"Enter"a basıp içeriğe geçin

MEVZULAR 23 – Aptal Vagonu

MEVZULAR 23 – Aptal Vagonu

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=mNNgheRojLE.

Düşünsene Türk sinemasının Fatih Sultan Mehmet ile ilgili, İstanbul’la Fethi ile ilgili yaptığı filmlerin çoğu girip bakabilirsiniz harçlılarda var. Bize yapıştırır. Mesela Fatih Sultan Mehmet’i gay olarak göstermeye çalışan Türk filmleri var. Bizanslılara zulmetliğimizi gösteren Türk filmleri var. 10 sene evveline kadar yayınlanırdı. Bizde öyle bir şey var. Avrupaya yaranma diye bir şey var. Yani Avrupa’ya devlet olarak da yaranmaya çalışıp güneşe doğru salınacak yapmayın diyor Avrupa. Müthiş bir gelişim bence kültürel açıdan da. İnanılmaz bir gelişim. Avrupa diyor ki böyle yapın. Bizimkiler yapıyor anladın mı? Peki filmler ya da şarkılar örevizyona katılıyoruz yıllar yıllar evvel. Opera diye şarkımız var. Türk opera sanatçılarını sayıyor ve opera okuyorlar. Peki biz orada sonuç müthiş olsun diye mi o şarkıyı gönderiyoruz oraya? Hayır. Şunu demeye çalışıyoruz. Bakın biz festakmıyoruz, deveye binmiyoruz. Arap değiliz biz, Türk’üz. Bizde de operacılar var demeye çalışıyoruz. Biz nedense hep dışarıdan gelecek insanın bizi nasıl göreceğiyle ilgileniyoruz. Oğlum kaldırın şunları misafir gelecek bir lafı. Nasıl büyük bir klişe değil mi? Türkiye’de teknoloji fuarı yapıyorlar. Japonlar gelecek diye yalan proje sunuyor bizimkiler. Japonlar bizi sevsin diye.
Robot yapmış bizimkiler, içinde adam var Amuro diye. Robotun içine sokutmuşlar adamı. Siz de diyor robot yapıyorsunuz tabii Japonsunuz ama bakın biz de bunu yaptık. İçinde insan var bari düzgün hareket et de adamların ağzı açık kalsın. Japonlar demiş ki bizimkinden biraz daha kötü. Abi ben gerçekçi olsun diye böyle yaptım. Neyse onu anlatırım. Anlatırım yani ne yapayım? Mevzular. Çok özledim. Neden uzun zamandır mevzular çekmiyorsun diyenler var. Sebepleri de var ama burada konuşmaya da gerek yok. Mevzular benim tam olarak ben olduğum yer. Bunu her programda söylüyorum ki ben maalesef zaten her programda.
Pinç programında olsun, mevzular programında olsun ya da konuk olduğum bazı programlarda olsun. Anlattığım şeyleri yinelemek zorundayım. Neden? Yine çok çok önceki mevzularda anlattığım gibi toplum hafızamızla alakalı bir şey. Mesela ben bir konu hakkında bir şey söylüyorum. O konu hakkında çok uzun süre sonra konuşuluyor. 3 ay geçiyor. O konuyla ilgili bana diyorlar ki sen bu konuyla ilgili ne düşünüyorsun? Düşündüklerimi zaten anlatmışım. Baştan baştan bir şeyleri de anlatmam biliyorsun. Çünkü bu tekrara düşürür bize. Ki birçok insanın nefret etse de eminim takdir edeceği bir olay var. Biz her hafta 60 dakika 70 dakika bazen 80 dakika konuştuğumuz bir program çekiyoruz. Bu programları çekerken tekrara da düşmüyoruz. Sev meselerde takdir edebilecekleri bir veri. Genel olarak her mevzuların başında bir periyolik neşret yapıyoruz. Ben neler yaşadığımızı en azından bir önceki mevzulardan bu mevzulara kadar başımızdan neler geçmiş onları kısaca anlatıyorum. Hatta anlatmayı bir tarafa bırakıp değerlendiriyorum. Biz duygularımızı, hislerimizi, yaptığımız işlerde belirtemiyoruz. Nedir onlar? Pinç. Nedir onlar? Çektiğimiz reklamlar. Nedir onlar? Konuk olduğumuz programlar. Bunlar iştir. Ama mevzular iş değildir. Mevzular olsan uğurdur, olsan uğurda mevzulardır. Pinçle ilgili birçok eleştiri almışızdır ama çok ilgilen bir program çünkü konuştuğuma şaşıranlar oluyor, konuştuğuma gülenler oluyor. Bir şekilde insanlar kendine yakın buluyor ve bizi izlemeye devam ediyor. Nedir o? İş. Ve işimiz çok zor. Çünkü dünyada bir insanı güldürmek ve ağlatmak kadar zor bir iş yoktur. Bu yüzden tiyatronun emblemi bir gülen surat, bir de ağlayan surattır. Aradaki bütün duyguları insanlara kolayca verebilirsiniz. Bir insanı korkutmak da zor değildir. Bunu zaten birçok Facebook videosunda görmüşsünüzdür. Ekrana bak.
VUUUU Bir insanı ağlatmak zannedildiği kadar kolay değildir. Güldürmek hiç kolay değildir. Biz pinçle insanları güldürüyoruz, bazen düşünürüyoruz, bazen ağlatıyoruz. O iki köşeyi de bunharca sonuna kadar kullanıyoruz. Neden bunu yapıyoruz? Para kazanmak için. İş. Reklam oluyoruz. Konuklarımız oluyor, onların reklamını yapıyoruz. İşimizi devam ettiriyoruz. Arada reklam filmleri geliyor, onlara gidiyoruz. Aa sen reklamlarda oynar mıydın? Oynamayayım. Masaya yiyin bunu. Arkadaki perdeyi yiyene kadar mevzular çekmeye devam ederiz. Maalesef öyle bir şey yok.
mevzular çekiyorsun diyorsun ki mevzular da ne kadar ciddisin oradan yediğisin. Çünkü o benim işim amına koyayım. Bir manava gidip de üzerindeki önüne bakıp ulan bu üzerindeki önlükte ne komik kalın bir şey amına koyayım diyebilir misin? Diyemezsin çünkü o adamın işidir. O yüzden hayatımızı idam ettirmek için üzerimize geçirdiğimiz formalara bir eleştirle bulunmak istiyorsanız mevzuları eleştirebilirsiniz. Ama diğer konularda lütfen beni rahat bırakın. Ben de çok isterdim politik davranıp ayranım dökülmesin, götüm sıkilmesin mantıyla takılıp saraylarda kahvaltılara gidip tek kahvaltıyla 5 reklam filmi almayı ben de bilirdim herkese. Şunu şunu yapıp geçer mi? Biliyorsunuz hiçbir zaman öyle bir çizgimiz olmadı. Birine saldıracaksınız siz linç edeceksiniz değil mi? O linçin önüne duvar koyuyorlar insanlara. Arka ediniyorlar. Tabi bu arka edinme esnasında verdikleri tavizleri bunu da anlatmayacağım beni delirilendirmez zaten. Ama biz o tavizi hiç vermedik. Yani düşünsenize benimle sizin aranızda bir güç duvarı yok. Bir insan sinema filmi çıkartırken, kitap çıkartırken, bir reklamda oynarken büyük bir destek alır. Alır ki eşi yüzünüzün paralar kazansın. Bu desteği alırken sizi böyle döndürürler. Bu insanlar çok kolay para kazanır. Zamanında sizi bir şekilde bu pozisyona sokan insanların nasıl soktuğunu hatırlayın. Bundan sonra sizin en azından fikirlerinizi draft olarak belirtebilmenize imkan veren insanları da kolay kolay harcamayın. Bugüne kadar yayınlanmış Türk filmi fragmanlarında yorumlara çıkanı yazıyorsunuz ya yorumları. Siz zannediyor musunuz ki o yorumları birileri belirleyip ön plana koymuyor. Yapım firmaları fragmanı koyduğu zaman bütün yorumları onay isteğine bağlanmış. Sosyal medyacı oturuyor, YouTube’un başına bakıyor yorumlara sayfa sayfa. Güzel yorum onayladım, kötü yorum onaylamadım. Deyip istediğini koyup istediğini kaldırıyor. Biz bunu yapmadık.
Ya yapıştır işte yapıştır ki hangi vagonda olduğunu ben daha iyi anlayayım. Çünkü ben seni anlayamazsam burada seni sana anlatamam. Çetenin affına sığınarak sizi tenze ediyorum. Konuştuğum hiçbir şey sizinle alakalı değil. Tam olarak buraya neden geldiğini fark etmeyen ya da belirli pis amaçları doğrultusunda şu anda bu videonun içinde bulunan arkadaşlara sesleneceğim. Türkiye’de şöyle bir durum var. Bir şey çoksa daha çok olmaya meyillidir. Ama bir şey assa asla çok olmaya eyaltenmez. Bunu yapan biziz. Bu birlik duygusu vatan millet sevgisi diye sürekli her mevzularda konuşuyorum. Hatta benimle taşşakla geçiyorlar.
Taşağa geçenlerin kim olduklarını da hani biliyorsunuz. Onların bunları yapması çok normal. Çünkü onlar bahaneleri olan insanlar. Bir insanın tecrübeleri vardır. Bir insanın aklı zekası fikri vardır. En tehlikeli insan bahaneleri olan insanlar. Zorluklarla mücadele etmiş ve bugün kendisi olmuş. Birçok insan da bizi izliyordur şu anda eminim. Hanginiz bahanelerinizin arkasına saklanıp hayatı klavyenizin başında ya da telefonunuzu eliniz alıp parmaklarınızla değerlendiriyorsunuz? Bir iyi yorum bin like aldıysa o iyi yorumun aynısı ya da benzeri yorumlarla dolar o YouTube videosunun altı.
Bir video da kötü yorum hype yaptıysa o videonun altı kötü yorumlarla dolar. Ben buna tren ve vagon diyorum. Başka birinin lokomotifine takılıp vagon olmayı kabul ediyorsanız size söyleyecek bir şeyim yok. Ama ne olursunuz kendi fikriniz olsun. Biz bugüne kadar yapacağız dediğimiz hiçbir şeyi es geçmedik, üstünü örtmedik. Aynı şekilde de devam ediyoruz. Yazın bir sinema filmi çektik. Fragmanını doğal olarak kendi kanalımda da yayınladım. Sinema filmimiz medya eleştirisidir. Zamanında size dayatılan her şeyi sahne sahne çektik. Borcu olan bir muhabirin kanalı idare etmesini konu alan bir sinema filmi.
Klasik bir Türk filmi oldu diyenler de çok olmuş. Oğlum ne dediğimi albümün pornosu mu çektik senin için? Çocuklar film çektiler son dönemde. Hepsini konuk aldım. Alacağım. Çünkü aşağıdan bir nesil geliyor. Bugüne kadar 5 tane patron vardı Türkiye’de. Onlar kim istediyse onu alkışlamadınız mı? Dün tartışması vardı popçudan sinema filmi yıldızı olur mu? Manken’den olur mu? Oldu bak Kıvaç Tatu Tuha. Nis gibi oyuncu oldu adam. Ve ilk filmini açız de şimdi. Kenan’ı mizale oldu. Deli üretle beraber çalıştım kendisiyle. Deli üreğin ilk bölümünü izleyin.
Ağlarsınız gülmekten. Mütih bir şu an kazanmadık mı? Şimdi artık kontrol sizde. Kontrol sizde. Ama siz kontrolü size verenlere söylüyorsunuz. Yine eski sistemime dönelim. Babalar, patronlar ne istiyorsa onları mı verelim size? Kötü işi ben her zaman eleştiririm. Her zaman eleştiririm. Zamanında kendi yaptığım işlere de yapıştırmışlığım vardır. Artık kendi insanınızı boklamaktan vazgeçin bence. Eleştirin ama boklamayın. Bu özgüven eksikliğidir. Burada belli bir ideayla sahip olmasam oturup mevzuları zaten çekmem. Mevzuları eleştirenler de var dedim ya. O çok bilmiş bir tayfa.
Onlara da hak veriyorum. Onlar bahaneleri olan insanlar. Doğudan bir olay anlatıyorum. Nereden biliyorsun amına koyayım? Başımıza gelen bir olay anlatıyorum. Nereden biliyorsun amına koyayım? Şöyle düşün. Kendi hayatımla kıyasla ve empati yap. Çok özeniyorum size bu arada. Hala bazı yerlerde bazı şanslı insanlar okuduklarıyla, televizyonda izlediği belgesellerin gazıyla ülkeye ya da dünyaya yönelik fikirler ediniyorlar. Ben size çok özeniyorum açıkçası. Kız arkadaşına bile laf anlatamayan adamlar bunlar. Bunlar en yakın arkadaşlarına bile laf anlatamayan insanlar gelip sosyal mecralarda birilerine söverek laf anlatmaya çalışıyorlar. Aslında bize dayatılanla bizim farkında olup hiç içine dalmak istemediğimiz konulardan ibaret Türkiye Günleri. Neler bunlar? Yunanistan’ın bizim üzerimizdeki baskısını herkes biliyor. Biz odaklanmak istediğimiz konulara odaklanıyoruz. Çok da sikimizde değil Yunanistan. Gözle görülür ya da magazinsel bir hamle yapmazsa bize. Kardakta nasıl bir olduk da ulan bunu yapamazsınız bize. O bizim kayalığımız dedik. Çünkü bu aslında çok magazinsel bir olaydı. Bir hareket görmesi gerekiyor çünkü.
Hareketi tam olarak görmezse kimse birbiriyle aynı şeyi düşünmüyor. Anlatıyoruz ya mevzularla bu konuda uyuyor olabiliriz. Bakın bu konunun farkında olmayabiliriz diyorum ya hep. Yine açı değiştirelim ve şuna bakalım. Gerçekten gözümüzün önünde gerçekleşen olaylara rağmen hiçbir müdahale olmadan biz neden kafamızı başka yere çeviriyoruz? Temeli ekonomi ama saçma sapan derilere girip sizin de başınıza ağrıtmayacağım. Hızlı hızlı anlatacağım. Türkiye’de bir insan bir ev toprak almak için yaşar. Maalesef öyle. Avrupa’da öyle değil. Bir insanın zaten bir aidiyeti vardır, toprağı vardır.
Onun üzerine hayatını idam ettirmeye ve onun üzerine bir şeyler koymaya çalışarak yaşamaya devam eder. Bizde öyle değil. Birçok insan eğer annesinden babasından miras kalmadıysa bir ev sahibi olmak için yaşıyor hayatını. Ama o borca giriyor ama buna giriyor. Gidiyor, yanga oynuyor. Yolsuzluğa beyni çalışan birçok insanın aktif olmasının sebep maalesef budur. Bu bizi bireyselleştiriyor. Bizim asla tam olarak birlik olamamamızın sebebi de maalesef bu gerekçelerdir. Çünkü sen bireysel düşünüyorsun. Kendini kurtarmayı düşünüyorsun. Hayatını kurtarmayı düşünüyorsun. Bundan daha doğal bir şey olabilir mi? Olamaz. Amerika’daki adama bakıyorsun. Devletinden aldığı güvencesi var. Adam zaten hayatının garanti altında olduğunun farkında. Kimisi nükleer savaşı olacak kesin değil, kazandığı parayla kendine sığınak yapıyor, delirip. Kimisi gidip kamyonet boyuyor. Kimisi gidip bambaşka bir şey yapıyor ama hepsinin ekstra bir sosyal yaşamı, sosyal ideali var. Bizde yok. Biz bu yüzden yan yana gelemiyoruz. Bir mahallede herkes birbirini çok sever, sıcak kanlı insanları, biz falan filan da. Neden o mahalledeki herkes birbirinin arkasından konuşuyor? Kendini kurtarmak için. Kendini ön plana çıkartmak için.
Eğer bir mahallede bir kişi bir bok yediyse, yemese dahi dedikodusu çıktıysa bütün mahalle o kişiye karşı cephe alır. Cadavu diye bir şey vardı Avrupa’da. Orta çağ diyorduk biz buna. Katedrallerin gökyüzüne ulaşmaya çalıştığı dönemler. Ressamları, sanatçıları, birçok insanı katlettikleri dönem. İzlediğiniz herhangi bir filmden bile hatırlarsınız. Elinde meşale, ormanda cadı avlayan köylüler. Şu an biz maalesef o sahnenin bayağı bir prodüksiyonlu halini canlandırıyoruz. Elimizde kazmalar, kürekler, meşaleler, alevler. Bir cadı çıksa da kessek diye yalvarıyoruz.
Bizim köyümüz, bizim ormanımız da sosyal medya. Ama ne bekleyebilirsin ki? Yarın bile doyup doyamayacağını tahallül edemeyen insanlardan bahsediyoruz. Yediği ekmeği daha yutmadan, acaba bir sonraki ekmeğimi nasıl kazanacağım diyen insanlarla dolu bir ülke. Kimisi okumaktan, kimse cehaletten bahsediyor. Bunu en çok anlatan da benim biliyorsunuz. Sistem o kadar kötü elimizde patladı ki, biz bu sistemi nasıl geri alacağımızı tartışmayı bile tartışamıyoruz. Biz bu insanların karnı açken bunu nasıl yapacağız? Bu insanlar ekonomik açıdan korkutulmuşken bunu nasıl yapacağız? Hırsız derdik birine eskiden. Dünyanın en büyük aşağılaması. Ben daha ilkokulda bir veletken birinin silgisi çalındığı zaman o silgiyi çalmamama rağmen kıpkırmızı olup gün sonuna kadar Allah’ım inşallah çalan bulunur ya da çalan yoktur da bir yerde unutmuştur duvasıyla yaşadığımı hatırlıyorum. Şimdi hırsız olmak çok iyi iş. Şimdi hırsızlık yapmayana aptal diyorlar. Hırsızlık yapmayana artık hırsızlık yapmadığını söyleyemiyor utandığı için. Kim nereden ne vole vurursam o kadar başarılıyım diyor. Ve bunu insanlara anlatıyor ve insanlar bunu dinlemeyi çok seviyor. Yapılan yollara bakın, yapılan binalara bakın. Her şey şaşağ içerisinde değil mi? Tabii tamam borçla yapılır biliyorsunuz.
Karnın açlıktan gururlu derken dünyanın en pahalı köprüsüne baksan ne olur? Demek ki olay memleketin toprağını süslemekten ziyade o toprağı kanıyla zamanında beslemiş dedelerin torunlarını besleyebilmekte. E normal. Adam ertesi gün iyice yemeğin planlamasını yaparken zaten kim siker doğu Akdeniz’de olanları? Neden önden gidenin peşine takılıyoruz? O lokomotifin baganı olabiliyoruz da hala bu memleket nasıl ayakta bizi ayakta tutan şey. Bu ülke her zaman kahraman yetiştirir.
Ailesini, hayatını, her şeyi arkasına koyup vatanı için canını kanını veren insanlar. Onlar olmasaydı zaten ben ne bu konuşmayı yapabilirdim ne de hata yapanlar o hataları yapabilirdi. O kahramanlar hiçbir zaman adını duyamayacağınız ya da ara ara bizim programlarımızda yad ettiğimiz kahramanlar. Bilmeyelim de onları. Çünkü onlar buna ihtiyaç duymuyor. Bizim onları alkışlamamızı arzulamıyorlar. Bizim bir şeyleri alkışlayabileme kabiliyetimizin devam etmesini arzuluyorlar. Milletin bekasını arzuluyorlar. Ama en azından onlara birazcık bile saygımız varsa kahraman oldukları olayların farkında olalım ki
gerdi kahramana ihtiyaç duymayalım. Yine bu kahramanların daha ince planlara maruz kaldığı, buna rağmen vatanım diye aykırdığı bir olay anlatacağım size. Antalya’da bir bomba patlarsa bunu haberlerde göremezsiniz. Çok normaldir. Çünkü Antalya Türkiye’nin turizmi başkentidir. Turizmden ülke çok büyük geyir ele ver. Haberlerde yayınlanmamasının sebebi turistlere korku salmamaktır. Çünkü haberlerde yayınlandığın zaman Antalya’nın adı kötüye çıkıyor. Bir ülkeye ekonomik açıdan zarar vermek o ülkeyi diz çöktürtebilir. Buna taviz veren hükümetler vardır. Buna taviz vermeyen hükümetler yoktur.
Hep bugüne kadar da taviz verilmiştir maalesef. PKK’nın yaptıklarını biliyorsunuz doğuda. Bomba, mayın, dağdaki çatışmalar. Şenlin Sakık diye bir adam var. Parmaksız Zeki Kodadı ile tanınan bu terörist, PKK’nın lider kadrosundan bir terörist. Bu adam bir video yayınlıyor. METTİ var PKK’nın televizyonu. Diyor ki, teröristlere sesleniyor. Mücadelemiz yalnızca dağda, kırsalda değil, daha büyük yönlerde ilerlemelidir diyor. Ve oradan bir çağrı yapıyor PKK’lılara. Diyor ki, Antalya’ya gideriz gerekiyorsa. Gerekiyorsa İzmir’e gideriz. Yatlarını yakarız onların, talimat veriyor. Bu adam bu açıklamayı neden yapıyor? Çünkü bu adam bu talimatı Yunanistan’dan alıyor. Yunanistan’ı da çok seviyorum. Çok güzel, buncuk bir yer. Diyoruz ya, bizim aramızda savaş yok, bu sadece politika diyoruz ya. Ama unutmayın, bizim bireysel olarak algıladığımız ve en minimal eğindirdiğimiz o geçim sıkıntısı var ya, bir ülke içinde geçerlidir. Bir insan da kendini bu şekilde yönetir hayatta. Atacağı adımları ona göre seçer. Arkadaşlarımız sevgililerine, işini ona göre seçer. Ülkeler de böyledir. Planlar ince ince işlenmiştir. Bundan tam 21 yıl evvel, yani 1997 yılında Antalya’da. Yunanlılar talimatı vermişti PKK’ya. Antalya’yı yakın. Tasmalı bir köpek, tasmayı kim sallarsa komutu kim verirse o yöne koşacaktır. Ve ilk adım atıldı. Teröristler Antalya’ya indi. Kemerin kuzeyinde Aslan Burcak yaylası var. Buralar turistlerin en çok gezmeyi sevdiği yerlerdir. Safarimsiz şeyler yapıyorlar yani. Atlıyorlar, zıplara geziyorlar. PKK ilk hamlesini burada gerçekleştirdi. Bir terörist grubu turist konvoyunun yolunu kesti. Mardin’de, Diyarbakır’da, Tuncel’de, Hakkari’de yaşanan olaylar gibi.
Aynısı Antalya’da yaşandı. Önce bütün turistleri indirdiler arabalardan. PKK propagandası yaptılar. Onlara propaganda yapmak çok önemliydi. Çünkü turistler memleketlerine dönüp bunu kendi insanlarına, kendi insanları da bunu dünyaya anlatacaktı. Ekipte bulunan Türkleri kaçırdılar. Birçok ülkeden de insanı kaçırdılar. Yalnızca Almanları, Yunanlıları ve Hollandalıları orada bıraktılar. Bu bile aslında birçok şeyi anlatmaya gerek bırakmıyor ama ben anlatmaya devam edeyim. PKK propagandasını yaptı. Esirlerini aldı, bırakacaklarını bıraktı. Jiblerin tamamını orada yaktı ve Antalya’nın dağlarına kaçtı.
Ortalık ayağa kalkmalıydı. Kalktı da Ankara’da ama medya olarak biz bunu görmedik. Görmememiz de çok iyi oldu. Çünkü görmemiz tam olarak yapılmak isteneni bizim daha da ateşlenemeyiz anlamına gelirdi. Antalya’nın iklimi kırsalı bilen varsa bilir. Teröre gerçekten elbileştirdir. Aynı Diyarbakır’daki gibi, Hakkari’deki gibidir. Saklanması çok kolaydır. İki tepe arasından geçen yolu çoktur Antalya’nın. Pusu kurulması çok kolay olur teröristin. Bu yüzden burada kolayca barınabileceklerini düşündüler. Ama unutdukları çok önemli bir şey vardı. Halk. Halk size destek vermiyorsa o bölgede çok fazla barınamazsınız.
Devlet teyakkuz’a geçti. Antalya’da böyle bir olay yaşanıyor. Korkutucu. Ama müdahalesi daha korkutucu. Çünkü Türk ordusunu Antalya’nın dağlarına gönderirsen bütün Türkiye, bütün dünya bunu duyar. Devreye Türk istihbaratçıları girdi. Türk istihbaratçıları dediğim insanlar zamanında sahada zaten çatışmış olan insanlar. Çelik İstihbarat adında gizli bir operasyon örgütü kuruldu ve Antalya’ya intikal ettiler. Çok iyi örgütlenmişlerdi. Çok kısa bir süre içerisinde. Sonuçta Türk ordusu, Türk subayları, Türk istihbaratçıları. Kimisi Konya üzerinden gitti Antalya’ya, kimse Afyon üzerinden.
Bu istihbaratçıların hepsi saçlı sakallı. Gördüğünüz zaman ağabey bu askerdir, bu subaydır diyemeyeceğimiz kılıklı insanlardı. Hemen Antalya il jandarma komutanıyla irtibata geçtiler. Durumdan haberdar ettiler. Mite bilgi gönderdiler, polise bilgi gönderdiler, onları haberdar ettiler. Bazen orman memuru kılığındalardı, bazen satıcı kılığında, bazen başka kılıklarda. Olayı gözlemlemeye başladılar. Ve bu Türk istihbaratçılarının tek bir görevi, tek bir hedefi vardı. Amanos dağları üzerinden Antalya’ya kamyon kasalarında soklan o iki büyük PKK grubunu yok etmek. Filmin sonunu başından söylemek zarardır ya, bu PKK’lı teröristler 1997’nin Aralık ayından, 1998’nin Haziran ayına kadar geçen sürede imha edildi. Ben şimdi sonunu mu söylemiş oldum? Evet öyle oldum. Ama bu bize zarar vermez çünkü bu bir film değil. Hiçbirimizin ruhu duymadı. Duymaması da gerekiyordu. Aslında görev imha idi ama zafer kimsenin ruhunun duymamış olması idi. Bu olaydan sadece bir yıl sonra, İmral’da sorgulanan terörist başı Abdullah Öcalan, kendisini sorgulayan Türk istihbarat subayına şunları söyledi. 1997’nin başlarında yanıma gelen bir Yunan generali, benden başta Antalya olmak üzere turizm bölgelerinde ses getiren eylemler yapmamızı istedi. Bu sayede Türkiye’ye gelecek olan turistler rezervasyonlarını iptal ettirecekler ve Türk turizmi çok büyük bir darbe yiyecek. Ve konunun başında anlattığımız gibi doğal olarak bu turistler Antalya yoksa Yunanistan var deyip Yunanistan’a gideceklerdi. Ama tabi bu dünyada hiçbir şey karşılıksız olmaz. Yunanistan bunu yapması karşılığında PKK’lılara ne vaat etti? Daurion kampında PKK’lıları daha büyük imkanlarla eğitmek, silahlandırmak. Kime karşı? Yine bize karşı. Bu olay Abdullah Öcalan’ın sorgusunda ve Abdullah Öcalan’ın dilinden şu şekilde anlatılıyor. Yunan general bize bu kadar cazip bir teklif yapınca, ben de Amanos’lardaki grubumuzun en tecrübelerini Antalya için görevlendirdim. Devlet nasıl erken davranmış olabilir? En güvendiğim grubun yok oldular. Bu nasıl oldu anlamadım diyor. Tabi terörist başı bunları anlattığı istihbarat subayının döneminde Antalya’daki kahramanların başındaki komutan olduğunu bilmiyordu.
Ama artık siz biliyorsunuz o kişi benim babam. Asanat ile uğur. Burada birçok olayı anlatıyorum ve şunu söylüyorum. Bunlardan niye haberimiz yok? Bunları niye araştırmıyoruz diyorum. Bu bizim araştırarak elde edebileceğimiz bir bilgi zaten değildi. Burada bizim bunu bilmek gibi bir zorunluluğumuz zaten yok. Bizim bilmemiz gereken şey bu olayı bu noktaya getiren diğer büyük olaylar. Biz şu anda bunları kafa çeviriyoruz. Çok normal. Bahanemiz çok çünkü. Dedim ya kimliğin insanların birikimi bahanedir diye. Bize bu birikimi otomatik olarak zaten sağlıyorlar. Ne yapıyorlar? Yunanlılar adalarımıza sulandığı anda ya da karasularımızı sınırlana dahil etmeye çalıştıkları anda bizim karşımıza bambaşka bir polemik geliyor. Ben bu ülkeyi bir sanatçının ayrılmasından boşanmasından ya da bir sanatçının bir sanatçıya ettiği laftan daha fazla ilgilendiren bir şey henüz görmedim. Allah bana nasip etmedi. İnşallah size nasip eder. Bu olayın içindeki kahramanları ya da olayın genelini bu kadar ince bir detaya sığdıran imkanları bir konuşalım sizinle. Bunların hepsini bir araya toplayalım. Bilmemiz gerektiği kadarını anlatayım size. Teröristleri yok etmek böyle anlatılınca insanın tüylerini kabartıyor tabii ama bunun için verilen bedeller var. Bu bedeller yalnızca olay esnasında ya da çatışma anında verilmedi. Bu bedeller Türkiye’nin dününde, bugününde hatta belki de yarın da hepimizin vereceği bedellerden biriydi. Antalya’da yaşanan olayların çatısı bu ama içinde neler oldu? Serik Alanya yolunda, bir benzin istasyonunda teröristlerin Ankeserül Telefon kullanmak için oraya inecekleri istihbaratını çelik istihbarat tekibe alıyor. Saat 11’de teröristler Ankeserül Telefondan görüşme yapacaklar. 3 kişi teröristleri beklemeye başlıyorlar.
Biri hemen benzin istasyonu sahibiymiş gibi pompaların yanına sandalye çekip oturuyor. Bir diğeri pompacı oluyor, bir diğeri de yerleri temizleyen adam oluyor. Saat 11 oluyor ama teröristler gelmiyor. Bizimkiler istihbaratın yanlış olabileceği kanaatine varıp biraz gevşiyorlar. Bir istihbaratçı asla gevşememeli. Oradaki tek hatamız buydu galiba diyorlar. Kendi aralarında artık sohbete başlıyorlar. Bir sonraki görevlerini konuşuyorlar. Birisi çalların arkasından benzin istasyonuna giriyor. Yağmur yok, çamur yok. Benzinliğe doğru yürüyen adamın botları neden çamurluydu?
Bizim istihbaratçılarımız tabii ki direkt olarak ilk bu dikkatini çekiyor. Adam elini cebine atıyor, el bombası çıkartıyor ve parmağını tam pime takacakken o yerleri temizleme görevindeki kendisine de buradan sayılıyorlar. Tabancasını çıkartıp 25 metreden teröristi imha ediyor. Bir tabancayla 25 metreye ateş etmek ve o hedefi vurmak ne kadar zordur? Bunu bilen bilir. Bir saniye daha geç ateş etse ya da hedefi tutturamasa o el bombası o benzin istasyonunda patlayacak. Ve o benzin istasyonundaki ya da etrafındaki bir çoğun insana kim bilir neler olacak. Bu şekilde engelliyorlar. Sahada çatışarak engelliyorlar.
Bedel ödüyorlar ülkeleri için. Bizim için. Antalya’nın bir başka yerinde bir yarbayımız yaralanıyor. Teröristlerle girdiği çatışma sonucu. Belinden vuruluyor. Bir mermi saplanıyor beline. Maalesef felç kalıyor. Tekerlikli sandalye mahkum oluyor. Ülkesi için çalışmaya devam ediyor çünkü o bir istihbaratçı. Varını yoğunu feda etmeye devam ediyor. Üzerinden tam 10 sene geçiyor. Bu kahraman yarbayı Ergenekon’dan… Herkes lokomotifin baganı olmaya başlıyor.
Çünkü 3 tane gazete, 5 tane televizyon Ergenekon terör örgütü diye ağızlarını doldura doldura, sayyalar, saça saça Türk ordusunu size düşman olarak göstermeye çalışıyorlar. Ve başarıyorlar. Bütün medya bunu söylüyor diye medyaya güvenmemenizden rağmen medyanın arkasında durup evet böyle bir örgüt vardır diyor. Bugün Ergenekon terör örgütü diye bir şey yoktur denildiğin. Ben gördüm tweetleri. Bazı çok aydın kişiler onun içindeki pislikleri de unutmamak lazım yazıyorlar. Sebebi ne biliyor musunuz? Onlar araştırmacı gazeteciler. Çünkü onlar özgürlükçü.
Çünkü onlar bizden farklı bakan, asla bizim gibi düşünemeyecek, bizden çok daha zeki, entelektüel insanlar. Antalya Dikko operasyonun başındaki canım babamı içeride tutmalarına sebep kimdi? Bir gizli tanık. Adını iyi de utanın biliyor musunuz? Şemdin Sakık. PKK’nın lider kadrosundaki Şemdin Sakık. Bir PKK’ların ağzından çıkan bir cümleyle Türk ordusunun onurlu subaylarını hapsettiler. Hapsedenler belki böyle belki böyle hesap veriyor gibi gözükebilir. Ama bu ülkenin hukukunda yardım ve yataklık diye de bir şey var. Onu da herkes bilir. Biz bilmememiz gereken olayları hazırlayan büyük olaylara bile uyanamıyoruz ama benim kızdığım artık bu da değil. Bir şeylere aimaz davranıp olayları bizim üzerimizden alacak kahramanlarımıza neden sahip çıkmadık. Benim kızdığım bu. Ülkesi için tekerlikli sandalyeye mahkum olan komutanımızın, kahramanımızın adı Abdülkerim Kırca. Ülkesine yaptığı fedakarlıklardan sonra FETÖ’cüler’in başlattığı Ergenekon Kumpası’nda ona terörist denilmesi ona o kadar zor, o kadar ağır geldi ki
bir sabah kahvaltısında ona terörist diyenler yüzünden beylik tabancasıyla şakalarına tek bir koşun sıkarak hayatına son verdi. İki kız babasıydı. Abdülkerim Kırca artık aramızda değil. Bazı insanlar onurları için yaşarlar. Bazı insanlar adı sanı cebindeki para için yaşarlar. Biz maalesef çocuklarımız için, geleceğimiz için cebimizdeki paraya o parayı bize ne getirecekse ona hizmet ediyoruz da buradan sesleniyorum. Milyonlara değil, beni izleyen bin kişi bile varsa onuru için yaşayanlara
artık o nedir bu nedir demeyi bırakıp olaylara objektif bakmanın zamanı gelmedi. Siz beni sevmediğiniz zaman pinç bitebilir. Siz beni sevmediğiniz zaman reklamlarda görmeyebilirsiniz. Siz beni sevmediğiniz zaman beni nedense doğrulukla değil, yalanla değil, görünüşüme tipime göre ifşa eden Instagram hesapları bitebilir. Ama siz beni sevmiyorsunuz diye mevzular bitmez. Mevzular ne zaman biter biliyor musunuz? Ben sizi sevmediğim zaman biter. Doğruma yalan diyen ya da alelade tiksinen herkesi seviyorum. Şu kabarda olsa bir ümidim var.
Mevzular izleyicisini uyandırdık. Mevzular izleyicisi uyuyanları bir gün nasıl olsa uyandıracaktır. İnsanları sevmemem için bir sebep yok. Uyunuz, uyum. Suyunuz, suyum. O kadar seviyorum ki sizi. Uyumanıza bile kızmıyorum. Çete mesajı aldı. Siz uyuyanlar. Aman alel.
Rahat olayım.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir