"Enter"a basıp içeriğe geçin

Mitler 101 – Böyle Buyurdu Kültür – Prof. Nevzat Kaya – B01

Linki kullanabilirsiniz https://youtu.be/keYokmsP7gY?list=PLWXQ0iArMOp8K103D-hJLttj2xxK4EVHe” target=”_blank” rel=”noopener”>Mitler 101 – Böyle Buyurdu Kültür – Prof. Nevzat Kaya – B01 videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için tıklayınız.

Hocam merhaba Nevzat Kaya ile birlikteyiz. Kendisi edebiyat profesörü ya çok etkileyici bu edebiyat profesörü olmak. Ben de çok severim edebiyat profesörü olmayı çünkü genelde güzel filmlerde hocalar ya deli matematikçi oluyor ya da benim gibi edebiyat profesörü oluyor. Yani hiç kimseye atıyorum işletme doçantı olmuyor. Peki nasıl seçtiniz edebiyatı? Ben lise 2 sınıfına kadar Almanya’da okudum. Orada benim en sevdiğim ders Almanca dersiydi. Edebiyat tarihi bir de ben böyle hümanizma ağırlıklı bir okula gittim. Tabi neyle başlanır işte Homeros, Hesiod inanılmaz hoşuma gitti. Bana çok fantastik geliyordu ve paralel bir dünya gibi geliyordu. Demek ki şunu düşünüyorum 68 doğumlu değil 98 doğumlu olsaydım bilgisayar manyağı olurum. Bir edebiyat profesörüne de şey diyorlar mı niye roman yazmıyorsunuz diyorlar mı ya da yazıyor musunuz? Diyorlar ama bu çok büyük bir hata. Bütün kuramları bilip roman yazmak neye benziyor biliyor musunuz? Çok süper bir doktor olup Frankenstein yaratığını birleştirmeye benziyor. Yapmamak gerekir. Yani oldu böyle bir Oedipus romanı yazmak istedim. Ama tabi ki denedim bir paragraf yazdım. Hahahaha Daha da iğrenç oldu ki. Benim bilimim edebi, edebiyatım da bilimsel.

Edebiyat ölüyor mu hocam? Edebiyat ölür mü? İnsan olduğu sürece edebiyat ölmez. Edebiyat insanoğlunun atma tutma huyunun son derece sofistike olmuş hali. Kim en güzel hikayeleri şeklende en gülvi bir biçimde bize servis eder? Edebiyat ölür mü? Yeni dönemde işte bu yanımda oturan arkadaş gibiler dikkat eşikleri çok düşük ya. Mesela bir roman okumak çok zor artık. Karşılaştırmalı edebiyat bölümünde İlyada ve Odesiya’yı baştan sonu okumuş 5 kişiden biriyim. Benim dikkat eşiğim gayet yüksek. İnanırım sana. Ezelden beri kültür tarihinde bir sarkacın işte ay kitap yok oluyor mu, bilgisayar oyunları mı gelecek? Şunu düşünün, Gutenberg baskı makinesini icat etmeden evvel edebiyat yine vardı. Yani insan şıftırttığı sürece edebiyat olur. 50 sene sonra hiç şüphem yok. Bu bilgisayar oyunları da yine edecekler. Ay yeter, birazcık yani okuyalım. Peki edebiyat bugün daha mı kötü? Şimdi adaletsiz olur bu tespit. Tabii ki 19. yüzyılın Dostoyevske’leri, Thomas Mann’ları, Strindberg’leri yok. Ama her edebiyat tarihi döneminin eserleri zamanının derinliklerini yansıtır. Yani siz nesinizseniz size yönelicek olan edebiyat daha olur yani. Güncel edebiyata takip ediyor musunuz? Ederim. Sizce o demin dediğiniz kriterle bugün de önemli romanlar tırnak içinde çıkıyor mu? Şimdi önemli romanlar çıkmıyor. Ama romanların çıkıyor olması öğrenmiş. Bütün kültürel verilerin dekonstruksyona uğramış ve büyük bir cadı kazanına atılmış, pişirilmiş, öyle bir bulamaçtan böyle Allah James Joyce’ın yüklü sesi gibi bir şeyin çıkmasını bekleyemezsiniz. Yani malzemem İngiliz kahvaltısıyla bu romanınız da parç gibi olur yani ve onu yemek zorundasınız. Ama mesela İngiliz edebiyatında benim çok çok severek takip ettiğim bir yazar var. Ian McEwan. O bence 19. yüzyıl geleneğinden gelip konularıyla, içeriğiyle tamamıyla bizim bu flulaşmış ve sıvılaşmış dünyayı muhteşem yansırıyor. Onun bir Cumartesi adlı bir romanı var. Şimdi tabi ben sinema heveslisi olduğum için özellikle Hollywood bu mitolojiyi çok kullanıyor. Siz de uzmanısınız. Çok salakça olacak ama mitoloji nedir hocam? Hollywood da bunu kadar güzel kullanabilmesinin sebebi mitlerin tanımı ile ilintili.

Mit bir dinamiktir, içerik değildir. Yani Afrodit, Eros, bla bla bunlar hikaye, bunlar içerik. Struktur önemli. Ne demek bu struktur? Bizim bilişsel sistemimizde saklı. Belli örüntüler var ve hep onları yaşıyoruz aslında mı diyorsunuz? Gayet tabi ki. Nasıl mesela köpeğiniz varsa bilirsiniz. Köpeğiniz yatmadan evvel ne yapar? Oradaki taşları çimenleri, patisiyle yok eder değil mi? Halbuki orada taş çimen yok. Neden? Yattığı zaman taş batmasın, zehirli bir hayvan sokmasın. Bunları böyle bakıyoruz tepeden. Geliyorum şimdi Logos’a. Logos da diyor ki bu hayvana bakınca. Hayvan işte. Halbuki aynısı bizim için de geçen. Yani biz bu dinamiğin dışına çıktığımızı sanıyoruz ama çıkmadık. Neden? Çünkü etten kemikteniz biz. Bu ama çok deterministik bir şeye bizi kitlemiyor mu? Yani bundan kaçmak mümkün değil mi? Deterministik ama kaçmak mümkün. Hayvan olmadığımız için bizde ne var? Kültürel evrimle bir teşvik mesai içerisinde bu dinami. Yani biz böyle ulvi bir biçimde tüylerimiz diken diken olarak gökyüzüne baktığımızda orada bütün olimpik ya da en baştanılar var. Günümüzde ama ne yapabiliyoruz? Uçağa binip uçabiliyoruz değil mi? Ya da roketle gönderebiliyoruz. Aslında o uçak da o roket de köpeğin taşları yok etme dinamiği. Demek istediğim şu. Biz etten kemikten olduğumuz sürece bir üretim serisinin son modeli olduğumuz sürece biz o geçmiş 4,5 milyar yıllık mirası görmezden gelemeyiz. Niye herkes cinselliğe bu kadar düşkün? Cinsellik neden bu kadar eğlenceli? Neden cinsellik günümüzde binlerce varyasyona bölünmüş? Bu cinsellikten bir türlü kurtulamadık ve açlık. Çünkü en önemli güdülerimiz. Hepimiz 8,5 milyar köpek gibi cinselliğimizi de ne yapıyoruz? Yuvamızı temizlemeye çalışıyoruz. Mit aslında bilişsel sistemimizin ayakta kalabilmesi için, kurtulabilmesi için, kendisini çevreleyen evrenle geçinebilmesi için belirli narasyonlara davetiye çıkaran stüptürler. En baş stüptür de ne biliyor musunuz? Korkuya isim vermek. Biz çünkü fırlatılmışız bu beyinle Afrika’nın serengetisinin ortasına ayıkla pirinçin taşını. Tırmanıyoruz ağaca geceleri yatacağımız zaman uyumadan evvel hala bir sütçülüyoruz. O ne? O son kontrol mekanizması. Bak bakalım iyi yere yattın mı? Düşmesin aşağı. Niye? Çünkü aşağıda karanlıkta aktif hale gelen bizim yeme düşmanlarımız var. Aslanlar, kaplanlar, panterler. Onlar gece aktif oluyor. O yüzden günümüzde kadar edebiyata bağlayayım bu bağlamdan. Götik edebiyatta vampirler gece yarısı gelir, kurt adamlar dolunay gecesinde çıkar. Yani bütün korkunçluklar hep gece olur ve aydınlanma çok iyi bir şeydir.

Halbuki aydınlanma niye iyi bir şey? Bizler göz varlıklarıyız. Gözlerimiz değil yarasa gibi bir organımız olsaydı ya da kulaklarımız çok iyi duyuyor olsaydı, aydınlanma olmayacaktı, duyma olacaktı o akımın adı. Dolayısıyla doğada hiçbir zaman, hadi size göz verdim madem düştüğünü ispat etmedi size kanat vereyim uça bilin. Böyle bir şey yok. Gözün üstüne yapılır bütün yatırım. Buna rağmen hayatta kalamıyorsanız doğa diyor ki thank you bir yeri gelsin. Darwinci seçilimden bahsediyorsunuz. Gayet tabii. MİT’te bütün o Darwinesk mirasın beynimizde toplanmış konsantre hali. Sen akıllı ol, bak ayağa kalk. Birden bire ağaç yok orman yok sen serenge içine çıkmışsın. Çimenler çok yüksek, sen o yeme düşmanlarını uzaktan görebilmek için ayağa kalkmak zorundasın. Tam bu noktada bir şey soracağım. Ben çocuktum, evde bir kitap bulmuştum, mitoloji diye. Yunan mitolojisiydi. Sizin söyledikleriniz de aslında batı mitolojisi anlatımı değil mi, bakışı değil mi? Çin’in mitolojisi başka türlü mü? Yoksa evrensel bir şey mi bu? Çok güzel bir noktaya parmak bassınız. Tabii ki bu şimdi anlattığım MİT’lerle ilgili meta öykü son derece batıcı perspektif. Hindular diyecek ki hayır böyle değil.

Onların MİT’inde çünkü doğayız bir nesne olarak karşısına alıp onunla münakaşa girmek yok. Bindo için dünyaya gelme çok büyük bir ceza. O nirvanaya ulaşmak zorunda. O dünyaya gelme zincirini kırmak zorunda. Dolayısıyla o yüzden o ağaca dayanıp omnava shiva diye bekliyor. Batı için çok önemli olan göz aslında onun için moksha’ya işaret ediyor, kandırıkçılığa işaret ediyor. Doğru tabii ki. Global bir dünyada istediğimiz kadar post kolonializm post humanizm bla bla diyelim yine de bu ana anlatıların borusu ötüyor. Yani çok güzel söylediniz. Bütün bu batı hikayesi bütün dünyaya böyle ihrac ediliyor değil mi? Ve Hollywood sineması aslında neyin göstergesi bana kalırsa edebiyatında bütün bu tarz anlatmayla ilgili unsurların sona ermeyeceğinin en büyük garantisi. Tamam bu noktada süper bir polemik soru soracağım. Ben nefret ederim Star Wars’dan fakat aslında Campbell’ın fikirlerinden yola çıkıp oradan araklıyor. Yani araklama ağır bir şey oldu ama tamamen aynı formatı alıyor. Ben bir de Yüzüklerin Efendisi’ni de hiç sevmem. Hiç sevmem. İnanılmaz ırkçı bir de. O ırkçı bir Richard Wagner operası. O beyazlar, Britanyalılar, orklar, ortodoklimleri. O bir Richard Wagner operası. Tamamıyla korkunç ötekileştiren 19. yüzyıl söylemi. Bunun yüksek edebiyat olduğunu savunmak için bir şey. Star Wars için değil ama diğer için. Ve siz de tabi aslında bir Batı mitolojisi uzmanısınız değil mi? Yani Gregg mitolojisi aslında mitoloji dediğimiz zaman oraya gidiyor. Ne düşünüyorsunuz bu konuda? Yani aslında George Lucas veya Tolkien bunlar gerçekten ne yapmaya çalışmışlar? Demagogik bir biçimde içgüdüsel olarak benim ilk başta bahsettiğim onarasyon stüktürünü hunharca istismar etmişler. İnanılmaz derecede kalıpları kullanmışlar. Sadece o ikisi değil. Sanki Matrix çok farklı. Matrix’e tamamıyla Campbell’ın şemasından şey var. Bu tarz unsurlar bizde inanılmaz şöyle bir merak uyandırıyor. Aslında neyiz o an biliyor musunuz? Yarın yiyeceğimiz yok. Yarın sürüler bitecek. Kesinlikle Neandert Hale dönüşecek. Kemal Krasçendos’u yükseliyor, kahraman buluyor, çözümü… Tüylerimiz diken diken oluyor ya Allah! Mahmut sürüsünü yani hepsini öldürdük. On aylık yiyeceğimiz var. Yani bu hikaye, bu software programı, bu narasyon sürekli bilgisayarı açarız ya kendi bir toplantıdan evvel çalışıyor mu diye. Bu software’ı sürekli yenilememiz lazım.

Eğer bir şey olursa, bir kıyamet, apokalipsis gelirse, bu tırnak içinde söylüyorum, bu saf ayakta kalabilir mi? Eğer tüylerimiz diken diken oluyorsa, yapıyorsak güzel. Görüyorsunuz mitlerde nasıl bir şey var. Özellikle popüler kültürler mitlerde istismar edilmesi. Pardon 20. Yirminci yüzyılın en büyük mit anlatıcısı aslında Thomas Mann değil, Adolf Hitler’dir. Thomas Mann çünkü teorik yaptı Büyülü Dağ’da bla bla bla. Adolf Hitler ne yaptı? Pratiğe döktü hepsini. O çağdan beri mit denildiği zaman özellikle Fransızca da bu kadar, amon dieudiyorlar mı bilmiyorum ama Almanca da mit mitos dediğin zaman hepsi derler yani ne oluyor yani ne zaman geldik bu konuya? Çok tükaka. Hemen başlarlar aynı şey Apollonik olma, düzen, harmoni yani başka hiçbir şey yok. İdeolojik olarak çok tehdit algılarlar. Tam güzel noktaya geldik. Önceden yolladığınız metinde de bu Apollonik ve Dionisyen ayrımı var. Onu bir seyircilerimiz için konuşalım bence. Apolloncu yaklaşım, ah biz insanlar var ya. Yani biz bütün yaratılışın hedefi. Yaratılışın hedefi biz olduğumuz için bütün yaratılanlar da bizim. Aslında Apollonik görüşle Ceneşisteki eski ayetteki yaratılış arasında hiçbir surette fark yok. Orada Yahve’de ne diyor Adem ile Allah’a? Çoğalın, tovbe, doğurun ve dünya size kul köle olsun. Yani inanılmaz kolonial bir şey Apollon da böyle. Apollon balta girmemiş ormana girdiği zaman otomatikman bütün yabanılık oklar yok olur. Her şey cetveyle çizilmiş tarlaları dönüşür. Yani balta girmemiş dağ başı ne olur? Ap kültüre olur dolayısıyla Apollon hangi dönemin tanrısı? Kesinlikle bizim ikinci yerel düzene geçtikten sonra yukarıdan kurallar yağdıran ilahın temsilcisi. Dionizos ise başlangıçta Dionizos vardı ve hala Dionizos var. Dionizos da bütün bu iğeniyetle Apollonik bir biçimde kültür ilerlerken Allah kahretmesin gözü gözü çıkmasın o Dionizos’un. Bu yüzden biri bu kadar ak kültürü olmuş neredeyse tine dönüşmüş insana bacakların arasında çok korkunç bir heart of darkness olduğunu hatırlatıyor. Bu sefer ne oluyor? Kültürün incelmesiyle Apollonikleşmesiyle birlikte o bacak arasındaki heart of darkness nereye kadar varıyor? Mesela Hannibal Lecter’e kadar varıyor.

Apollon bütün korkunç doğanın domestike edilememiş doğanın kırbaçlı efendisidir. Aslında rasyonellik mi yani? Tabii ki rasyonellik. Ve neler içkin buna? İşte Hegel’in zaten yani tarih olacağına varır. Korkunç antroposantriktir ve androposantriktir. Niçin elen birlikte bu humanizma mesela renesans deriz hep biz saf saf. Aha o renesans ne diyor? Bütün her şeyin ölçü bir insan olsun. Ah canım benim. Begosantrizmin manyaklığın daniskası. Ama biz işte bunu böyle algılıyoruz yapıyoruz. Aha sanatlar. Ama hocam bir yandan da işte bizi skolastikten kurtarmıyor mu? Skolastikten kurtarıyor ama neyi de yok ediyor onunla birlikte biliyor musun? Eskiden skolastikte olan hiyerarşiyi yok ediyor. Bu skolastikteki hiyerarşi tek bir hiyerarşiydi. Tanrı korkusuydu. Şimdi renesans her şeyin ölçüde insan olunca dünyada o zaman kaç yüz bin milyon insan varsa hepsi birden biri kendisinin tanrısı oldu. Niye getirdi bu humanizma biliyor musunuz? Kollektif inhuman olanı insancıl olmayanı kapı dışarı etti ama bireysel inhuman olma yönünü getirdi. Şimdi bak bu yolda kesinlikle Temin de söyledi. Hanipala kadar götürüyor bizi. Peki doğru anladıysam siz postmodernizm bununla başlıyor diyorsunuz. Benim için Nietzsche’len başlar postmodernizm. Schopenhauer ve Nietzsche’len. Çünkü Nietzsche bu ay bu klasitsiz grekofil ah keşke yunanlılar gibi olsak. Rüyayı, Serab’ı, Fatima Organa’yı yerle bir ediyor. Diyor ki bir zeka allaşmayın diyor. Ondan evvel bir Dionizos vardı gelin diyor bu Dionizos’u size anlatayım. Bir başı anlatmaya kültürün dudağı uçurtuyor. Bu Dionizos’un keşfi ile Tanrı’nın ölümü arasında çok ilişki var. Çünkü ölen Tanrı aslında bir Apollon sureti. Schopenhauer’de, Nietzsche Schopenhauer’dan çok etkilenir. O da ne diyor? Ah diyor tasarım hepsi tasarım.

Fantazya, bir ütopya. Bu diyor istenç diyor. O kadar eşitlikçi bir şey ki. Diyor ki şu incandaki atomda da o istenç var. Çünkü o mekanda yerini kaplamak istiyor. En incanlı atomunda da aynı istenç var. O istenç diyor var olma. Kendisine evet geliyoruz şimdi en korkunç postmodern düstura. O istenç diyor kendisini, kendi isteklerini yaptırtabilmek için diyor. Apollon’u diyor icat ediyor. Gültürü diyor icat ediyor. Aman Allah’ım. Öyle korkunç bir kara delik ki. Bu arada ironik şekilde Hitler de bunu okuyup heyecanlanıyor. Gayet tabii ki Hitler de gitgide faşizan bir biçimde apollonikleşerek. Aslında korkunç bir vagina dentata misali faşizan bir istenç kara deliğine dönüşüyor. Arsızlığa dönüştürüyor. Tabii ki bu korkunç bir yanlış yorum. Yani öğrenci olsaydı Hitler onu çaktırırdım. O zaman Yunan’da mı söylediğiniz anlamda bir nevi Hitler? Babası. Niye sanıyorsunuz Avrupa, Fransa, Almanya, İngiltere? Fransa’nın İngiltere daha ziyade Roma’da ama özellikle Almanya’nın köklerimiz Avrupa’nın bir şişi bla bla. Neden? Çünkü bütün bu mevhumlar yüksel biçimde öbek öbek Yunan’da karşımıza çıkıyor. O yüzden zaten ona hasta oluyorlar, hayran oluyorlar. Çünkü aynaya bakmış gibi oluyorlar. Zaten bu klasizm bokkalı bir biçimde özellikle en son olan Alman klasizm var mı? Alman klasizm ne zamana tekabül ediyor? Hepsi hepsi 1789 sonralarına ulus devletleşme sürecinde paralel. Fransa ile İngiltere teritoriyel başkentli devlet kendisini Roma’ya seçiyor. Grekin devamı olarak. Almanya ezelden beri bölük pörçük yani Fransa’dan Polonya’ya gidesin kadar 147 bin tane devletlikten geçiyorsun.

Hepsi ama salak gibi Almanca konuşuyor. Farklı farklı devletler. Almanya da kendisini işte bu Yunan şehir devletlerinde görüyor. Barbarı, oryenti, Perslerin istilası, maraton koşusu. Bunlar Avrupa’nın sadece edebiyat alınlaması, felsefe alınlaması değil kültürel dene ağlarına da yatsınamayacak, inkar edilemeyecek ve silinemeyecek bir biçimde işlenmiş. Civciv çıktığı zaman yumurtadan, ördek civcivi ilk kıpırdanan şeye annesi bellermiş. Bunda da böyle, hep böyle bir ne var? Biz ve ötekiler biz barbarlar zaten Avrupa’ya sömürgecilik yapmadı. O barbarlara kendi kültürünü götürdü. Yani Hintlilere beş çayını öğretti İngiltere. Ama biz bir türlü ne yapamıyoruz bu postkolonial diskurlarla? Değerini bilemiyoruz. Ama hocam Bergama’da amfiteatronun en üstüne çıkıp aşağı bakınca etkilenmemek elde değil. Öyle haklarını da veriyorsunuz değil mi? Gayet tabii ama M.Ö. 5. yüzyılda böyle komplike, komplike olduğu kadar bu kadar estetik. Hani yok yok adamlar. İçeriğini, etiğini, patiğini sonra tartışırız. Sana bir tane dünyada bir devlet göster. Böyle o estetiğe 50 senecik M.Ö. 5. yüzyıl Pericles Athenas’ı o entüzyazma örnek olabilecek. Göster uyku apa hepsi, hepsi uyku apa. Görüyorlarmış Atika’dan gemiler gelince uzaktan müjde olarak, Athena’nın ön müjdesi olarak Hapsunion’daki Pozidon tapınağı bekliyor. Biyorlarmış ki geldik eve. Benim şu an tüylerim diken diken ya. Şimdi hangi havaalanında yaşıyorsun bu duyguyu? Hepsi aynı. Ne? Cadı kazanında kaynayan İngiliz kahvaltı Porridge. Postmodernizm bağlamında da eleştirilir. Şimdi o yüzden mesela postmodernizmde Apollon önemli tanrı değil. Bütün ötekileştirilmişlerin intikamını alan tanrı olarak Dionizos revaçlı. Ama Dionizos’u da onlar anlatıyor. Yani Delphi’ye hem Apollon’u sokuyorlar hem de Dionizos 3 ay kışın orada.

Apollon hyperborealları gittiği zaman. Yunanlar şunu biliyor. Evet biz böyle süperiz ama aslında mış gibi yapıyor. Yunan tragediası da bunu gösteriyor. Yunan tragediası diyor ki ey yazol, ey orestes. Süper, kültür, şehir devleti Apollonik. Katar sizi burada sakla. Bunun sadece sıkı tutulunuz, şimdi Schopenhauer’e bağlayacağım. Bir tasarım olduğunu biliyor. O yüzden zaten kahraman trajik bir biçimde düşüyor. Nereye düşüyor? Büyük bir olasılıkla doğayı temsil eden ve Dionizos’u temsil eden bir kadına kurban gidiyor. Kadın da neydi? Ay kadın erkek cinsellik. Hay Allah. Bacak arası icaret. Neden Yunan kadına böyle bakıyor? Müzojin bir bakış açısı var. Kadın yani keşke olmasa ama erkekler de bir yerden gelmek zorunda. Ali değil mi öyle? Yani burada hiç yapmaya gerek yok. Bu kadınlar neslin devamı sağlamak için katlanılması gereken bir zarure. Bu da Avrupa kültürüne geçiyor. Bakınız, Hristiyanlığın böyle korkunç oluşunun sebebi, Hristiyanlığın Batı Anadolu ve Yunanistan üzerinden Avrupa’ya gitmesinin sebebidir. Yani Meryem Hanım’ın kız olarak doğduğunu, İsa’yı falan başka türlüsünü Yunanistan’dan geçen bir öğreti kabul etmez. Sevişmiş olamaz. Aman, mümkün değil. Yani biz Katolisizm’de neyi görüyoruz? Yunan mirasını da görüyoruz. Kadın sadece ona ödünç verilmiş olanı iade ediyor. Başka yol var mı ki? Alev Adatlı’yı bilirsiniz. Geçen sene garip bir laf etmişti. Osmanlı kalsaydı bugün dünya daha iyi bir yer olurdu. Hepsi masal. Osmanlı ne demek? İnanılmaz hierarşik bir sistem. Yani diyor ki Alev Adatlı, keşke mor civerti olmasaydı da kırmızı olsaydı. Bu çok saçma. Ay Alev Adatlı, çok büyük kültür bilimcidir. Schrodinger’in kedisini alayım, okuyayım, kendimi al. Çankırı’dan nefret ettim yani. Özetle şunu diyebilir miyiz? Edebiyat veya sinema veya sanat konuşacaksanız, aslında Batı’dan başka gidecek yer pek yok gibi görünüyor. Tabii ki var. Yine bir tanesi arkayık mitler. Yanlış anlaşılmasın. Mitoloji mit bilimidir.

Yunan mitolojisi Yunan mitleriyle ilgili bilimdir. Mitlerin kendisi Batı Doğu fark ettiklerinden bilişsel sistemin bir yapısıdır. Bir narrasyona müsaade eden bir yapıdır. Dünyayı algılamamız biçimde. Niye? Joseph Campbell kahraman olarak bu dünyada yönümüzü bulalım diye. Ama niye günümüzde Yunan mitolojisi bu kadar popüler? Birincisi Batı kültürü dünyayı sömürge eleştirdiği için ve bütün alt mektinlerin her yere yaydığı için ama ikincisi sıkı tutunun. Yunan mitolojisi ama olimpik mitoloji yani klasik Yunan mitolojisi Hollywood sinemasının öncüsüdür. Yani inanılmaz görünür bir biçimde bu soyut prensipleri şekile döküyor ve kelimenin tam anlamıyla efsanevi bir biçimde yapıyor. Şimdi mesela bununla bir Hintliyi de kandırırsın, onunla çağdaş bir İskandinav’ı da kandırırsın. Ama şimdi çağdaş bir Mısırlıyı kalilen kandıramaz. Geliyor örümcek gibi dört kolu dört bacaklı dört koluyla kesiyor dört koluyla seviyor. Tabii ki kesen Dionizos, seven Apollo ama bu evrensel olamıyor. Neden evrensel olamıyor? Hintliler beceriksiz mi? Hayır. Hindistan çok ilginç bir ülke. Bir deprem oluyor ya da bir muson oluyor. Bir gecede 50 bin kişi ölüveriyor birden bire. Meylam oluyor okyanusda bilmem kaç bin kişilik bir kasaba şehri yok olabiliyor. Yunan tanrıları, bunu Herodot çok güzel diyor, en güzel gökyüzü, en güzel palmiye, en güzel deniz. Yunan tanrıları şımarık cennette oturuyorlar.

O limiter. Zaten bir fethi faciaya olmuş, o ada Santorini’nin üçte ikisi havaya uçuyor. Zaten Minos kültürünü yok ediyor. O Minos kültürünün yok oluşu da asıl niken Yunan kültürünün en gelişmesine sebebiyet veriyor. Saflar bir daha da öyle bir şey faciaya olmuyor. Sanıyorlar ki yes, dünyanın merkezi biziz. Peki bir Türk ne yapabilir? Türk’ün Kabe’si neresi? Çünkü Türk’le neyi kastediyorsun? Yani Orta Asya’dan gelen Türk mü yoksa bizleri mi kastediyorsun? Siz, ben… Gayet tabii ki Anadolu’nun inanılmaz mitik ve klasik değil, çok çok daha arkayı birleştirici, her şeyi eşitlikçi gören. Neyi kastediyorum eşitlikçi gören? Ayy biz politikal korrektiz, biz barbar demiyoruz anlamında değil. Anadolu nerenin ülkesi? Bütün o klasik Yunan müteollüsünün ötekileştirdiği unsurların müteollüsü. Amazonlar, kadınlar, Hititliler, ayy bak uzun saçlı bunlar. Vahşiler. Karı gibi inanılmaz bir şey var. Yani en süper varlık beyaz, çenli, kısa saçlı, erkek gibi erkek. Hititliler biraz uzun saçlı onlar yani. Bak bu diskur bile başlıyor. Ondan sonra mesela Oedipus’a bilgelik sorusunu soran Sphangs. Eşek gibi Anadolu’da işte bu var. Vücudu kız, kanatları kartal, kuyruğu yılan, bedeni aslan. Yani bu ne biliyor musunuz? Bu işte postmodernizmin sıvılaştığı dediğimiz unsur. Korkunç şekilde Yunan, klasik Yunan müteollüsünün dövüştüğü asıl mit buralarda var. O Sphangs neyin sureti biliyor musunuz? Çok da güzel bir kız. Bakınız yine cinselliğe gidiyor. Yani bununla barış. Kimse sormuyor kendisine bu Medusa neden sırf erkekleri taşa çeviriyor diye. Çünkü kadın zaten kendisini çevreleyen evrenle ozmotik bir ilişki içerisinde olduğu için elinin tersiyle bir tokada ihtiyaç duymuyor. Erkek sanıyor o kılıcıyla, kılıç, ballustur, her yeri tuz buz ederek aynı şale getirebileceğini erkek sanıyor. Medusa da diyor ki aslında efsane de mitos da bir trajik unsurdur. Meduzayı Medea olarak da okuyabiliriz. Diokassa olarak da okuyabiliriz. Bu erkeğin çarkına tükürüyor değil. Bakınız bu çok önemli. Kaş kesmek nedir arkadaşlar? Ereksiyonun olmamız. Mobilliklerini yitiriyorlar. Kim ilk mobil olmayan kişi? Şiş ayak demek olan oedipus. Oedipus da kimden uzaklaşamıyor bir türlü? Anasında. Demek ki neye saygı duyacağız? Doğaya saygı duyacağız. Bu konuda aynı gemideyiz. Doğaya saygısız dayanırsanız çok iyi niyetli bir içinde kıçıkırık bir Covid 19 virüsü gönderir.

Yarın bir gün Ebola’nın hapşırıkla geçen cinsini gönderir. Yani Almanya’da Türk asıllı bilim insanlarının aşı üretecek vakti kalmaz. Peki hal böyleyse niye Türkiye’den veya Anadolu’dan bir kültür çıkıp dünyayı sarmıyor? Çünkü modern Türkiye’nin işte o Alev Alatlan’ın, Osmanlı değil. Yani hiçbir zaman özgün bir şey ortaya koyamıyormuşlar ki. Birinci Meşrutiyet, ikinci Meşrutiyet, tamam 1923, Cumhuriyet. Anadolu’nun ne alakası var? Yani bir tanesi İstanbul, Roma. Anayasayı da İsviçre’den almışız yani. What the hell are you talking about Anatoly? Pardon Fransızca’da. La La Tolley. Peki ne yapalım hocam? Kendimizi geliştirmemiz lazım. Okumamız lazım. Dünya mirasında bir hak sahibi olduğumuzu böyle öğreneceğiz. Bizim tartışmalara bakın Allah aşkına korkunç boş. Ama işte şöyle bir sorun çıkıyor dediğiniz çok doğru da. Öğrenmeye kalktığınız zaman duyguda bakıyor. Yine bütün kaynaklar Grek. Ne yapacak o zaman? O zaman öyle okumayacak. Ne okusun bu kız hocam peki? Mesela en sevdiği Türk Halk Müzesi eserlerinin sözlerine baksın. Sırf İlyada’da aramayın Mithi. Bir de bizde de böyle bir şey var. Biz kendi şeylerimizi beğenmiyoruz. Şah Merhat, onlar var. Maalesef çok kötü bir film çekildi. Evet, evet yani hiç şey yapamadılar. Düzgün değerlendiremediler. Mesela Yaşar Kemal’in yılanı öldürseler. O da gayet tırnak içinde. Sadece Türk usulü başkanlık tipi olmuyor canım. Türk usulü, mitoloji tipi ve kesinlikle bu topografyaya uygun unsurlar var. Kendimizi bulmamız lazım. Böyle diyeceğinizi hiç düşünmezdim. Yani tamamen batı çıkışlı biri olduğunuz için. Ben çok çektim bundan. Ben mesela Alman filolisi mezunu. Ben yalvardım rahmetli hocam. Hocam ne olur tezimi Türkçe yazayım. Olmaz. İnsanlar seninle Almanca bilmediğini sanacaklar. Dolayısıyla ne yaptım ben? Okudum, alıntıları koydum bilmem ne. Şimdi çok güzel çürüyor. Raflarda yoktu. O alıntıları ben Türkçeye çevirmeliydim. Halbuki o alıntıları yeni Türk edebiyatı okuyan birisi de aa bak bizde de bu var dedirtebilmeliydim. İngiliz dili ve edebiyatı var. 150 tane bütün tezler İngilizce. İngilizlerin de bir ihtiyacı var. Yani Oscar Wilde cinsiyetin önlerine Mide Fenide Biyat Fakültesi’nden öğrenmeye. Bizim romancılarımıza da aa demek bu böyle kast ediliyormuş. Yani şu sıralar Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ders notlarını okuyorum. Aman Allah’ım koca akademisyenim değil. Nasıl dehşetten dehşeti düşüyorum. Mesela parantez için ne yazmış o? Simbolizm’i Fransızca diye. Beni kırbaçlasan onun o anlamda simbolizmi kastettiğini hayatta anlamam. Veriyor musunuz ne kadar önemli şimdi ben. Huzuru okuduğum zaman şunu bileceğim. Haa bak burada böyle bir kombinasyon var. Bu nerelere nerelere götürüyor. Bu böyle kast ediyor bunu. Mesela ben şuna inanıyorum artık. Kandırıkçı bir biçimde işte Fransız edebiyatı falan falan. Hayır korkunç romantik Alman edebiyatı dolu huzur. Richard Wagner dolu. Wagner operaları. Tristan ve Isolde.

Yani Nurhan’la Mümtaz Tristan ve Isolde yani. O ölecek de ölemiyor bir türlü. Ama yarısı ölüyor. Mesela bunu da ben Türkiye’de tek söyleyen kişiyim. Bana göre Suat’la Mümtaz aslında tek kişi. Ben huzuru okumadım ama saatleri ayarlama istotüsü konusunda ne düşünüyorsunuz? Enfes orada da Mümtaz’a benzeyen bir tip var. Ramiz miydi? Aynen. Bakın şimdi şeyden bahsedeceğim işte. Mitolojiyi nasıl kullanabiliriz burada? Modern Türk edebiyatına baktığınız zaman, roman tarihine baktığınız zaman Araba Sevdası. O romanda, hadi günümüze demeyin. Oğuz Atay’a kadar Türk kültüründe Apolenizm krizi. Şu diyor Ali Balatlı Osmanlı. Alış Osmanlı. Ne oluyor biliyor musunuz? Boğaz’daki hasta adam, tüm krallar, çarlar, padişahlar, separatörler yok oluyor ve bütün hepsi cumhuriyetleşmeye doğru gidiyor. Şimdi 1. Meşrutiyet, 2. Meşrutiyet, 1923. Bu neyi yok ediyor biliyor musunuz? 15 dakika evvel dedim ya antroposantrizmle birlikte antroposantrizm. Yeni Türk edebiyatının romanı yani 1880’den günümüze kadar Eri’liyyin krizidir. Bu bilgiye ben mesela mitoloji vasıtasıyla ulaşıyorum. Neyin sorunudur biliyor musunuz? Dionizus’un bir türlü bu aydınlanan denilen düsturlar var ya ya da şuna benzeyin denilen düsturlar var ya bunu bir türlü aşamama ve dışarıdan gerçekten orijinal sfenksleşmeye, hibritleşmeye sebebiyet verecek gelişimlerin önüne ket vurmak budur. Mesela ben şuna da katılmıyorum yanlış anlaşılmasın. Bir reçete ay ışığı tamam o zaman böyle yapıyoruz ve belli bir okum kuruyoruz. İşte herkes burada, olmaz öyle. Ne cumhuriyet döneminde ne şimdi. Öyle olmuyor bunlar. Tam burada bir şey soracağım. Çok merak ettiğim bir şey var. Tamam bu topraklardan çıkan insanların Yunan mitolojisine saplanması veya onu kullanması anlaşılır bir şey. Bir Fransızın, Almanın kullanması da öyle ama Allah’ın Amerikalısı Ari Aster veya George Lucas, orta Amerikalı adamlar bunlar. Ne alakaları var? Özellikle Amerikalılar bu konuda Avrupa’dan daha kraldan kralcı. Neden? Çünkü Amerika’nın en büyük travması, köksüzlüğü, hiçbir arkayık bir şey yok. Var da onu kabul etmek istemiyor. Native American, Cheyenne’ler onlar bunlar. Oh God! Dolayısıyla Amerika bu tarihsizliğinden tırnak içinde ve bundan kaynaklanan tarihsizliğinden sen hem dünyaya caka satmaya soyun hem dünün çocuğu ol. Ne yapıyor? Kraldan daha kralcı bu mitleri Hollywood sineması vasıtasıyla, Broadway tiyatrosu vasıtasıyla yani sadece I’m Legend değil. Hollywood, Broadway’de işte Am I a Fair Lady? Sen nelerseme anlıyor musun yani sırf o vurdum kırdım değil. İnanılmaz bir mit yaratıyor. Ari Aster’i koymuyorum ama bu artık ne oluyor biliyor musunuz? Ari Aster’de tırnak içinde bir anılan hayvan gibi bunu kullanmak zorunda.

Neden? Çünkü artık bir meta narratif’e dönüşmüş. Eğer öyle çekilmiyorsa film Amerika’da, biz yani bağımsız sinema, otör sineması, Avrupa, biz Amerikalılar diyor ki tanrım bu ne işte geçenlerde dinledim. David Lynch, what the hell yani bu ne? Bir daha sana para yok, geber. Yani bizim gelineğimizi, nerede kahraman? Aya mı çıkacak? Rusları mı öldürecek? Çin’i mi havaya uçuracak? Nerede? Bu sonra neye sebebi yetiriyor biliyor musunuz? Amerikalılar hep mi böyle değil tabii ki ama bu diskur sürekli kalıplaşa kalıplaşa. Al şimdi neyi görüyoruz? Trumpism, Los Angeles, New York yani başka ülkelerle benzerlik kesinlikle tesadüysü. Yani deniz kenarında olanlar, onlar işte dışarıdan etkiye açık oluyor ama ortasında ıııhh. Bu da neyin başarısı? Naratif stüktürlerin tırnak içinde başarısı. Biz bir make America great again. Ne demek bu? Uyşu şey demek ya var ya Osmanlı, Ali Valatlı. Hocam harika bir konuşmaydı bence burada bitirelim. Bitirelim mi? Hocamızın kendi kanalı da var orayı da lütfen izleyin. Külür Klüb, Culture Club diye yazılıyor. Fransızca da söyleyin lütfen. Club de culture. Club de culture. Devam eder miyiz? A a ederiz valla. Bir kere o sen David Lynch yaparken şey yaptın ya olmaz öyle saçma şey o. Jacob Slater’de var ya o. Ona benzettin. Bir kere de onu ben de yapmak istiyorum. Olmaz öyle saçma mi? Olmaz. Hadi gençler görüşürüz. Çok teşekkürler. Bence çok eğlendim. Sağ olun.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir