Mevzular 19 – ÇAKAL ISLIĞI (!SANSÜRSÜZ!)
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=6cGWMu9dmUo.
Tamam. Aaa. Çay güzel, çay süper. Mevzular. Bir insanın genel olarak rol yapma kapasitesi yaşadığı hayatla işdeğerdir. Mesela Instagram’da yapılan bir rol var biliyorsunuz. Kendimize efekt atıyoruz, kalabalıklar içerisinde mutlu pozlar veriyoruz. Şöylesin. Tupuz. Etekte dönüyorsun, bir şeyler yapıyorsun. Bu mesela birçok insanın oynadığı kısa rollerden yalnızca bir tanesidir. Bizim gibi yayın yapan, yüz binlere, milyonlara ulaşan kişilerin de hayatta yer aldığı roller var.
Maalesef bizim yer aldığımız roller normal bir insanın sergilediği rollerden çok daha fazla olabiliyor. Sen Instagram’ın için belirli bir şovun içine giriyorsun. Biz sokaktaki yürüyüşümüze kadar kendimiz olamayabiliyoruz. Mevzular programında hep kendim oldum. Mevzulara reklam almamakla samimiyetle övünürken birçok insan şu son dönem hani Babala TV’ye reklam almıyordum gibi açıklamalar yaptı. Babala TV’ye reklam alıyoruz, öncesinde de aldık. Bugün Babala TV’de programcılık yapan birçok arkadaşımız zaten reklam alarak geçiniyor. Mevzulara reklam almıyoruz duyurusunu son yaptığımda 1.4 milyon TL’yi geri çevirmiştik.
Mevzuların içine çünkü reklam koyamazsınız o zaman reklamlarda gözüken olsan rolüne bürünmek zorunda kalırdım. Birçok tanınmış kişi rol yaptığının farkında değildir. Öyle inandırır ki kendine rolüne rol yaptığı kişi olur. Olmadığını anlaması yıllar alır, linçler alır. Belki de bazı travmatik olaylar neden olur rol yaptığını görmesine. Şimdi bize dislike basıp hiç izlemeden çıkan bir kitle var biliyorsun. Bunların neden geldiğini anlatacağım size bugün. Bugün bunu anlatırken aslında mevzuların DNA’sından uzaklaşmayacağım. Bunları memleketle ilgili belirli konularla örneklendireceğim. Şimdi o zaman gereksiz şeylerle başlayalım.
Mesela benim kim olduğumu bilmeniz çok gereksiz. Bugün 1.640.000 takipçim var Instagram’da. Oğuzhan Uğur kim? Bu noktaya nasıl geldi? Ankara’da büyüdüm. Birçok hikayemde bunu anlattım. Pinç’te anlattım. Mevzularda yakıyla tanık olduğum olayları anlattım. Ne kazandık karşılığında? Dinleyen bir kitle, anlamaya çalışan bir kitle, belirli bir paylaşım içine girdik. Kim olduğumu benim hikayelerimden anlayabilirsiniz. Onlarca saatte yayınladığımız Pinç programlarından anlayabilirsiniz. Bugüne kadar çektiğimiz ve tamamen dürüst olduğumuz mevzular programından da anlayabilirsiniz. Ama zorunda değilsiniz.
Neden bunu söylüyorum? Çünkü sanırım anlayamadınız. Kimin umrunda lan? Maalesef birilerinin umrundaymış. Çok jön bir tipim yoktur. Kısa boylu, göbekli, sakallı bir herifim. Yani benim takip edilme sebebim şunlar olabilir mi? Olamaz. Takip edilme sebebim belirli bir şova imza atıyor olmamdan kaynaklanır desen belirli bir şova da imza atmıyoruz aslında. Türkiye’de talk show mantığında talk bitti, show kaldı dedik. Talk showlarda topluma yapılan işi tanıtma bölümü bittikten sonra onun üzerine konuşma bölümü gelmedi. Ve sosyal medya televizyonun cevap verilemez filtürümü son noktasına getirdi.
Televizyonda hala 1990’lardan kalma yapımcılar var. Şöyle ki zamanında birini biriyle sevgili yapıp birinin karnından çocuk aldıran insanlar bunlar. Bu yapımcılar neden bunları yaptılar? Çünkü ellerinde oyuncu yapabilecekleri çok da kafası çalışmayan diyelim bir manken var. Ona şunu dediler. Eğer hamile kalırsan kitleni kaybedersin. Bir insanı gerçekten aşık olduğu adamla yan yana koymak yerine hayır bununla daha iyi prim yaparsın dedikleri adamın yanına koydular. Şimdi bu adamlara kötü diyorum. Çünkü bu kötülük peki bu adamları kötü yapan ne? Bu adamları kötü yapan maalesef bizim izleyicimiz. Çünkü gerçekten izleyici aldırıyor o kararları o adamlara.
Bunun sebebi şudur dünyada da ateş eden konu budur. Hayran olduğun bir adamın hayran olduğun kadınlarla birlikte olmasını istersin. Reklam ilişkileri maalesef bu yüzden çıkmıştır. Bunun asıl gerekçesi nedir? Mağara evveli, içgüdümsüz, insan olmamız, açlık. Karnını doyurmadığın sürece hiçbir konuya tam olarak odaklanamazsın. Çünkü açsındır. Daha bireysel düşünürsün. Zamanında bunu beslenme, doymak olarak, avlanmak olarak başlıklandırabilirdik. Ama bugün bizim doymamıza vesile olan şey ne? Para. Bu içgüdüyü karşılayacak şeyin anlamını, tanımını, başlığını değiştirdik. Peki bir insan doyduktan sonra ne olur? Çoğalmak ister. Sex. Devamı, barınmak. Şu bu falan filan. Ama asıl ilk iki bölüm beni çok ilgilendiriyor. Para ve sex. İnsanlar mağaradan çıktı, üzerine binlerce yıl geçti. Peki biz bugün mağaradan çıkan adamla aramıza nasıl bir mesafe koyabiliyoruz? Bugün bu ülkenin en çok konuştuğu iki şey ne? Para ve sex. Bu yüzden bir politikacının koltuğunu, yaptığı yolsuzlukların belgeleri değil, yaptığı fuhuşun fotoğrafları videoları sallıyor. Çünkü biz, bizi nasıl siktiğine bakmıyoruz. Başkasına nasıl sikmiş ona bakıyoruz. Yolsuzluk belgeleri kimsenin umurunda değil, kaçırdığı paranın miktarına bakıyoruz. Ayda iki milyon dolar kazanıyormuş, anında sikiyim diyoruz. Sizi etkilemek için, insanları magazine çekmek için neyi ön plana koyuyorlar? İçgüdüyü. Yani parayı ve seksi. Bu dürtülerden kurtulmamızın imkanı yok. Zaten bizi insan yapan yapıtaşları bunlar. Peki bu kadar yıl geçmiş üzerinden, bu dürtüleri yok etmesek dahi birazcık ehliyleştirmemiz gerekmiyor muydu? İnsan içgüdüleri ehliyleştirerek toplumun içinde saygın bir yere sahip olur. Size dayatılan sistemler sizin ehliyleştiriniz anlamına gelmez. Bir bölümde daha söylemiştim. Komik bir video olarak yayınlandı, milyonlarca izlendi. Neydi o? Piston aşağı mı? Piston düştü mü? Bütün otobüs mü minibüs mü? Bir anda karışıyordu, herkes inmeye çalışıyordu. Herkes aşağı koşmaya başlamadan bir dakika öncesinde minibüsün ya da otobüsün içindeki bütün insanlar içgüdülerini ehliyleştirmiş ve toplumun kurallarına göre yaşayan insanlardı. Peki adam piston düştü mü, ne bok işte? Onu söylediklerine hemen sonra ne oldu? 18 yaşında 19 yaşında genç, eli ayağı sağlam bir çocuk. Orada yaşlı teyzenin sırtına basıp attı aşağı minibüsten. Bu detayı kim gördü ya o videoda?
Ne kadar acımasız değil mi? Toplumun içgüdülerini ehliyleştirip ehliyleştirmediğini, eğitim seviyesini ancak belirli kaos ortamlarını da anlayabiliriz. 15 Temmuz darbe teşebbüsü gecesi. Ulus’ta, İstanbul’da bir bakkalın bildiğimiz pet şişe su 75 kuruş 1 lira. 20 liraya satmaya çalıştığında biliyor musunuz o suyu? Yak kardeşim, ortalık karışık, deep. Bankamatik önündeki kuyruklar, sokakta giden motorcuyu gasp eden haydutlar, polisin işi var nasıl olsa deep, evlere hırsızlığa girenler. Şimdi tabii ki bizim aklımızda kalan kendini tankın önüne, uçakların altına atan insanlar olacak.
Ama bir de bunun diğer tarafı vardı. Hangimiz baktık? Bakmamıza gerek yok. Yaşadık mı? Nelerle karşılaştınız? O zaman biz kendimizi 2018’in ehliyleşmiş toplumları arasına nasıl koyabiliriz? Biz kendimizi çok yüce bir millet olarak görüyoruz. Ben buna inanıyorum. Ben buna, bu ülkede yaşayan insanlara rağmen inanıyorum da siz acaba size söylenen hangi yalana inanıyorsunuz? Ya da kendinize hangi yalana kaptırdınız? Acaba birçok tanınmış insan gibi sizde mi rol yapıyorsunuz? Türkiye’de belirli bir formatın tutturulması çok kolay. Bunu hep söylüyorum. Kadın görseli, hediyeler, ödüller, birazcık sağduyu. Sizler için birinin çok başarılı olması iyidir. Takibe değerdir. Sizler için birinin rezillik yaşaması da iyidir. Maalesef o da takibe değerdir. Ama asla arada kalamazsınız. İzledikleri biri ya zirvede olsun ya da dibi görsün, yere öpsün isterler. Bu yüzden çok tutmuştur. Yıllar evvel trilyoner olan iş adamı bugün çöp topluyor haberlerin. Babala TV neden var? Şu anda neden bu kadar çok format yapıyoruz? Ya da neden Oğuzhan Uğur’a dağıltında bir YouTube kanalı açmadım da gidip Babala TV diye bir kanal açtım. Şu anda izlediğiniz mevzular neden var? Rönt neden çekiliyor? Hiç sevmememe rağmen. Pinch nasıl var oldu? Taş aşk nedir? Bunları ben anlatayım hemen size. İlk ekmeğimi 14 yaşımda karikatür dergilerine karikatür çizerek kazanmaya başladım. Çok zevkli bir şey. Hiç evden çıkmıyorsun. Pıt pıt pıt pıt. Bazen dergiye gidiyorsun. Dergide yaşın çok küçük olduğu için seni tekmeleyip iteliyorlar tabi. Olsun. Mesela ilk ödülümü 16 yaşımdayken aldım. Japonya’dan aldım. Mutfak tasarımı yarışmasından. İç mimar falan değilim. O yarışmaya hayali bir çizimle katılmıştım. Hakkındaki mutfak tadında. Onlara da çok enteresan gelmişti bu.
İlk ödülümü öyle almıştım. Bu beni çok teşvik etti çizim yapmaya, yazı yazmaya. Memur çocuğu olduğum için, asker çocuğu olduğum için ailemin yapısı birazcık sertti. Bu yüzden benim hukuk okumamı isterlerdi. Oysa benim aklımda güzel sanatlar okumak vardı. Çünkü çizim yapıyordum, eğleniyordum. Sanata dair bir şey yapmak motive ediyordu. Üniversite sınavı puanım hiçbirine yetmedi. Dedim ki güzel sanatların yetenek sınavına girebilirim. Ailem bunun için bir ders alman gerekiyor. İnsanlar bak çizim kurslarına gidiyorlar, şunu yapıyorlar, bunu yapıyorlar. Dedim ki buna gerek yok. Ben dedim girerim. Giremezsin dediler.
2002-1807-003. Bu benim okul numaram. Okula girmemi temsil eder. Benim için müthiş bir başarıydı. Hayal ettiğim bölümde. Fotoğraf bölümü mezunuyum. Bugüne kadar 6 kişisel sergim var. Hatta Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinin ilk okul belgeselini ben çektim. Sinema televizyon olmasına rağmen. Onlar çünkü daha böyle sofistik şeylerle uğraşıyorlardı. Ben birazcık popüler kültür kaldım aralarında. Derken yine yazmak, çizmek mesele oldu. Yerel dergilerde karikatür çizme, yazılar yazmaya devam ettim. 5 senelik üniversite hayatımda sayısız reklam filmi çektim.
Reklam kataloğu yaptım. Metin yazdım. Bunların hepsini istemeden yazdım. Ama çok iyi para kazandım. Arabam vardı. Golden cinsi bir köpeğim vardı. Çok güzel bir kız arkadaşım vardı. Baya bildiğin sistemimi oturtmuştum. Aklımdaki şey de şuydu. Bu kadar yazıp çizerken üniversiteyi hemen bitireyim de güzel bir şirket tutayım. Antalya bölgesinde çok fazla otel var. Benimle çalışmaktan da çok memnunlar. Birazcık daha işleri büyütür. Çılgınlar gibi bir reklamcı olurum diyordum. Sonra babam bana dedi ki kimse öyle erkenden patron olamaz. Önce bir askere git. Erkek adamın yapması gereken görevdir dedi askerlik. Emredersiniz babacım dedim. 2007’de bundan tam 11 sene evvel öğrenci işlerine gidip ah öğrenci işleri. Geçici diploma belgemi aldım. Oturdum okulun kantinde bir tost yedim. Öyle tatilinin bitmesini bekledim. Saat 1.30’da da askerlik şubesine gittim. Geçici diploma belgemi teslim ettim. Beni dedim askere aldım. Hemen aldılar gerçekten. Nasıl bir ihtiyaç varmışsa artık. Çünkü ben dedim kazımaması mı atarlar herhalde? Pat. Ağustos’ta askerlik. Bot bağladım. Çinç’te o kadar fazla hikaye anlatıyorum ki zaten birçok insan artık vakıf konuları.
Ben yine de anlatayım. Askerde 3 senelik kız arkadaşımı baya bütün Antalya’ya tren yaptığını öğrendim. Bir kadın bir erkeğe aldatabilir. Olur yani. Olabilir. Belki de hepimiz aldatıldık ama farkına varmamışızdır. Önemli olan bizim bu ihanet karşısında nasıl bir tutum sergilediğimizdir. Biliyorsunuz ortalık giderim evine batarım vururum onu gibi saçma salak söylemler ve hatta bu söylemleri uygulayanlarla dolu. Sen 3 senelik kız arkadaşımın seni aldattığını öğrendiğinde ne yapardın? Kapatırdım ya kendimi. Kapatırdın mı kendini? Ben mesela kendimi dış dünyaya kapatabilecek kadar erdemli, naif bir insan değildim. Ciddi planlar yaptım.
Onların var ya alayının amına koyacağım onları. Nasıl dolduruyorum kendimi her gün? Peki beni ne engelledi? Türk Silahlı Kuvvetleri. Ne yapacaksın oğlum? Bir gün tuvalet temizliyoruz. Yerlerin cillop gibi olması lazım. Tek damla su kalmaması lazım. Askeriye böyle bir şey. Disiplin. Babacım her yeri sildim, her köşesini temizledim. Çek pas siz nasıl adlandırırsanız. Çek çekle baya suyu attım mazgallara pırıl pırıl oluyor öyle parlıyor fayanslar. Ulan suyu çekiyorum şap yerde su var. Çekiyorum şap bakıyorum tavana bir şey yok. Meğer gözyaşımı paspaslıyormuşum o sırada. Lan insan bir dışarı çıkıp iki kadeh rakı içmek istemez mi aldatıldığı zaman ya da kendini kapatmak istemez mi? Hadi askeride kapat. Hayatımda başıma gelen dost ve akraba ölümlerinden sonra gerçek hayatla paralel it travma oydu. Müdahale edebildin mi? Edemedim. Askerliğimin bitmesine 3 ay var. 90 gün. Komutanım ben bugün iştima açmasam olurum. Ne oldu evladım? Bizim manita aldatmış beni. Aaa Oğuzhancım. Öyle bir şey var mı? Hadi hadi anlat. Lan oğlum sen hiç böyle aşk acısı çektin mi? Ben çektim. Askerlik bittiğinde yanına bile gitmedim kızın ya da onunla tren yapanların. Bana ne öğretti bu? Sabretmek denilen şeyin ne kadar uzun sürebileceğini öğretti. Birçoğumuz ellerimizi kaldırıyoruz. Gökçesine dua ediyoruz ve amin diyoruz. Birçoğumuzun hatası ne? Amin dedikten 10 dakika sonra duanın karşılığını beklemek. Benim birçok duam kabul olmuştur. Ama 3 ay sonra ama 3 yıl sonra. Demek ki sabır denilen şey aslında bizim şu anda ben sabrediyorum dediğimiz birçok şeyden daha farklı, daha bağımsız, daha kuvvetli bir şeymiş. Askerden şöyle mabibir jandarma çantası ile çıktım Antalya’ya gittiğimde evim kiraya verilmişti. Kız arkadaşım başkalarıyla araban vardı o satılmış. Köpeğimi Bursa’da bir çiftliğe göndermişler. Kaldım. Ne oluyor lan? Ha bu ne? O yüzden benim bir tarafım her zaman piçtir. Omzum düşüktür. İyi bir insanda değilimdir çok. Ama nasıl bir insan olursam olayım haksızlığa asla tahammül edemiyorum. Sabrın ne olduğunu öğrendim. Sabır göstermenin ne demek olduğunu da çok iyi biliyorum. Beni anlayan, dinleyen ya da bunun için teveccüh gösteren birçok insan sabrım taştı diye bu mevzuları çekiyorum zannedebiliyorum. Aslında ben bu videoyu sabrım taştığı için değil sabrımın neden taşmadığını size anlatmak için çekiyorum. Pıhtı diye bir kitap yazmıştım askerde. İçinde çok fazla siyaset vardı o kitabın.
Osman Sınav dedi ki İstanbul’a gel senarist ol. Yazıyorsun oğlum dedi bana. Yazıyorum hocam dedim. Gelmeli miydim İstanbul’a? Gelmemeli miydim onu tam bilemiyorum ama böyle sakallı ihanet acısı çeken bir adamdım. Derken 2008 yılında İstanbul’a geldim. Kimseyi tanımıyorum. Kimseyi. Bir tane Çağlar diye arkadaşım var. Onun evinde kalmaya başladım Beşiktaş’ta. Ekmek almaya çıkıyorum. 3 milyon insan geliyor karşıdan. Diyorum ki bu nasıl bir memleket? Martılar falan acelemiz var amanın akayım diye uçuyorlar. Bu ritme nasıl ayı kuydurabilirim ki ben? Fazla insan fazla sorun fazla sıkıntı. Bunu biliyorum. Ama bu hayatta başarıya giden yolun yalnız katedilmeyeceğini de biliyorum.
Senaristlik çok güzeldi. Parası müthiş. Gittim Acıbadem’den içinde bar olan bir ev tuttum. Ama hiç arkadaşım yok. Antalya’dan müthiş bir arkadaş ortamı sağlamışım. Sürekli Antalya’yı özlüyorum. Eğitim alabileceğim bir yere gidersem bazı insanlarla aynı noktada öğrenmeyi seçersek onlarla çok güzel arkadaşlık kurarım. Yeni bir arkadaş ortamı mı olur? Tamamen böyle bir stratejile gittim Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ne. İlk ders günü insanlara ne iş yaptığı, nasıl bir hayat yaşadıkları sorguluyor. Ben de işte senaristlikten bahsettim. Bahsettiğim anda orada bir açık olduğunu fark ediyor sevgili hocamız. Hadi dedi seninle bir şeyler yapalım. Ben o gün oyunculuk eğitimini bir tarafa bırakıp Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ne tiyatro oyunları yazmaya başladım. Bu sırada muazzam bir arkadaş grubumu oldu. Sıfır parayla gelip benim için bomboş olan bir şehir artık bana para kazandıran etrafında gülen insanların olduğu bir şehire dönüştü. Yazdığım tiyatro oyunu o kadar çok alkış aldı ki farklı farklı yerlerden teklifler gelmeye başladı. Televizyon kanalında metin yazarlığı yaptım bir süre. Nefret ettim. Bir koca bina dolusu bilgisayar başında insan her içeri girene şöyle bakıyorlar. Bu kim acaba bu kim? Benim işimi elimden alacak mı? Bu birçok insanın şirkette başına gelen bir şeydir. Hiç sevmedim bunu ben. Televizyon beni delirtti. İyi bir iş yapsam dahi senin bir büroya geçmeme için elinden geleni yapan takım arkadaşların olabiliyordu. Çok kötü bir şey. Allah kolaylık versin hepinize. Tiyatro oyunu yazabilen, karikatür çizebilen bir adam neden sinema filmi yapmasın? Kardeşim 25 yaşımdaydım. Ağır abi diye bir sinema filmi çektim. Yazdım yönettim. Arabanı sattım. Biriktirdiğim parayı hiç ettim. Üç ortak. Ortaklarım tiyatrodan arkadaşlarım. Buradan hepsine de selamlar. Çok seviyorum hepsini. Bence erkendi ama gişe yerine mantık ve tecrübe kazandırdı bana. Yok muydu bize nasihat verebilecek bir üst akıl. Çoktu ama onların verdiği nasihatleri dinlemeyecek kadar çılgındık. Soba sıcak deyip uyaran çoktu ama biz illa o eli yakacaktık. Yaktık da pişman mıyım değilim. Hepimizi bomboş bir tuvalye olarak başlıyoruz hayatımıza. Üzerimizde güzel renkler, güzel çizgiler de oluyor ama çizikler, karalamalar ve lekeler de bence bizi biz yapan şeyler. Öyle karışık bir tuvalye olma yolunda o iğrenç piyasada ilerlerken ben çiçekli bir lojam sayesinde müzikal yazmaya başladım. Çok zor. Gidip birine ne haber diyorsun karşılığını şarkıyla vermek zorundam. Hayatımda ilk defa şarkı yazmaya başladım. Sonra şunu fark ettim. Ben de dedim ne güzel şarkı yazıyormuşum gerçekten. Hadi dedim bir tane şarkı yapalım da bunu YouTube’a atarız. Terbiyesizim şarkısı. Herhangi bir ofisi dahi yoktu Türkiye’de YouTube’un. O dönemlerinden bahsediyorum. O kadar çok izlendi ki bir anda Murat Boz, bayıldım diye Twitter’da tweet attı. Tanıştıklığım yok bu arada. Bu yüzden söylerim birçok iş için. İyi iş her zaman yolunu bulur. Akacak kan damarda durmaz. Benim çalışma yapım bu zaten. Güç önemlidir ama güç yokuştan sonra gelen ivmedendir. Onu yokuşa kadar itecek olan şey yine işin kendi güzelliğidir bence. Bu işi yapan insanlar doğal olarak pusuya yattılar ve dediler ki acaba tek bir şarkıyla patlayıp gidecek mi yoksa bunun ikincisini yapacak mı? Pampa şarkısını yattık. Şarkı yapmamızdaki amaç benim harika bir müzisyen olup müthiş melodik bir sese sahip olmam değil tabii ki. Pampa’da milyonlar izlenince bir müzik şirketi beni arayıp dedi ki bizimle çalış. Giderim orada burada konser veririm, yeni şarkı yaparım, bir sürü klip çekerim diye.
Gelen teklifleri değerlendirip kabul ettim. Konserler vermeye başladık. Benim bir anda takipçikliklem olmaya başladı. Her şey çok iyi gidiyordu. Ta ki kendimi Hakan Altun gibi hissetmeye başlayana kadar. Çok severim bu arada ama maalesef ben o değilim. Bistro’da oturan saçını başını yaptırmış tatlı ablalarımızın, ceketini giymiş güzel abilerimizin karşısında tamamen mizah içerikli şarkılar söylemek birazcık sıkıntıdır. Yapmadık mı yaptık? Hala yapıyoruz bu arada. Binlerce kişilerin önünde şarkı söylemeye başladım. Farklı bir hayat, farklı bir zihin. Sonra bana dendi ki yazın şarkı yap şöyle şarkı yap, böyle şarkı yap şöyle şarkı yap.
Söz eldeki mizahı biraz kıs falan filan bir baktım birileri bir şeyler yaptırtmaya çalışıyor bana. Tabi bizim evenimiz konserden konsere düşmeye başladı. Şarkıcılığın 4. senesinde. Film müziği yaptım. En iyi film müziği kategorisinde aday gösterildim. Hatta biyolojik unsur şarkımız BBC’nin The World’s Funniest Music Listesinde Dünya 2. soldurdu. Orada Türk bayrağımız çıktı. Türk medyasında ver almadı çünkü klipte böyle falan yapıyorum ya. Tamamen ahlaksız bir pitch olduğum için onlara yer vermediler ama önemli de değildi açıkçası.
Bunun üzerine de gitmek lazımmış. Aslına bakarsanız şarkıcılığın bütün mevzusu şarkı yapmanız değilmiş. Bugün etrafınızdaki bir çok sanatçıya bakın. Erken seçim geldi gitti. Şu anda neredeyse rejim değişti diyebiliriz. Bu konuda sesini yükseltenler kimlerdi? Diğer insanların piyasadan yok ettikleri insanlarda evet. Sizin çok iyi kalpli bulduğunuz adam dediğiniz ki bence de bir çoğu öyle. Sanatçılar kendi duyarlılıklarını nasıl ortaya koymaya çalışıyorlar? Hayvan haklarını koruyarak. Çünkü başka bir şey yapamazlar. Arkadaşlar bu ülke buraya gidiyor. Bu konuda bir şeyler yapalım diyebilirler mi? Bunu yaşayan çok fazla sanatçı arkadaşımız var biliyorum.
Çocuk istismarı, kadına şiddet, kendi iyiliklerini ve adamlıklarını gösterebildikleri tek nokta bu. Kötü bir nokta ya da küçümseyecek bir nokta değil. Ama onlara biz yalnızca bu alanı bıraktık. Farkında mıyız? Bu ülkede konuşuyorsanız sizi sikârlar. Susmak en önemlisi. Bugün Beyazıt Öztürk’ün ülkeyle ilgili en ufak bir açıklamasını duydunuz mu? Duyamazsınız. Çünkü gerek yok onun öyle bir açıklama yapmasına. Çünkü onun işi şov. Bunu en iyi yapan insan. Ne gerek var abi adamın memleket meselesine dokunmasına.
Okan Bayülgen bu konularda yorum yapan adam diye düşündük biz. Aslında yorum yapmadı. Yorum yapanlara yol açtı, izin verdi. Televizyon kanallarında görmeye alışkı olmadığımız bir şeydi bu. Okan Bayülgen’i şu anda ekranlardan alan şey oradaki konuşma mıydı? Beyazıt Öztürk’ün şevkle programına devam edememesinin sebebi telefonla, yayınla bağlanan biri miydi? İkisinde bitiren şey sosyal medya oldu. Bugüne kadar televizyonda yapılan bir şey izleyenlerin yorumuyla ne kadar muhatap oluyordu ya da izleyenlerin sesini kim duyuruyordu? Onların sesini duyuran tek bir mecra vardı. Gazeteler. Gazetelerin köşe yazarları. Bunun çoğu satılıklı biliyorsunuz. Trilyonerler gidip tetikçi tutar ya asla kendi ellerini bulaştırmazlar ya kana. Türkiye’deki yayıncıların birbirleriyle sürtüşmesi de yine kendi ellerini boka bulaştırmadan yapılırdı. Köşe yazarı patronun istediği adama sallardı ya da programını. Köşe yazarlarına ihtiyaç duyulmamaya başladı. Ne zaman? Twitter ortaya çıktığı zaman. Çünkü halk artık kendi tepkisini verebilmeye başlamıştı.
Derken paranın ve gücün dengesi ufak ufak kaymaya başladı. Televizyona çıkan adam çok zengindir derler ya. Öyle değil midir? 1990’larda azıcık bile program yapmış adamlar bugün villada oturuyor biliyorsun. Eğer kumarda ya da uyuşturucuda parasını yemediyse. Sosyal medya bir para aracı olmaya başladı. Çünkü gözünü televizyondan başka bir yere çevirmeye sebep oldu. 2016’da 50 kişi geldi konsere ve ben o gün bütün ekip arkadaşlarımı toplayıp 7 kişiyiz. Ben dedim müziği bırakıyorum. Teşekkürler. Birçok insan bunu yıkıntı olarak görür. Hatta bugün biliyorsunuz ki gıyabımızda bir video çekildi. Bir arkadaşımız anlattı. Kendi baktığı ekrana doğruları ve yanlışlıkları yine kendine göre bana yöneltti. Bütün bu kitle gittiği zaman yanında kalan insanlar diye bir başlık var mesela. Bugüne kadar YouTube’da hiç kimse eminim bu kameranın karşısına geçip size şunu dememiştir. Beğenmediyseniz abonelikten çıkmayı unutmayın. Biz bunu dedik. Birçok insan için bu çöküştür. Bugün klibi 100 milyon izlenmiş arkadaşım var.
İkinci klibi 50 milyon izlendiği için ağladığını gördüm onun. Sokakta beraber yürüdüğümüz yine çok ünlü bir arkadaşımın yanında benimle fotoğraf çektirdiler ve onunla çektirmediler mesela. Bütün gün somurttuğunu gördüm. Bazı insanlar gerçekten bunun için yaşıyor. Sürekli gündemde olması gerekir o insan. Bir süre sonra o kadar değiriyorlar ki gündemde olalım da insanlar bizi övmese de olur. Sövseler de olur. Yeter ki biz gündemde olalım diyorlar. Geçen ay bir kanalın magazin müdürü beni aradı ve direkt şöyle söyledi. Korkma ismini vermeyeceğim.
Seninle çok ünlü bir oyuncu hanımefendiyi aşk mı yaşatsak bütün yaz bunu konuşur insanlar falan dedi. Ben de dedim ki sen ne diyorsun hocam? Kızdı tabi bana. Bu arada tek cevabım sen ne diyorsun hocam değildi. Şimdi ne olur ne olmaz. Ben hiç o topa girmeyeyim. Birazcık hafif ufak böyle bir sert konuşmuş olabilirim. Kabul etmedim. Bu arada oyuncu arkadaş kabul etmiş. Benle alakası yok çünkü benden sonraki de kabul etmiş. Belli ki hemen bir hafta sonra bilmem kim bilmem kim de nerede yakalandı falan diye haberler çıktı. Ne kadar mide bulandırır değil mi ya? Şimdi bu adamlar beni buraya nasıl geldiğimi bilmeden bana bunları nasıl teklif ediyorlar. Bir hafta bile sürmedi muhabbetleri o magazin muhabbeti.
Ya büyük ihtimalle yeni sezonda yeni diziye başlamak için bundan daha sağlam bir hareket olamaz. Ama düşünsene insanlar senin kiminle neler yaptığını falan konuşuyor. Ve sen bu şekilde gündeme geliyorsun ama bu senin umurunda değil. Şaka acı nasıl bir durum değil mi? Seni 5 milyon kişi takip etse ne olur? İşte bu yüzden birçok insan için benim yaşadığım bu durum çöküntü olabilirdi ama ben asla çökmedim. Benim giydiğim tişörde kahraman maraştan biri yorum yapınca ben mutlu olmuyorum. Benim anlattığım fikre karşılık veren ya da ona muhalefet olan birileri çıkıyorsa ben işte o zaman mutlu oluyorum. İnsanların çöküş olarak nitelendirdiği ama benim kendime dönüp vakit ayırdığım bu dönemlerde evvelinde şarkı yaptığımız stüdyoda arkadaşlarımla oturup geyik yapıyoruz. Muhabbet. O sırada arkada YouTube’da şarkı dönüyor. Şarkı açarız o akar gider. Otomatik oynat bölümü öyle bir yere gitti ki biz YouTube Türkiye’de yapılan içerikleri izlemeye başladık. Sonra bir tespit yaptık dedik ki sanırım YouTube Türkiye’de çok fazla çocuk var. Çocuklar da vakit geçirmek için eğlenmek için bu adamları izliyor. Dedik ki burası boş. Çöplük amına koyayım. Girelim birkaç video çekelim. Kendimiz eğleniriz ya. Sonra bu da bir TV’yi kurduk. Bu da bir TV sonuçta. Haberler diye bir şey yapalım dedik. Çünkü en eski mizahtır. Türkiye’de gerçekleşen olayların birçoğu çok komik olduğu için annesi zannettiği kadın aslında dayısı çıktı falan gibi başlıklar var Türkiye’de. 5 bin izleniyoruz günde. Sonra o 50 bine çıkıyor. Çok iyi gidiyor. Merve Akbulut ortak arkadaşlarımızın sebebiyle tanıştığım bir kadın. Dedi ki çok tatlı muhabbetiniz var. Ben de o muhabbetin içinde olmak istiyorum. Dedim ki bizim o kadar tatlı değildir muhabbetler ama tabii ki gel. İstediğin zaman gelebilirsin dedi. Geldi. Biraz açık giyinen bir kadın. Diğer kadınların çabuk nefret edebileceği bir kadın. Bizim zamanında izlediğimiz Türk filmlerindeki kötü kadın. Sarışın, Memeli. E bizi izleyen sayısı belli. Yaptığımız muhabbet belli. En önemlisi samimiyetimiz belli. Merve ile videolarımız var. Girip izlemenizi tavsiye ederim. Hep bir atışma vardır aramızda. Bu da piç bir kadındır. Birazcık erkek tarafı da vardır onun. Öyle bir muhabbet üzerine astrolojist kız olarak ünlendi Merve bizim kanalda. Merve’nin bizim kanalımızda olması enteresan bir kitleyi de içine dahil etti. Hatta bizim var olan kitlemizde enteresan yorumlarla deşifre etti. Sürekli bir belden aşağı muhabbetler. Sonra bir gün Merve ile oturdum, konuştum. Dedim ki artık dedim bu olayları ve bu şakaları azaltalım. Çünkü kötü bir kitlenin pusuda olduğu sinyallerini alıyorum dedim. Merve’nin ekipte olma durumu işlerini güçlerini bitirdiği zaman akşam çekime gelip 2-3 goy goy yap. Geri gitmektir. Desteği tabii ki var. Ama kanal içinde bana yardımcı olabilecek bir pozisyonu maalesef yok. Böyle bir pozisyona sahip olmak zorunda da değildi ayrıca. Arkadaşlığı, dostluğu ve desteği de yeterdi. Çok teşekkür ederim tekrar. Abonemiz 10 bin olduğunda birbirimize abone sayımızın fotoğrafını atıyoruz böyle.
10 bin oğlum inanabiliyor musunuz? 10 bin kişi takip ediyor bizi şu an. Stabil, müthiş bir kitle. Devam ediyoruz yolumuza. 10 bin abone oldu, 30 bin abone derken 50 bin oldu, 70 bin oldu, cayır cayır konuşuyorum. Kurgu olan haberleri Türkiye’de gerçekten yaşanılan olaylarla karşılaştırmaya başladım. Bir şeyleri yorumlamaya başladım. Kısa kısa haber skeçleri bir anda olsa buhrun oturup yorumladığı haberlere dönmeye başladı. Derken yorumluyorum diye bir video çektim. Gayet politik ve sert bir videoydu. Ekip arkadaşlarım huzursuzlandı tabi dediler ki oğlum biz eğleniyorduk sen mesaj vermeye başladın amk.
İçimde tutamayacağım bir şeydi çünkü artık seni izleyen seni kahili alan insanlar vardı. 70 bin kişide olsa müthiş bir sayı bence şu an için bile. Hem onlar mutlu olsun hem de ben mutlu olayım diye dedim ki o zaman ben ayrı bir kanal açayım oradan istediğim gibi yapıştırayım abi. Hiçbirinizi de sorumluluk altına sokmamış olurum. Bu arada hepsiyle hala çok iyi arkadaşım. Hepsini de çok seviyorum. Geçen hatta BudaBit TV ekibiyle röntgle çektik ve ben Babala TV’yi kurdum. İlk defa 12 Ağustos 2017 yılında tam bir sene olmuş. Babala TV kurulmuş. Oturdum logoyu çizdim, jenerikleri tasarladım. Tek başımayım ha. Montajı zaten kendim yapıyorum. Metin yazarımız zaten yok. Ses için bütçemiz yok. Onu da kendim yapıyorum, ayarlamaya çalışıyorum. Hatta çok boktandır Babala TV’nin ilk videolarının sesleri. Başladım çekim yapmaya. İlk videomuzda trende girdik. 49. olduk. Müthiş. Nasıl tüylerim diken diken oldu biliyor musun? Ünlü konuk çağırıyorsun gelmiyorlar. Sen kimsenin amk’ını çözdük. Kapatıyor suratıma falan. Edirne’de bir dönemdi. Piyasadayken tanınım insanları davet etmeye başladım. Sağ olsunlar hepsine buradan tekrar teşekkür ediyorum. İzlenmesi düşük dahi olsa icabet ettiler davetimize geldiler. Pat pat pat videolara devam ediyorum. Ben bir senedir montaj yapıyorum ve uyumuyorum desek yeridir.
İnanılmaz bir çaba var. Sürekli program çıkartıyorum anlatıyorum anlatıyorum anlatıyorum montajlıyorum yapıştırıyorum. Bir anda 100.000 aboneyi geçti Babala TV. 10 günde falan. Oldu bu iş. Çok iyi gidiyorum. Hemen bir ekip kurmalıyım dedim. Kurmalıydım çünkü. Bütün yük benim sırtımdaydı ve ayrıca Babala TV olmasının bir sebebi vardı sonundaki TV. Kanal ise olay. Onun içinde içerikleri olmalı. Onun içinde çalışan insanlar olmalı. Olsunları olarak bir YouTube kanal açsaydım. Ben YouTuber olma yolunda ilerleseydim her şey çok daha kolay olurdu ufak bir kamera ile elimde.
Anlatabileceğim binlerce hikaye saçma saçma emojilerle sizlerin bir bölümünü ekran başına kilitleyebilirdim diye düşünüyorum. Ama öyle olmamalıydı. Çünkü anlattıklarımıza abone olan insanlar yani sizler belirli bir görsel şov için bize abone olmadınız. Ya da benim kaşıma gözüme abone olmadınız. Yani inşallah öyle olmadınızdır. Anlattık anlatmaya devam ettik. Paylaşacağım şeylerin alt metni çok doğru ve güçlü olsun istedim. Öyle de devam ettim ama çok yoruldum. Müzisyenlik dönemimde Rodili’yi mi yapan Onur kardeşim bana destek oldu. Videoların hard disklerini getirdiğini götürünü yapmaya başladı. Kimisi kameranın arkasını şu anda sizler gibi oturup dinledi. Çünkü kameraya bakıp konuşamama gibi bir huyun var. Birçok insanda bunu biliyordur. Kameranın objektifine çok bakmam genelde. Sizlere bakalım, sizlerin gözlerine bakıp konuşurum. Çünkü burada yaptığımız şey, sohbet. Bu da bir TV ekibinden. Sevgili Arda arkadaşım geldi. Tüm prodüksiyona bakmaya başladı. Ben hatta dedim ki artık sen de biraz kameranın önüne çık. Seni de takipçi sayın artsın. Sen de bir güç ol. Ben ekibi kurarken kafamdaki ilk mantık buydu. Herkes çok güçlü olsun. Arda nefret eder kameranın önünde olmaktan bu arada. Gerçekten çocuk tam bir saha adamı. Prodüksiyon yapsın, yönetmenlik yapsın, koştursun, seviyor. Buna rağmen Arda’yı kameranın önüne koydum. Arzorpopi. Arzorpopi! Derken yıllar yıllar evvelinden, 6 sene öncesinden televizyon programında tanıştığım malum arkadaşımızı programa konuk olarak çağırdım. Çünkü iki tane kitap vardı. Kitap yazan birisi benim için önemlidir. Kitap yazabilen birisi. Biliyorsunuz bazen bazı kitapları çok ağır da eleştiriyorum. Eleştirmediğim, okuduğum, anladığım bir kitap olduğu için yazarını çağırmak istedim. Çağırdım. Aslında bir dostluk yok aramızda. Kendisi de onu kabul edecektir. 6 sene boyunca sanırım 20-30 kez falan görüştük en fazla. O da arkadaş ortamında yani. Ben evimi arkadaşlarımı çağırırdım, muhabbet ederdik falan o esnada. Ben de dedi, rönt programımı çok seviyorum. E dedim süper. Sen de gelmek ister misin dedim. Belki dedim burada bir şeyler yaparız. Tabii ki dedi. Yani kendisini bahsettiği gibi çok para kazandığı ya da takdir aldığı bir iş yapmıyordu o sırada. Herhangi bir işte çalışmıyordu. Geldi. Fikrimi belirttim ona. Dedim ki, bak Babala TV diye bir şey var. Ben bu Babala TV’yi çok ileri bir noktaya taşımak istiyorum. Hepimizi bir içerik yapalım. Babala’nın sonundaki TV’nin hakkını verelim dedim. Çok mantıklı karşıladı. Mantıklı bir kızdır çünkü. Yani benim o dönemki düşüncem oydu en azından. Amacım şuydu. Editörlük yapması. Metin yazması. Yazmadı. Yazmadı derken, onu suçlamak için söylemiyorum bunu. Onun kafası değildi benim yaptığım iş. Olayların içine bir şeyler yazar. Yeni formatlar yazar. Bir şeyler yazar. Ümidiyle devam ettik yola. Yaptığımız işin önüne geçen bir eğlence vardı. İnsanlardan çok olumlu tepkiler alıyoruz. Çok hızlı yükseliyoruz. O kadar hızlı yükseliyoruz ki kendimiz bile inanamıyoruz duruma. Derken bir DM aldım. Daha DM’lere bakabildiğim zamanlar. Berk Uçar bana DM atmış. Bir rönt programına ben de geleyim mi dedi. Çok eğleniyorsunuz. Dedim ki tabii ki gel.
Geldi ve o günden sonra hiç gitmedi. Temiz bir herif. Dürüst. Ama ben ona dedim hatta bütün ekibe dedim. İyi insan olmanız benim için bir artıdır. Bir lüksdür. Ama gereklilik değildir dedim. Gereklilik sizin yaratıcı olmanız. Fikir üretiyor olabilmeniz. Sonra Turan Olsan dahil oldu hayatımıza. Ben dedi Ankara’da yaşıyorum. Sahne alıyorum sürekli ama artık Ankara bana yetmiyor. İstanbul’da bir şeyler yapmak istiyorum ve bunu senin yanında yapmak istiyorum abi dedi. Dedim ki gel. Sonra biz kalabalıklaşmaya başladık. Yavaş yavaş Babala TV’yi hayalindeki TV haline getirmeye başlamıştım.
Derken 130 bin abonemiz oldu. Onedio bize müthiş bir teklif sundu. Olaylar içeriğini Onedio’da yaptım. Oturup düşündüm. Dedim ki özgür müyüz? Montajın son izlemesi, son kararı bende mi? Dediler ki sende müthiş. Onedio’da yayınlanan bir pinç programında dahi Onedio’ya sallayabiliyordu. İlk bölümlerde denemek için yaptım. Dedim ki yukarıdan bir umruk gelecek mi acaba Olsan sen de bokunu çıkarttın falan gibisinden. Gelmedi. Teşekkür ederim hepsine. Bizi bizi hiç tanımayan bir kitleyle buluşturmuş oldu. Babala TV 500 bine geldi. 700 bin oldu. Sürekli paylaştığım büyük bir gururdu benim için. Çünkü Onedio’da aldığımız milyonlarca tıktan çok daha önemliydi benim için. Babala TV’nin bir amacı vardı. Hala da var. Fakat Onedio’nun para teklif ettiği kişi benim. Ama ben Babala TV için bir ekip kurdum. Peki bu ekibini nasıl besleyebilirim? Aylık 3000 lira gibi bir bedel biçtim ekibe. Ben ne yiyorsam ekibim de aynısını yiyor. Ben nereyi geziyorsam ekibim de orayı geziyor, orayı görüyor. Hep beraber hareket ediyoruz. Ezgi internet dizisi başlamış. Dedik ya ben internet dizimi tanıtmak istiyorum. Dedim gel. Pinç de konuk oldu hatta. O kadar saf olamaz bir kız. O kadar cici olamaz diye düşündüğüm bir kız. Çünkü birinci olduğu program delirsin orada yarışanları görünce. Bu dedim rol yapıyor büyük ihtimalle. Çok tatlıyım, çok safım rol yapıp insanların amına koyan karıları olur ya direkt olarak Ezgi’ye öyle zannettim. Ama değilmiş. Koşturuyor böyle bir şeyler yapalım. Kız da hareket var. Dedim gel Babala TV’de bir tişörtlerimizi tasarlayalım. Moda tasarımı mezunu bu kız. Babala Store diye bir şey aç dedim. Geldi. Aramıza Ezgi de katıldı. Sonra bir gün Vibio videolarını ben çok severdim Pelin Olgun sayesinde. Çünkü kendi editörlüğünü de yapıyor, kendi montajını da yapıyor falan. Kız tam olarak üretim. Tak tak tak tak. Pelin Olgun’un ben Vibio’dan ayrıldığını öğrenir öğrenmez mesaj attım Pelin’e. Dedim ki Pelin neden Babala’da yapmıyorsun? Vibio’da yaptığın içeriği dedim. Tabii ki dedi. Allah’ın müthiş sıkıntısız bir iş. Kendi montajını kendi yapacak, kendi editörlüğünü kendi yapacak. Harika bir şey. Cemişçiler derken benim takipçi sayım 1 milyona ulaştı. Birçok insanı çok kızdırdı. Çünkü Onedio’nun sahibi benim amca oğlum değil. Benim dayım bakan değil. Benim babam trilyoner değil. Peki ben bu kadar izlenmeyi nasıl başardım? Bu kadar kısa sürede, bu kadar yükselmeyi nasıl başardım? Şimdi sevgili arkadaşımızın bizim için çektiği video benim arkadaşlarıma bildirim olarak gitti.
Asla onu takip etmeyen, asla ona abone olmayan insanlara bildirim de gitti. Bu arkadaşımızda böyle bir kuvvet var mı? Buraya para verip bu videoyu promote edecek bir kuvvet var mı sizce? Yok. Bir anda 1 milyon izlendi. Normalde 1 milyon izlenen videolar trende oturur da bu oturmadı çünkü. Üç nokta. Bugün izlediğiniz birçok video parayla promote edilmiş, desteklenmiş videolar bu. Bugün önerilenlerde gördüğünüz ya da ana sayfanıza düşen birçok video para sayesinde öneriliyor. 1 TL para vermedim videoların reklamını yaptırtmak için.
Ne Instagram’da ne Facebook’ta ne de YouTube’da. Asla hiçbir videomuzun altında üstünde sağında solunda reklam yazmadı. Bu birilerinin canını çok sıktı. Çünkü yaptığımız işin muadili birisi yoktu. Röntün dahi kopyaları çıktı. Hatta dediler ki bu dünyada yapılan bir içerik. Oğuzhan’ı oradan çalmadık ki çaldılar. Dünyada yoktu böyle bir içerik. Çünkü dünya gelişmiş bir yer. Saçma bir içerik yapmazlar ne deyiz. Yaptığımız talk show vari programın yani pinch’in olayların taktikleri çıktı. Çocuklara verdiler metin yazarlarını. Metin yazarı olduğu çok belliydi hepsinin çünkü rol yapıyorlardı. Çok iyi bir oyuncu değilseniz ve o rolü kameranın arkasına aktaramazsınız ki oyuncu olsanız dahi onun rol olduğu belirtileri izleyici tarafından her türlü yakalamış. Yapamadılar. Reklam bastılar trende girmek için. 10 binlerce lira para bastılar. Giremediler. Biz bedava girdik. Birçok insanın canını yaktı sanki ben yapmışım onlara bunu gibi. Peki hiçbir destek olmadan hiçbir yardım olmadan bu kadar yükselince ne oldu? Seni takip edenler ve sevenler çoğaldıkça bir tarafta da ağır bir düşman kitlesi beklemeye başladı. İsmini belki bir sonraki mevzular programında ya da herhangi bir sosyal mecradan zaten illaki açıklayacağım da bugün isim vermeden söyleyeyim. Büyük bir YouTube şirketi oturup Oğuzhan Uğur ile ilgili bugün ne yaptınız diye toplantı yapıyormuş. İlk başta iyi bir şey zannettim bende ama öyle değilmiş. Oğuzhan Uğur’un takıldığı bir kızı bulduk abi. Onunla DM’leşiyoruz. Onu konuşturmaya çalışıyoruz. Bulacağız bir açık. Önce bunu denemişler. Oğuzhan Uğur’un ekibinden biriyle cep telefonuyla konuştum da abi ses kaydını aldım. Ses kaydını dinledim. Peki ben bunları nereden biliyorum?
Çünkü bazıları şunun farkına varamıyor. Siz pusuda olduğunuzu zannediyorsunuz ama pusuya yattığınız adamlar içerisinde biz destekleyen adamlar da var. Pozisyonlarını söylemeyeceğim ama bize bunu yapmaya çalışan şirketin içinde iki çalışan arkadaşımız bu propagandaların ve Oğuzhan Uğur’u bitirelim kampanyasının başlangıcında durumu etik bulmayıp bana haber veriyorlar. Ne dediler biliyor musunuz? Keşke o kadar adam bu kadar toplantıyı seni bitirmek için değil de senden daha iyi bir format oluşturmak için yapsalardı dediler. Haklılardı. Bir insan bana bunu neden yapar ya? Bir insanı siktir et koca bir şirket bana bunu neden yapar? Mügeanlı programını izliyorsunuz.
Sabah programlarını izliyorsunuz. Haberleri izliyorsunuz. 50.000 TL için insanı öldürenler var. Kolundaki bilezikler için kolu kesip kaçanlar var. Ya ben bu adamların üzerine parıltılar döküp size sunmaya çalıştığı ve sunmaya çalışırken harca bu 10.000’lerce lirayı çöpe attırtmışım. Pinç programını yaparak. Bu insanlar para veriyorlar Instagram’da takipçileri olsun diye. Organik 1.640.000 kişiye ulaşmışım. Aslında haklılarmış yani. O kadar çok YouTuber öncesinde bana sallamaya çalıştığı ve sonrasında ”Ah siktir bu herifle baş edemeyiz” deyip sustular ki ve o susuş onların içine öyle bir oturmuş ki benim çevremde dönen bizi bitirme planlarının içine anında dahil oluverdiler. Peki bize ne yapabilirlerdi? Bu ekibe ne yapabilirlerdi? Lan bu herifin gece hayatı yok. Sansasyonel kızlarla takıldığı da yok. Ve videolarında söylediği şeyler araştırdığımız zaman doğru çıkıyor. Biz bu herifi nasıl bitiririz? Önce bir bana gelen DM’leri zorlamışlar. Hani ben pinç programında baya baya üzerinde durdum ya. ”Böyle işini gördün mü?” falan. Para verip bir foto model arkadaşa bana çıplak fotoğraf attırtmışlar. ”Nolsuncuğum seni bekliyorum galiba”
Ulan Allah’tan gitmemişim ya. Bu arada bekar adamım yani. Çoluğum yok çocuğum yok anladın mı? Benim zaten yitmiş gitmiş özgüvenimi daha da zedeledi. Lan tüh ya bunun hepsi bir kampanya mıydı? Çünkü bir ara bir kendime güvenim geldi anladın mı? Ama değilmiş. E biz bu herifi nereden bulacağız? Oğlum bu herifin ekibinin içinde bu kadar kadın var. Olabilir. Ekibin içinden biriyle manita da olabilir. Çünkü bizim kızlar hep sorarlardı. ”Oğuzhanur kesin Pelin’le takılıyordur” ”Oğuzhanur kesin Merve’yle takılıyordur” ”Oğuzhanur Rezgi’den başkasıyla takılmaz reis” yorumlar gelmeye başladı.
Şimdi bizim kızlara da böyle sorular gitmiş. Kızlar tabii ki ”Hayır öyle bir şey yok” falan filan cevap vermişler. Bu arada böyle bir şey olsaydı ben saklamazdım. Niye saklayayım gerizekalı mıyım yani? Lan bugün Tarkan evleniyor lan. Manitanın saklama devri bence 90’larda kaldı. Yani artık insanların o eski magazin kafası yok. Sevgililerini gizlemek gibi. Ben niye saklayayım oğlum? Popstar mıyım? Şu tipime bakamıyorum. İyi güzel oldu insanların sevgilisi olması bölümünü açtık da artık insanlar sevgililerini saklamak yerine, sevgilileriyle takılırken neyi nasıl yaptıklarını saklamaya başladılar. Çünkü bize yetmedi. Çok açız biz.
Magazini açız yapacak bir şey yok. Bununla bu sevgiliymiş. Yetmez nasıl dikişiyorlar onu da gösterin. Sonra oradan video koyuyor, birisi gizli kamera koyuyor. Ne rezillikler yaşıyoruz memlekette. Bu sırada benim popüleritem artmaya başladı. Konserine 50 kişi giden adamın konserine binlerce insan gelmeye başladı. Kaşam arttı. O zaman müziğe değilse de konserleri. Geri dönüyoruz. Haydi başladık konser yapmaya. Biri gidiyor eski şehirde bir yerde çalmaya başlamış. Biri gidiyor başkasıyla çalmaya başlamış. Birisi gidiyor ekmeğini başka yerde arıyor. Dedim ki çocuklar konser teknikleri geri geldi. Hadi toplanalım.
Bam diye toplandık. Ki zaten hiç ayrılmadık da toplanma dediğim şey sahnede toplanmak aslında. Maratona başladık. Çok zordu. Çünkü onediyodadaki çekimler 3 gün sürüyor. Üzerine bir gün sırf montaj alıyor. 4 gün. Konsere gideceğin şehre bir gün öncesinden gidiyorsun. 5-6. Konserden döneceksin 7. Yani haftada 7 gün var ve ben bunu 8’e çıkartmaya çalışıyorum manasız bir şekilde. Menajerim geldi ve dedi ki 20 konseri toplu satayım mı? Sat. Müthiş. Konserlerinden gelen paranın zaten büyük bir kısmını müzisyen ekibine dağıttım. Kalan parayla da gidip araba aldım. Çünkü motorsporlarını çok seven biriyim.
Şirocco vardı bende eskiden mesela. 160 beygir de deviriyordum böyle. Çakal gibi geziyordum. Hooo. Seviyorum yani. Pistlerde falan derecelerim vardır. İyi araba kullanırım yani. Güçlü bir araba alayım dedim. Ne alayım? Elime kalan parayı 100.000 lira. Müzikini taksitle kapatırım dedim. Yapacağım işin geleceğini gördüğüm için taksit taksit öderim diye düşünüp bir araba aldım kendime. Biraz bokunu çıkartmış olabilirim. 500.000 TL’lik bir araba aldım. 300 beygir falan böyle yapıştırıyor. Çok da seviyorum kendisini. Buradan arabama da selamlar. Müzisyenlikle kazandığım parayla bir şekilde arabanın borcunu kapatırım. Çünkü çok güzel konserler geliyor. Konser de kısa geliyor. Hadi o benim müzik hayatım. Ben at gibi çalışıyorum. Ekiple prova yapıyorum. Ekibin parasını veriyorum. Onu Babala TV’deki ekibe mi dağıtayım? Tabii ki dağıtmam. Ama kiralarını öderim. Mesela o malum arkadaşın iki tane ev kirasında ben ödüm. Şuraya buraya gideceğim dedikleri zaman tabii ki deyip paramı paylaştım. Malum arkadaşımız videosunda şöyle demiş. Bana para vermediler. 10000 TL para verdim ben. Bizim ekipten ayrıldıktan sonra. Video işinden para gelmesi öyle kolay bir şey değildir. Daha 150.000 abonelerdeyken ben zaten kanalın gerilerine şehit ve gazi ailelerine bağışlayacağımı açıkladım.
Videoların izlenmesinden ya da reklamlarının izlenmesinden gelen parayı bir kere bütün ekip unutacaktı. Hepsine sordum. Hepsi onay verdiler. Çünkü pırıl pırıl insanlar. Ve bağışlandı. Derken sponsorları fok fok gelmeye başladı. İnanılmaz düşük paralar. Mevzuların içine gelen reklamlar oldu. Ben dedim ki mevzulara reklam almıyorum. Benim suratıma söylenmedi ama bunun şahidi birçok arkadaşım var ki bazı insanların canını sıkmış. Mevzuların içine reklam almamam. Derken röntün içine bir tane reklam aldık. Rönt programı çekmekten nefret ediyorum bunu herkes bilir zaten.
15.000 TL para kazandırdı o reklam bize. Belli bir kısmını zaten o reklamı ayarlayan şirket alıyor. Şimdi alamıyorlar da o dönem tabi yepyeniyiz. İnsanlar hani neresinden ne alırsak kardır hesabı çöküyor bize. 10.000 lira gibi para kaldı. O 10.000 lira paranın hepsi ekip içinde dağıtılacak. Ben nasıl olsa konserden kazanıyorum. Biz artık sponsorları alıp ekibe dağıtılalım kafasına geldik. Yalnız ekibimizden birinin ciddi bir borcu vardı. Bütün ekibi topladım ve dedim ki bu 10.000 TL’yi bence arkadaşımıza verelim yarın bir gün başka birinin borcu çıkar ekipten. Yine sorarız ekibe herkes kabul ederse o parayı da ona veririz falan tadında bir konuşma yaptım. İlk tepki bana bu videoyu çeken arkadaşımızdan geldi. Bu arada borcu olan arkadaşımızla arası çok iyi olmasına rağmen. Dedik ya olur mu diyor bizim de mi dedi borcumuz olması lazım. Bazen bende bazı insanlar çürük yumurta gibi kokuyor. Söylediği bir şeyden yaptı bir hareketten. Bu onların kötü olduğu anlamına gelmez. Benim yapım bu. Uzaklaşabiliyorum abi hemen. O anda birinci level’ıma atladım. Bir garip oldu. Neyse o arkadaşımıza borcu ödendi. Bana yansıfılmasa da arkamdan bazı muhabbetler döndü. Hiç önemli değil. Çünkü ben o muhabbetlerle ilgilenebilecek kadar vakit bulamıyordum kendime. Sürekli bir başka formattan bir başka formata koşuyordum. Oturup yazıyordum konsere gidiyordum. Bir taraftan da Babala TV’yi ayakta tutup. Hedeflediğim kanala ulaştırmaya çalışıyordum. Elimizde para yok. Ama Bolsan Uğur, Mersenes’e biniyor. Olur mu canım böyle bir şey? Cemişçiler niye metrobüsle gidiyor? Böyle laflar gelmeye başladı. Bu lafların gelme sebebi izleyenlerden değil bu arada. O bizim karşımıza düşman olarak palazlanan tiplerin ufak uşakları yazmaya başladı bunları. Ben de döndüm dedim ki ya arkadaşlar böyle şeyler yazıyorlar. Ulan bu benim şarkıcılık paramla aldığım bir araba. 200 sen taksitin var anasını satayım. Araba Pert olana kadar taksit ödeyeceğim zaten. Evet çok gerekli değildi bir futbol takımından başka bir futbol takımına transfer olmuş yeni etme bir futbolcu gibi gidip spor araba almanın bir manası yoktu. Çok mu yanlış yaptım? Tabii ki bütün ekip bu arkadaşımıza dahil. Tabii ki canım Allah Allah o sonuçta senin şarkıcılık paranla aldığın bir şey. Deyip beni savundular ama maalesef ekipten ayrıldığı ilk gün o 500 bin liralık arabayla giderken biz otobüse biniyorduk. Yazısını yazma cüretinde de bulundu. Ben kızmıyorum yazabilir tabii ki. Evet daha fazla reklam teklifi gelecek. Bu kanala daha çok sponsor gelecek dedim. Ben size para vermek zorunda değilim. Benim müthiş projelerim var ama hiç biri olmadı demiş. Yani müthiş projelerinin Youtube’da 2 bin 3 bin izlendiğini gördük. Ayrıca 1 milyon izlenen tek videonun neden birine saldırmak üzerine olduğunu da düşünürsek devamlılık denilen başlığın aslında hayatımızda nerelerde kullanacağımızı daha iyi anlarız.
Burada bir magazin yapma bana söylenen şeylere cevap verme niyetim yok. Sadece belirli bir ivmeye ulaşınca bize gelen yorumlar cevap vermek yerine bizim ne olduğumuzu izleyiciye anlatma ihtiyacı duydun. Ha o noktaya nasıl geldiğini de anlatacağım şimdi size. Babala TV’nin ve Babala TV’deki ekibin para kazanma esasları şunlardır. İçerinizi yapın ben size kamerada bulayım ışıkta bulayım mikrofonda bulayım montajlıda bulayım. İçerinizi yapın sponsorlansın ve siz para kazanın. Biliyorsunuz bir firmanın reklamını yaptık. Sürekli reklam almaya başladık. İyi gidiyor. Reklamlar geliyor bir şeyler yapıyoruz para kazanıyoruz. Tek başıma olsam müthiş paralanmış bir adama dönüşebilirim değil mi? Tam o esnada baktım ki bana para gelmeye başlıyor insanlar Oğuzhanur böyle bir reklamla oynasın dediğinde hayır benim ekip oynasın diyorum. Hayır ekip oynamasın Oğuzhanur lazım bize o şu anda çok trend oluyor dediklerinde. Asiktir ya ne gerek var lan Babala TV’ye de ekibine de pat diye Babala TV’nin ismini bir anda değiştirip Oğuzhanur’a çevirebilir. Ekibime de kardeşim çok teşekkür ederim deyip yollayıp kendi paramı kazanmaya devam edebilirdim. Nasıl bir para kazanırdım sence? Para göz aç bir herif olsam ama değilim.
Taş aşk diye bir format yazdım ben. O formatı 500.000 TL’ye satın almak istediler. Çok iyi para değil mi? Ama satmadım. Bir anda tabi bir tepki geldi. Ekibin bazı insanlarından dediler ki olur mu ya 500.000 çok iyi sat kenan elelim. Neden ya? Bir insan madenini neden satar ya? Hani bugün şeker fabrikalarının özelleştirilmesine ben vururken de bu mantıkta yaşayan insanlar olarak biz neden kendi ürettiğimiz şeyi satalım? Dedim ki yapalım biz yapalım sponsor da bulalım para da kazanalım. Bu karar verebilecek kişi kim? Benim çünkü formatı ben yazdım. Format benim formatım. Benzerlerini yakında görebilirsiniz sağda solda ama taş aşk bizzat benim formatım. Orada haklı olduğu bir nokta var. Taş aşka devam edebilirdik. Yayınlanması bile çok uzun sürdü. Satıp satmamakla ilgili kararı vermem de çok uzun sürdü. Belki o dönemde 2-3 sponsor alabilirdik. 30-40.000 TL’lar kazanılabilirdi. Ya da belki 500.000 TL’ye o formatı satar onun parası direkt olarak ekibe sunulabilirdi. Ürettiğim şeyi satmak istemedim. İstemedim abi. Eminim o da yadırgamayacaktır ya da yalanlamayacaktır. Babala TV ile ilgili tek amacım şuydu. Belli bir yere getirip kendimi şu sikdiğimin kamerasının arkasına koymak. Yeni yeni çocuklar bulmak. Onlara metin yazmak. Onlar için format yazmak. Kendim hep masa ve kağıdın başında gördüm. Bu işe başladığımızdan beri. Beyaz Şov’a çıktığımda dahi bu cümleyi kullandım. Dedim ki yeni medya. Özgür olmak istiyorum ya. Pelin Olgun ilk videosunu koyduğu zaman Fatih Akın işledi ve Ermeni sorumuyla ilgili değişik cümleler kurdu değil mi? Mevzular programına uyan cümleler miydi bunlar? O kadar çok insan dedi ki senin gibi bir adamın kanalında nasıl bu kadının böyle şeyler söyler? Söyleyebilir. Peki ben onu ona söyletmeseydim şu anda şikayet ettiğim medya tarzından ne farkımız kalırdı? Hiç. İnsanların öncesine bakmayı ihmal ediyorsunuz. Çok kırıldım biliyor musunuz? Bizim takipçimizin şüpheye düşmesi beni çok kırdı. Çünkü hani bunlar rol olsa benim Oscar almış olmam gerekmiyor mu şu ana kadar ya? Grammy falan ya da belki kanda ufak bir şey. Ne bileyim bir şey almam gerekmiyor mu yani? Bu kadar çok şey konuşuyorum. Hiçbir filtreden süzmeden size sunuyorum. Hepsi için söylemiyorum bunu da. Ve siz birisi benim hakkımda konuştuğu zaman benden şüphe mi ediyorsunuz? Binlerce sahte takipçi Ayşe 004 yorum yazıyor fotoğrafından. Padişah. Bir bakıyorsun sıfır takipçi. Sıfır gönderir sıfır fotoğraf. Yok hiçbir şey yok böyle bomboş hesap. Ve o yazı 50 like alıyor. Like’li anlara bakıyorsun sıfır gönderir sıfır takipçi. Bilmem kim 004. Daha güzeli var. Cevaplarımı düşünmüyor musun abi? Seni çok seviyoruz.
Bir bakıyorsun o da sahte takipçi. 001. Hani çünkü bu işi devam etmesi lazım. Bu bir maç birçok insana göre. Ama ben şampiyonlar ligine gitmek üzereyken niye mahalle arasındaki çocukların tehditli gaza gelip taştan kalelere gol atmaya çalışayım? Ekip arkadaşlarımızın ses kaydını alan adamlar olduğu gibi onların ekip içindeki konuşmalarını bize aktaran mevzular izleyicileri de var. Konuşulan şu. Şu anda toplantıda baya sizi ve ekibinizi yerden yere vuruyorlar. Ekip dağılıyormuş. Oğulsan ekibe para ödemiyormuş. Bunlar bu durum üzerine bazı çalışmalar yapıyormuş.
Oğulsan uğur ve ekibi yakında bitecek. Adını bile hatırlamayacaklar dediler. Güzel. Bu da bambaşka bir şirketten aldığımız istihbarat. Bu kadar hızlı yükselirsen bu kadar çok saldırırlar. Bu işler böyledir. Çünkü insanların hayatta bahaneleri vardır. Ben de onun yaptığını yaparım. Ama seni üzülemiyorum. Ben de bunun yaptığını yaparım. Ama bize imkan verilmedi. İnsanki bize çok imkan verildi ya. Amına koyayım. Ben de böyle yaparım. Ama ama ama ama.
Ama evvelinde dedim. Hay amanına koyayım. Sürekli bir bahane. Sürekli bir ancak sürekli bir fakat. Benim size zarar verebileceğim noktaları bitirdiniz. Kabul ediyorum. Pes ediyorum. Gerçekten uğraşamam. Büyük bir televizyoma çalışmaya başlayacağız diye postlar attık. Kürdüğünü yaladı dediler. Habire reklam kardeşim falan filan. Düşünsene birileri reklam almandan nefret ediyor. Sonra sana niye insanların parasını vermiyor diye sörmeye başlıyor. Ekşi sözlükte biz kimleri bitirmedik ki bu adamı da bitireceğiz yazmışlar. Çok da haklılar. Ben de benim gibi bir anda türeyen bir herif görürsem ben de mi nefret ederdim. Çünkü birisi bir anda çıkıyorsa o bir bokluk vardır onda. Vardır birbirlilik. Çok haklısınız. Hepinize de hakkım helal olsun. Siz etmeseniz de olur. Ben bitmek istiyorum. Beni ne olursunuz bitirin. Ben yardımcı olayım size. Okan Boyulgen, Beyazıt Öztürk. Yahu bu adamlar yıllarca nasıl dayandı lan bu yorumlara. Ben daha televizyonun önünde fotoğraf paylaştım. Allah’ın meczubunun biri demiş ki. Bu herif bu kanalda nasıl olur? Bu herif AKP karşıtı değil mi? Ay dedim ki ananı sikiyim. Daha biz başlamadan televizyona boğuluyorsa demek televizyona başladıktan sonra nelerle karşılaşacağız.
Yani şu anda YouTube’a iş yapan bir sürü ajansın hedefindeyiz ya. Ulan demek televizyona geçsek üff. Belki bu açıklamam birçok insan için sensasyon. Belki birçok düşmanımı mutlu edeceğim. Ama açıklayayım televizyonda iş yapmayacağım arkadaşlar. Birçok insan bunun için yaşıyor biliyor musunuz? Bunun hayaliyle yaşıyor. YouTube’u nasıl değiştirdiyse televizyonda da formatları öyle değiştiririz mantığı ile. Büyük bir cesaretle kabul ettiğim televizyon mecrası durumunu şu andan itibaren ikinci bir emre kadar kapatıyorum.
Herkesin Allah’ım yırttık dediği şeyi şu anda reddediyorum. Nasıl ya? Sen şey demiş tabi o kadar trilyon alınca bir de 35 yaşında ya kabul edecek tabi. Almıyorum kabul etmiyorum yapmıyorum. Hadi bunu da haber yapın. Yapmıyorum yapmıyorum. Ben Babala TV benim kanalımla koyayım. İstediğimi yaparım burada. Televizyonu niye değiştiremeyelim diyordum. O fikrimi sikiyim ben. Şimdi birçok insan diyecek ki bak görüyor musun? O kadar çok tepki geldi ki televizyon. Ulan bu kadar tepki gelse televizyondan vazgeçilir mi? Manyak mısınız lan siz? Birilerinin hakkını yiyor bu herif dediler. Bana ahlaksız dediler. Birisi bana ahlaksız dediyse ahlaksızlığın ne olduğunu tabi şimdi anlatmaya çalışmayacağım burada insanlara. Çünkü bizde ahlak dendiği zaman durum direkt buna bağlanıyor ya. Ahlaksızlığın çeşitleri vardır. Hani bir elin verdiğin diğer el görmemeli. Görüyorsa ahlaksızlıktır o da bir ahlaksızlık. O zaman ben size ahlaksızlığımı yapayım şu anda. 223 bin TL bu kanalın geliri ve bu bağışlandı. Şu anda üzerimizde linç kampanyası var falan filan diye değil. Biz bunu zaten aylar evvelinden duyururum. Biz bunu zaten aylar evvelinden prim nedir videosuyla duyurmuştuk. İsim vermeyeceğim ki isimlerini verebileceğimizi söylediler ama tabi ki vermeyeceğim. Geçen ay felçli bir kardeşimizi ameliyat ettirttik. Kaç para yolladım ben? 15. Bu 223 binden ayrıdır. Bir gaziye arkadaşımızın ameliyat masraflarını üstlendik. 20 bin TL. İzmir’de iki kardeşimizi okutuyoruz şu anda.
Eskişehir’de okuyan bir arkadaşımıza kamera ve ekipman gönderdik. Daha iyi projelere imza atabilsin diye. Bizimle 4 ay çalışmış birisi çalışanımız olsaydı şayet. Hadi 5 ay olsun. 3 bin TL’den aylık hesaplarsak kaç para almış olacaktı bizden? 15 bin TL. Bir sene boyunca hiç para almadan bir yerde çalıştım ama bizim ona verdiğimiz para 15 bin TL’nin üzerinde. Babala parti diye bir şey yaptığımız zaman o arkadaşımızı DJ olarak konumlandırdık. Oradan da para kazansın diye. Ki kaç babala parti yaptık? 3 tane de babala parti yaptık.
Tabii oradan da her parti sonrasında bir meblağ aldı. Yani durum şu. Aslında genel istatistikte alması gereken paranın bayağı bir üstünde. Yani totalde 15 bin TL’yi geçiyor. Yani o bir şirket çalışanı da değil. Sadece beraber bir şeyler yapmaya çalışmak istediğimiz bir arkadaşımız hakkını helal etsin. Varsa kalan bir hakkı bir şeyi ya da onun kafasındaki hesap daha farklı ise bize miktar olarak belli edebilir. Biz de şu anda çok şükür yazın. Reklamlarda oynadık. Hedefimize ulaşmak için iyi paralar kazandık. Bu paralar da çekinmeden kendisine para yollayabiliriz. Kimse mükemmel değil. Ben neden mükemmel olayım ki? Özellikle bir insan reklam çekimindeyken belirli anlaşmalar yaparsın cevap da veremezsin. Tam reklam çekimindeyken eğer birisi sana doğru olmayan verilerle saldırıyorsa askerde yaşadığının bir türlü kapının dışına çıkamama sabrını tekrar hatırlayıp onu uygulayabiliyorsun. Onu uyguladım. Bunlar iş stratejileridir. İş savaşlarıdır. Baba filmini çok severim. Bütün erkekler de sever eminim. Orada babayı ilk vurdukları zaman oğullarına şunu demişti. Hayır bu iş. Çünkü biz onların işlerine karşıtık. O yüzden vuruldum ben. İntikamı alamayız. Onlar bizim işimize karşı çıkarlar ise anca o şekilde intikam alırız der. Hepimizin hayatını garanti altından alması gerekiyor. Burada alamazsın başka bir yerde alırsın başka bir yerde alırsın ve bunların yöntemleri vardır. Etiktir değildir. O beni ilgilendirmez. Çetenin anlamı bizim konuştuklarımıza karşılık verenler. Bu yüzden çeteydi bu ekibin adı. Ama artık çeteyi Kur’an olarak lağvediyorum. Çetemete bak. Çünkü kimin ne olduğu belli olmamaya başladı. Ya bu adam mevzular da bunları anlatıyor. Diyemiyorsanız şüpheye düşüyorsanız siz zaten hiçbir zaman o çetenin içine dahil olamamışsınızdır. Mevzular çekmeye devam edeceğim. 5 kişiler izlese devam edeceğim. Müthiş işler yapan adamlar var. Bercan Güven’i çok seviyorum biliyor musun? Ruhi Çenet’i çok seviyorum. Enes Batur’un yaşına rağmen istikrar tartışılmaz. Barış Özcan var müthiş. Yorekok var mesela. Zeka akıyor yani böyle. Gerçekten çok iyi. Böyle adamların içerisinde var olabilmek tabi ki bazı bu işi tam yapamayan adamların arasından sığılabilmekle gerçek oldu. YouTube Türkiye’nin köşelerini oluşturuyor bu adamlar. Bizi de bir köşeye koydukları için bizi bugünlere getiren herkese çok teşekkür ediyoruz.
Gereksiz yere övülme kısmını çok şükür atlattık. Şimdi acımasızca linç edilen bölüme gelmek üzereyiz. Birileri bizi buraya getirmeye çalışıyor. Peki ben neden bu kadar çok çalışırken bu yaz gidip tatil yapmadım? Mesela Onerio’da dünyanın en enteresan içeriklerinden birini mesela sergiledik değil mi? İşte yaz dostum diye. Çok güzel bir para aldık oradan. Ekip kenelensin diye yaptık. Her şeyin bir zamanı vardı ya para kazanmanın da. O zaman geldi. Sonra ben gittim reklamlarda oynadım. Amacımızda ne var biliyor musunuz? Kendimize bir villa satın almak var. Ve onu bir çekim üstüne çevirmek istiyoruz.
Çok pahalı bildiğiniz üzere. Çok şükür o binayı alabilecek duruma geldik. Ben bunları ne olacağını bildiğim için bu istihbaratlar bana geldiği için bu yaz tatil yapmak gelene reklamlara asıldı. Çünkü bunlar güçlüler moruk. Bizim karşımızdaki bu insanlar bizden güçlüyor. Geçen haftalarda Antalya konserimiz çıkışında şu kadarcık bir çocuk geldi yanıma 11 yaşında. Konser arabasına yaklaşırken o bölgenin güvenliğini sağlayan bir tane kardeşimiz çocuğu böyle itele deliği. Duru da de sanatçı da da şey yapacak gidecek. Ben de görüyorum böyle kenardan. Moruk çocuk bir anda tamam deyip başka bir yere hızla yürümeye başladı.
Arkasını döndüğü anda çocuğun hıçkırığını fark ettim böyle gözleri doldu. Ağlıyor çocuk. Dedim ki abi ne yapıyorsun? Hemen atladım gittim çocuğu tuttum böyle. Çok duyarlı bir şarkıcı falan olduğum için değil yani. O yüzden anlatıyor diyen de olur. Gittim çocuğu bir döndürdüm abi. Çocuk ağlamaya başladı. Çılgınlar gibi sarıldı bana. Tıt ya canım benim. Ne diyeceğim ki yani? Ne yapalım? Selfimi çektirelim dedim. Ünlüyüm ya ben. Gel bakalım.
Ama piste abi benim dedi. Ananı sikiyim. Yalnızca biz aydınlık kaldık. Bütün dünya karardı o sırada. Benim babamı FETÖ soruşturması yüzünden haksız yere içeri aldılar. Benim babam üniversitede şuydu falan filan anlatıyor çocuk. 2 sene oldu. Ellerinin en büyük çocuğu. Düşün o çocuk 11 yaşında. Ailede sıkı durması gereken erkek o yani. 11 yaşında ya. Düşünsene zamanında benim babamı içeri atan FETÖ’cüler şimdi pah pah tutuklanıyor. Tutuklananlardan birinin oğlu bana sarılıp ağlıyor ve diyor ki benim babamı haksız yere içeri aldılar. Oh olsun deyip geri dönmem gerekmiyor mu benim? Peki niye diyemiyorum? Niye sevinemiyorum abi? Yani benim burada anlatıp sizin hayalinizde canlandırabileceğiniz bir şey değil. Bana dedi ki mevzularda dedi anlat abi dedi. Ya benim ahımı alanlarım ben de bir şekilde yanlışlıkla ahını alıyorsam. Ya aslında bizi içeri atanlar şu anda dışarıda dolaşıyor da bir şekilde göz doldurmak için. Hiç bu işlerle alakası olmayan adamları içeri atladıysa. Haydi gel bana anlat. Nasıl anlatacağım bunu? Dün festival dedim bir tane konserim vardı. Gelen herkese çok teşekkür ederim.
Çocuğum bir tanesi geldi sarıldı bana. Onun babası da yıllardır içeride. Gencecik bir çocuk. Ben o çocuğa söz verdim. Bunu mevzularda konuşacağım. Ben o ufaklığa da söz verdim. Bunu mevzularda konuşacağım. Ben dün alışveriş merkezinde bana sarılan baş çavuşa söz verdim. Burada mevzuları yapmaya devam edeceğimi. Yapacağım mevzuları bundan vazgeçmeyeceğim. Ama artık çetecilik yok. Kapısında şüphe olanlar gittiyse çeteyi dağıttığımıza göre burada benimle kalanlarla mevzuya devam edelim.
Dedik ki bu ülke insanlarının bazıları mağaradan çıktıkları pozisyonu bir adım öteye taşıyamadılar. Ehliyleştiremediler içgüdülerini. Peki bu bize ne zarar veriyor? Hadi bana verdiği zarar veriyor. Arkamdan birisi seks ve parayla ilgili konuştuğu zaman oğul sanur, fuhuşçu ve hak diyen birisine dönüşüyor. Normal. Bu çok konuşuluyor. Daha da normal. Çünkü bu ülkenin iki noktası var. Para seks. Seks para seks. Benim sikimde bile değil bu arada. Bu size zarar veriyor. Bugün konular belki size kendini hissettirmiyor ama yarın bunun acısını çok fazla çekeceksiniz. Mustafa Kemal Ankara’da milli mücadele ışığını yaktığı zaman İngilizler de dönemin kutla hükümeti müthiş bir plan yaparlar kendilerince. Hint uyruklu İngiliz casusu Sagir’i devreye sokarlar. Sagir İstanbul’da kendisini Hint İslam Konseyi üyesi ve Kuayi milliyeci olarak tanıtır. İngilizler yalandan bu herifin evini basarlar. 17 gün falan tutuklu kalır. O zamanlar İstanbul’da faaliyet gösteren milli mücadeleci Karakol cemiyetinin bazı üyeleri bu zokayı yutarlar ve Sagir’e yakınlık göstermeye başlarlar.
Ankara’ya bu adamdan söz ederler ve Hint Müslümanlarının bu adamı milli mücadeleye yardım için gönderdiğini söylerler. Ankara’nın hoşuna gider tabii bu derler ki gelsin. Sagir İnebolu’da, Kastamonu’da, Çankır’da ve hatta Ankara’da büyük törenlerle karşıladılar. Mebuslar ve ileri gelenler bu casusu özellikle ziyaret edip tebrik ederler. Ve sonunda Sagir Mustafa Kemal Paşa’nın huzuruna çıkar. Mustafa Kemal’e altın işlemeli bir sancak verir ve der ki Paşam ben Hint İslam Cemiyeti Başkanı Ebu Fazıl’ın adına size bunu veriyorum. Mücadelenize Hintli Müslümanların büyük miktarda para ve altın desteği olacaktır der. Görüşmeden sonra Mustafa Kemal Paşa hiç istifini bozmadan en güvendiği arkadaşını çağırır ve bu adam İngiliz casusudur. Sıkı takip edin der. Bunu sakın kimseye de belli etmeyin. Ayrıca yazıştığı mektupları da takip alın der. Paşamın arkadaşı şaşırır. Tabii Sagir bu sırada Paşanın da onayını aldığını düşünerek faaliyetlerine kendinden emin bir şekilde devam eder. İstanbul’da Ramiz adında birine mektuplar yazmaktadır.
Yazıların incelendiğine de uyandığı için yazılarının çoğunluğu da Mustafa Kemal Paşa’ya ve Milli Mücadele’ye övgüler düzel. Ama nedense bu övgüleri kısa ve koca mektup kağıdının en üst kısmına yazar. Yani mektup kağıtlarının büyük bir bölümü boş. Paşanın talimatından sonra Milli Mücadele’nin istihbaratçıları mektubu tekrar inceler. Kağıtların boş kısımlarında görünmez mürekkeple yazılan yazıları keşfederler. O satırlarda adı Ramiz olan ve İstanbul’da yaşayan kişinin aslında İngiliz istihbaratından Albay Nelson olduğu ortaya çıkar.
Tabii bütün bunlar ortaya çıkınca Sagir yakalanır ve idama mahkum edilir. Bu ülkede dün de çok fazla Sagir vardı, bugün de var, yarın da olacak. Önce başlıkları iyi tartmamız lazım. Her mevzular da söylerim. Bazı fikirleri körü körüne kabul etmeyin. Bazı konulara körü körüne yorum yapmayın. Mağaradan çıktık. Bunlar yalnızca toplumun karşısında nasıl ayakta duracağımızı belirlemiyor. Bunlar topluma örnek olmamızı. Toplumun da kendi duygulu, kendi içgüdülerini ehlileştirmesine yardımcı oluyor.
Aslanlar avını kıstırıp yakaladığında çakal hemen aslanın kendi uğraşıyla yakaladığı av üzerinde hak iddia etmek için bölgeye gelir. Fakat çakal çok iyi bilir aslanla asla savaşamayacağını. Çok özel bir ses çıkartmaya başlar. Birçok bilim insanı buna çakalın ıslığı der. Sesin geldiği yeri onlarca sırtlan toplar. Sırtlan salaktır. Aslana saldırır. Kaybedip kaybetmeyeceği hakkında bir fikri yoktur ama aslan bilir ki onlar kaybedecek. Burada tek bir açık, tek bir sıkıntı var. Aslan sırtlanları kovarken çakal aslanın hak ettiği av alıp götürür.
Buraya kadarını herhangi bir belgeselde izleyebilirsiniz ama size sonrasını anlatayım. Aslanın hakimiyet sağladığı bölgede bazen bir sırtlan gelir çalar. Aslanın elindeki avı bazen çakal. Bazen akbabalar dadanır. Aslanın bıraktığı leşe bazen kargalar. Evet birçok çakal gelip aslanın emeği olan ava ortak olabilir. Ama şunu unutmayın. Aslan doymak için avı bıraktığında ya yem olurlar ya da aç kalır birbirlerini yerler.
İçini dışından daha çok süsle çünkü dışın halkın için hakkın baktığı yerdir.
İlk Yorumu Siz Yapın