"Enter"a basıp içeriğe geçin

Mevzular 37- Ankara Özel (Atilla UĞUR – Cem GÜRDENİZ)

Mevzular 37- Ankara Özel (Atilla UĞUR – Cem GÜRDENİZ)

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=3GhMbKELgd8.

Arkadaşlar hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyoruz. Babala TV Mevzular programının özel bölümünü Ankara’da Kırmızı Kedi Yayılevi’nin böyle bir mekanında yapmak nasip oldu. Bu yapmış olduğumuz program Mevzular programı olarak da aynı zamanda Babala TV’de yayınlanacak. Değerli arkadaşlarım konuğum hepinizin dildiği mavi vatan jardonunun kafamıza nakşedilmesine sebep olan gençliğin de kafasında bir mavi vatan kavramının oluşmasını sağlayan sevgili Cem Gürdeniz hoş geldiniz. Hoş bulduk. Sağ olun. Değerli arkadaşlarım tabii bizim Cem Amiralli’yle yapmış olduğumuz programdan bu yana yaklaşık 2 aylık bir süre geçti. Bu 2 ay içerisinde hem dünyada hem Türkiye’de inanılmaz gelişmeler doldu. Ama biz çizgimizde hep aynıyız. Her programda ben bunu sizlere arz etmeye çalışıyorum. Mevzular izleyicisine bunu anlatmaya çalışıyorum. Bakın bundan 2 ay önce 3 ay önce yaptığımız programlarda Kuva-i Milliye demiş idik. Ben bu Kuva-i Milliye lafının altını tekrar çizmek istiyorum. Arkadaşlar Kuva-i Milliye bir mutabakat, bir anlaşma zeminidir.
Nasıl Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları bir Kuva-i Milliye zeminini yaratarak Türk milletini bir cumhuriyet kuruluşuna, bir milli mücadeleye ve ondan sonraki devrimlere götürebildiler. Biz de bunu sağlayabilecek onların evlatlarıyız. Bilgi sahibi olmak, bu bilgiyi aktarabilmek farkındalığı sağlıyor. Farkındalık sağlandığı zaman bizi kimsenin kandıramadığı ortamlara doğru gidiyoruz. Bakın bundan 2300 yıl önce Çin filozofu Sun Tzu demiş ki kendi enerjinizi harcamayın, düşmanın enerjisini harcatın. Onun dışında Prusyalı bir savaş uzmanı var, Klaats Svetts diye. Diyor ki her savaş çok pahalıya mal olur, doğrudur. Her savaşın, her askeri harekatın mutlaka bir siyasi hedefi olmalıdır diyor. İşte Libya ile aramızda yapmış olduğumuz o deniz yetki alanları dediğimiz, münaseb-ekonomik bölge dediğimiz anlaşma ne kadar önemli, ne kadar büyük bir başarıysa, ondan sonrası gelen adımlar da son derece bizim dikkatimizi çeken adımlar haline geldi.
Hafter dediğimiz bir hadise var, Hafter’e yardım eden başka devletler var. Amerika bir tarafta, bilmem ne bir tarafta ama biz neredeyiz, biz ona bakacağız. Türk milleti olarak bizim genetik kodlarımızda problemleri çözebilme yeteneği her zaman var. Biz bunu Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarında gördük. Ondan sonraki süreçlerde de gördük. Kendimizi Amerika’ya, Avrupa Birliği’ne ya da başka bir devlete, onların bizi yönlendirdiği şekilde hareket etmektense kendimiz Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları gibi bir şey üretmeliyiz.
Dünyanın karşısına ve milletimizin karşısına da üreterek çıkmalıyız. Üreteceğimiz şey milli eğitimdir, üretim seferberlidir ve diğer konulardır. Bugün siyasi partileri bizim içerisinde son derece düzgün vatanlı milletini en az bizim kadar, sizin kadar seven insanlarımız var. Biz neden net değiliz? Hareketimizde, yapacağımız işlerde neden net değiliz? Gençlik bunu sorguluyor. Biraz önce kitap imzası için gelen arkadaşlarımız da ne yapacağız komutanım diyorlar. Ben formülü şöyle veriyorum, gündemi çok iyi takip edeceğiz.
Oynanan her şeyin farkında olmaya çalışacağız. O da okuyarak, dinleyerek ama televizyonlardaki şimdi isimlerini vererek o televizyonları burada yüceltmek istemiyorum. 3 kişi bir tarafa oturuyor, 3 kişi bir tarafa oturuyor, bir taraf bilmem neyi savuruyor, bir taraf bilmem neyi savuruyor. Ya bizim kendi milli bir duruşumuz, görüşümüz yok mudur? Elbette ki var. Biz bunları sağlamak için çalışacağız. Efendim hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Babalığa TV’ye davet edilmek, onlarla beraber olmak benim için her zaman bir ayrıcalık ve mutluluk. Teşekkür ederiz. Bir de tabi ki Türkiye 21. yüzyıla Mayvatan ile girdi. Mayvatan bir iddia, aynen Cumhuriyet gibi bir iddia. Mustafa Kemal büyük bir iddiayla çıkmıştı biliyorsunuz. Cumhuriyet başlı başına bir iddiaydı. Yani 600 yıllık bir imparatorluğun üzerine düşünebiliyorsunuz ya. 15 yıllık bir Türk prönesansıyla muazzam bir yeni bir devlet kuruyoruz. Dünyada örneği olmayacak özellikleri olan, hemen hemen dünyada ideal bir ülke kurulsa, ideal bir devlet, mutlu insanlar, altı okun karşıladığı bir devlet kuruyor.
Bir tek Türkiye için değil, bütün dünya için. Mustafa Kemal’in hayalindeki yeni devlet, denizci bir devlet. Bunu pek çok konuşmamda söyledim, ispat da ettim. Atatürk, Türk Deniz Gücünün teorisini kuran çok büyük bir liderdir. Bu teoriyi kurarken tabi ki önceliği Jöpoliti’ye vermiştir. Yani Anavatan’ın savunmasına. O yüzden güçlü bir donanmanın temelli atmıştır. Büyük liderlere baktığınız zaman devlet kuran, o devleti çok güçlü bir duruma getiren, denizci yaparken o liderin yanında mutlaka bir mentor, bir amiral, bir akademisyen oluyor. Roosevelt’in yanında Mao var, ikinci Willem’in yanında amiral Tirpitz var, Mustafa Kemal’in yanında kimse yok. Kimse olmadığı halde bugün bile izini, etkisini çok iyi hissettiğimiz bir donanmanın kurulmasına öncülük etti. Bahriye vekaletini kurdurdu. Aynı şekilde sivil denizcilikte de pek çok atılımın teorisini yine o oluşturdu. Şimdi tabi ömrü yetmedi. Mustafa Kemal bir cumhuriyet kurdu ama bu cumhuriyeti biz ne kadar onun hayalindeki bir cumhuriyete dönüştürebildik. Özellikle 46’dan sonra yaşananları da düşünecek olursanız bu tabi ki tartışmalı ve üzücü bir konu. Atatürk’ün hayalindeki cumhuriyet şu an maalesef diyorum ama onun hayalini karşılayacak durumda değil. Pek çok önden değil. Ama Atatürk’ün hayalindeki bir deniz gücü, deniz gücümüzün başına bu kadar felaketler gelmesinden haramda onu karşılayacak bir duruma geldi. Özellikle savunma sanayiyle, özellikle Türk halkına, Türk deniz gücünün verdiği büyük geopolitik ödüllerle. Dolayısıyla önümüzde 21. yüzyılda ciddi üç konu var. Bir, mağevatanın bir damlasını bile, bir santimetre karesini bile vermeyeceğiz. İki, kukla bir devlet istiyoruz diyorlar. Suriye’nin kuzeyinden, Irak’ın kuzeyinden gerekirse Türkiye’nin güneyde olsun olan büyük bir parça koparan Ralph Peterson 2006 yılında yayınladığı Blood Borders kitabındaki gibi bir kukla bir devlet istiyorlar. Ve bunun denize çıkmasını istiyorlar. Buna izin vermeyeceğiz. Üç, Kuzey Kıbrıs’ı terk edin diyorlar.
Kuzey Kıbrıs’ta federal çözüme evet deyin, askerinizi geri çekin, garantörlük haklarınızdan vazgeçin. Buna da hayır edineceğiz. Dolayısıyla şunu söyleyebiliriz. Bu dönemde güçlü duracağız. Ve deniz, geopolitik konularını iç siyasete alet etmeyeceğiz. Çünkü bu hepimizin geleceğini ilgilendiriyor. Jöbo-politik kayıpları geri alamayız. İç siyasi çekişmeler nedeniyle vereceğiniz kararların sonuçları çok ağır olur. Türkiye’nin bir daha mesela andan planı gibi bir hata yapmaya lüksü yoktur. Türkiye’nin ordusuna bize kurulduğu gibi tekrar kumpas kurma, ordunun vatansever amiral, genel, asubaylarını, özürlüklerini çalıp tasfiye etme lüksü yoktur. Artık bu son durum. Arkadaşlar siyasi hedef olmadan askeri hedef, askeri hareket olmaz. Stratejik hedef olmadan taktik hedeflerle yetinemezsiniz. Benim 1999 yılında İmral’da sorguladığım bebek katili bana aynen şunu söyledi.
Bakın dedi bizim dedi amacımız İran, Irak, Suriye ve Türkiye’den parçaları kopararak sözde büyük Kürdistan’ı kurmaktır. Bunun için biz mücadele veriyoruz ve bizim için önemli olan şudur dedi. Herhangi bu dört ülkeden bir tanesinde, herhangi bir zamanda adı Kürdistan ya da Kürt birliği olan herhangi bir yapı kurulursa, özerk yapı, Kürt yönetimi aklınıza ne derseniz de bu bizim için birinci hedeftir dedi. Biz daha sonra bütün bu söylediğimiz ülkelerde bunu parça parça gerçekleştirdikten sonra bir ayrı Amerika’nın Avrupa Birliği’nin yardımıyla zaten bunları birleştireceğiz dedi. Şimdi ben bakıyorum biz sınır ötesinde yaptığımız hareketleri sayarsak bir Kore’ye gitmişiz, bir Kıbrıs var. Bir de ondan sonraki bütün hareketleri PKK’ya karşı yapmışız. Sınır dışında yaptıklarımızı. Peki Kore’dekinin bir siyasi hedefi var mı? Yok. Var gibi görünse de yok Amerika’nın bizi gazlamasıyla gitmişiz orada bir sürü şehit vermişiz. Bu bir, iki Kıbrıs. Kıbrıs’a giderken bir stratejik hedefimiz var mı? Hem de nasıl var? Siyasi bir hedefimiz var mı? Hem de nasıl var? Başarılı olmuş muyuz? Yüzde yüz evet. Hem soydaşlarımızı kurtarmışız hem yılların Türk toprağının en azından bir kısmında bir cumhuriyet kurmuşuz arkadaşlar. Peki, geri ne PKK operasyonları? Bizzat içinde olduğum için söylüyorum. PKK operasyonları Türk ordusunun, Türk polisinin bugün de aynı şekilde yaptığı son derece başarılı taktik harekatlardır. Peki stratejik hedef ne?
Stratejik hedefi gerçekleştirebilmek için bizim komşularımızla, Suriye’yle, İran’la, Irak’la son derece düzgün ilişkiler geliştirmemiz gerekmiyor mu Mustafa Kemal Atatürk’ün döneminde olduğu gibi? Bunları söylemeyeceğiz mi? Söyleyeceğiz. Peki Irak parçalanırken biz sesimizi çıkarttık mı? Hayır. Suriye, karma karışık olurken sesimizi çıkarttık mı? Hayır, tam tersine çıkarttık sesimizi. Maalesef. İşte onun için diplomasi, diplomasi, diplomasi diyoruz. Onun için tevfik güçlü aras diyoruz Mustafa Kemal’in Dışişleri Bakanı’nı söylüyoruz. Onun için akıl diyoruz, bilim diyoruz.
Biz bu ülkelerle iyi ilişkiler içerisinde olsaydık ne Irak’ın kuzeyinde Kürdistan bilmem ne yönetimi kurulurdu. Yok böyle bir şey arkadaşlar. Biz kendimiz alkışladık, kırmızı halularla karşıladık. İşte Abdullah hocaların bana söylediği hedeflerden bir tanesi de oydu. Ben Barzani’yi sevmem dedi, ben Tarevani’yi sevmem ama dedi, onların orada ismi Kürt olan bir yönetimin bulunması benim işime gelir dedi. Arz etmek istediğim şu ki, bilgi sahibi olmak ve farkında olabilmek tarih bilincine ulaşmamızı sağlayacaktır.
Sayın Komutanım merhabalar, ağzınızda sağlık, teşekkür ediyoruz. Sizleri dinleyince mutlu oluyoruz, umudumuz artıyor ama kendi bazı ortamlarımızda, tartışmalarda, çeşitli konferanslarda Türk ordusundan emekli olmuş bazı subayların, bu mavi vatan, jeoporite’nin önemli bunlardan vazgeçme lüksümüz yok. Bunları söylemeye çalıştığımız zaman Türk ordusunun bitirildiğini, siz ordu mu var sanıyorsunuz? Mevcut ordunun AKP iktidarının ordusu olduğunu artık Türk Silahlı Kuvvetleri diye bir gücün olmadığını can hırat sanıyor bazı emekli subaylar. Bunu siz nasıl açıklıyorsunuz? Biz sizleri dinliyoruz, bir de onları dinliyoruz. Benden daha ne bileceksin? Ben ordunun içindeyim diyor. O zaman bir şey de iddia edemiyoruz. Sadece sözlerden otobüklülerimizi tekrarlamaya çalışıyoruz. Haydi kalkmanızı rica edeceğiz. Tabii ki arkadaşlar, inanmadığımız bir şeyi bir kere söylemeyiz bunu bilin. Bu bir. İkincisi bu ordu 2016’da, 15 Temmuz’da o sıkıntıları, o travmaları yaşadıktan 40 gün sonra Fırat Kalkan’ın harekatını yaptı. Ya ordu dediğimiz aristokrat bir sınıftan filan mı bahsediyoruz? Sizsiniz benim işte. Arasına yıllarca sızdırılmış o tarikat mensupları, o çete mensupları var. Elbette ki var ve bunların bize yaşatmış olduğu bir travmada var. Bunları da yaşadık. Ama yaklaşık 40 gün sonra bütün dünyanın gıptayla baktığı bir harekatı Fırat Kalkan’ı, bu ordu, o Mehmet Çik yapmadı mı? Askeri harekatlarda Türk ordusunun üzerine gerçekten bulamazsınız. Ama siyasi hedeflerimiz olmadığı zaman sıkıntı yaşıyoruz. Stratejimiz olmadığı zaman sıkıntı yaşıyoruz. Ben eğer o sizin söylemiş olduğunuz insanlar söyleme gafletinde bulunuyorlarsa, o Türk Silahlı Kuvvetleri’nin mensubu zaten hiç olmamışlardır. İçeriye A tarikatı değil de B tarikatı sızabilir. Bugün başkası ben kendi ordumu yetiştiriyorum filan demeye çalışabilir ama vız gelir. Biz bu şekilde propagandalara alet olursak o güzel orduyu, o güzel insanları, o aslanlarımızı moral bozukluğuna uğratırız. O ordu tamamen bitmiştir. Şunu bunu dediğimiz zaman dükkanı kapatıp gitmemiz lazım. Deniz Mecbuhası’nın son sayısında bir makale var. Balkan Savaşı’nda donanmanın savaşı nasıl kaybettiğini anlatıyor. Komador Ramiz Bey’in hatıratından. Diyor ki adam, Yunanlar diyor Averhof başta olmak üzere güçlü bir kruvazör biliyorsunuz. Bizim de karşında Hamidiyye var ama Averhof daha yeni bir kemi. Esas da kuvvetler eşitti diyor ama Bahriye Nezareti iddiaatler hakkı, Milli bir afa vekaleti ve savunma bakanlığı hürriyet ve ihtilaf arttı. Bu siyasi çekişmenin uzantısı donanmaya yansımıştı diyor.
Biz savaşı kazanabileceğimiz halde bu çekişme yüzünden erken kestik muharebeyi ve geri çekildik diyor. Aynı durum Karada yaşanıyor biliyorsunuz. Çatalca’ya kadar geldi. Çatalca’ya kadar gelen kimdi? Bulgar orduları. Bulgar ordusu ne zaman kurulmuştu? Bulgaristan. 1908. 1913’te 5 yıl içinde Bulgar ordusu Çatalca’ya geliyor. Kaç yıllık imparatorluğun sınırlarını zorluyor? 600. Bunun ana nedeni şu, siyasi etkileşim. Eğer bir orduya, bir donanmaya geliyorsa ordu zaten savaşamaz. O donanma siyasi birliği olsaydı, hedef birliği olsaydı, Abdülhamid döneminde o uzun bekleme süresini yaşamamış, daha etkin bir harbe hazır durumda olsaydı, biz bugün o deniz savaşlarını kaybeder miydik? Temel hedef orduları, donanmaları her zaman siyasetin etki alanlar uzak tutmak. Her yerde bunu söylüyorum. Yüzde bir bu ülkenin sağlam dursun, bu ülkenin bileğini kimse dükemez. O yüzde bir de her zaman çıkacaktır. Hükümetler gelir geçer ama devlet süreklidir. Devletin ordusu, donanması sürekli kalmak zorundadır.
Onu günlük siyasete alet edip yıpratamayız. Cephedeki, havadaki, denizdeki askerimizin moralini bozmamamız gerekir diye düşünenlerdir. Kıbrıs Savaşı’nda bir hükümet direktifi vardı. Meclis desteğiyle askeri hedefler, siyasi hedefler belliydi. Onun için de başarılı oldu 1974. 2016’da FETÖ alçak girişimi oldu. 2018’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildi ve kararnamelerle yürütülüyoruz.
Ve de kararnamelerin çoğu çıkan eski kararnamelerin düzelten kararnameler. Sizce bugün Kıbrıs’ta olduğu gibi stratejik hedefi askeri siyasi açıda belirleyecek gerçek anlamda hükümet direktifi oluşturabilecek bir sistem var mı? Sorum Sayın Akilar Ulu. Teşekkür ediyoruz. Özellikle hemen şunu söyleyeyim. Hangi iktidar, hangi parti iş başında olursa olsun, hangi niyetlerle hareket ediyor olursa olsun, şartlar öyle gerektirir ki doğruları yapmak zorunda kalır. Bir kere bu bir. Bakın daha önce ne istedikler de vermedik diyen bir zihniyet, kısa bir zaman sonra şartlar onu gerektirdiği için büyük bir FETÖ mücadelesi başladı. Doğru mu doğru? Doğru bir mücadelem evet. Daha önce kırmızı halılarla, PY’de sözde lideri, bimlemme müslümü kırmızı halılarla karşılayanlar, Diyarbakır’da şehitlerimiz mezarlarında ters dönerken megri megri diye şivanperverlerle iş tutanlar, açılım süreci yapıp da akil adamlarla bimlenmeler yapıp da orada hendeklerin hazırlanmasına sebep olanlar, daha sonra şartlar gerektirdiği için mücadeleye başladılar. Şu anda PKK’yla, PYD’yle vesaireyle mücadele yine Türk Silahlı Kuvvetleri, yine Kahraman Türk Polisi ile birlikte devam ediliyor, yapılıyor. Sizin sorduğunuz soruya ben buradan başlayarak cevap vermek istiyorum. Arkadaşlar, daha sonra şartlar gerektirdiği için zorunlu olarak bunları yapanlar yerine, bu Türk milleti, bu Türk halkı, bu işi severek Mustafa Kemal mantığıyla yapabilecek yönetimleri neden hiç başına getirmiyor? Şu andaki durum bu.
Zorlandıktan sonra zorla bu işleri yapmaktansa, Türk milleti aklını başına alarak, kuva-i milliye mutabakat ekseninde birleşerek bu işi yapsa çok daha iyi olmaz mı? Bu bir. İki, ben bir Türk milliyetçisiyim ve bununla da gurur duyuyorum. Türk milliyetçisi olmak demek illa etni site olarak Türk olmayı gerektiren bir durum değildir. Bu vatanı yeşil ile mavisi ile seviyor, bu vatana aşıksanız, bu milleti seviyor, onu yüceltmeye çalışıyorsanız, siz Türk milletindensiniz. Bakın bazı sadrazamlara dönme deyip geçeriz değil mi Osmanlı’da?
Ben size Ahmet Vefik Paşa’yı burada arız etmek istiyorum. Ahmet Vefik Paşa 1800’lü yıllarda yaşamış, 1891’de vefat etmiş bir devlet adamı. Bulgar asıllı. Arkadaşlar 1877-1878 Ruslar gelmişler Yeşilköy’e kadar artık durum çok kötü. Rus komutan Yeşilköy’de oturmuş demiş ki ben padişahla görüşeceğim. Demişler ki ya bu Kamullere aykırı, protokoli aykırı sen nasıl görüşeceksin padişahla? Sen bir komutansın, Rus çarı görüşebilir. Yok demiş beni sinirlendirmeyin, orduma devam ettiririm İstanbul’a kadar girerim.
Peki demiş padişah, Dolmabahçe rıhtımında kırmızı ağlayı sermişler. Adam gelmiş Rus komutan, yanında da yaveri. Yaverin elinde birisi Rus bayrağı, bir tanesi de Rus donanmasının filaması. Bizimkilerin gözünün önünde padişah orada, sadrazam orada, Ahmet Vefik Paşa orada. O yaver filamaları bizim Dolmabahçe’nin toprağına dikmiş. Herkes duruyor, padişah duruyor, Türk. Sadrazam duruyor, Türk. Ahmet Vefik Paşa ne yapmış biliyor musunuz? Yürümüş pat pat pat pat. Rus komutan demiş ki herhalde bana mihimandarlık yapmaya geliyor, kılavuzluk yapacak.
Ona da çarpıp geçmiş, filamayla bayrağı almış, boğazın akıntısına atmış. Bu adam mı dönme? Arkadaşlar etni sistemin bir anlamı yok. Yok. Biz Kuva’yı milliye mutabakat ederken bu topraklara aşık insanların bir araya gelmesinden bahsediyoruz. Bu işin dini mezhebi yok. Bu toprağa aşıksak bunu yapacağız. Sevgili arkadaşımızın sorduğu sorun cevabı bence doğru yönetimleri başımıza getirirsek, o zaman bu millet mutlu olur, o zaman bu millet güçlü olur.
Benim sormak istediğim soru şu, Yunan bir milletvekininin Türk bayrağını yırtması, yani bizim kendi hükümetimiz ise sosyal medyadan bunu kıladı. Bir bayrağı yıkmak, bu kadar cezas, karşılığı bu kadar basit mi? Devletçe buna nasıl bir yaptırın yapabiliriz, buna karşılık nasıl bir cevap veririz, bunu sorulursak. Bu konuyla ilgili olarak Yunan hükümeti çok ciddi bir açıklama yaptı. Bu gibi durumlarda tabii ki savaş ilan edemeyiz, takdir edersiniz. Ama Kardak krizi sırasında ele geçirdiğimiz Yunan bayrağı, gördükte ki deniz yüresinde cam hekanlı tutuluyor ve de çok iyi korunuyor. Cevap olarak o gösterilmiş, siz bir sene kini yırtabilirsiniz ama bakın biz sizin kini cam hekanında koruyoruz. Bu çok büyük bir mesaj. Yunanistan 8 milyonluk küçük bir ülke. Ülkeler ulusal güçleri paralelinde reaksiyon gösterirler, refleks gösterirler. Yunanistan 1830 yılında kurulmuş bir vekil bir devlet. O vekil devleti olarak kurulmanın kodlarını hala devam ettiriyor. Geçen hafta Elize Sarayı’nda. 3 hafta evvel neredeydi? Beyaz Sarayı’daydı. Ne yapıyor? Sürekli ondan evvel nereye gitti? Mısır’a gitti. Sürekli dolaşıyor. Niye?
Çünkü kendi gücüyle şu an Türkiye’ye karşı hiçbir şey yapamaz. Onu da biliyorum. Çok büyük bir ülke Türkiye. Ve şimdi Yunanistan’ın bu tip öföreğiyle, histeriyle hareket etmesi, onların esasında güçsüzlüğünün bir manifestosu. Peki soruyorum, Yunanistan’ın nüfusu az, savaş tecrübesi hiç yok. Donanması son 10 yılda bir tane bile gemi almadı. Onlardaki mantık şu, biz Lozan’da onlara Yonyayı bıraktık, Anadolu’yu. Karşılığında onlar da Ege’den vazgeçti diyor. Şimdi son Katamibini gazetesindeki makale bu.
Şimdi diyor, mavi vatanla onlar hem doğal temize MGE’yi geri istiyorlardı. İşin özü bu. Ve Türkiye bunu alacak güçte. Çok güçte. O yüzden de mutlaka müttefiklere ihtiyacı var. O yüzden dedi, Aişt’e Amerika’ya üslenmek istiyorlar. O yüzden Fransız Cumhurbaşkanı ne dedi? Deniz kuvvetlerimiz de size yardıma gelecekti. Ben ama iddia ediyorum, son tabiilde hiçbiri namlularını Cumhuriyet Donanmasına çeviremez. Bunu göze alamadım. Komutanım öncelikle hoş geldiniz. Ben Çarşık Kozinoğlu’nun ölümüyle alakalı yorumlarınızı merak ediyorum. Çünkü bu tane arkadaşınız ve Petro’nun da hedef gösterdiği birisi çok da değerli bir insandı ikimiz için. Onun ölümünün arkasındaki istifadesinde hep bir türlü kimseyi açıklama yapmıyor. Siz bu konu hakkında ne düşünüyordunuz? Arkadaşlar, Çarşık Kozinoğlu’na buradan rahmet diliyorum. Benim hem koğuş arkadaşım hem Kara Harbokulu’nda öğrenip görürken, oradan ağabeyim hem de Tunceli Hozat da ben komando bölük komutanı iken, o da Özel Harp Dairesi’ndeyken birlikte operasyon yapıp çatışmalara girdiğimiz bir ağabeyimizdi. Hasbel Kader, FETÖ kumpasıyla 2011 yılında bizim koğuşa verildi.
Hasan Ataman Yıldırım ağabeyimiz ve Kaşık Kozinoğlu ile birlikte biz üç kişi aynı hücrede kaldık. Bu konuda bir tahkikat şu anda devam ediyor. Onun için devam eden bir tahkikatla ilgili burada şu durumdadır, bu durumdadır dememin takdir edersiniz ki çok doğru olmadığını düşünüyorum. Şunu hemen söyleyebilirim. Nadir gelen kahramanlardan birisiydi Kaşık Kozinoğlu. Kaşık Kozinoğlu, Bosna Ersek’te, Bosnalı vatandaşlar kardeşlerimiz katle bilirken sırtlara karşı gidip onları eğiten, savaşan adamdı. Kaşık Kozinoğlu, Ermenistan, Karabağ’ı işgal ederken gidip Azeri kardeşlerimizin yanında onlara eğitim verip bizzat onlarla birlikte savaşan bir kahramandır. Kaşık Kozinoğlu, Doğu Asya Başkadıyken Fethullah Okulları ile ilgili aman bunlarla ilgili tedbir alalım diye mit müsteşarlığına ve başbakanlığına yazı yazan bir kahramandır. Onun için Kaşık Kozinoğlu olayını çok ayrı bir programda ele alacağım ve bunları da anlatacağım. Sizde dinlemek umut oluyor.
Ben Amiralik’im 46’da Atlantik yardıma geldi sonra 2016’ta işgal et. Bu sırada da hep raporlar yayınladılar. Geçen haftalarda da Ramp Corporation bir rapor yayınladı. Türkiye’nin medyacılık eğilimi ve bunun Türk-ABD ilişkilerine etkisi, Amerika’nın ordusuna etkisi gibi. Orada Türkiye’nin şu andaki halinden memnun değiller. İki çıkış önemi olan biri demokratik muhalefeti örgütlemek, öbürü de esas sorumu olacak. Ordunun artan önemine binaen, Milli Salonu Bakanı ile orduyla daha yakın ilişkiler kurmak. Buradan ne beklemeliyiz, ne gibi kumpaslar beklemeliyiz, hatırlıklı olanı, onu soracağım. Ben bu konuda bir makale yazdım esasında. Türkiye kendine güvenmeyi artık öğrenmeli diye. Şimdi efendim ABD tek kutuplu bir dünya yarattı. 89’un Kasım’ından itibaren Berlin’in duvarı bitti. Ve bu tatlı hayat ne zamana kadar sürdü? Esasında Çin’le Rusya’nın birleşerek Şiyö’nün kurulması ve bana göre esas çıkışta 2008 ekonomik krizi. 2008 ekonomik krizinde neyi gördü dünya? Esasında bu tek kutuplunun arkasındaki ülkenin içinin bomboş olduğunu gördü. Daha sonra bakıyoruz 1991 birinci körfez krizi, 2002 ikinci körfez krizi. Arkasından bok projeleri, Libya müdahalesi 2011. Kaç trilyon dolar harcanmış? Kabaca 2.5-3 trilyon dolar. Peki sonuçta soruyorum size, Pax Americana dediğimiz yani Amerikan Barış’ı diyorlar. Somut ne elde etti? Yıkım var, ölüm var, gözyaşı var, yıkılmış yıkılmış şehirler var.
Dolayısıyla Atlantik sistem bence 2008’den itibaren artık tek kutuplu sistemi iflas etti. Bunun yerine artık çok kutuplu bir sisteme geçiyoruz. ABD Suriye’yi, Libya’yı karıştırmaya başladı. Ama Libya’da neyi gördü? Kendi büyük elçisini koruyamadı. Bengazide büyük elçisi öldürüldü. Clinton’la bizim Davutoğlu’nun çak diye bir resmi var. O resimden 3 ay sonra adam öldürüldü. Dolayısıyla büyük bir güvenle söyleyebilirim. Dünya küresel sisteminde artık Sezar’ın tabiyle Rubicon geçildi. Yani tek kutup bitti artık.
Yani şu anki gördüğünüz bütün sancılar, tekrardan ona geri dönüş sancıları bitti. ABD’nin artık tekrardan yükselişe geçmesi, tekrardan güvenilir ara bulucu olması, Filistin’de yaşananları görüyorsunuz. Kudüs’te yaşananların, Golan tepelerinin işgaline karşı kaç tane Birleşim Milletler Güvenlik Konseyi kararı var. Trump ne diyor? Burayı ben tanıyorum diyor. Yani ne diyor? Ben artık BİK sistemini bile reddediyorum diyor. Bu neyi gösteriyor biliyor musunuz? Artık siz oyun kurucu değilsiniz. Siz güvenilir ara bulucu değilsiniz. Sizin artık abiliğiniz bitti.
Sistem değişiyor. O yüzden Rand Corporation’ın raporu, biliyorsunuz bugüne kadar kaç tane rapor geldi geçti. Eskiden çok daha üstünde durulurdu. Bir kere daha baştan şu hatayı yapmışlar. Bir kere Amerika, Türkiye’de yeniden eski ilişkileri kurabilmek için orduyu kendine hedef alıyorsa çok yanılıyor. En büyük travmayı ordu yaşadı. Şimdi o yüzden dünya muazzam bir değişim sürecine girdi. Almanya’da bunu görüyoruz. İngiltere’de bile görüyoruz. Bu rapordaki Stephen Larabbi’yi ben tanırım. O rapordan bir şey çıkmaz.
Artık ABD’nin isteği üzerine bu ülkede darbe falan olmaz. Bu halk o kadar da affedersiniz. Tarihinden ders almayan bir halk değil. Uyanık bir halk. Şu an Türkiye’nin yapması gereken 1923 fabrika ayarlarına geri dönmek. Allah sizin gibi durur başınızdan eksik etmesin. Hep beraber, hep beraber. Ben ileride devletimizin, milletimizin yaşın üçtük ama çok kafaya takan biriyim. Hani ülkenin durumunu… Aferin sana. İleride de sohbeye olmak isteyen biriyim. Bravo. Seniye de üniversite sınavlarım var. Harbi tavsiye edersiniz ileride devletimize, milletimize önemli vazifeler görüyoruz. Senin gibi… Şu duruşunu koru. Senin gibi evet. Senin gibi milyonlarca gence sahip bir Türkiye’miz var. Gözlerim yaşarıyor bunu söylerken. İyi ki varsınız. Ne yap biliyor musun? Bu duruşunu muhafaza et. Mustafa Kemal Atatürk’ü daha iyi öğrenmeye çalış. Onun izinden git. Arap halkabesinden, Defuner halkabesine geçtik. Ve geçen sene olabilir bir AK Parti vekili Defuner halkabesine geçme bizi kınıldı. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Canım benim. Çok teşekkür ederim. Arkadaşlar biz kişilerle uğraşmayacağız. Geç gitsin. Kişileri bırak. O harf devrimiyle Türkiye ne hale gelmiş, ne biçim zıplamış biz ona bakacağız. Zamanında onu diyenler bir zamanlar TC’yi de kaldırmaya çalışıyorlar. Ne oldu şimdi? Bizden fazla TC demeye başladılar. Onun için bunları kafana takma. Türk milletine güven kendine güven. Almanya, Avrupa diyelim, PKK’ya Fetücüler’i kucak açıyor. Ben Almanya’dan geliyorum ve bizzat bir kez maalesef bayrağımızın yapıldığına şahit oldum.
PKK protesto yapıyordu ve Alman polisleri buluyordu bunlarda. İleride Almanya’nın bu durumunda Türkiye ile Almanya arasınlar veya Türkiye ile Avrupa arasınlar nasıl bir gelişim olur? Arkadaşlar sadece Almanya’da değil Avrupa’nın birçok ülkesinde sadece Avrupa’da değil Amerika’da da hem Fetö’ye hem PKK’ye daha doğrusu Türk milletinin, Türk vatanının, Türk devletinin düşmanı pozisyonda olan gruplara, örgütlere yıllardır bu prim verilmiş. Biz buna hep yaşadık. Yani bir zaman bir kaplan cemaati vardı Almanya’ya.
Nerede böyle bir aşırı dinci cemaat dinlenmesi olsa Almanya’da, Kürtçü dinlenmesi olsa Almanya’da, Belçika’da ve diğer yerlerde olurdu. Biz bunların hepsini biliyoruz ama bunlarla ilgili de bizim yapabileceğimiz üç dört tane şey var. Bir diplomasiyi son derece iyi kullanmamız lazım. Biraz önce diplomasiden bahsederken diplomasiyle askeri gücün at başı gitmesi lazım. Paralel bir şekilde devam etmesi lazım ki mutlu, huzurlu ve müreffeh bir millet durumuna gelebilir. İkincisi onların da Türkiye’de yapmış olduğu veya onlarla ilgili konularında diplomasiyi kullanırken mütekabiliyet konusunu oluşturmamız lazım. Mesela Amerika bize ne dedi? İşte şuradan çık bunu yapma, sana yaptırım yaparım bilmem ne. İlk defa biz bunu Babala TV ekranlarında ve daha önce de gündeme getirdik. Dedik ki İncirlik doğru mu? İncirlik Türk toprağıdır. İncirliği kapatırsın. Kapatırsın değil. İncirlik zaten bizim kullanımına izin vermezsin. Bir karar çıkarırsın meclisten. Hadi bakalım Amerika ne yapacaksa yapsın.
Yani mütekabiliyet misillebe hadisesi zamanında ve yerinde yapıldığı zaman çok çok etkiliyorlar. Bu ülke 25 Temmuz 1975’te bir gecede 22 tane Amerikan üstünü kapatıyor. Demek ki sosyogenetik kotlardan gerektiğinde mütekabiliyetle, misliyle mukabele etme gereği var. Almanya’ya gelince Almanya’da yeter artık diyen bir grup var. Bir de yılların Atlantik eroğunmanlarıyla kanlarına şırınga edilmiş Washington bağımlılığı olan bir grup var. Almanya’da bu çözülmenin olduğunu nereden görüyoruz? Kuzey yakın 2 Boruad’da anlaşması. Gülürlük de şu an ABD yaptırımı uygulama kararı aldı. Almanya dedi ki dur ya dedi nereye kadar dedi. Almanya’da şu an 120’ye yakın askeri üst var. Amerikan askerleri dolaşıp duruyor. İşgal gibi, işgal altında gibi. Çok şükür Türkiye öyle bir durumda değil. Çünkü Türkiye’nin ne anayasasını başkaları yazdı ne de Türkiye’yi Kurtuluş Savaşı’nda başka bir ulus gelip kurtardı. Her şeyi biz kendimiz yaptık. Farkımızda bu. Ben sizlerin huzurunda mevzular programında bir kapanış yapayım. Ondan önce şunu anlatmak istiyoruz. Milletimize neden güvenelim başımdan geçen çok kısa bir şeyi anlatacağım. 1992 yılı 15 Nisan günü Kahraman Maraş’ta suç atım mevkiindeyiz. Ben Yüzbaşı Rütbesindeyim. Operasyona çıktık ve operasyonda en kötü olan yan ateşi yemektir. Yandan ateş yediğiniz zaman çok tehlikeli. Biz yan ateşi yedik ve Mehmetçik benim muhafızım olan ya da yanımdaki posta deriz biz askerde. O çocuk kucağıma düştü. Çatışma devam ediyor. Çocuğa baktım göğsünden mermi yemiş falan ve kucağımda şehit oldu. Allah gani gani rahmet eylesin Adanalı bir evladımdı.
Tabii biz gerekeni yaptık aldık alacaklarımızı aldık filan ama benim evladım gitti. Ve ben ertesi gün Maraş’a gittim çocuğun annesi babası geldi. Cenazeyi teslim edeceğim. Allah hiç kimseye böyle bir şey yaşatmasın. Geldi böyle bir baktım. Kasketli bir amca yanında yaşmaklı bir teyze. Ben onlara teslim edeceğim cenazeyi ve başladım ağlamaya. Yüzbaşı Rütbesindeyim. Hüngür hüngür ağlıyorum. O şehidimin babası bana bir ders verdi. Hiç unutamıyorum. Yüzbaşı dedi ne ağlayıp duruyorsun kaldır kafanı dedi. Benim bir oğlum daha var. Onda dedi bu vatana feda ederim dedi. Arkadaşlar bu millet bu millet. Biz bu millete güveneceğiz. Ancak hep konuşarak ağlayarak sızlayarak ya da körler sağırlar birbirini ağlayarak değil. Bakın tekrar söylüyorum. Kuva-i Milli’ye satın da Türk milletinin bu kota da bir araya gelmesi şarttır. Biz bizi yönetebilecek millici gerçekten milli olan insanlarla çalışabilmeliyiz. Bunun nasıl olacağını ne şekilde olacağını hep birlikte kararlaştıracağız. Ben müsaade ederseniz Cem sana da çok teşekkür ediyorum. Programı kapatıyorum. Hepinize saygı ve sevgiler sunuyorum.
Sağ olun.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir