, onun ayrılmasına bir parçası olur. Bu çok mühim kardeşler. İşte Efendimiz, sallâllâhu aleyhi ve sellem, Yemen’e döndü. Ben de buradan gelen nefesi Rahmânî’yi duyuyorum dedi.
Biz de ne kadar bu sadâkat içinde olursak, muhakkak bizden de Efendimiz’e bir nefesi Rahmânî gider. Diğer taraftan, bir mü’min Efendimiz’le aynıleştiği ölçüde, enâniyetten kurtulur, ben lafını unutur. Daima, yâ Rabbi Sen der. Kimseye haksızlık etmez. Bir karıncaya bile haksızlık etmez.
Zulmetmez. Hiç kimseye kin ve intikam beslemez. Affedici olur. Hırs, tamah, fitne, gurur, kibir, yalan, cimrilik, onun lukatında bulunmaz. Gıybet etmez, tecessüste bulunmaz. Merhamet ve şefkat yoksulluğu vs. bir kötü vasıflardan temizlenmiştir.
Bu mevlid kandili’nin ihya etmeyen en güzel şekli, ömrümüz boyunca, sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’le beraber olabilmektir. Yani her hâlimizde, Allah Rasûlü benim yanımda olsaydı, benim bu hâlimize tebessüm eder miydi? Yani bir gölgenin bedeni olan sadâkati gibi aynı. Bu isyâs, son nefesime kadar,
kalplerimizde taşıyabilmek. Daima benim bu hâlimize Allah’a tebessüm eder miydi? Yoksa mübârek yüreği mahzun mu olurdu? Hayatta aldığımız her kararı, atacağımız her mühim adımı, önce Allah Rasûlü’nün tasdik ve tavsiyenin, seninle tanıştığınız her kararı, bir kalbi, bir hassasiyede sahip olmanız lâzımdır. Çünkü bunu mutlaka yarın hesabıyla karşılaşacağız. En büyük gönül servetimiz, bütün dünya nîmetleri bizim olsa, fakat Allah Rasûlü’nün tanımamış olsaydık, onun ümmet olmaktan mahrum olamayızsa, bunun ne kıymeti olabilirdi?
Bu dünyadaki ömrümüz de, dünyada fânîliğe mahkum, dünyada ebedî, dünyada fânîliğe mahkum, dünyada kocadır, dünyada yaşlandı. Fakat Rasûlullah Efendimiz tanıyıp, O’na câne gönderdiği, tâbi olmanın getirdiği huzur vs. ise sonsuz, O’na beraber olmalı. İste sahibi o lezzeti tattı, hayran oldu. Cenâb-ı Hak buyuruyor,
وَإِنَّكَ لَا لَا هُلُقْنُ عَزِيمَ En güzel, en zirve ahlâk üzereşin. Gönülleri ferahlık vermesi arzu ile, bu velâdet kanunlarımızın sohbetimizde, Rasûlullah Efendimiz’den bizlere intikâ edilen yüksek ahlâk numûlelerinden bazı misaller vermeye arzu ediyorum.
Efendimiz ümmetine çok düşkündü. Andolsun, buyuruyor Cenâb-ı Hak, kendisine öyle bir peygamber gelmiyor. Onun sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O ise o kadar çok düşkündür. Mü’minler karşı, râvûf ve rahmetli ve çok şefkatlidir. Efendimiz buyuruyor, Hayatım sizin için hayırlıdır. Benimle konuşursunuz sağlığında.
Ve size ilâhî vahî hükümlerini bildiririm. Vefâtım da sizin için hayırlıdır. Amelleriniz bana arz eder. Güzel amel gördüğümde Allah’a hamd ederim. Kötü bir şey gördüğümde senin için Allah’tan istiğfar ederim. Dikkat edin, benim hayatımda sizin için bir emniyet vesilesi. Vefat ettiğimize kabrimde yâ Rabbi!
Ümmeti ümmeti diye ilk sur üfülünceye kadar nidâ edeceğim.” buyuruyor. Yine bu kıyamet günü, zor bir gün. Cenâb-ı Hak, Avusyan Kampter’i ile, sert ve belâlı bir musibetli gün. لَا اُقْسُنْ بِيَ اُمِلْ قِيَامَةٍ Andolsun, yemin olsun diyor.
Zor gün. وَلَا اُقْسُنْ بِالنَّفْسِ الْلَوَامَةِ Tutarsız bir nefisten kendimi kurtarabilmek, gayret etmek, daima kıyameti düşünmek. Cenâb-ı Hak, A’râf Sûresi’nin 6. âyetinde, çok mühim bu. Elbette peygamber gönderdiğimiz toplumları da, gönderdiğimiz peygamberleri de hesaba çekici buyuruyor. Kıyamet, çok dehşetli bir gün.
Hadîs-i şerîfte bildiğiniz gibi, o dehşetli günde insanlar, şefaat etmese mü’min değil, Hazret-i Âdem’e gidecek. Âdem aleyhisselâm, yoksa ben kendi derdimle meşgulüm, siz Nuh’a gidin, dedi. Nuh aleyhisselâm, İbrahim aleyhisselâm, İbrahim’in ismi Musa aleyhisselâm. Musa aleyhisselâm, İsa aleyhisselâm, İsa aleyhisselâm, Rasûlullah Efendimiz’i gönderecek ümmeti. Efendimiz, İsa’yı gönderdiğimiz toplumları da, gönderdiğimiz peygamberleri de hesaba çekici buyuruyor.
Efendimiz, engin rahmet dolayısıyla arşın altına gelip secdeye kapanacak. Efendimiz buyuruyor, kıyamet günü Rabbimin huzuruna çıkmak üzere izin isterim. İzin verirler, o vakit bana şu anda bilmediğim birtakım hamd sözleri ilham edilir. Bu hamd sözleriyle Rabbime hamd ederim, ona secde ederim, o insana bana ey Muhammed başını kaldır,
söyle, söylediğin dinlenecek, istediğin verilecek, şefaatte bulunacak, şefahını kabul edecek. Sadece bazı kişiler de mücrimler, yine müslüman mücrimler, onlar cehenneme girecekler. Yine Rasûlullah Efendimiz’in şefaati dolayısıyla yine Rasûlullah Efendimiz’in vasıtasıyla yine cehennemden çıkacaklar. Yani biz en çok muhtacız olduğumuz Rasûlullah Efendimiz. Dünyada da O’na muhtacız, huzur bulmamız.
Sahibi O’na huzur buldu. Âhirette de O’na huzur bulmak için daima Efendimiz’e muhtacım. Efendimiz’in birkaç hususiyeti, sayamayız hususiyetlerini. Efendimiz daima yetimlerin hamisi olmuştur. Kendisi hayata gözlerini bir yetim olarak açmıştır. Onun şu ifade dediği en yüksek bir fazîlet, umnesidir.
Ben her mü’mine kendi nefsimden daha ileriyeyim, daha yakınım. Dolayısıyla bir mü’min ölürken, mal bırakırsa o mal, kendi mirasçılarına âyettir. Fakat borç ve yetimler bırakırsa o borç ve o yetimler bana âyettir.” buyuruyor. Rasûlullah Efendimiz’in benzemenin bir şartı bu.
Yetimler ve borçlu bana âyettir. Tabi alâ kader-i imkân, elimizden geldiği kadar. Efendimiz daima hizmette hizmetli hâlindeydi. Zaman zaman şöyle buyurdu, bir mü’min de borçluk istemezdi. Çünkü hesaba çekileceğiz. Ben neyime hesaba? Daima sonra, bugün bir yetim başı okşadınız mı?
Bir aç doyurdunuz mu? Bir hasta ziyâde bulundunuz mu? Bir can teşhidinde bulundunuz mu? Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor. فَيِذَا فَرَوْتَ فَنْصَبْ وَيِلَا رَبِّكَ فَارْغَامَ Bir boş vakit istemiyor Cenâb-ı Hak. Boş kalınca bir bâdet tâhît, yine diğer bir Allâh’a yönel, diğer bir hayırlı iş de bulunur. Yani Cenâb-ı Hak gaflet istemiyor, Rasûlullah Efendimiz’in gaflet istemiyor.
Mü’min bu imtihan dershanesinde de uyanık olacak. Böyle bir din kardeşinin, Efendimiz buyuruyor, dert-i orta tesellî kaynağı olacak. Ümmetinin hizmetten gafil kalmamasını, zamanını boş geçirmemesini Rasûlullah Efendimiz çok arzu ederdi.
Eyyûm-ü Ekmel te âyetinde, yani din tamamlandı. Fakat Rasûlullah Efendimiz yine, yani bu din tamamla Eyyûm-ü Ekmel te âyeti indiği zaman, Ebu Bekir radıyallâhu anh’ın ağlamaya başladı. Bu dedi, Allah Rasûlü’nün bir vefat haberidir dedi, dinin tamamlandığı dedi.
Fakat Efendimiz yine, ne kadar vakit varsa yine tebliğe devam etti. Enes radıyallâhu anh diyor, Rasûlullah Efendimiz son nefese iyice yaklaştı. Artık duyamaz hâle geldik. Namaz yolladık, namaz yolladık, namaz yolladık.
Emrinizden arttığınız hukukuna dikkat edin.” buyuruyordu. Kul hakkı. Tabi burası kimler hak? Yetimler, kimisiler, garipler… Hepsi, hepsi hak. Çünkü bir mü’minin, diğer mü’min, ondan daha müşkül durumda mü’minden mes’ûldür.
Bu hizmet çok mühim. On bir yerde, اَمْرَيْهُ الْمَعَوْفِنَ يَحْيَعَنِ الْمُنْكَرْةِ geçiyor. Bunu kendimizden başlıyor. Evlâtlarımız çevre çevre gidecek.
Ebû Hureyre’yi naklediyor. Rasûlullah Efendimiz’in ashâbından bir kişi, içine de tatlı su gözetip olan bir dağ yolundan geçmişti. Çok hoşuna gitti.
Keşke insandan ayrılmış, şu vâdide otursam, ibadet etsem, tâatde bulunsam. Fakat Allah Rasûlü’nü söylemeden olmaz dedi. Efendimiz’e anlattı. Efendimiz’e sakın böyle bir şey yapma buyurdu. Çünkü sizden biriniz Allah yolunda çalışıp gayrı sarf etmesi, evinde oturup 70 sene namaz kılınanın daha fazileti buyurdu. Yani fazilet bakımında.
Allah’ın sizin bağışlamasını, cennete koymasını ister misiniz? O hâlde Allah yolunda cihâd edin. Cihâd nedir? Cihâd, adam öldürme değil. Kılıcı, boyuna şey yapma değil. Kılıç, cihâd, kalpleri dirilmektir. Kalpleri fethetmektir, gönülleri fethetmektir. Allah korusun. Bir haksız yaya bir insan öldürmek, bir cihanı öldürmek gibidir buyruluyor.
Bazı gibi cihâd diyor, vesâire. Kılıç diyor, adam öldürme değil. Cihâd, gönülleri fethetme. Onlara hidâyet… İşte Mevlânâ ne diyor? بَعْزَا وَعَزَةُ عَنْ تَحْسِي بَعْزَةُ Geri dön diyor. O sefil, o eskilerde geri dön, gel diyor. Bizim dergâhımız, Müslük dergâhı değildir diyor. Yüz kere tövbe etmişsen diyor, bozmuşsan yine gel diyor, gel diyor. Yüz kere tövbe etmişsen diyor, bozmuşsan yine gel diyor, burada diyor, kelîmi tevhidin fazîletine er buyuruyor. Efendimiz’i, nasıl ki velâdet kandiliğinden Efendimiz’i daha çok anıyoruz, anlamaya çalışıyoruz.
Onunla yakınlığımızı artırmak gayreti gösterebilirsek ve bunu bir ömrümüze teşvile edebilirsek, o zaman ne mutlu bir sefer, kişis sevgiyle beraber de buyuruyor. Fakat Efendimiz’i hatırlamayınca belli zamanlar hasedir. Hayatımızın diğer safhalarında onu bir kenarda unutursak, bu Efendimiz muhabbetimizin samimi olmadığını alâmetedir. Efendimiz’i câmide, umrede, kutlu doğum programında, sohbeti hatırlayıp da
evimizde, iş yerimizde, mektebimizde, çarşı pazarı unutursak, ona bağladığımızda problem var demektir. Efendimiz daima günahları bir sükûnetle, yumuşak bir dille,
kavlen leyyeenâ, yumuşak bir dille şey yapardı. Ebu Ümâmî anlatıyor. İslâm’a girdiğimiz bir genç geldi, Rasûlullah Efendimiz dedi, «–Yâ Rasûlallah dedi, bana izin ver, her şeyi kabul ediyorum dedi. Fakat benim biraz taşkın biraz şeyim var dedi. Efendimiz bir iffetsizlik, böyle müsaade et dedi. Evet, onu çağırdı, sahibi kızdı. Sana Allah rızası nasıl böyle bir söylüyoruz? Sakin olun dedi. Evet, onu güzel tatlı lisanla, bak, annen yapsa ister misin dedi, bacın yapsa ister misin dedi.
Şu yapsa ister misin dedi. Aman yâ Rasûlullah, vazgeçtim dedi. Bundan sonra istemeyeceğim dedi, tövbe ediyorum dedi.» Velhâsıl Efendimiz’in metudu neydi? Yumuşaklıkla, sükûnetle ve merhametle bir tedavi etmek.
Efendimiz’in mevk-şefkati, mahlûk-şefkati, yanık bir karınca yuvası görürdü, dehşete kapılırdı. Allah’ın verdiği canı, kıymaya kimin hakkı olabilir derirdi. İnsanlar bazen dikkat etmiyor. Meselâ eskiden bir Anadolu’yu gördüm, yalnız tarlalar yakılırdı.
Bir sürü karınca, tozbağa, vesâlihâ, kaplumbağa ölürdü, böcek ölürdü. Bunlar kıyametinde hepsi dirilecek, hakkını isteyecek. Hattâ يَقُولُ الْكَافِرُ يَعَلَيْتِنُهُمْ كُنْتُ تُرَابَةً Bütün o hayvanlar kalkacak, hakkını isteyecek. Onlara kûn-u turâbağa toprak olun denilecek. Kâfirler de diyecekler ki, âh üzülecekler, keşke diyecekler ki bu hayvanlar gibi bize toprak olsaydık. يَقُولُ الْكَافِرُ يَعَلَيْتِنُهُمْ كُنْتُ تُرَابَةً Çok dehşetli bir gün. Mekke Fethi’nin giden Efendikler Yolda bir diş köpek yavrunu emziriyordu. Öbür taraftan geçin buyurdu. Evliyâullah da aynı şekilde yedi.
Birasıyla Bistâmî Hazretleri bir ağacın altında yemek yedi. Bir hurma, hurma torbası önünde bir karınca dolaşıyordu. Aman dedi, ben bunu vatan cüda ettim gitti. O karıncayı yemek yediği ağacın altına bıraktı. Yine sahîf baktı, bir cemaat, hayvan devrenizde otumuz sop… Yine bu, yine bir, سَوَادِ بِنْ رَبِّي رَبِّي anlatıyor.
Efendimiz’e bir incelik merhamet. Efendimiz, zekât şeyinden, oradan develer, koyunlar verirdi zekât şeyinden. Şunu tembih ederdi, eve döndüğünüz zaman hâne halkına söyle, hayvanlar iyi baksınlar, yemlerini güzelce versinler. Sonra onların sütlerini sığarken de tırnaklarını kessinler, memelini incitmesinler.
Yine sütlerini tamamen çekmesinler, yavrularını da bıraksınlar. Yine misaller çok. Kimi deve gözyaşıyla geliyordu, vesâle geliyordu. Efendimiz onları ayrı ayrı şey yapardı. Efendimiz hizmeti daima, hizmeti, birbirini kendisi de îfâ ederdi. Ravza yapılırken taş taşıdı. Sahâbî, yâ Rabbi, biz taşırız dedi. Bizim gücümüz yeter yâ Rasûlâllah. Yok dedi, ben de sizden daha çok rahmetim muhtacım. Çünkü benim mesûliyetim çok. Yine bir televizyoya çıkılmıştı. Bir koyun kesildi, yüzüldü. Bana da iş verin dedi Efendimiz. Yahu biz yapıyoruz. Yok o zaman ben de gidip dedi, çalı çırpı toplayayım dedi. Yine Efendimiz bu hizmet edenleri çok severdi. Bir gün ravzayı temizleyen siyahi Afrikalı bir hanım vardı. Efendimiz onu göremedi. Sordu, nerede bu hanım dedi. Vefat etti Efendimiz. Kömdük dediler. Niye bana haber vermediniz dedi. Yâ Rasûlâllah dediler, her vefâde size haber vermiyoruz ki. Bu kadın hizmet eden bir hanımdı. Efendimiz kabrine gitti, ona dua etti ve etrafındakiler de o duadan istifade etti buyurdu. Efendimiz yine Ebû Ümâmî anlatıyor. Rasûlullah Efendimiz’in sözleri Kur’ân’da. Kur’ân’ın tefsiri idi. Çok zikrederdi. Hutbelerini kısa tutar, ferdi olarak kıldığı namazları uzun kılardı. Tevcud namazları gibi. Ona bakar ağli-i murân giderdi. Yine bir yoksulların, bir bir çağın işini göremeyip onunla birlikte işini göremeyip,
ihtiyacı görünceye kadar yürümekten çekinmezdi. Kendi bir abd-i âciz hâlinde görürdü. Esra’nın arasında otururdu. Burada bir yabancı geldi. Hangisinin Efendimiz olduğunu ilk anda tanıyamazdı. Sonra sîmâsından anlardı. Yine Efendimiz Hazret-i Ömer radıyallâhu anh’ın bir ziyâdeydi.
Evde hiçbir şey yoktu tabi. Az bir şey, bir arpa, bir de su kabı vardı, o kadar. Bir de hasır vardı. Efendimiz’in sırtına hasırla izler çıkmıştı. Ağlamaya başladı. “-Niye ağlıyorsun Ömer?” dedi. “-Niye ağlıyorsun?” dedi. “-Ebîdî hayat, âhiret hayatıdır.” dedi. “-Biz de bu ağaç ağla gölgülenen bir kişi gibiyiz.” dedi.
“-Ağlamaya başladı. Ebedî hayat, âhiret hayatıdır.” dedi. “-Biz de bu ağaç ağla gölgülenen bir kişi gibiyiz.” dedi.
Dedikçe, dedi ki, “-Ya Rasûlâllah, krallar, gayserler, böyle salâdî ihtişam içinde, ağlamayın ey Ömer.” dedi. “-Dünya’nın bütün nimet-i zevkleri, onların âhirette bizim olmasını istemez misin?” dedi.
“-Dünya benimle meleğe gerek.” dedi. “-Benimle dünyanın misali, bir yaz günü yolculuk yapıp da bir ağaç altında gölgenene, sonra da kalkıp yola devam eden kimseye benzer.” dedi. Efendimiz, aynâ-i şâkerine misaldi. Şükreden zenginler. Hazineler dolar, hanîsâde dolardı. Beşte bir Efendimiz’e aittir. Aişe Vâlidemiz, onu dağıtmadan huzur bulamazdı dedi. Bütün müslümanın ihtiyacı görmekle huzur bulurdu. Onları doyurmakla, onun mânevî lezzetiyle kendisi doyardı. Fakirlerin misaldi. O, ashâb-ı sufâdı bazen zaman zaman derdi. O Kur’ân-ı Kerîm’in tedirhsatı verirken iki tane taş bağladı, karnına vâkı olurdu dedi.
Yani Efendimiz, hem zenginlere misaldi, hem fakirlere misaldi, toplumun her kesimine misaldi. Daima zenginlik isteyenlere de kaderden râzı olmasını, kendisine belki bu hayır olacağını. Fakat onlar istâdet edince, zenginlere heves edince, onlara, benim hâlimize misal değil mi? buyurdu.
Şükrünü edâ edebileceğiniz az bir mal, şükrünü edâ edemeyeceğiniz çok maldan hayırlıdır. Şükrünü edâ edebileceğiniz az bir mal, şükrünü edemeyeceğiniz çok maldan hayırlıdır. buyurdu.
Adâlet tevzînde… Dünyada böyle bir adâlet olamaz. Vefâtına yakın sahâbî reçelere helâlleşiyordu. Bir gün sahâbî reçelleşiyordu.
Adâlet tevzihinde. Dünyada böyle bir adâlet olamaz. Vefatına yakın sahâbîlere helâlleşiyordu. Bir gün sahâbîyi topladı. Nihayet ben de insanımsın gibi dedi. Anında bazı kimlerin hakları bana geçmiş olabilir. Kimin sırtını vurdumsa işte sırtım, gelsin vursun. Kimin malını bilmeden alın, işte malım gelsin vursun.
Helâlleşin buyurdu. Âhirette rezil olmak, dünyada rezil olmaktan çok daha beterdir. Bilhassa bunun başında gıybet geliyor. Yani bilhassa bu gıybet, kul hakkı olarak kıyamete kalıyor. Harpte daha bir rahmet tevzih ederdi. Bedir Harbi’nde esirleri Medîne’ye taşırken, zamanlar, bunlar bizim insanlıktaki eşimizle dediler. Sahâbî zamanı develerinden indi, kılıç kılıcına gelen, bir gün kılıç kılınca gelen esirleri gemilerine, develerine bindirdiler, kendileri yürüdüler. Nasıl bir hak, adâli, hukuk tevzîh. Hafta öyleydi. Tam Mekke Fethi’nin tam böyle bir kısas yapıcısı zamanda. Herkes titriyor, bekliyor, ne olacak demin kısas zamanı.
Efendimiz’in ne beklersiniz? buyurdu benden. Onlar dediler ki, sizler kıymetli kardeşsiniz. Ben size Yusuf’un kardeşlerine söylediği gibi af diyorum. Allah hepinize bereketli bir ömür versin. Hepsi kelimeyi şehâdet getirdi. Bu da bizim için çok mühim kardeşler.
Rasûlullah Efendimiz Muaz’ı, Muaz radiyallâhu anh’ın Yemen’e gönderdi. Muaz dedi, döneceksin dedi. Ben herhâlde vefat etmiş olacağım dedi. Kabrimde şurada olur, olabilir ki dedi. Ağlamaya başladı. Muaz ağlamaz dedi. Ağlam muaz dedi. Bana en yakınlar hangi zamanda, hangi mekânda olursa olsun, müttakîlerdir, müttakîlerde takvâ sahiplerdir. Onlar ne oluyor? Efendimiz’in ehl-i beyti oluyor aynı zamanda.
Ehl-i beyti oluyor aynı zamanda. Yine bir, Ebû Firas, Rebiyâ bin Kâb, adlı bir sahâbî.
O Efendimiz’e su getirdi, kuyudan su çekerdi, hâniye saâdetinden koyardı. Efendimiz abdest alacak, birçok bir ihtiyaçlarını görecek. Bir gün Efendimiz dedi, bak Ebû Firas dedi, ben herkese bedelini verdim dedi. Dünyaya bir şeyler istedi de senin bedelini ödeyeyim dedi. Bana yap hizmetini dedi. Yâ Rasûlâllah dedi, ben bedeli bu dünyada istemiyorum dedi.
Ne istiyorsun dedi, âhiretesine beraber olmak istiyorum dedi. Ebû Firas dedi, çok zor bir şey istedi benden dedi. Efendimiz’in mevki, bütün peygamberlerin üzerinde o peygamberimizle beraber olmak istiyor. Yok yâ Rasûlâllah, asla dedi, ben dedi, dünyada hiçbir şey istemiyorum dedi. O zaman bana yardım et, Ebû Firas dedi.
Bana Allah’a çok çok secde ederek, bana yardım et buyurdu. Bu da ümmetî bir müjde. Elhamdülillah ne kadar secdeyi artırırsak, ne kadar kulumuza ehemmiyet verirsek, o kadar inşâallah bu şereften, Efendimiz’e beraber olmaktan, elhamdülillah bir nasip gelir. Yine bir sevban vardı. Bu sevban da bir köleydi mâzîsi.
Belki dikiltaşı vardı yoktu belli değil. Efendim sohbetine gelir, hayran olur, değişik hâlinde yaşar, döner deyivine. Bir gün geldi, çok üzüntülüydü, kederliydi. Efendimiz dedi ki, keder nedir dedi. Niye böyle üzüntüsün sevban dedi. Senin üzüntüyü sevken, mâmûm eden şey nedir dedi. Yâ Rasûlâllah dedi. Sohbetinde öyle bir âlemi görüyorum,
ki dünya her şeyi unutuyorum. Eve gidiyorum, hasret kalıyorum. Düşünüyorum, yesir ben evvel intikâle edeceksiniz âhirette, yahut da ben size den evvel. Ben bu ayrılığa ben nasıl dayanacağım? Bunu düşündüğü gibi böyle kederden kederi düşüyorum. O zaman Efendimiz biraz sükût etti. Sevban dedi, ki sevdiğiyle beraberdir buyurdu. Eshab-ı kirâmı en çok sevindiren bu, ki sevdiğiyle. Hakîkaten biz de, Rasûlullah Efendimiz’i, anımızdan, babamızdan, çocuğumuzdan, işimizden, dünyadan, her şeyden daha çok seviliyor muyuz? Sevmimizin alâmeti de, sünnet-i seneyenin ibadet, muâmelât, muâşerât, hukuk, hak-hukuk vs.
Cenâb-ı Hak cümlemize katiller nasîb eder inşâallah. Efendimiz’in son günleri girdi, vefatına yakında. Artık Mescid-i İlahi’nde,
bir tahkât yoktu Efendimiz de. Bir kova su istedi, dökündü, kalkamadı ayâ. Sorduğu, namaz kıldı mı cemaateye? Yok efendim, kılmadı. Siz gelmeden kılmayın. İllâ ki, içinizde siz olacaksınız. Fakat tahkât yoksa, pek bir şey yok.
Bir çok efendim kılmadı, siz gelmeden kılmayın. İllâ ki, içinizde siz olacaksınız. Fakat tahkât yoktu, tekrar düştü, bayılır gibi oldu. Biraz kendine geldi, ashâbım namaz kıldı mı? diye tekrar sordu. Yok yâ Rasûlullah, sizi bekliyorlar. Ne kadar Efendimiz ümmetine düşkünlü, sahabinde ne kadar düşkünlü karşılıklı, bir fizikteki birleşik kaplar gibi.
Yine bir kova istedi, yine Efendimiz’e dökündü. Yine üçüncü seferde bir koluna Abbas girdi, Radıyallâhu anh. Bir koluna da Üçer Adım, Üçer Adım’ın sahâbî teberrüken koluna girerek şeye kadar götürdüler, ehrâba kadar götürdüler. Efendimiz namaz kılacak tahkât yoktu. Ebû Kir Efendimiz’i işaret etti. Ebû Kir Efendimiz tabi Efendimiz’e karşı çok hassâstı. Ömer dedi, ne olursun dedi, sen git sen kıldır, ben Allah Rasûlü’nün nasıl namaz kıldırabilirim dedi. Yahu Ebû Bekir dedi, bana bana dedi, sana işaret etti dedi, senin kıldırman lazım dedi. Geçti Ebû Bekir Efendimiz’i kıldırdı. Yine vefat günüydü Efendimiz’in. Artık hiç hâli de yoktu. Babam diyor, Fâtımâ Vâlidemiz, Âişe Vâlidemiz namazı kıldırıldı. Efendimiz diyor, peydirin ardından seyretti diyor. Efendimiz’in arkasında güzel bir cemaat, ashâb-ı kirâm. O diyor, hassâlinde, hastâlininde o kadar güzel tebessüm ettik diyor.
Arkasında güzel bir cemaat, cemaati miras bırakmak. Velhâsıl esasında hepimiz, bir Rasûlullah Efendimiz’in bıraktığı bir mirasız. Tabi ne kadar ittibâ edebilirsek… Efendimiz, kıyamet alâmetlerini bildirir.
Fiten hadisleri denir. Aynı bu zamanda bu fiten hadisleri. Bilhassa iffet, ahlâk vs. tamamen hemen hemen çıktı. İnsanlık piyasasını görüyoruz. Ad kâmi, Seymud kâmi, Firavun kâmi, Lût kâmi, hepsi tekrar insanlık piyasasına geldi. Fakat burada bir grup için, Sallâllâh’ı Efendimiz buyuruyor, Müslim hadisinde, ümmetlerinde, Müslim hadisinde, ümmetimden hak üzere galip, hak üzerine yaşayan, zâhir ve bâtın üzerine yaşayan bir tâif’e hiç eksik olmayacak. Yani fırkaya nâziz edilecek, hiç eksik olmayacak. Onlara muhalifleri de zarar vermeyecek. Yani bu ahlâksızlık, edepsizlik vs. zarar vermeyecek buyuruyor. Bu ümmet, Allâh’ın emri, kazâzı yani kıyamet zuhur edip de kıyamet kopuncaya kadar emri ilâhiyye tâbî ol hususunda, hep sabit kadem olup duracak ve kendini muhalif edenlere zarar gelmeyecek. Demek ki burada Efendimiz bu kıyamet kopuncaya kadar bir grubu, tevhidde sabit kadem olacak, İslâm’ı yaşayacak, yaşatacak,
bütün hayatın bütün muhtevâsında onlara diyor, bu fâsık insanlar zarar vermeyecektir buyuruyor. Tabi bu Rasûlullah Efendimiz’e olan muhabbet, bütün dertleri şifâdır. Bu Çanakkale-i Alâbî’den bir misal. Bu bir miktar askerimiz düşman çemberi içinde kaldı. Burada binbaşı Lütfü Bey haykırdı, yetiş ya Muhammed! Kitabın elden gidiyor diye. Burada birdenbire açıldı, çember dağıldı, oradan bütün askerlerimiz çıktı, kurtuldu. Îman çok mühim. Yine bir, yeni Çanakkale’de, oradan Doğu cephesine gönderilen zabit muzaffer vardır.
Bu da Doğu cephesine yaralandı. Hep îman, kendisi istedi oraya gitmeyi. Gidip orada dedi, ümmet-i muâmefî yardımcı olayım dedi. Vefat ederken artık konuşamaz hâle geldi. Yerden bir çöp aldı, şöyle elini bir kesti bir şeyle, batırdı çöpü. Asker dedi, kıble neresi dedi, kıble ne taraf dedi, beni döndürün dedi, kıbleye döndü ve vefat etti.
Hep bunlar Rasûlullah Efendimiz’in saymakta bitiremiyor. O kadar çok zaten vâkı var ki, yani ne kadar bir Rasûlullah Efendimiz’e yakınlık olursa, o kadar tecellîler oluyor. Biraz da, tabi biraz da şey uzatanma sohbet… Bir de şu misali vermek isterim. Osmanlı Devleti 620 sene payidâr oldu. Bu kadar uzun yaşayabilen tâhili, netice başka bir devlet yok dünyada. Burada gördüğümüz zaman şu var birincisinde. Kur’ân-ı Kerîm’e olan bir saygıyla başlıyor. Osman Gazi ayağını uzatmıyor, kur’ân-ı Kerîm’le olan bir yerde. Edibâle Hazretleri’nin mes’îsi, devamlı halkı tembîr ediyor. Yavuz Sultan Selîm Han, mukaddes emanetleri getirdi. Kırk hafız orada ikâme etti. Kendi kırkıncı hafız olarak Muslânî’nin devamlı Kur’ân-ı Kerîm’i okuttu.
Yine Yavuz Sultan Selîm, kendisine halife verildiği zaman, halife kalkıp Yavuz Sultan Selîm’e halife verirken, hırkatını giydirirken, hâkümül haramîn dedi. Ayağa kalktıyoruz, yok dedi, kanlı gözlerle. Hâkümül haramîn dedi, belki hâdümül haramîn dedi. Belki sizin mes’îsi dedi.
Hiçbir Osmanlı pâdişahı, Medîne-i Münevvere’den mektup gelip de onu ayakta dinleyen, tahtında otura dinleyen hiçbir Osmanlı pâdişahktır. O gelip ayağa kalkardı, pâdişah o mektubu dinlerdi. Bu, Allah rızası’nın komşularından geldi diye. Hattâ Abdülaziz Han, hasta hep yatalaktı son zamanda. İki kişi koluna girdi, kaldırın dedi, Rasûlullah’ın komşularından gelen mektubu, ben ayakta dinleyeyim dedi. Abdülhamî Tanrı Medîne’ye kadar tren yolu yaptırdı. Rasûlullah Efendimiz sefere çıktı, dinlendiği yerlere istasyon koydu teberreken. Yani bir sünnet seneyi içinde tren yolu oraya gitmesi. Yine o mektubu, bir sünnet sefere çıktı,
yani bir sünnet seneyi içinde tren yolu oraya gitmesi. Yine orada bir şey, tabi bundan beri otuz sene evvel, pederle beraberdik o zaman, yaşlı bir zât vardı. Câfer Fakih isminde. O bir kısayı anlattı. Ben dedi, kendisi daha çocukken, bu dedi, süre alayı gelir dedi Medîne’ye.
Bu dedi, ravzaya girmez dedi, ravzanın ötesinde de konaklarlardı dedi. Hepsi bir kus ederlerdi, yatarlardı. Rasûlullah Efendimiz’in davet gelince, salavâsı şerife getirerek ravzaya girerler dedi. Yine şey, II. Beyazı Tanrı kendi emeğiyle kazandığı şeyle oraya şey gönderirdi, fener ve zeytinyağı gönderdi.
Rasûlullah Efendimiz’in ravzı her tarafında şey olsun diye, ışıklansın diye. Fakir I. Ahmet Han, onun Rasûlullah Efendimiz’i, bu Sultanahmet Câmisi’nin sahibi, Rasûlullah Efendimiz çok severdi. Derdi o Rasûlullah Efendimiz, bütün çiçeklerde gül neyse, insanlık arasında Rasûlullah Efendimiz de ayrı bir goncadır.
Fakir, onun bir zeytinyağlı orası aydınlatmak olmaz. Ben gül yağı göndereceğim. Ve gül yağı gönderdi. Ravzanın bütün ışıkları, o gül yağlı fitiller yandı. Hep bunlar muhabbet. Yani daha saymaktan bitiremeyiz.
Cenâb-ı Hak bize, Rasûlullah Efendimiz’i tanıyabilmeyi. Tanımak nasıl olacak? Amel-i sâlihlerle olacak. Onun için kızım Fatıma çok amel-i sâlih işledi. Benim peygamberime güvenme buyurdu. Cenâb-ı Hak cümlemize bol amel-i sâlih. Tabi bu amel-i sâlih, hayatın her safhasında amel-i sâlih.
Hayatın her safhasında amel-i sâlih. Sohbeti Az-ı Muâmefî Hüdâyet’e, bir beytiyle bitirelim.
Az-ı Muâmefî Hüdâyet der ki, şu dem ki, mülkü dünyadan Muhammed Mustafa’a gitti, sevindi âhiret, ama bütün dünyadan safha gitti. Nasıl bir hasret duygusu? İdâvuk-u müsâlele seyredin. Şu dem ki, mülkü dünyadan Muhammed Mustafa’a gitti, sevindi âhiret, ama bu dünyadan safha gitti. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in şefaatinden müstefid olabilmeyi. اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّةٍ Kiş sevdiğiyle beraberdir. Müjdesine mâil olmayalım.
Bu vesîlelerle hayatımızın bir Rab’ı’l-Evel hâline gelmesi, Cenâb-ı Hak lûtfuyla, kereminle İslâm’a buyurması için, illâ hitâle-l-Fâtiha!..
İlk Yorumu Siz Yapın