"Enter"a basıp içeriğe geçin

Mevzular 50 – Yurt mu Şeyhe Biat mı, Sözde Kürt Sorunu, Hıfzıssıhha ve Kuvâ-yi Milliye, Diyanet

Mevzular 50 – Yurt mu Şeyhe Biat mı, Sözde Kürt Sorunu, Hıfzıssıhha ve Kuvâ-yi Milliye, Diyanet

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=PohHW-Xh2AU.

Ben çok heyecanlanıyorum. Heyecanlanacaksın. Babanın karşısındasın evladım. Mevzulara hoş geldiniz. İkinci kez sizin karşınızdayım. Babacım. Efendim ne var orada? Bu arada stüdyoda değiliz. Ama nerede olduğumuzun bir önemi yok. İçerikler önemli. Soracağımız sorular ve babamdan alacağımız bilgiler çok önemli. O yüzden stüdyoda olup olmamışız önemli değil gibi düşünüyorum. Mevzular ekibinin 50. bölüm için beni ziyarete gelmesi ve benimle birlikte 50. bölümü çekme halebi benim için çok büyük bir onurdur, gururdur.
Hoş geldiniz. Sana ve ekibinize hoş geldiniz diyorum. Ayrıca bizi izleyen bütün mevzular izleyicisine de buradan selam ve saygılarımı iletiyorum. Babacım yine seyircilerimize sordu. Merak etti. Birçok konu var. Benim de çok merak ettiğim konular var. İzinle bunlara başlıyorum. Tabii ki. İlk konu aslında gündemdeki konu üniversite öğrencilerinin yurt meselesi. İnsanlar üniversiteyi kazandır ama kalacak yerleri yok. Paraları da yok. Çok pahalı yurtta. Evler de pahalı. Ne olacak bu öğrenciler? Ne yapacağız? Bunları tarikatlar mı olacak? Başkaları mı olacak? Bu üniversite öğrencilerimiz ne yapacak?
Oğlum yurt meselesi dediğimiz konu Türkiye’nin kanayan bir yarası. Sadece bu dönem içinde ya da bu ikidar döneminde değil, daha önce de yurt meselesi. Bizim gençliğimiz döneminde de büyük sıkıntılar yaşanmasına sebep oluyor. Bunun çaresi aslında var. Yani yönetimler, belediyeler, devleti yönetenler bu işe gerçekten önem verseler öğrencilerimizin yurt sorunu diye bir şey kalmaz. Bugün Finlandiya dediğimiz yerde evet öğrenci miktarı bizden çok çok az fakat yurtsuz öğrenci yok ve son derece cüziyi fiyatlara kalıyorlar ya da devlet karşılıyor.
Aynısını biz de yapabiliriz ama bugüne kadar maalesef bu sorunun üstesinden gelemedik. Bugün televizyonları açtığımızda bakıyoruz yurt bulamayan öğrenciler, yurtları bulup da ailesinin imkanı yetmeyen öğrenciler ya da dışarıda ev tutmak zorunda kalan ama bu arada da evlerin fiyatının 2-3’e katladığı bütün Türkiye’de aynı sorun var. Şimdi yurdun olmaması ya da yurt sorunun olması kimin işine yarıyor? Öyle bakmak lazım hadiseye. Kimin işine yarıyor? Kendi ağalarına çekmek istedikleri, kendi şehirlerine şıkhlarına biat ettirip daha sonra üniversiteden mezun olduktan sonra kendi temelleri amaçları uğruna kullanmak istedikleri çocukları terminalilerde her yerde bu şekilde ağlıyorlar. Kimler bunlar? Tarikatlar, cemaatler ya da başka örgütler. Diyorlar ki gel biz sana yurt sağlayacağız, ev sağlayacağız, birtakım şeyler sağlayacağız. Aynısını kim yaptı? Fethullah Gülen Terör örgütünün bütün elemanları yaptı. Ve bugüne kadar da son derece başarılı oldular. Neden? Çünkü devlet kendi öğrencisine yurdu bulamadı. Yurtlar yetersiz ya da özel üniversitelerde ya da özel yerlerde
yurtlar son derece pahalı, artı ev kiraları da fahiş fiyatları da. Zaten kıt kanaat çocuğun okuması için gönderen aileler bir de onun yurt parası ya da ev kirası parası ile uğraşmak zorunda kalıyorlar. Bunu yapabilenler yapabiliyor ama yapamayanlar ne yapıyorlar? İşte o tarikatların, örgütlerin birtakım şeylerin kucağına düşüyorlar. Biz bunu Fethullah Gülen Terör örgütün de gördük. Biz bunu şu anda başka başka tarikatların yaptığını da görüyoruz. Ha diyeceksin ki tarikat alıyor da onu terörist mi yapıyor? Hayır ben öyle bir şey demedim ama ben sana şunu söyleyeyim.
Bugün bir Fethullah Gülen Terör örgütü gerçeğini gördükten sonra ayrıca anayasamızın birçok maddesinde de tarikatın, cemaatin, bunun bunun tekkenin, zaviyenin yasak olduğunu da göz önüne aldığımızda son derece vahim bir durumla karşı karşıyayız. Şu anda acil ve kısa dönemde yapılması gereken nedir biliyor musun? Derhal kamu kurumlarının misafir anayilerini açacaksın. Çok güzel bir yönetim yapacaksın ve bu çocukları kurtarıp oralarda misafir edeceksin. Aslında sosyal bir devletin görevidir. Öğrencilerine barınacak yeri bulmak, temin etmek. Bu çok önemli. Evet burs parası olarak veriyoruz daha sonradan onu bittikten sonra okul geri almaya çalışıyoruz. Çocukların çoğu icralık oluyor, hacizlik oluyor, bilmem ne oluyor. Bunların hepsi de gerçek ama bunu önlemenin kısa vadede yolu bu. Geçenlerde bir açıklama yapıldı. Bu açıklamada biz iktidara geldiğimiz zaman dedi Cumhurbaşkanı. 45 liraymış. Evet 45 liracık dedi doğru. Şu anda 650 liracık. Neden? Çünkü 650 lirayla yapabileceklerin sınırlı. Bir de bunların toplamından üniversiteden mezun olduktan sonra çocuk bunun devlete geri ödemesi var.
Bu ödemeyi %90’ı yapamıyor. Şimdi bunların hepsi çok büyük sıkıntı. Sosyal devlet anlayışı, Türk devleti anlayışı aslında bunların hepsini çözecek yetenekte ve kabiliyette. Ben daha önceki mevzularda da söyledim. Yine söylüyorum üstüne basa basa. Cumhuriyet kurumlarını derhal cumhuriyet bilinç ve anlayışıyla ayağa kaldırmak lazım. Çünkü cumhuriyet ne demektir? Eşitlik demektir. Cumhuriyet ne demektir? Vatandaşına sahip çıkmak demektir. Cumhuriyet ne demektir? Milletin iradesi demektir. Milletin iradesi sadece sandıkta belli olmaz. Milletin iradesine saygı duymak her türlü görüşe, her türlü isteğe, makul durumlara göre analiz edip bunlara göre çareler bulmak devletin görevidir evladım. Onun için yurt meselesinde çok fazla yorum yapmaya gerek yok. Yorumlar yapılıyor. Sıkıntılar müthiş. Ben de görüyorum televizyonlardan izliyorum. Çevremde öğrenciler var, yeni kazanmış insanlar var. Kendi yeğenim var ve bunlar çok büyük sıkıntılar yaşıyorlar. Onun için buna çözüm bulmak devletin görevidir.
Bunu çok fazla anlatmaya da gerek yok. Enflasyondan haberlerim yok. Onu merak ediyorum. 45 liraydı da 650 lira yaptık diye ama… Ufak ufak olayları alıp bunlarla eleştiri yapmanın mevzular izleyicisine bir faydası yok. Zaten mevzular izleyicisi bunların hepsini biliyor, yaşıyor. Televizyonlarda orada burada da izliyor. Bizim burada anlatacağımız çözüm ne olabilir? Bunları anlatmamız lazım. Elbette enflasyonun durumu, borçlarımız, harçlarımız, Sedat Peker’in iddialarıyla ilgili hiçbir işlem yapılmamış olması, buna benzer birçok yolsuzluk iddiasının gündeme gelmesi, bir bakanın kendi bakanlığına dezenfektan satması, bunların hepsi gündeme geldi. Bir eski bakanın yine açıklamalar yaparak işte biz daha önceden şöyle şöyle olmuştu 17-25 Aralık’ta vesaire gibi açıklamaları, insanlarımızın kafasını karıştıran bir olay. Şimdi kitlelerin insanların tarihe baktığımız zaman bir huyu var oğlum. İnsanlar hiçbir zaman gerçekler acıysa ve gerçekler kendisine sıkıntı yaratacaksa bunu duymak istemiyorlar. Bu hepimiz için geçerli. Bizim gururumuzu okşayan, bize hayal dünyası sunan, daha önceki Mevzular 49’da anlatmıştım, Yem Borusu diye bir hadise vardı. Sürekli yem borularını çalanlara karşı insanlarda bir mail etme durumu var. Neden? Çünkü insanlar şu anda yaşadıkları durumu kaybetmekten korkuyorlar. Nedir yaşadığı durum? Aslında kredi kartıyla geçiniyor, borç harç içerisinde vesaire, %90’ından bahsediyordur. Öğrenciler için de aynı şey geçerli. Her şey için geçerli var. Onun için bundan korktukları için kendilerine, hayal dünyalarına iyi gelecek şeyleri duymak istiyorlar.
Şimdi ben bakıyorum iktidarda da aynı şey var, muhalefette de aynı şey var. Şimdi bana bazen diyorlar ki, ya arkadaş kime vereceğiz oyumuzu? İşte ne yapacağız, ne edeceğiz falan diyorlar. Ben de onlara şunu anlatayım. Birçok programda bahsetmiştim. Şunu sakın unutmasınlar. İnsanoğlunu gruplara ayırmak gerekirse, bilim insanlar araştırma yapmışlar, dört grubu ayırmışlar. Sayıyorum, zekiler, saflar, haydutlar ve aptallar. Dört grup diyorlar. Ve bu dört grubu öyle bir incelemişler ki, zekilere bakmışlar.
Zeki insanlar bir eylemi yaptıkları zaman kendilerine yarar sağladıkları gibi karşısındaki insana ya da insanlara da yarar sağlayan insanlar, zekiler. Bunlar keşke çok olsa. Haydutlara baktığımız zaman haydutlar sadece kendilerine fayda sağlayıp diğer insanlara zarar verenler, hırsızlar. İşte şunlar bunlar. Saflara baktığımız zaman, hani safiyane, vay, saf trik falan deriz ya, yaptığı eylemden dolayı kendisine bir fayda sağlayamadığı gibi karşısındakine fayda sağlayan, yani dolandırılanlar şunlar bunlar.
Aptallar var. En tehlikelisi. Aptallar aptal olduklarını asla kabul etmezler ve bu aptalların özelliği nedir biliyor musun? Aptallar yaptıkları eylemlerde kendilerine zarar verdikleri gibi toplumun tümüne de zarar verirler. Ve asla da bunu kabul etmezler aptal olduklarını. Araştırmayı yapmışlar üniversitede. Üniversitedeki yönetim kadrosu, rektör, rektör yardımcıları, dekanlar vesaire. Üniversitedeki öğretim görevlileri, doktorlar, docentler, üniversite öğrencileri, bir de temizlik görevlileri, kantinciler vesaire yaptıkları araştırmadan hepsinde aptallar oranı aynı çıkmış.
Yani profesörlerinin arasında da aynı oranda aptal var. Onun için şeye bakmamak lazım. Mevki-makam olayına değil. Yaptığı bir eylemden dolayı kendisine de zarar verir. Çevresine de, milletine de, vatanına da, herkese zarar veren ve bunu asla kabul etmeyen kişiler aptaldır. Oğlum aptal insandan daha tehlikeli hiçbir yaratık yoktur. Çünkü aptal insan ne zaman senin karşına çıkacak bunu bilemezsin. Çıktığı zaman da senin mantığın onu ikna etmeye zaten yetmez. Zararı görürsün ondan sonra anlarsın. Onun için ben şunu söylemeye çalışıyorum. Bizim insanımız nasıl yönetileceğine, cumhuriyet değerlerinin nasıl olacağına, tarih sayfalarına, hepsi tarihi anlatıyoruz. Biliyorsun, Blue TV’de de abin anlatıyor. Biz de mevzuları da genelde tarihi konulara değinip doğruları mevzuları izleyicilerine arız etmek için anlatıyoruz, konuşuyoruz. Tarihe bakıp tarihteki örneklerine göre tavırlarını almalarını ben önemli buluyorum. Bir başka konu iç cephe konusu.
Mustafa Kemal milli mücadeleyi başladığı zaman sohbet esnasında yakın arkadaşlarına şunu demiş. Demiş ki önemli olan iç cephe. İç cephe de sağlam değilse, bütün değilse kutuplaşmışsak hiçbir mücadeleyi veremeyiz. Hiçbir şekilde de başarı şansımız olmaz. Hayat mücadelesini kaybederiz demiş. Şimdi geldiğimiz noktaya baktığımızda Türkiye’de ben televizyonları açıyorum, izliyorum bütün izleyicilerimiz gibi inanılmaz bir kutuplaşma var.
Bocu, bucu, şucu, herkes birbirine gerilmiş durumda. Trafikte bile en ufak bir şeyde insanlar birbirlerini vuracak kadar sinir sistemleri bozuk hale gelmişler. Pandemininde etkisi var ama bir de yönetilemememizin de etkisi var. Bir de muhalefetin gerçekten adam gibi muhalefet yapamamasının etkisi var. Onun için insanlarımızın düşümesi lazım. Bak başka bir şey daha söyleyeyim. Bu konu madem açıldı patır patır anlatalım artık. Yapılan bir takım anketler var. İktidar kendisi anketler yaptırıyor, muhalefet kendisi yaptırıyor. Bütün partiler kendilerine göre bir takım anketler.
Bu anketlerin yüzde 99’unda yanlı ya da yansız da desen bir sürü kararsız vatandaşımızın ne yapacağına, kime oy vereceğine karar verememiş vatandaşlarımızın olduğunu görüyoruz. Ben de buradan diyorum ki o vatandaşlarımız ve hatta artık ben kararımı verdim bu partiye oy vereceğim diyenler bile cumhuriyet değerlerini tekrar Türkiye’de ayağa kaldırabilecek. Demokrasiyi bizim anladığımız anlamda eşitlik anlamında tekrar ortaya koyabilecek, yargıyı gerçekten bağımsız hale getirebileceğine inandıkları kim varsa kimler varsa o ekiplere yönelmelerini tavsiye ediyorum. Biz bunu yapabilecek güçteyiz bak. Türkiye’de öyle kadrolar var ki, öyle aydınlarımız var ki asker kökenli ya da olmasın. Öyle aydınlarımız var ki bunlar cumhuriyet değerlerini sımsıkı sarılmışlar bağlılar ve bu işi bilen adamlar. Şimdi Türkiye’de etkili ve yetkili kişiler iş başında değil, bilgisiz ya da etkisiz kişilerin bir kısmı iş başında. İşte bu yüzden bu kargaşalıklar ortaya çıkıyor. Son bir şey daha soracağım şu yurt meselesiyle ilgili baba. Çok fazla öğrenci var çünkü çok fazla üniversite var. Varajları da düşürdüler. Önüne gelen artık üniversite okuyor. Üniversitenin yarısı kapansa güzel olmaz mı babacığım? Merak ediyorum sadece şeyden dolayı merak ettim yani. Bu işe biraz daha geçmişten bakmak lazım. Şimdi üniversite çok önemli bir kurum değil mi? Evet. Üniversiteler bütün dünyada çok önemli bir kurum.
Çünkü ilk orta ve lise öğreniminden sonra gidip artık hayatı atılacak, matanla milletine, ailesine faydalı olabilecek konuma gelen yaş itibariyle de alacağı bilgi itibariyle de gelen insanlar var. Şimdi her yerde pıtırcık gibi üniversite açmanın bir anlamı yok. Sen her yerde üniversite açarsan dünyadaki ilk 500 üniversite arasına giremezsin ve giremiyoruz. Eskiden benim bildiğim Ortadoğu Teknik Üniversitesi vardı ki hala övünürüm. Kendi yeğenim oradan mezun, amcanın oğlu oradan mezun, işte şu oradan mezun, bu oradan mezun. Fakat şu anda geldiğimiz durumda orada da işte rektörle öğrenciler arasında sıkıntılar, rekanla rektör arasında sıkıntılar. Spesifik olarak özel isimlere falan girmek istemiyorum ama üniversite dediğimiz zaman dilim ve akılın her şekilde ortaya konulduğu yer olması lazım. Şimdi bir Hacettepe Üniversitesi, bir Boğaziçi Üniversitesi, bir İstanbul Teknik Üniversitesi, geçenlerde televizyonla izledim, tüylerim diken diken oldu. İstanbul Teknik Üniversitesi’ni birincilikle bitiren öğrencinin yaptığı bir konuşma var.
Çocuk mutsuz ama mücadele edeceğim diyor. Bak bu çok önemli. Bu beyinler niye yurt dışına kaçsınlar? Niye yurt dışına gitsinler? Benim toprağımda, bu Türk vatanında, Anadolu toprağında bizim bu beyinlerin hepsine ihtiyacımız yok mu? İşte bir cumhuriyet değerlerine bağlı kadroların, bagajı temiz kadroların iş başına gelmesi durumunda ilk başta her şey eğitim sisteminden başlayacak. Eşit eğitim. Biz ilkokulda hepimiz siyah, önlük, beyaz yaka gidiyorduk. Hangimizin zengin olduğunu bile bilmiyorduk. Bütün okullar aynıydı. O bunun çocuğu, bu şunun çocuğu falan yoktu. Şimdi aaa parayı veren stedi okula gidiyor, veremeyen gariban bir şekilde 40-50 kişilik sınıflarda okuyor. Bu mu Türk gençliğinin ya da Z kuşağının, Y kuşağının katlanmak zorunda olduğu şey bu mu? Değil oğlum ben bunu söylüyorum. Böyle bir şeye katlanmak zorunda değiliz. Millet seçimlerde ona göre karar verecek, düşünecek, ona göre hareket edecek. Anayasamızın kuralları belli, kanunlarımız belli. Ben demiyorum ki şurada daha açık da bimlenme yap. Ben onu demiyorum.
Ben diyorum ki her şeyin farkında ol, kutuplaşma, birbirine kötü olarak bakma. Ondan sonra yapamayacağımız hiçbir şey yok bizim Türk milleti olarak. Anadolu insanı olarak yapamayacağımız hiçbir şey yok oğlum. Bu Diyanet İşleri Başkanı var babacığım. Diyanet İşleri Başkanı bu aralar çok fazla konuşuyor. Her yere gidiyor. Mesela en son Türk evinin açılışını yaptı. Hangi vasıfla yapıyor demeyeceğim ama. Yargıtay’ın açılışına katıldı. Cumhurbaşkanının yanında yer alıyor açılışlardan. Şimdi Diyanet’e çok büyük bir miktarda bütçede ayrılıyor. Evet. Ve yaptıkları şey sadece kalamar haram, şu haram bu haram diyorlar yani. Bir de adam açılışlara gidiyor, dua ediyor, kurdeleyi kesiyor.
Neredeyse Diyanet İşleri Başkanlığı amacının dışında çıktığını düşünüyorlar. Sen ne düşünüyorsun bu konuda? Şunu hemen belirtmekte çok büyük fayda var. Diyanet İşleri Başkanlığımız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin olmazsa olmaz kurumlarından biridir. Bir cumhuriyet kurumudur bir kere. Şimdi sen şaşırdın ya da şaşıracak arkadaşları da var. 3 Mart 1924’te Şer’iye vekaleti kaldırıldı ve onun yerine Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Peki 3 Mart 1924 hangi tarih? Milli mücadeleyi yeni kazanmışız. Bu güzel cumhuriyetimiz yeni kurulmuş.
Mustafa Kemal arkadaşları, milletvekilleri, milletin seçtikleri mecliste, o gazi mecliste ve onlar şer’iye vekaletini kaldırmışlar. Bir kanunla yerine de Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmuşlar. Peki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulmasının amacı ne? Şimdi ben Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sitesine mezhular, izleyicileri girmesini tavsiye ederim. Orada görevleriyle ilgili onun. 150’den fazla madde var. Bu maddelere bir baksınlar. Şimdi Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulma sebebi,
Mustafa Kemal ve arkadaşları öyle bir dönemden geliyorlar ki Osmanlının son dönemi artık dini tahasuplarla, dini gerekçelerle, dini kullanarak dindarlılardan bahsetmiyorum. Dincilerin bütün devlet kademelerini ellerine geçirdikleri, yine tarikatların, şunların, bunların, şeyl-i üslamların fetva verdiği bir ortamda. Ta 200 küsür yıl sonra matmanın günahtır denilerek Osmanlı İmparatorluğu topraklarına girdiği ve insanların okuması, yazması, eğitimiyle ilgili çok büyük Avrupa’dan geride kaldığımız bir dönemde.
O zaman da o dönemde yetişmiş vatansever, milliyetçi insanlar Mustafa Kemal ve ekibi. O kadrolar yani 1880’lerde doğanlar. Şimdi o kadrolar böyle bir milli mücadeleyi başarıp da cumhuriyeti kurunca elbette ki ilk iş olarak bu işi ele attılar. Dediler ki millet sağdan soldan gelen hurafederle, şeyhin, şıhın üfürmesiyle dinimizi öğrenmesin dediler. İslam dinini Müslüman sakayar, biz bir Diyanet İşleri Başkanlığı kurarız, imamımızla, müezzinimizle gerçek olarak bu dini anlatırız dediler. Ve ne yaptılar biliyor musun? O zamanki parayla 20.000 lira gibi çok büyük bir bütçe ayırdılar. Kur’an-ı Kerim’in kutsal kitabımızın tefsiri ve Türkçe tercüme edilmesi için de elmalılı Hamdi yazarı Mustafa Kemal, Mehmet Akif Ersoy ile birlikte görevlendirmiştir. Aynı meclis görevlendirmiştir. Çok uzun süre çalışmışlardır. Şimdi diyorlar ya, işte dinsizlerdi bunlar dinsizler falan filan diyen o şıklılar, şeyhler, hocalar filan var ya, bunlar neyi bilmezler? 1925 yılında Asker-e Din Kitabı diye bir din kitabı bastırıyor Mustafa Kemal ve meclis.
Bütün birlikleri askeri okullara dağıtılıyor. Asker-e Din Kitabı. 1929 yılında ne yapıyor? İlk öğretim öğrencilerine Cumhuriyet Çocuğuna Din Dersleri diye bir kitap bastırtırıyor. Bu beğenmedikleri bilmem ne yapmak, neyini beğenmiyorlar biliyor musun? İşte o zamanki o bilim ve akıla değer veren, İslam’ın gerçek yönüne, hurafelere dayanan İslam olarak değil de geri kalmayı gerektirecek, teröre bulaşacak bilmem ne şeklinde bir din değil de, gerçek olarak Kur’an-ı Kerim’de yazdığı şekilde ki İslam’ın milleti anlatmak için Diyanet İşleri Başkanlığı’nı buyuruyorlar. Bu bir. İki, Mustafa Kemal Atatürk 27 Aralık’ta 19.19’da Ankara’ya geliyor. Samsun’a çıktıktan sonra Ankara’ya geliyor. Ankara’da bir müftü var. Ankara müftüsü. Bizim de uzaktan akravamız biliyor musun? Yani anneannem tarafından bizim Ankara çünkü kökümüz. Oradan da akravamız Mehmet Rıfat Börekçi. Bu adam kim? Bizim büyük büyük dedemiz, amcamız öyle diyeyim. Ankara müftüsü. İstanbul’da dürrizadeler, şunlar bunlar fetvalar veriyorlar. Kuva-i Milliye, öldüğü yerde vurulmalıdır, katilleri vaciptir. İdam’a mahkum ediliyorlar. Vahdettin, idam kararlarını tekrar yakalandıklarında yargılanma kaydıyla filan diyerek imzalıyor. Ortalık böyle karmakarışık. İngilizler ayakta. Ankara müftüsü. Rıfat Börekçi ne yapıyor biliyor musun? Bir fetvada o yayınlıyor. Diyor ki yurdumuzu işgal eden düşmana karşı savaşmayan kafirdir diyor. Şunu biliyor musun? Din adamı işte. Din adamı bu. Bunlar şimdi hiç sevmezler Mehmet Rıfat Börekçi’yi. Hiç sevmezler. Elmalı’lı Hamdi Yazır’ı da hiç sevmezler.
Onlar gerçek din bilgini, alim. Bunlar İbni Sinai’ı da sevmez. Bunlar İbni Halun’u da sevmezler. İbni Rüştü de sevmezler. Bak söylüyorum tarihten. Gerçekliğini, gerçekten din alimlerini sevmezler bunlar. Neden? Çünkü şeyhe biat edeceksin, şühe biat edeceksin. O ne derse onu yapacaksın. Her türlü taciz olacak, her türlü şerefsizlik olacak, haksızlık olacak. Bunlara biat edeceksin. Onun için sevmezler. Ve ben sana başka bir şey daha anlatayım. Diyanet İşleri Başkanlığının önemi bir de şuradan geliyor.
Şimdi dünyada üç tane din var. Bizim bildiğimiz tek tanrılı olarak söylenen Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık. Bizim dinimiz. Şimdi Yahudilikte ve Hristiyanlık’ta bir ruhban sınıfı var. Nedir o ruhban sınıfı? Papazı, papası, rahibi, bilinmesi, kilisenin bulunduğu bina. Bunlar hep oralarda kutsaldır. Yani senden benden ayrıcalıklıdır. Ama İslam dininde öyle bir şey yok. İslam dininde imam da aynı senin benim gibidir. Benim amcamın oğlu imam. Yani bir kutsallığı yoktur. Bunu çok iyi anlamanızı istiyorum. Bizde öyle özel bir sınıf yok. Din sınıfı, ruhban sınıfı yok. Onların hepsi ideari görevliler şeyler. Şimdi Diyanet İşleri Başkanı çok önemli bir makam başkanlığı. Çok önemli. Orada gerçekten hurafelerden dini uzak tutacak. Tarikatların yok. Cemaatlerin şunların, bunların baskısından bir tanesi Ahmetçi, bir tanesi Nenmeci, Şucu, Bucu bir sürü tarikat cemaat var biliyorsun. Hepsi teröristler bilmem ne anlamda söylemiyorum ama bir yapısal olarak bu milletin Diyanet İşleri Başkanlığının yayınlarına bakmaları lazım. Diyanet İşleri Başkanlığının açıklamalarına bakmaları lazım. Bunlar çok önemli. Ama şimdi bakıyoruz ki Diyanet İşleri Başkanı anayasanın birçok maddesine aykırı bir şekilde gidiyor birtakım açılışlarda. Kılıçlı olarak, sembol göstererek birtakım açılışlar yapıyor. Başka yerlere gidiyor. Sonra diyor ki din insanla Allah arasında sıkıştırılmaya çalışıyor. Ve hey gafil derler adama. Bunu derler. Din elbette ki Allah’ın yarattığı kul ile Allah arasındaki bir şeydir. O kalp ve gönül işidir.
Sen gelip de bunu devletin A işinde, devletin B işinde, şu işinde, bu işinde, bu dinin şartlarını ortaya koyarsan, öbürü de gelir der ki ben de Hristiyanlığın şartlarını ortaya koyacağım. Başka bir şey daha söyleyeyim sana. Hristiyanlıkta, Orta Çağ Avrupa’sında kilisenin baskısı, hapazın, rahibin, uyduruk baskıları nedeniyle ne oldu? Engizisyon mahkemeleri kurdular. Siz bunu bluetooth’de anlattınız. İnsanları kestiler bilim ve akıl yolunda ilerledikleri için değil mi? Ama ondan sonra bu işten vazgeçtiler. Şimdi bazıları diyorlar ki ama siz öyle diyorsunuz da komutanım diyor burada bir kahvede oturdum geçenlerde.
Orada bir arkadaş söyledi mühendismiş. Dedik siz öyle söylüyorsunuz ama bakın Almanya’ya da Hristiyan Demokrat Parti var, bilmem ne var, şu var. Dedim ki var, elbette var ama onlar Hristiyan dininin şartlarını devlet işlerine sokmuyorlar. Sokamıyorlar daha doğrusu. Bir layıklık hadisesi, layıklık aslında dindar insanın garantisidir biliyor musun oğlum? Herkesin kendi inancına göre ibadet edebilmesi, gönülden kendisini yaratana bağlanması, inanmaması ya da bu konunun garantisi layıklıktır. Millet o layıklık şey, öyle bir şey yok. Açsınlar okusunlar. Bak bu konuda Prof. Dr. Şahin Filiz’in buradan selam olsun kendisine de çok güzel bir açıklaması var. Diyor ki dindar insan Allah’a kulluk eder. Siyasal İslamcı insan kula kulluk eder diyor. Bunu bir düşünsünler. Dini kendi siyasi, ticari faaliyetlerinde kullanıp da kar elde etmeye çalışanların dinle bir alakaları olmadığını düşünüyorum. Ben bir dini alimi değilim ama inançlı bir insanım. Şimdi sen dinsizsin, sen bimlenmesin. Ben sarığımı da takarım, ben şalvarımı da giyerim, bimlenmeyi de yaparım. Ama bizim içinde yaşadığımız bir cumhuriyet türkesi var. Her ne kadar bütün kurumlarının canı çıktıysa da, canını çıkardılarsa da hala bir o cumhuriyet ve hala Mustafa Kemal bir arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ruhu var. Bir kuvayı milliye ruhu var. Bu ruhtan haberleri yok. Onun için ben umutsuz filan değilim. Diyanet İşleri Başkanı’nın şu anda yaptığı şey anayasaya aykırıdır, kanunlarımıza aykırıdır ve Diyanet İşleri Başkanı’nı son dönemce önemli bir kurumdur. Dediğim gibi Yahudilikteki Süleyman Mabedi, onlar da kutsaldır, haham kutsaldır, bilmem nedir. İşte Ağlama Duvarı ben İsrail’le görev ettiğimde bunu görmüştüm. Kutsaldır, eyvallah kendi dinleridir bize ne? Hristiyanlıkta kilise kutsaldır, Papa kutsaldır, Vatikan kutsaldır. Bizde herkes eşittir. Müslümanlıkta Diyanet İşleri Başkanı da devletin bir görevlisidir. Bu cumhuriyetin de en önemli kurumlarından biridir. Buna bu şekilde bakmakta fayda var. Yoksa Ali Erbaş bunu yaptı, o bunu yaptı, ben buna eleştiri getirdim. Hiç buna gerek yok. Bunlara gerek yok. Biz işe özünden bakacağız. Bu kadar. Sonuç olarak Diyanet İşleri Başkanı önemli bir kurumumuz, cumhuriyetin bir kurumu. O yüzden olması, var olması gerekiyor. En azından cemaatlere, tarikatlara yer vermemesi için de zaten bu kurum kuruldu ve Mehmet Rıfat Börekçi de bizim akrabamızmış. Evet. O zaman üçüncü sorum şu. Yaklaşık iki senedir biz ve bütün dünyadaki tüm ülkeler pandemiyle ve koronayla mücadele ediyor. Etmeye çalışıyorlar, yapabildiklerini yapıyorlar, yapmaya çalışıyoruz. Aşı meselesi var, olalım diyenler var, olmayalım diyenler var. Birçok insan hayatını kaybetti, hala da kaybediyor. Her gün yüzlerce ölüm haberi geliyor koronadan dolayı. Bir şey diyor ki babacığım, bazı bilim insanları ve aydınlar hıfsız sıha enstitüsü kapatılmasaydı diye cümleye başlıyorlar. Ne olurdu kapatılmasaydı? Çok güzel özetledin. Dünya ve ülkemiz iki senedir yaklaşık bu salgın belasıyla, pandemi belasıyla uğraşıyor. Bir sürü şey değişti. Dünyada hiçbir şey eskisi gibi değil artık. Ürümler son derece arttı. Hıfsız sıha enstitüsünün bir kere tarihini bilmek lazım. Yani ne zaman kapatıldığını ben biraz sonra söyleyeceğim. On sene oldu kapatılalı. Hıfsız sıha enstitüsü nedir ona bakalım.
Hıfsız sıha kelimesinin anlamı şu. Türkçe sözlüğe baktığın zaman sağlık bilgisi ya da sağlıklı bir toplum olana bilmesi için, hastalıklarla mücadele için alınan bütün önden beri kapsayan bir sözcük. Şimdi çok enteresandır. Milli Mücadele Dönemi’ne gelelim gene. Milli Mücadele Dönemi’nde Büyük Millet Meclisi 1920-23 Nisan’ında kurulduktan hemen sonra bir sürü şeye bakıyor oradaki milletvekilleri ve baktıkları konulardan bir tanesi de ne biliyor musun? Salgınlarla mücadele.
Böyle bir şey olabilir mi? Düşman yurda girmiş her tarafta isyanlar, her taraf şey. Fakat oradaki o akıl, o kuvayı milli aklı aynı zamanda salgınla da mücadele etmeyi düşünüyor. Bizim insanımız o zaman sadece Yunan kurşuluyla, İngiliz kurşunuyla, Fransız kurşunuyla ya da Ermeni çetelerinin kurşunlarıyla şehit olmuyor. Salgınla mücadelede de çok kayıtlar veriyoruz. Ne var o zaman? İspanyol griği var. Ne var o zaman? Sıtma var ya da başka buna benzer birtakım salgın hadiseleri var. Bunun için meclis çeşitli kararlar alıyor. Mücadele edelim diyor. Peki şimdi sıkı dur. Bu mücadele nasıl başlıyor?
Daha önce bir programda anlatmıştık hatırlarsan 14 Mart Tıp Bayramı. Tıp bayramını bu topraklarda ilk kutlayan kişi, buna vesile olan kişi Tıbbiyeli Hikmet diye bildiğimiz kişidir. Allah rahmet eylesin. Bu kişi kimdir? Bana göre Türkiye’deki gelmiş geçmiş en güzel sorucu program yapımcısı Orhan Boran’ın da babasıdır. O da rahmetlik oldu.
Tıbbiyeli Hikmet İstanbul’da tıp okulunda okurken 1919’un 14 Mart’ında tıp bayramını kutlama bahanesiyle kendi okul binalarının önüne Türk bayrağını güzelce çekiyor ve orada toplantı yapıyorlar. O zaman İstanbul ne işgalinde? İngiliz işgalinde. Tabii İngiliz askerleri hemen geliyorlar, bunları kovalıyorlar vesaire ama ilk tıp bayramının kutlanması 14 Mart oradan başlıyor. Sonra Tıbbiyeli Hikmet bir şekilde Kuvae Milliyeciler tarafından Anadolu’ya kaçırıyor. Anadolu da gidiyor Sivas Kongresi’ne katılıyor. Meşhur Sivas Kongresi. Eylül 1919’da Sivas Kongresi’ndeki ana konu ne? Manda konusu. Bir kısmı diyor ki İngiliz mandasına girelim bir kısmı diyor ki Amerikan mandasına girelim şunu yapalım bunu yapalım filan. Mustafa Kemal sessizce dinliyor. Tabii Mustafa Kemal’in kafasında tam bağımsızlık var. Tıbbiyeli Hikmet daha 21-22 yaşında elini kaldırıyor ve söz istiyor. Diyor ki ben İstanbul’dan bütün tıbbiye öğrencileri adına geldim. Asla manda kabul edilemez. Uzun uzun konuşuyor. Mustafa Kemal Paşa’ya dönüyor diyor ki eğer diyor Paşam siz de manda taraftarı olursanız sizi de hain ilan ederiz sizinle de mücadele ederiz diyor. İşte bu adam ve Mustafa Kemal’in gözleri yaşarıyor ve diyor ki işte Türk gence ya istikdar ya ölüm kelimesi biliyorsun nereden çıkıyor Sivas Kongresi’ne. Şimdi gelelim Tıbbiyeli Hikmet’in ne yaptığını. Tıbbiyeli Hikmet Ankara’ya kaçarken İstanbul’da ne kadar mikrop, aşı malzemesi vesaire varsa kaçırıyor. Ankara’ya geliyor Mustafa Kemal kendisine ve arkadaşlarına, tıbbili arkadaşlarına Cebeci’de bir ev açıyor. Bak bunu birçok insan bilmez. Cebeci’de Ankara Cebeci Semtleri var ya orada bir ev açıyor ve burada Tıbbiyeli Hikmet ve arkadaşları aşı yapımı ile uğraşıyorlar. Yani askerimize, ordumuza, köylümüze aşı üretmeye başlıyorlar ve bu aşıları insanlara zarar vermesin diye ne yapıyorlar biliyor musun ilk önce kendilerinde deniyorlar.
İşte Hıfız Sıva Enstitüsü’nün salgınlarla mücadelenin sağlıklı bir toplum olabilmek için neler yapılmasının en büyük çalışmaları daha cumhuriyet ilan edilmeden önce o gazi mecliste başlıyor. Daha sonra kurulan Hıfız Sıva Enstitüsü çok güzel bir şekilde kurgulanıyor. 1930’lu yıllardan itibaren salgınlarla mücadelede, aşı çalışmalarında ve diğer hususlarda devletin bizzat üzerinde çalışma yaptığı bir kurum olarak tarihe geçiyor.
Şimdi 10 sene önce yani 2011 yılında mevcut iktidar Hıfız Sıva Enstitüsü’nü kapattı. Ne oldu peki? Labratuarlar özel yerlere geçti, o oraya geçti, bu buraya geçti, şu oldu bu oldu. Bugün Çin’de Sinovac aşısı yaptılar ve bize sattılar. Sinovac aşısı olan bir sürü arkadaşımız var. Şunu yaptılar bunu yaptılar. Ama Çin’in kendi halkına uyguladığı aşı kendi Hıfız Sıva Enstitüsü’nün aşısı. Yani devletin milli anlamda bilim insanlarını çalıştırdığı ve aşı ürettirdiği bir ayrı merkez var.
Sinovac ayrı bir şirket. O aşıyı orada bile kullanmadılar. Ben şunu söylemeye çalışıyorum. İşte Cumhuriyet Kurumları’na sahip çıkabilmek, Cumhuriyet Kurumları’nın zaman içerisinde kan kaybetmelerini önlemek ve onları çok daha işlevsel hale getirebilmek için Cumhuriyetçi bir kadronun iktidarı Türkiye’ye de gelmesi gerekiyor. Anlatabildim mi ne demek istediğimi? Senin bahsettiğin bu Hıfız Sıva Enstitüsü konusu bence bu. Yani oranın kapatılması çok derece büyük bir hatadır.
O enstitüsü devam etmeliydi. Oraya daha fazla önem verilerek aynı Tübitak gibi, Aselsan gibi veya devletin önemli kurduşları gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi devletin buraya çok büyük önem vererek salgınlarla mücadere de aşı üretimi konusunda şahane bir kurum haline getirmesi ve üniversitede ki tıp fakültelerine de bir takım öngörülerde bulunmasını sağlamalara gerekirdi. Bunun hikayesi bu. Vay be. Türkabakla ilgili pek bir ilgin var mı? Şu anda yerli aşı. Basından izlediğim kadarıyla var. Tabii ki Türk bilim insanları dünyadaki bilim insanlarından bence bir tık daha yukarıda alır.
Benim görüşüme göre çünkü bugün baktığımız zaman Türk yıldızları dediğimiz pilotlar mesela bir örnek gösterebilirim. Dünyada örneği yok. Dünyada yarışmalarda hep birinci olanlar ve bugün 21 Eylül tarihi itibariyle de İstanbul’da bir gösteri yaptılar. Muhteşemdi. Onu da izledim. Gerçekten muhteşemdi. Bizim bilimi insanlarımıza imkan tanındığı takdirde oğlum, onlara imkan verildiği takdirde yapamayacağımız hiçbir şey yok. Buna her şey dahil. Uzay teknolojisi, uzaya gitmek vs.
Bunu ciddi söylüyorum. Sadece imkan vermek lazım. Sadece ARGE faaliyetleri için bütçe ayırmak lazım. Sadece eğitimi millileştirmek lazım. Bunları yapalım. Ne bizim okumuş gencimiz yurt dışına gider, ne terör örgütleri çok fazla eleman bulabilir, ne insanımız mutsuz olur, ne kutuplaşma olur hiçbir şey olmaz. Böyle çatır çatır soruyoruz. Çatır çatır soracaksın. Ben de çatır çatır cevap vereceğim. Peki bizim aslan Mehmetçiklerimiz, kahraman Mehmetçiklerimiz hala daha Suriye’de ve Ira’nın kuzeyinde görevlerine devam ediyorlar, mücadeleye devam ediyorlar. Son halemde İddip ön planı çıktı. Orada neler oluyor babacığım? Yine şehitlerimiz geliyor. Orada hangi örgüt var? Kimle mücadele ediyoruz? Ne yapıyoruz? Oradaki durum nedir? Şimdi İddip konusuna bakarken biraz geçmişe gitmek lazım gene. Biraz da geri çekilmek lazım. Şöyle genel hatlarıyla bakmak lazım hadiseye. Biliyorsun Suriye’nin her tarafında bir iç savaş meydana geldi. Ne zamandan beri? 2011 yılından beri meydana geldi. Kim bunu kurtardı? Kim bunu destekledi? Kim yaptı bunu? Amerika Birleşik Devletleri yaptı. Daha sonra Rusya işinin içine girdi, İran için içine girdi. Ve biz de hiçbir işimizin olmaması rağmen biz de bu işe müdahale olduk. O ana kadar Suriye’nin mevcut devletiyle öyle ya da böyle rejimine olursa olsun normal ve iyi ilişkiler içerisindeydi. Bir Adana mutabakatımız vardı mesela onlarla. 1998 ya da 99 yanlış hatırlamıyorsam. Bu Adana mutabakatını biz 2010 yılında da güncellemiştik. Onlarla güncellemiştik. Sınır ticareti yapılıyordu. Onlar PKK terör örgütüne karşı birtakım önlemler alıyorlardı vesaire. 2011’den sonra hapaz oldu.
Şimdi İdlib konusu şu. 2017 tarihine geldiğimiz zaman ne Suriye rejimi yıkıldı ne Amerika, bilmem ne her taraf ele geçirebildi. Şöyle bir şey ortaya çıktı. Fırat’ın doğusunda PKK, PY’de, Amerikan güdümünde denize açılacak bir Kürdistan kurma peşindeler. Hala da devam ediyor şimdi ona da geleceğim. Fırat’ın batısında Rusya var ve İdlib’de de bütün radikal terörist gruplar toplandılar.
Hizbül, Tahir, Şam, El-Kahide, Artıkları, İşit, Artıkları, Kelle kesen İşit falan var ya İslam’da alakası olmayan bunların hepsi İdlib’de toplanmaya başladılar. Şimdi bunlar İdlib’de toplanınca ne oldu? Bizim sınırımıza 130 kilometre sınırımız var İdlib’de. Hemen güneyimizde İdlib. O kadar tehlikeli bir pozisyon ki. Şimdi geçenlerde Naim Babiroğlu komutanımızın bir yazısı vardı okudum. Çok güzel tarif etmiş. Diyor ki İdlib artık diyor küçük Afganistan’dır.
Bu çok önemli. Hiçbir devlet küçük bir Afganistan ile sınır olmak istemez. Ama biz olduk. Peki başka garabetler de var şöyle. 2017 yılında Astana’da bir anlaşma yapıldı. Kim katıldı anlaşmaya? Ruslar katıldı, biz katıldık ve İran katıldı. Bir anlaşmaya varıldı. Bu anlaşma gereği daha sonra biz Ruslarla ikili olarak bir mutabakat saldık. Nerede? Sochi’de. Meşhur anlaşma Sochi mutabakatı. Orada biz neyi tayyut ettik biliyor musun? Hiç üstümüze vazife değilken. Ben orada 12 tane gözlem noktası kuracağım. Ve bu sayede ben İdlib’e sizin operasyon yapmanıza gerek yok. Ey Rusya, ey Suriye. Dolaylı olarak Suriye. Ben onları da silahlılarından arındıracağım. Orayı artık böyle terörden ayıklanmış bir duruma getireceğim dedik. Ne üstümüze vazifeydi? Birisi bana anlatsın. Ben de asker kökenliyim. Ben de istihbarat hizmetlerinde yıllarca görev yaptım. Birisi bana anlatsın. Mevzular izleyicisini anlatsın. Neden oradayız? Menfaatlerimizin olduğu yerler var. O ayrı. Ama İdlib konusunda bu garantiyi niye verdik? Ne oldu sonra? Biz oraya gittik. Tabii Suriye ve Rusya bekliyor.
Biz oradaki o radikal örgütlerle halledemedik. İşin doğrusu. Hizbul Tahir Şam diye bir örgüt var. HTŞ örgütü. Bu Amerika Birleşik Devletleri’nin ve dünyadaki birçok devletin de terör örgütleri listesinde bulunan bir örgüt. Amerika çok yakın bir zamanda bu örgütü terör listesinden çıkartmayı planlıyor biliyor musun bunu? Nereden biliyorum? Açık açık bunun için bütçe ayırdılar. Mesela orada ne vardı? Türkistan İslam Partisi diye bir örgüt vardı. İşit’le El-Kaide arasında anlayışa sahip bir örgüt. Amerika bu örgütü de terör örgütleri listesinden çıkarttı.
Şimdi bunları nereye taşıyor biliyor musun? Afganistan Çin sınırına taşıyor. Afganistan artık bir terör bataklığı. Bak sakın unutmayın bunu. Yok Taliban geldi. O bitti. Taliban bize yakındır falan. Geçin bunlara. Afganistan, Çin’in, Rusya’nın, Amerika’nın at oynatacağı terör örgütlerinin birbirine gireceği bir coğrafya haline tekrar geldi. En büyük sıkıntıyı da yine Pakistan çekecek tabii. Onu da söyleyeyim. Kardeş Pakistan kendi yaptığı hataların sıkıntısını çekiyor. Pakistan sınırı tamamen radikal örgütlerin yuvalanma merkezi haline geldi.
Biz Soçum Utabakatı’nda tahavüt ettiğimiz şeyleri yapamadığımız için yanlış hatırlamıyorsam 3 Şubat, 10 Şubat arası 2020’de 13 tane şehit verdik. Kim vurdu falan? E tabii Suriye’ye attı vurdu ama Rusya’nın haberi olmadan vurabilir mi? Mümkün mü? Hareket edemez. Tabii. Ayrıca burada bir hava sahası kontrolümüz var mı? Yok. Bizim 12 tane gözlem noktamızdan 7 tanesi Suriye ordusunun kontrolünde olan bölgede. Bu nasıl oluyor? Orada da Suriye’ye yalnız kişiler Türkiye aleyhinde gösteriler yaptılar zamanında. Bunu da biliyoruz.
Biz bundan da ders almadık. Ne oldu sonra? 33 tane daha şehit verdik. 27 Şubat 2020’de 33 şehit daha verdik. Hala Mehmetçik’te hiç bir problem yok. İl istihbarat teşkilatı personelinde de problem yok. Net söylüyorum yönetim yönetim yönetim. Sen Mehmetçik’e ne görev verirsen Mehmetçik o görevi yapar. Ve dünyadaki bütün askerlerden daha iyi yapar. Bunu bir havasiyet o anlamında söylemiyorum. 2000 yıllık Türk ordusu ta Mete Han zamanından gelen bunu dünyaya ispat etmişiz. Her konuda. Ama yeter ki sen adam gibi bir amacın olacak ve ona göre o Mehmetçik’i yönlendireceksin. Şimdi geldiğimiz noktada bu sefer İdlib’deki şehitlerimiz iki hafta oldu da yine aslan gibi arkadaşlarımız şehit oldu. Yaralılarımız var. Allah’tan rahmet diliyorum hepsini. Peki bunları kim vurdu? Bunları Hizbul Tahir Şam’dan ayrılan Ebu Bekir Sıddık’ın yardımcıları seriyesi diye bak söylerken bile zorlanıyorum. Ebu Bekir Sıddık’ın yardımcıları seriyesi diye şerefsiz bir örgüt vurdu. Kim bunlar? Hizbul Tahir Şam’dan ayrılan bir grup. Bunlar diyorlar ki Hizbul Tahir Şam sen çok ılımlısın. Türkiye kafir bir ülkedir. Biz Türk askerini vururuz diyorlar. E ne oldu? Gene şehit verdik. Bu sefer kim vurdu? Bunlar vurdu. Şimdi Türkiye’nin oğlum üç tane beka meselesi var. Varlık meselemiz var. Birincisi Fırat’ın doğusundaki PKKP’ye de şu anda 60-70 bin militana olan Amerikan güdümünde, Amerikan desteğinde ve Amerikan üstlerinin bulunduğu bölgede olan terör örgütü bizim beka sorumumuz. Başka kim? İdlib bizim terör sorumumuz. İdlib. Biz artık İdlib’te yok.
Özgür Suriye ordusuydu. Yok şuydu buydu. Bu şekilde bakmayacağız. İşte ne oldu? Bak Mehmetçiklerimizi şehit ettiler. Kimmiş? Ebu Bekir Sıddık. Bünlemle şu bu. Hepsi radikal. İslam’ı terörleştirmeye çalışan unsurlar. Biz bunun farkında olacağız bir kere. Buna göre tavrımızı alacağız. Diğer beka meseleniz göçmen konusu. Adına göçmen de, adına sığınmacı de, adına kontrolsüz bünlemme de. Şu anda resmi rakamlara göre 5-6 milyon, bana göre 7-8 milyon
Türkiye’de göçmen var, sığınmacı var. O insanların kişiliklerine hiçbir lafım yok. Hiçbir lafım yok. Ama demografik yapı bozulmaya başladı. Ben kendi insanımı da uyuramazken, ben kendi insanımın arasındaki huzuru tesis edemezken bir de onlar buraya yük olarak dinler. Onun için o insanların derhal güzel bir plan ve programla kendi memleketlerine geri göndermedilir gerekir. Bunun için de mutlaka bir bakanlık kurulmalıdır bu konuda. Bakanlık kurulup buna göre bir uygulama yapılmalıdır.
Yani 3 tane beka sorunumuz var. Onun için İDDİP meselesi çok kritik bir meseledir. Benim yetiştirmiş olduğum subay’a subay uzman çavuş arkadaşlarımızdan da şu anda orada hala görev yapan insanlar var. Onlardan da bilgi alıyorum. Gerçekten hava kontrolünün bizde olmadığı, Rusya’nın ne zaman ne yapacağının belli olmadığı, Suriye rejiminin tabii ki işine gelmediği için her şeyi yapabileceği bir ortamda o Mehmetçiklerimizin durmasının bir anlamı yok. Bizim yapacağımız nedir? Daha önceki mevzular programında söyledim. Tekrar mevzular izleyicisine buradan arz ediyorum. Biz Suriye’de yapacağımız şeyleri yapıp PKK PYD koridorunu zaten bozduk. Oradaki o devletin kurulmasını her şekilde engellemeye çalışmak, İDDİP’teki pozisyonu her şekilde engellemeye çalışarak Rusya’yla, Amerika’yla ve de esas oranın sahibi Suriye’yle anlaşarak kendi topraklarımıza, kendi vatanımıza çekilmek zorundayız. Çekilirken de Suriye’ye şunu söylemek zorundayız. Bak buraları sana anahtar teslimi yapıyorum. Eğer buralardan bana tekrar terör saldırısı ama radikal dincilerden ama PKK’dan ama şundan bundan olursa buralarda benim aleyhime birtakım oluşumlar olursa seninle görüşürüz. Ana muhalefet dilleri geçenlerde verdiği bir röportajda Kürt meselesinin çözümü HDP’yle olur dedi. HDP’li Sezai Temel’le de buna cevap verdi. Dedi ki çözümün adresi İmralı’dır dedi. Her yerden bir ses geldi babacığım. Peki sen ne düşünüyorsun? Kürt sorunu gerçekten HDP’yle mi çözülür? İmralı’ya mı gitmek lazım? Şimdi bir kere şunu hemen tespit etmek lazım. Türkiye’de Kürt sorunu, Çerkez sorunu, Boşnak sorunu, Arnavut sorunu diye bir sorun yok.
Türkiye’de varsa demokrasi sorunu var, Türkiye’de varsa terör sorunu var. Şimdi sen Kürt sorunu dediğin zaman o Güneydoğu’da, Doğu’da yaşayan bütün vatandaşlarımızı da tövbet altında bırakmış oluyorsun. Şimdi bir Kürt sorunun olması için ne gerekir? Biraz bilimsel konuşalım ve biraz gerçekçi bakalım. Kürt kökenli vatandaşlarımızın hiçbirisinin İstanbul’a gelememesi lazım. Kürt kökenli vatandaşlarımızın hiçbirisinin ticaret yapamaması lazım. Kürt kökenli vatandaşlarımızın hiçbirisinin milletvekili olamaması lazım.
Başbakan olamaması lazım. Cumhurbaşkanı olamaması lazım. Doğru mu? Doğru. Özgür olarak seyahat edememeleri lazım. Eğitim yapamamaları lazım. Hiçbir şey yapamamaları lazım. O zaman senin dediğin Kürt sorunu olur. Bir kere Kürt sorunu diye cümleye başlarsan Türkiye’de en büyük bölücülüğü yapmış olursun. Buna iktidarda dair muhalefette dair. Türkiye’de sorun demokrasi sorunudur, adalet sorunudur, cumhuriyet ilkelerini adam gibi yerine getirme sorunudur ve terörist sorunudur.
Bir kere bunu biliriz. Bunu bilmeden şöyle olur, böyle olur demek yanlış. Şimdi ana muhalefet partisi lideri bir açıklama yaptı. Neden bunu yapıyor? Şimdi seçimlere az bir zaman kaldığı için bizim kimse aklımızda oynamasın her iki tarafta. Kime oynuyor? Oradaki HDP’ye gitmiş olan oyların peşinde. Şimdi HDP’ye gitmiş oyların peşinde olmak demek. HDP gibi heral örgütüyle iç içe girmiş heral örgütünün siyasi uzantısı olan bir partiye şirin görünmekle olmaz ki. Kürt kökenli vatandaşlarımızı ayırt etmeden bu işi yapmak lazım. Mustafa Kemal Atatürk döneminde milli mücadele nasıl yapıldı oğlum?
Milli mücadelede bir resim var, bir fotoğraf var. İnternete girip baksınlar. Diyapağ var. Milletvekili Diyapağ ile birlikte Mustafa Kemal Atatürk’ün çekilmiş fotoğrafı var bir arabanın içinde yanlış hatırlamıyorsak. Bu işin Kürdü, Türkü, Çerkezli, Lazlı, Arnavutu filan yok. Bunları dile getirmek de Bölücül’ün Daniskası’dır. Burası Anadolu. Burada yaşayan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı. Ve biz hepimiz Mustafa Kemal’in ne mutlu Türk’üm diyene de kastettiği Türk milletiyiz. Irksal olarak değil, kafatas olarak değil. Bir kere bu çok önemli.
Şimdi bunu iktidar tarafı da yapıyor, muhalefet tarafı da yapıyor. Peki benim merakım şu. İktidar bir yola doğru gidiyor. Muhalefet bir yola doğru gidiyor. Biz ne yapacağız? Evladım bizim yapacağımız şey şu. Bir kere başta söyledim, onu tekrar söylemek zorundayım. Cumhuriyet değerlerine sahip, akıl ve bilime inanmış, akıl ve bilim yolundan giden insanların yönetime gelmesi gerekiyor. Kim? Liyakatli insanların yönetime gelmesi gerekiyor. Şimdi bak, biraz önce sana bekar sorunlarımızdan bahsettim. Ne dedim önce? TKKP’ye de sorunu var. İçerideki radikal incilerin, terör örgütlerinin sorunları var. Direkt bizi etkileyen ve içerideki sığınmacılar ya da işte göçmenler diyebileceğimiz sorunlar var. Peki başka ne var? Doğu Akdeniz’de bir sürü sorunlarımız var. Başka ne var? Libya’da bir sürü sorunlarımız var. Başka ne var? Daha yakınlarda Dede Ağaç’ta Amerika bir üs kurmuştu biliyorsun. Şimdi orada tekrar bir üs kurmak için Ekim ayında Yunanistan’la bir anlaşma yapacağını açıkladı. Yunanistan’a açıkladı. Girit Adası’nda bir Amerikan üsü var. Suda dediğimiz yerde bir Amerikan üsü var. Şimdi İskili denilen yerde de bir üs kurmaya çalışacak.
E Yunanistan ne yaptı? İsrail’den insansız hava araçlarını kiraladı. Kim için kiralıyor? Tamam Amerika belki Dede Ağaç’ta yaptığı o yığınakla Rusya’yı Karadeniz’e hapsetmek ya da Rusya’yı sıkıştırmak amacıyla yapıyor. Bunu anlayabilirim. Ama Ege’de Yunanistan’a vermiş olduğu desteği ne için veriyor? Yunanistan bunları kimin için yapıyor? Hepimiz NATO üyesi değil miyiz? Müttefik değil miyiz? Bizim için yapıyor. Yunanistan daha geçenlerde yine NAVTEX ilan etti. Biz karşı NAVTEX ilan ettik vesaire. Bu sorunlar devam ediyor. Şimdi Lozan anlaşması küçümseyenlere soruyorum ben. Lozan anlaşması ne diyor? Adalar silahsız olacak diyor. Ama tam tersi. Bir kere delindi. Her tarafı Yunanistan silahlandırdığı gibi Amerika da ona yardım edip oralarda üsler kuracak. Bu ne için yapılıyor? Neyin hazırlığı bu? Bir kere bizim bunlarla uğraşmamız lazım. İçeride işte yok şu sorun vardı da bu sorun vardı. Biz iç cepheyi sağlamlaştırmak zorundayız. Bu yapılabilir mi? Evet yapılabilir evladım. Daha önce de söyledim yapılabilir. Amerika Bilişik Devletleri’nde yaşayan bir Türk vatandaşı var. Erden Eruç. Maalesef bilmiyordum iki hafta öncesine kadar. Ben de bilmiyordum. Sayende ben de öğrenmiş oldum. Ve onunla ilgili de kısa bir bence açıklama yapmak istersin diye düşünün. Çünkü yaptığı işler çok iyi ama ülkemizin neredeyse %90’ı bilmiyordur diye tahmin ediyorum. Çok enteresan oğlum. Yaşadığımız ülke gerçekten çok enteresan. Biz böyle abuk subuk şeylerle uğraşırken, kutuplaşırken birbirimizle böyle boğaz boğaza girerken orada bir tane Türk vatandaşı şu anda 60 yaşında Erden Eruç.
15 adet rekor kırarak Guinness Rekorlar Kitabına girmiş biliyor musun? Hiçbirimiz bilmiyoruz. Bilmem varsa çok özür dilerim kendisinden. Biz yeni öğrendik. Bilmiyoruz. Erden Eruç 15 kez dünya rekoru kırmış. Kast gücüyle devri alem diye. Bisiklet sürerek, dağa çıkarak, kühekle okyanusu geçerek inanılmaz rekorlara imza atmış ve Guinness bunları tescillemiş.
O adama ne bir devlet yardımı olmuş, ne bir sivil ya da resmi hiçbir yerden de destek almamış. Şimdi ben de mevzular programında bu arkadaşımızı bütün Türkiye’ye duyurmayı kendime görebildim. Erden Eruç. Kim peki? Cemal Eruç ismindeki 1974’te Kıbrıs Barış Harekatı’na katılan kahraman bir Türk subayının oğlu. Bir asker çocuğu ve oradaki harekata ilk katılan subaylardan bir tanesi Cemal Eruç komutanımızın oğlu.
Erden Eruç neler yapmış? Pasifiye çıkmış, dünyanın en yüksek tepelerine çıkmış. 2002’den beri bu işleri yapıyor. Kendisine bunu görevedinmiş ama sadece kendi imkanlarıyla yapıyor. Şu anda da yeni bir rekor denemesine başlıyor ya da başladı tam şu anda. Biz bunu yayınladığımız zaman başlamış olabilir. Kuzey Amerika’dan çıkacak, Pasifik üzerinden Kayık’la Asya’da paraya çıkmayı planlıyor. Arkadaşlar bunu da başarırsa dünyada böyle bir insan yok ve bu insan bir Türk. Ve bizim bundan haberimiz yok. Hiç de bir desteğimiz yok. İki hafta kadar önce çok sevdiğim değerli kardeşim Serkan Koç belgesel yapılmıştı. Beni aradı. Ya komutanım böyle bir arkadaşımız var, abimiz var. Siz tanıyor musunuz? Vallahi tanımıyorum. Dedi ki ben de tanımıyordum ama tanıştık ettik babası da şöyle. Ben de kendisinin belgeselini çekiyorum ama bunu Türkiye’ye, Türk devletine, Türk milletine, Türk insanına duyurmamız lazım.
Duyurabilirseniz mevzulardan siz duyurursunuz dedi. Dedim ki başım gözüm üstüne. Erden Eruço lütfen internetten girip baksınlar. Türk milletine hizmet eden, gittiği her yerde Türkiye’yi anlatan, babası da bir Kıbrıs gazisi olan Atatürkçü, sağlam vatansever milliyetçi bir arkadaşımız. Kendisine başarılar diliyorum. Bizi izleyeceğini de biliyorum. Türk milletinin haberi olsun. Bir kuruş destek almadan hiçbir yerden kendi evlerini falan satarak hanımıyla birlikte bu Guinness Rekorlar kitabına bir Türk ismini 15 kez yazdırmış. Şimdi hiç kimsenin yapamadı. Dünyada bugüne kadar tarihinde has gücüyle Pasifik okyanusunu geçecek. Kuzey Amerika’dan çıkacak. Dünya ertesine bakalım. İnanılmaz bir şey. Başaracağına inanıyorum. İnşallah başarır. Evet 50. bölümde böyle şeyler konuştuk. Bizim için 50-51 inşallah daha da gider. Böyle arada seni rahatsız edeceğim. Senin İstanbul’a gelmeni beklemeyeceğim. Neredeysem ben oraya geleceğim. Ekibimle geleceğim sağ olsunlar.
Çok zor bir zaman diliminden geçiyoruz. Pandemisi, şusu, busu ama ülke olarak da inanılmaz derecede iç barışı kaybettik oğlum. İç cephimiz artık güçlü değil. Çok sağlam aslan gibi insanlarımız var. Hangi partiye oy vermesi falan önemli değil. Hangi düşüncede olması da önemli değil. Takım tutar gibi parti tutulması da önemli değil. Bizi kurtaracak olan bu milleti tekrar ayağa kaldıracak olan adam gibi geçinebileceğimiz, gençlerimizin işsiz olmadığı, öğrencilerimizin yurt sorunu çekmediği, şıhın şeyhin bimlemlerinin tükürüyle ıslak mendille sümüklü mendiline, bimlemlere tapınmadığı, bilim ve akıl yolunda yürüyen, cumhuriyete sımsıkı bağlı, kökeni ne olursa olsun Türk vatandaşlarına ihtiyacımız var. Onun için iyi düşünmek lazım. Seçimlerde çok iyi düşünmek lazım. Ve bu kutuplaştırma çabalarına karşı da çok dikkatli olmak lazım. Mevzuların 50. bölümünü burada birlikte çektiğimiz için de çok mutluyum. İnşallah 150. bölümde olur. Mevzular izleyicisi takip etmeye devam ettikçe, mevzular izleyicisi ne bir şeyler biz aktarabilirip de onlar da
Türkiye için bir şeyler yapmaya devam ettikçe 150. bölümde olur. 500. bölümde olur inşallah. Allah yolunuzu açık etsin. İlerleyen bölümlerde de artık sorunlar değil. Çok güzel şeyler konuşuruz mevzularla. İnşallah. Teşekkürler. Kendinize çok iyi bakın. Bir sonraki mevzular da görüşmek üzere.
Hoşçakalın. Teşekkür ederiz. Hadi bakalım.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir