"Enter"a basıp içeriğe geçin

Mutsuz Hastalıklı Evlilikler Neden Var? | Bekir Develi ile Peynir Gemisi | Serhat Yabancı | 4K

Mutsuz Hastalıklı Evlilikler Neden Var? | Bekir Develi ile Peynir Gemisi | Serhat Yabancı | 4K

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=0XSV90RYhVY.

Online alışverişte güven arayanların adresi Özboyacı Altın, Bekir Develi ile peynir gemisini sunar. Benim bir arkadaşım var diş hekimi. Nerede bu mevzu açılsa diyor. Daha 30. saniyede bir tanesi şu parmağını şu kanca haline getirip şöyle yapıyor yani. Cüneyt bir arkadaş ağlamaya başladı. 10 yıldır çocuğu oldu. O gün bugün.
Abi sen gurur ilan ederler daha ne oldum demeye kalmadan kendini spritüel uzman olarak müge alnıda buluyorsun. Ya çocuk benden sandan kurunasın. Öyle resimler çiziyorlar ki o pedagoglara veriyorlar psikologlara veriyorlar. Çocuk tutmuş annesinin babasının elini birleştirmeye çalışıyor. Bu çocuk 5 yaşında bir çocuk. Hani yaranız iyiydi hani çaktırmıyordunuz. İhmalin adını özgürlük koyduk. Böyle yetiştirdiğimiz bir nesil ne oldu?
Hepsi biraz güçlü ama içinde mutsuz bireylere dönüştü ya.
Hoş geldiniz. Hoş bulduk. Çok teşekkür edeyim. Sen nasılsın? Ben deyip çok sağol. Şimdi Serhat benim çok uzun zamandır takip ediyorum. Ben kendimi çok özel bir misafir var stüdyomda. Ben kendimi uzun zamandır sosyal medya hesaplarından takip ediyorum. Böyle çok orijinal sözler yazıyor. Gerçi diyeceksiniz ki orijinal söz yazmakla baharet mi? Evet tabii ki değil. Herkes orijinal sözler yazıyor. Ama önemli olan bu orijinal sözlerin altını doldurabilmek.
Ben deyip çok sağol. Şimdi Serhat benim çok uzun zamandır takip ettiğim çok kıymetli bir kardeşim. Az önce sohbet edeceğiz. Ne konuşalım falan dendi. Sohbet ederken ben başımdan geçen çocuklarımla olan bir diyalo naklettim kendisine. Dedim ki çocuklarım odadan içeriye girdiğimde oturuşlarını düzeltsinler istedim. Belli bir yaşa geldiklerinde. Eşim sordu neden bunu istiyorsun diye. Ben de dedim ki bilmiyorum. Babam bana böyle yaptırdı. Dedem de babama böyle yaptırmış ve fena insanlar olmadı. Demek ki işe yarayan bir şey değil. Bir şeyde böyle moleküllerini ayırmanın bir gereği yok. Ben bu geleneğe, bu adetlere, bu inceliklere önem veriyorum, kıymet veriyorum ve işe yaradığını düşünüyorum dediğimde dedi ki bu tabii ki işe yarıyor. Bak istersen ben sana anlatayım dedi. Ondan sonra da şeyi konuştuk. Dedik ya bu geleneklerin aslında Anadolu’da devam ede gelen bu tür alışkanlıkların ya da öğretilerin aslında psikolojik bir altyapısı var. Bir arka planı var ve bunların hiçbiri aslında işlevsiz ya da nedensiz değil dedi. Biz de hemen orada ayaküstü bu konuştuğumuz konuyu buraya taşıyalım istedik. Geleneklerimiz Anadolu’daki gelenek ve görenekler, öğretilerin psikolojik arka planlarını konuşacağız inşallah. Nasılsın Serhat? İyi misin? Çok şükür. Çok yoğunsun bir gün kadar ya. Evet öyle biraz. Eyvallah. Nereden geldin buraya şimdi? Orlanda’daydım. Sonra İstanbul’da kampım vardı. İlişk göz güven kampını dün bitirdik. Sana söz vermiştim. Bugün de buraya geldim. Eyvallah. Çok teşekkür ederim. Allah senden razı olsun. İzleyenlerin huzurunda da teşekkür ederim ki sana. Davet ettiğimizin ertesi günü geldi yani. Eyvallah. Hiç bizi başka bir tarihe falan anlatmadın. Bu yüzden de çok teşekkür ediyorum. Sen de benim çok kıymetli bir dost olduğun için elimden geldiğince… Allah razı olsun. Teşekkür ederim….hızlı bir şekilde gelmeye çalıştık. Daha önce kıymetli Serhat’la Almanya’da bir programda beraberdik. Böyle çay içmişliğimiz, yemek yemişliğimiz var. Allah bugün bizi yeniden kavuşturdu. Tabii Serhat bu ara çok yoğun çünkü yeni kitabı da çıktı. Zihin Tuzakları diye kendine yardım kitabı. Şöyle nazarınıza vereyim. Bu yeni kitabın da şu an işte promosyonuydu, imzalarıydı, tanıtıvıydı, programlarıydı, söyleşileriydi. Bir yandan oralara da gidiyor. Ne iş yapıyorsunuz diye soranlar mesela uçaklar. Ne diyorsun? Ben bu soruyu sormayı çok seviyorum gelenlere. Ben genelde sivitesatçıyım diyorum. Çünkü sorunun sonrasında geçmişte yaşadığım bazı ağacı tecrübeler var. Anadolu yakasında oturduğum için yüksek sahnesinde Ticaret Üniversitesi’ne yapıyordum o zaman. Bir gün böyle gayri ihtiyari vapurun tabii hep böyle yazın arka tarafında, dış tarafında oturuyordum. Yanımda bir teyze oturdu. Dedi ki oğlum sen ne iş yapıyorsun? Nereye gidiyorsun? Dedim okula gidiyorum. O zaman çalışıyorum aynı zamanda. Ne iş yapıyorsun? Dedim ki aile ve evlilik danışmanı. Sağ olsun teyzecimiz bize 35 dakikalık vapur yolculuğunda hiç susmadan kendi ve görüncüsünü, kendiniyle oğlunun olayını anlattı. Ben de ondan sonra dedim ki bana soran olursa ben sıhı teselçiler diyeceğim. Sıhı teselçilere soracak soru bulamıyor mu insanları? Yok. Yani borularımız patladı ne yapabiliriz dediklerinde. Bunlar iki daha kolay. Evet güzel aslında ya. Matematik profesörüyümdesi yok orada da sorular. Acaba en az sorunun geleceği meslek dalı hangisidir ya? Yani avukatım demeyeceksiniz, doktorum demeyeceksiniz. Ondan sonra aile danışmanı, evlilik terapistiyim veya psikolog psikiyatrım demeyeceksiniz. Kesinlikle. Benim bir arkadaşım var diş hekimi. Nerede bu mevzu açılsa diyor. Daha 30. saniyede bir tanesi şu parmağını şu kanca haline getirip şöyle yapıyor. Böyle diyor heyecanlar gelmeye başlıyorlar diyor. O yüzden artık diş hekimiyim demiyorum. Genelde şey yapmıyoruz ama hani sanat söyleyebilirim itiraf edebilirim mesleğimi. Sıhı teselçiler değil.
Bugün aslında bu korkunç gerçekle bizi yüzleştirmek için. İlk defa itiraf edecek bir program buldum. Ne diyorlar abi? Yani aslında bir çözüm aramıyorlar. İçlerini mi dökmek istiyorlar? Niye bu kadar konuşkanlar bir aile danışmanı gördüğünde insanlar… Ya insanlar işte bir hukukçu gördüğünde, bir aile danışmanı gördüğünde, bir psikologe, psikiyatrist gördüğünde ya da ruhsal aralarında bir uzman gördüğünde hem derdini anlatmak istiyor. Bazen haklı görürmek istiyor. Bir uzmandan bunu teyit etmek, onaylatmak istiyor. Bunları bunları yaşadım. Yani sence de çok çekmedik mi?
Sence de ben doğru yapmadım mı gibi. Ama tabii bizim alanımızın şöyle bir şey var. Yani hiçbir zaman böyle ayaküstü bir yorum yapmak etik değil. Doğru da değil. Kimseden faydanız da olmaz. Zaten işin uzmanları bu konuda mesleki etik kurallarına çok dikkat ederler. Yine de bizim insanımız her zaman konuşacak bir mevzu bulur. Şu Anadolu’nun kadim değerlerine geçmeden önce de bir hikayem var bununla ilgili. Çok isterim. Bir dönem bir okulda çalışıyordum. Refber öğretmen olarak. Çok 15 sene olmuştur daha fazla. Ben kahve içmem. Ben çaycıyım. Okurları herkes bilir. Neyse öğretmen odasında oturuyoruz. Kahve geldi. Hocam sen de iç. Ben içmem dedim. İlla iç dedi. Hadi bir yudum alayım dedi. Neyse. Siz dedi mesleğiniz icap çok da iyi fal bakarsınız galiba dedi. Nasıl bir bağdaşım kurulursa, bir çağrışım kurulursa. Yo dedi. Yo bilirsiniz. Peki dedi. Aslında çok iyi fal bakıyorum ama dedim herkese bakmam. Hadi size bir kıyak olsun. Hayatımda elmek kahve fincanını belki üçüncü kez almışımdır. Hiç içmemişim çünkü. Şöyle fincan gibi düşünelim bunu. Aldım böyle baktım baktım baktım dedim ki ya bir kadının bu ülkede en çok yakın 2 şey vardır. En çok hayatın merkezinde olan 2 şey vardır. Ya evliliğidir ya da çocuk karıdır. Ben bunlardan birini sallarsam muhtemelen tutar. İstatistiksel bir yönelik. Evet. Baktım baktım dedim ki. Hocam dedim. Sizin çocukla ilgili bir sorununuzu görünüyor dedim. Fincanda. Bir öğretmen arkadaş ağlamaya başladı. 10 yıldır çocuğu oynuyor. O gün bugün. Abi sen gurur ilan ederler. Daha ne oldum demeye kalmadan kendini spürtü tutuyor.
Kendini spürtüel uzman olarak mügean ne de buluyorsun. Biliyorsun değil mi? Bu konularda 2 defa tutturan tamamdır yani bu alanda. Ya ben de hani şey dedim hani şimdi toplumun sosyolojik yapısını biliyoruz. Hem işte bu alanda çalışıyoruz. Hani tahmini olarak kadınların dediğim hani hayatın en önemli 2 mekanizma vardır. Birincisi evlilik geridir çok önemseler. İkincisi annelik geridir çok önemseler. Bunlardan birini seçeyim. Muhtemelen hani çocuğuyla ilgili mutlaka bu sorun vardır. Ya sınav veremiyordur. Ya söz dinlemiyordur. Ya yaramazlık yapıyordur falan. Bunlardan birini bekliyorum.
Bu boyutunu hiç aklımın ucundan geçirmemiştim. Hanım efendim 10 yıldır çocuğu olmuyormuş ve orada bir şey oldu. Ondan dolayı da öyle enteresan bir anımız var. Elimden geldiğince de kimsenin hayatıyla ilgili de yorum yapmamaya çalışıyorum. Yani o da önemli bir nokta. Şeye geldiğimizde de hani dedin ya çocuğun benim önümde hani ben eve girerken önümde kalkmasını… Konuya girelim yavaş yavaş. Şimdi konu şu tekrar anlatayım. Ben eşime demiştim ki kapıdan içeriye girdiğimde çocuklarım artık belli bir yaşta gelmişti. Onları oturuşlarını düzeltmesi için uyar. Hanım da demiş ki bunu neden istiyorsun demiştim bilmiyorum. Benim bilmiyorum dediğim ve Serhat bugün biliyorum dedi. Bunun bir nedeni olabilir dedi. Şimdi oradan başlayalım böyle tek tek işte nişanlılıktı. Ondan sonra el öpmeydi. Ya da babadan karşıda kalmak. Kolonya mesela bunları konuşacağız. İlkinden başlayalım. Neden çocuk oturuşunu düzeltmeli? Aslında bu bir metafor yani bir simge. Yani saygı diye tanımadan birçok simge var hayatım. İşte ayağa kalkmak gibi. İşte büyüklerin yanında çocuğu sevmemek değil mi?
Büyüklerin yanında sigara içmemek gibi. İşte onları gördüğümüzde işte böyle bir toparlanmak gibi. Bunlar basit metaforlar gibi görünüyor. Basit simgeler gibi görünüyor. Ama bunların en önemli özelliği şudur. Bu bir aidiyet duygusu göstergesidir. Yani babanızla olan ilişkinizdeki aidiyet duygusudur. Saygı her toplumda farklı şekilde yansıtır. Bir Japon belki babasını gördüğünde böyle yapabilir veya başka bir şekilde. O kültürü çok bilmediğim için bilemiyorum ama her toplumda dike ilişkiler arasında… O hiyaraşik? O hiyaraşik ilişkiler arasında bir gösterge vardır mutlaka. Bizim toplumumuzda bunun olması da kötü bir şey değildir aslında. Yoksa annenin, babanın da çocuğun toparlanmasına ihtiyacı yoktur. Yok ayağını ters atarsa saygı göstermiş oluyor. Düz atarsa saygı göstermemiş oluyor. Biz bunları bir aidiyet göstergesi olarak görüyoruz. Ya da öğretmen sınıfa girdiğinde sınıfın ayağa kalkmışa çocuk. Evet bunlar aslında basit gibi görünüyor. Ama bunların bilen aidiyet duygusu gösterdiğini kabul etmemiz gerekiyor. Babayla çocuk arasında bir aidiyet bu bir şifredir mesela. Mid deriz, ailenin midi deriz. Yani bilinmeyen, söylenmeyen ama yazılı olmayan kurallar gibidir aslında bu. Ve bu kültürün dolaylı olarak devamını sağlayan bir araçtır. Taşıyıcı unsurdur. Evet taşıyıcı unsurdur. Siz bunu korursunuz ama bunun üzerinden mesela bir babanın kul hakkı yememesi mesajını da bunun üzerinden taşırsınız. Bir babanın dürüst bir örnek olmasını da bunun üzerinden taşırsınız.
Şimdi babayla çocuk arasında ya da anneyle çocuk arasında bütün metaforları kaldırdığınızda hangi kanal üzerinden birbirinize mesaj vereceksiniz? Yani. Ayağa kalkma tamam bu çok önemli değil veya basit veya geleneksel gibi görülebilir. Hadi bunu kaldıralım onu kaldıralım. El öpme. Kumandayı istediğinde attırsın çocuk şöyle sen havada yıkalamaya çalış. Ya bunu şey gibi yapmamak lazım. Her şey mantık düzeyinde, rasyonel düzeyde bir mantağa oturtmaya gerek yok. Yani her şey mantık olmamalı. İşin içinde bir duygu vardır, devam eden bir kültürel öye vardır.
Bugün başka toplumlara bakıyorsunuz 500 yıldır sürdürdükken adetler vardır değil mi? Hiçbir mantığı da yok. Yani İngiltere’de bir kraliçe var değil mi? Reverans yapıyorlar. Evet yani bunun bir mantığı var mı yok ama o toplum o kraliçeyi el üzerinde tutuyor. Dedemizin niye elini öperiz mesela? Ne mantığı var? Rasyonel hiçbir açıklaması yok yani. Rasyonel açıklaması yok ama şöyle bir şey var. Tokalaşmak tamamen fiziksel bir güven işaretidir. Fiziksel bir tokalaşmak. Yani dedenizin elini öpmek ona bir saygı gösterdiğiniz anlamına gelir. Bunu da mantıksal olarak saçma bulabilirsiniz.
O zaman saçma bulmayacağımız ne olacak acaba? Her şeyde bir saçmalık vardır ona bakarsanız. Hayatta her şey dualizmdir yani her şey kendi zıtıyla birlikte yaşar. Biz burada olayın içindeki birleştirici ve faydalı kısımlara bakalım. Dede ile torunun dokunmasıdır. Bir arkadaşınıza tokalaşarak muhabbette başlamanız, fiziksel bir etkinin aslında bir güven duygusunun göstergesidir, bir samimiyet göstergesidir. Şöyle de durabilirsiniz, böyle de durabilirsiniz. Ama tokalaşarak başlamak bu bilimseldir aynı zamanda.
Bir yakınlık verir, bir güven verir. Hani selam vererek bir mekana girmek gibi, birine selam vererek muhabbette başlamak gibidir. Buna benzer bu metaforları aslında küçümsememek gerekiyor. Bunların her zaman illa bir maddi, rasyonel gerekçeye oturtmamak gerekiyor. Bunların bizim üzerimizde şey vardır, bir duygusu vardır. Ben ofise geldim, ne yaptın? Bana kolonya ikram ettin, döktün. Ne dedim? Müthiş bir şey. Bu bizim adetimizdir aslında. Bunun hiçbir zararı yoktur. Bu bir saygıdır aslında. Bunları ama bazen böyle hani ucunu kaçırabiliyoruz mesela.
Bizim örflerimiz de böyledir, gelin kaynanayla konuşmaz, kaynataya selam vermez, çocuğunu yerden almaz, işte bıçak verirken elini çekme bilmem ne. Burada abartıya kaçıldığında hiç saçmalığa dönmeye başlıyor. Onlarla yani doğrularla, abartılan doğrularla veya doğrularla manipüle edilen doğrularla ayet etmek gerekiyor. Yani bu dönemin mesela biz geçen yılki pantolonumuzu bile neredeyse giymiyoruz. Modası geçti diye değil mi? Onun için bazı şeyleri de revize etmekten de korkmamak gerekiyor. Mesela nişan döneminden bahsettik.
Dünyada en güzel kültürel öylerden biridir nişanlık. Türk kültürüne daha çok ağırlıklı olarak ait bir özelliktir. Yabancılarda nişan var mıydı ya? Yok. Anlamalar nişanlanıyor mu? En fazla isteme… Nişan var ama felobung diyorlar, felip diyorlar. Bir nişan yüzükleri var, bir nişan geleneği var ama bizimki gibi ritüellere dayalı bir şey mi emin değil? Onlar, aileler en fazla bir isteme bir yüzük takma operasyonu vardır, ritüeli vardır. Bizimki gibi değildir. Şimdi nişanın asıl sosyolojik bir boyutu da var.
Nişan ne demektir? Ey ahali ben Ayşe’nin babası olarak kızımı Ahmet Efendi’nin oğlu Ali ile nişanlandırdım. Onlar da aynı şekilde bunu ilan ediyor. Nişan sosyolojik bir ilandır aslında. Bunlar yarın bir gün düğün alışverişi yapacaklar, oraya girecekler, buraya girecekler. Görürseniz bunları yan yana. Haberimiz var, biz onayladık. Evet, evet. Bak bu müthiş bir adetler. Evet süper. Bu, her zaman diyorum Anadolu’nun kadim adetlerini biz başka şeylere kurban ettik. Nişan çok iyi bir şeydir. İçi doldurulursa boşanmaların önündeki en güzel engellerden biridir. Öyle mi ya?
Tabii ki. Ne açıda? 10 yıl flört ediyorsunuz, 3 ay nişanlılık alıyorsunuz. Ve 3 yıl flört ediyorsunuz, 6 ay nişanlılık alıyorsunuz. Tam tersini düşünsenize. 2 yıl flört ettiniz diyelim, 1 yıl nişanlılık alın. İlla evlilik öncesinde 4 yıl bir ilişkiniz var diyelim. 3 yıl flört ediyorsunuz. Yarısını nişanlılık olarak… Niye flört ediyorsun ki? Nişanlık diye bir şey var yani. Örnek diyor. Yani nişanlık bunun daha legal şekli yani. Flört etmek ne demek yani? Toplum nişanlılıkla neyi anlıyor? Bir, bu çifterin birbirine tanımasını aileler ona vermiştir.
Tam nişanlılığın veremediği neyi flört veriyor ki yani? Birincisi… İşte insanların bir tanışma süreci veya işte bir… Biraz da aslında şunu da görmek lazım. O flört süreci her zaman olacak. Kaçınılmaz bir son. Onun hangi kurallar içerisinde olacağını ayrı tartışmak gerekiyor. İkinci nokta şu. Nişanlılık sürecini doğru doldurduğumuzda çok önemli nüanslar var burada. Nedir mesela? Mesela kız tarafı, kızın, gelin adayının erkeğin ailesini tanırken, tanımaya çalışırken dikkat edeceğin noktalardan biri… Erkek annesiyle nasıl konuşuyor? Erkek kız kardeşiyle nasıl konuşuyor?
Orada öyle donanımlar, öyle datalar var ki müthiştir. Siz annesine bağıran bir erkekle, kız kardeşine hakaret eden bir erkekle karşılaştığınızda ileride şunu düşünmez misiniz? Yarın bana da bağıracak. Aa tabii. Anasına bunu yapmak bana ne yapmaz? Anasına bunu yapıyor, kız kardeşine bunu yapıyor. Sana niye yapmasın ki? Ya da kız tarafını inceliyorsunuz. Nişanlınız, neden nişanlı adayınız? Bir hanımefendi var, siz bir erkek tarafısınız. Ne yaptınız? Baktınız, nişanlınızın evine gittiniz. Ailesiyle tanışıyorsunuz, bakıyorsun babasına saygı göstermiyor.
Kız hanımefendi, abisine bağırıyor, annesine hakaret ediyor. Şunu der misiniz? Ya onlara yapır mı, bana yapmaz. Bu bir savunma mekanizması. Bu sallanma herkese yapar. Bu bir kişilik özelliğidir. Zamanla yayılır. Size fırsatını bulduğunda yapacaktır. Bugün size saygı duyuyordur. Korkudan, kaybetme korkusundan, imajından dolayı. Ama yarın siz de o sistemin bir parçası olduğunuzda size yapacaktır. Bir şanlı düşüp, üstüne bir arttırabilir miyim bu söylediğini? Annesine bunu yapan Allah’a da yapar. Dolayı doğru.
Sadece insana değil yani. Anlatabiliyor musun? Hani Allah’ın defalarca tekerrülüne rağmen, tekrar etmesine rağmen annelerinize iyi davranma konusunda, onlara göstermemize ihtimalle alakalı. Bunu yok sayıp annesine bugün kötü davranan adamın Allah’la ilişkisinin iyi olabileceğine de inanmıyorum. Tabii ki. Biraz daha yayalım. İnsana kötü davranan Allah’a iyi bir kul olabilir mi? Olamaz. Olamaz yani. Anasını döverdi ama çok ihlaslı bir kuldur dedi. Yürü git yani. Diyemezsiniz. Ya da işte bütün insanlara zulmeden bir insanın ama iyi bir kuldur demesi bir çelişkidir.
Aynen öyle. Biz ahkam kesecek mekanizma değiliz ama mantığımızı yorumu yok. Mantık olarak bu din ahlaktır. Din güzel ahlaktır. Eğer din senin ahlakını haline yansımıyorsa dindarlıktan nasıl bahsedebiliriz? Evet. Nişanlık dönemi bu anlamda gerçekten kadim bir değerdir. Doğru doldurulursa. Biraz sömürdük, biraz içini boşalttık. Onu da söyleyeyim. Nişanlığı tarafların hem gelin ve damat adayının birbirini tanıması hem de tarafların ailelerin birbirini tanıması sürecinden çıkarıp evlenmeden önce alışveriş dönemine dönüştürdük. Beyaz eşeği kim alacak? Salon takımını kim alacak? Halılar kim? Halılar kim? Perdeyle halı uyumlu mu değil mi? İşte kır düğünü mü, salon düğünü mü olacak? Kaç kişi kaç davetli gelecek? Maalesef nişanlık döneminin tanıma unsuru olan o özelliğini biz maalesef evlilik öncesi alışveriş dönemine dönüştürdük. Şey de var değil mi abi? Sen daha çok rastlıyorsun bu işe. Mesela nişanlık birbirinin tanıma dönemidir. Hem eşlerin, eş adayların hem de ailelerin. Bakıyorsun bir şeyler uymuyor çocuk. Annesine kötü davranıyor. Kadın bunu görüyor ve vazgeçmek istiyor. Fakat orada da şöyle bir deyim hemen koyuyorlar. Atabilmek bir ayıp, inmek iki ayıp. Kızım artık bu herkes duydu. Daha buradan dönünmek olmaz. Maalesef nişan atmak olmaz. Çok doğru. Maalesef nişan atmayı biz yarı boşanma gibi görüyoruz. Öyle şey olur mu ya? Zaten senin nişanlıkta ayrılma gibi bir seçeneğin yoksa muhtemelen sen sağlıksız bir evliliğin içine girmişsin zaten. Her zaman diyorum. Yeri geldiğinde ayrılma gücünüz yoksa hiç evlenmeyin.
Bakın yeri geldiğinde hiç bu yola girmeyin. Bu ayrılmayı göze alın diyerek değil. Gün gelir o kadar kötü bir zulme maruz kalırsınız ki ama gidemeyeceğiniz için o karşıdakin zülbüne daha çok çanak tutmaya maruz kalırsınız. Nişanlılık döneminde ayrılma iki tarafında en doğal hakkı olmalıdır. Neden? Çünkü gördüğünüz, mesela ben danışanlarımdan şunu çok gördüm. Hocam aslında ben nişanlıkta da bu evliliğin olmaması gerektiğini düşünüyordum. Niye?
Ama harcama yapmıştık. Ama ailem dedi ki nişan atmak olmaz. Bizim ailem de olmaz. Olmaz. Olur ya. Olmaz. Olmaz. Sen şimdi o gün nişanı atamadın bugün boşanmaya çalışıyorsun. Yani sana geliyordur ağabey ne psikopat aileler, ne psikopat adamlar, karılarına, evlatlarına zulmeden adamlar el alem ne der baskısıyla Allah eğer isteseydi bunu haram kılamaz mıydı boşanmayı? Evet. Allah derdi ki ben boşanmayı kullarıma haram kıldım der. Bu kadar net.
Herkes payına düşene razı olacak der. Bu kapıyı kapatırdı. Cenab-ı Allah o şekilde ya da bu şekilde bu kapıyı açık bırakıyor ve bu kapıdan içeriye girecek hani hangi durumlarda biz bu ruhsatı kullanabiliriz? Ona dair hem biz Kur’an-ı Kerim’de hem Efendimiz aleyhisselatü vesselam’ın hayatında bilgiler elde edebiliyoruz, anahtarlar elde edebiliyoruz. E size geliyor adam psikopat her gün şiddet uyguluyor. Karısını dövüyor, çocuklarını dövüyor. Eve ayık geldiği vaki değil.
Her gün yeni bir alacakla geliyor kapıya dayanıyor. Adam ahlaksız, adam serkeş, adam vesaire vesaire ya da tam tersi kadın için. Yani aman el alem ne der diye insan kendisini bunun içine sürük vermiyor. Hapseder mi? Değil mi ağabey? Ne kadar büyük zulümler yaşanıyor olabilir. Dinende, hukuk yerinde boşanma hak ve helaldir. Evet doğru. Ama bu boşanmayı özendireceğimiz anlamına gelmiyor. Bu ikisi çok önemli nokta. En kötü boşanma, en kötü boşanma hasta ve zulmün devam ettiği bir evlilikten iyidir. Bunu altını çizerek söylüyorum. Çünkü o çocukların hepsi bizim önümüze nasıl geliyor biliyor musunuz? Zamanında annem babam boşansaydı biz bu durumda olmazdık. Onlar niye boşanamadı? Aldatmalar var, şiddetler var, en ağır zulümler var, iflaslar var, çocuklara gitmeye muhtaç kalmışlar. Şimdi bu çerçeve de baktığımızda da yeri geldiğinde o kararı almak da sağlıklıdır. Yani burada bir evliliği körü körüne, sırf evlilik varmış gibi görüntü olsun diye de sürdürmek de sağlıklı değildir. O evlilikte dışarıdan bunu söylemek kolay ama 20 küsür yıldır bu işin içinde olarak söyleyeyim. Gerçekten görüntüdeki o evlilikte yaşayan çocukların durumunu Allah kimseyi düşünmesin. Kolay bir olay değil. Düşünsenize, yoklukla ilgili de değil sadece bu. Düşünsenize her gün evde kavga var. Anne babanızın her gün kavgası var, tartışması var, küslüğü var ve siz 5 yaşında bir çocuksunuz. 10 yaşında bir ergenliğe girmek üzere olan bir bireysiniz. Bazen farkında olmadan kendinizi suçluyorsunuz. Ben olmasaydım bunlar olmazdı veya bazen anne babanın sizi manipüle ediyor. Sen olmasaydın 1 dakika dayanmazdım diye.
Hatta taraf dedi. Onun bütün bedelini sana ödetiyor.
Abi bir şey paylaşabilemiyorum seninle. Geçtiğimiz gün buraya 5 tane genç kız getirdi bir hocamız. Yaşları 16 ile 21 arasında görüştürmek istemiş benimle. Hocam da geldi bir profesör. Çocuklardan bazısı ateist, bazısı agnostik, bazısı deist falan. Ve bunların anne babaları da böyle önemli yapılarda kilit insanlar sayılabilecek insanlar. Çocuklarla oturduk falan sohbet ettik. Dedem hadi gelin aşağıda size kahve ısmarlayayım.
Aşağıda falanca kahve markası var. O Bekir ağabey yine elimiz falan. Oturduk kahvelerini söyledik içiyoruz falan. Bir tanesine yaklaştım. Konunlat bakalım dedim agnostik arkadaş ne sorunun var senin dedi. Abi dedi babam beni Allah’ın günü dövüyordu dedi. Öteki ne soruyorum? Senin sorunun var diyorum ateist arkadaş diyor. Abi diyor benim annem diye başlıyor hikaye. Çocuğun Allah’la bir sorun yok aslında bakıyorum. Çocuğun Allah’la da bir sorun yok. Kur’an’la da bir sorun yok. Hazreti Peygamber aleyhisselam’la da bir sorun yok. Çocuk daha anlatmaya başlarken annesinden ya da babasından başlayarak anlatıyor.
Biz her şeyi anne babadan öğrenmiyor muyuz? İlk öğreticilerimiz onlar değil mi? Şimdi burada sorunu o zaman din. Kamil mükemmel bir din. Ama bunun uygulayıcıları bunu doğru uygulamadıkları için ya da anne o ya da bu sebeple babayı bir türlü boşayamadığı için çocuğun geldiği noktaya bak. Şimdi sen diyebilir misin böylesi daha hayırlı. Olsun çocuk agnostik de olsa bir yuva yıkılmamış. Yuva mı kalmış ortada yani? Olmayan bir yuvayı kağıt üzerinden sürdürme saplantısı bu aslında. Bunları açık açık konuşmaktan korkmayalım.
Yok ben korkmuyorum abi. Ben hakikaten konuşuyorum. O bireylerin orada var olmasının nedeni evet dediğin gibi hasta evlilik yani hasta anne baba ilişkisi. Bir çocuğun üç tane bebeğini vardır. Annesi babası bir de anne babasının evliliği. Biz hep o evliliği ihmal ediyoruz. Anne babasının evliliği iyi olmayanların ya da evliliği iyi olmayan bir anne baba ne kadar sağlıklı bir evveynlik yapabilir ki? Bazen de diyorlar ki efendim neymiş biz birbirimizde kötüyüz ama çaktırmıyoruz.
Ya çocuk benden senden kurunas. Öyle resimler çiziyorlar ki o pedagoglara veriyorlar psikologlara veriyorlar. Çocuk tutmuş annesinin babasının evliliği birleştirmeye çalışıyor. Bu çocuk beş yaşında bir çocuk. Hani aranız iyiydi hani çaktırmıyordunuz. Biz şey zannediyoruz bir şeye zarar vermemeye faydalı olmak zannediyoruz. Çok güzel bir daha söyler misin? Bir şeye zarar vermemeye faydalı olmak zannediyoruz. Sen belki çocuğun önünde kavga etmiyor olabilirsin. Belki çocuğun önünde birbirinize şiddet uygulamıyor olabilirsin.
Ama sen çocuğun önünde eşine muhabbet ediyor musun? Etmiyorsun. Espri yapıyor musun? Etmiyorsun. Çocuğun önünde eşine dokunuyor musun? Dokunmuyorsun. Hatta aynı yatakta bile yatmıyorsun. Çocuk bunu da görüyor. Sonra diyorsun ki biz çocuklara çaktırmıyoruz. Çocuklar bal gibi çakıyor. Sen orada iyi bir sahne vermeyerek kötü bir izlenim yaratıyorsun. Yani olumlu bir şey yapmamak aslında olumsuz bir şey yapmaktır. Çünkü olması gerekeni yapmamaktır. Yani bazen bunu şeyde de söylüyorlar. Biz çocuklarımızı özgür yetiştirdik hiçbir şeyine karışmadık. Ben onun adına ne diyorum? Bal gibi ihmal etmişliğin adıdır bu ya. 6 yaşındaki bir çocuğa özgür karar verme yetişimi kazandırmadan nasıl onun verdiği kararı sen özgürlük adı altında tanımlayacaksın ki? Çocuğun alt yapısı olmadan ona karar verme alanı tanımak, yani ehliyette olmayan birine istediğin yere git demektir ya da istediğin düğmeye bas demektir gibi bir şey. İhmalin adını özgürlük koyduk. Çocuklara gereken o karar verme yetişimi, o bilgiyi, o donanımı kazandırmadan ben çocuğuma çok güvendir. O kendi başının çaresine bakar. Böyle yetiştirdiğimiz bir nesil ne oldu? Hepsi birer güçlü ama içinde mutsuz bireylere dönüştü. Küçük yaştan itibaren başınızın çaresine bakmak zorunda kaldıysanız bu hayat sizi her zaman kurtarıcı yapıyor. Küçük yaştan itibaren başınızın çaresine bakıyorsunuz. Neden biliyor musunuz? Bakıyorsunuz ki anne babanızdan size hayır yok. Diyorsunuz ki iş başa düştü. 8 yaşında yemeğini yapan çocuklar var. Ve sonra bakıyorsun baba bununla da iftihar ediyor. Ben bunda 5 yaşındaydım diyor, sanayiye verdim diyor bunu diyor.
Atla mal eti kemiğin seni. Tam ihmal işte. Tam ihmal. Bunun adı tam ihmal. Güya babalık yapıyor. Çocukluğunu yaşamayan çocukların bugün gelip kendi çocuklarıyla çocukluğunu onarmaya çalıştığı bir dönem bu. Biz çocukluğumuzu yaşayamadık. Bizim bisikletimiz olmadı, ayakkabımız olmadı. Biz şimdi kendi çocuklarımıza iki bisiklet alarak daha iyi bir telefon alarak daha birkaç ayakkabı alarak çocukluğumuzu çocuklarımıza onarmaya çalışıyoruz. Evet. Bizim olmadı onların daha fazlası olsun diye. O zaman da ne oluyor? Biz sıkışmış bir nesiliz aslında. Kayıp nesil diyorum ben ona. Çocukken anne babayı mutlu etmeye çalışan, şimdi de çocukları mutlu etmeye çalışan kayıp bir nesil. O biz miyiz abi ya? Bence biziz. Herhalde biziz ya. Evet doğru. Şimdi düşünüyorum oturuyor söyledikleriniz. Çocukken hep anne babanın dediklerini yapmaya, onlara hep memnun etmeye, onların görev verdiği görevlerini yapmaya ve o takdir ile kendini iyi hissetmeye çalışandık. Şimdi de mükemmel anne baba sendromuyla çocukların her şeyini gidermeye çalışan, pervane gibi dönen helikopter ebeven olmaya çalışan bir moda girdik.
Şimdi bak ben düşünüyorum abi. Hele bizim oralarda sen Elazığlı’sın ben Adana’dayım. Bizim oralarda daha uçlarda yaşanıyordu bu. Anneme şey demesin canım annem işte seni çok seviyorum aşkım falan. He derdi bakalım yarın evlenince evlenince bana bakacak mısın? Ben mesela gelsem sizde kalsam falan. Bunu niye diyorsunuz ya? Bu nasıl bir kıyas ya? Ne kadar sağlıksız bir kıyas? Burada tekrar bir şeyin altını çözelim. Biz boşanmayı seçenek olarak övmüyoruz. Değil o bizim alanımız değil.
Ösektör mesekte boşanmak bir seçenektir. Tamam mı? Bunu kabul edin ya da etmeyin. Eğer bu da sağlıksız nesiller yetişecekse her gün kan kusuyorsanız artık dininizi imanınızı yitirecek noktaya geldiyseniz Allah’a isyan pozisyonuna geldiyseniz de o evlilikten dekseline yani varsın yürümesin yani. Yoksa dünyanın her yerinde şu an evliliklerin güçlendirilmesi ve sürdürülmesiyle ilgili bir hemen hemen her devletin böyle bir amacı var.
Yani daha boşanmaları daha çok nasıl azaltabiliriz? Boşanmaları daha çok hani nasıl kurtar, evlilikleri daha çok nasıl kurtarabiliriz? Bizim ülkemize de yapılıyor. Bununla ilgili çalışmalar gidi gidi artıyor. Ama her zaman şunu söylüyoruz. Bir boşanmak her zaman en hastalıklı evlilikten daha sağlıklı bir şeydir. Yok bu boşanmayı özlendirmekteydi. Bu o ailedeki bireyleri kurtarmaktır aslında. O gözlem bakmak. Ama çocuklarınıza evliliğin devam etmesi noktasında telkinde bulunurken bunu tabii ki yapacağız. Tabii ki evliliğimizi kurtarmaya çalışacağız.
Tabii ki danışan olacağız. Gideceğiz bir yerlere danışacağız. Bir hakem tutulacak. Herkes anlatacak. Tarafsız her aileden iki tane birer tane diyor. Mesela dini mümini, İslam. Bütün bu yollara müracaat edeceğiz. Ama eğer olmuyorsa da artık Hz. İl-Bekir Efendimizin kızı da boşanmış mesela. Gidiyor babası hayır diyor. Diyor ki ben Resulullah’a da danışmak isterim diyor. Gidiyor Allah Rasulü Aleyhisselatü Vesselam’a söylüyor. Bu normal tabii. Özendirilmez, tavsiye edilmez. İlk etapta ki çıkış yolumuz bu değil. Ama seçeneklerden biri bu ve helaldir. Eğer bütün mücadelenizi verdiğiniz ve kurtulmuyorsa da yapacak bir şey yok. Biz nereden geldik bu mevzuya? Buraya nereye geldik? Şu nişanlıklarına kalmıştık. Evet yani nişan dedi orada patladık. Peki devam edelim. Şimdi o Anadolu’daki geleneklerin aslında psikolojik altyapısından bahsediyorsunuz ya. Oradan devam edelim. Nişanlık böyle. Başka ne var abi? Mesela nişanlık kavramında ekleyeceğimiz şey şudur. Güzel bir tanışma süreci, ailelerin anlaşma süreci çok sağlıklı. Mesela Üstün Dökmen Hoca şey demişti. Evlilik Avrupa’da tango gibidir. İki kişi arasında yaşanır. Türkiye’de halay gibidir. Sür hala arasında yaşanır. Yani çabuk bir uyanırsınız, üç tane daha dayınız var. Ay hakikaten ya. Ay ne kadar güzel ya. Yani bu kötü bir şey değil. Yani işte gel bakalım falan değil. Bizi var olarlarda ne diyor. Vardır ya enişte kayınço mevzuları hep böyle popüler hikayelerde vardır ya. Bu iyi bir şeydir aslında. Yani bizim ülkemizde mesela olmazsa olmaz iki şeye katılmak zorundasınız. Bir düğüne iki cenazeye. Olmazsa olmaz. Düşman da olsanız bu ikisinin telafisi olmuyor. Küsseniz de bunun telafisi olmuyor.
Ama mesela bu da komik bazı şeyler geçiriyor. Mesela bizim herhalde ben duymuştum çok komikti. Bir insan size küsmek istiyorsa her zaman bir bahane bulur ya. Her zaman. Her zaman vardır bunun bir bahanesi. Ayşe Hanım komşusu Leyla’ya diyor ki ya diyor bizim Fatma’nın kızı evleniyor diyor. Fatma diyor bizi düğüne çağırsa gitmeyelim ama çağırmasa da küselim. Şimdi size bir insan küsmek istiyorsa, bahane bulmak istiyorsa her zaman vardır.
Bu kadim değerlerin yanında baktığımız zaman düğünler, cenazeler bu toplumu birleştiren bir araya getiren mekanizmalardır. Bunlarda ısrarla böyle rasyonel maddi bir mantık aramaya gerek yok. Oralar temas etme alanlarıdır. Oralar buluşma alanlarıdır. Oralar duyguların en yoğun olduğu alanlarıdır. Kültürel kodlarda bu mekanizmaları öldürmemek gerekiyor. Bunları yaşatmak gerekiyor. O düğünler aslında güzeldir. Tek dediğimiz gibi biraz içi boşaltıldı.
Düğünü bir, mesela bu toplum düğünü erkek tarafı ailenin güç göstergesi, kız tarafı da aile kızı iyi yere gitmiş misyonu anlamıyla iyi bir düğün yapmaya çalışır. Düğünün şaşasının iki amacı vardır. Erkeğin ailesinin güç göstergesi, kızın ailesinin de kızımız iyi yere gitti. Mesajı budur. Yani sanki iyi düğün yapamayan yerde kız kötü yere gitti. Evet ama bak şöyle de bir şey var. Turna’yı gözünden vurdu kızımız. Ding boğa yaşasın evet. Ömür boyu hayatta kurtuldu diyorlar.
İyi yere gitti. Şimdi mesela genç kızımız düğünde veya düğününde çok şatafatlı bir şey istemediği zaman o kızlar bir kusur arıyorlar. Niye kellillik almadı? Niye çok zengin bir düğün yaptırmadı? Niye bir şey istemedi diye. Şimdi bir yandan biz şatafatlı düğünlerden rahatsızız gibi görünüyoruz. Bir yandan da o şatafatlı düğünlerde yapmayanların altında bir şey arıyoruz. Böyle de enteresan bir argımız var. Şatafatlı düğünler yapanlara bakıyoruz. 4 saat insanlara 4 saatlik düğün yapmak için siz 48 saat 48 ay borç ötüyorsunuz.
Bütçenizin üzerinde yaptığınız bütün masraflar veya o düğün sizin evliliğinizin en güzel 3 yılının 4 yılını bloke ediyor. Yani ne gerek var? Diyelim ki siz ayda 5-10 bin lira kazanan birisiniz. 200-300 bin liralık bir düğünle kime neyi ispatlayacaksınız? Özellikle bırakın me gençler daha az para harcasın birbirlerini daha yakından tanısınlar. Tatile gitsinler, gezsinler yani bu nedir yani? O düğünlerin hepsinin tek bir amacı var. El alev. Hani ne derler ona? Desinlerciler. Anadolu’daki kavram adıyla. O düğünler onu ifade ediyor ama bizim bahsettiğimiz düğün bu değil. Daha duygu odaklı, daha kişinin kendi düzeyine. Gerçekçi. Biz buyuz. Bu toplumda en büyük sıkıntı ne biliyor musun? İnsanların kendi gibi olma zorluğu. Yine Rahmetli Doğanuk’un da şey derdi. Bu toplumda kendin olmak büyük bedel ödetir. Kendin gibi olmak büyük bir bedel ödetir. Karar senin. Ya bu bedeli gözü arıp kendin olursun yolculuğun sonunda ya da hep başkalarının istediği hayat yaşarsın.
Ve hayatının kalitesini, senin kendinle ilgili algınlığı, kendilik değerini hep başkaları belirler. Kendimizle ilgili bu barışma sürecini yaşamadığımız sürece hep sahte bir benlik yaşıyoruz. Eyvallah. Kolonya’ya geliyorduk hocam. Kolonya. Kolonya bir temas değil midir aslında? Evet. Kolonya bir değer değil midir aslında? Kolonya karşıdakinin hoş geldiğine dair. Yani iyi ki geldin, hoş geldin. Mesela gittiğiniz bir yerde Kolonya olmasına rağmen size dökmeseler ne hissedersiniz?
Kötü hissederim yani. İsterim yani beklerim. Hele şu Covid’den sonra insan bekliyor yani. Bu bir değer göstergesidir. Küçük küçük göstergelerdir aslında bunlar. Tokalaşmak da çok önemlidir. Bayram ziyaretlerinden mi? Bayram ziyaretlerine mesela çok çok önemlidir. Bunları daha manevi, daha toplumsal ilişki örgütü, ilişki teması olarak görmek gerekiyor. Dini boyutunun yanında bir de toplumsal boyutu var.
Avrupa’da ben çok Avrupa’ya gidiyorum. Oradaki insanlar bu bayram ziyaretlerinde Türkleri bayram ziyaretlerine gidiyorlar. Adam Müslüman değil, Türk değil. Türk bu komşusuna bayram ziyaretine gidiyor. Kurbanda gidiyor, Ramazan’da gidiyor. Ben çok şaşırdım. Niye? Biz de bu duyguyu yaşamak istiyoruz diyorlar. Bakın ne kadar enteresan bir şey. Yani kültürel öyler, dini öyler, bizim toplumumuzda kültürel ve dini öyler birbiriyle çok içe geçmiştir. Ama bunu iyi korumak lazım. Sonuçta bizim başka bir ülkemiz yok. Başka bir insanımız da yok.
Hepimiz bu ülke içerisinde yaşamak zorundayız. Ve hepimiz birbirimize ihtiyaç duyuyoruz. Hepimiz birbirimize muhtacız. Öyle değil mi? Evet. Bizim bu kültürü de, bu Türk kültürünü de sağlam bir şekilde korumamız gerekiyor. Bu şey vardı abi. Mesela bazı yerlerde böyle bir gelenek vardı. Gelin kaynatasıyla evlendikten sonra uzunca bir süre konuşmuyor. Ta ki kaynatası yani kayınpederi ona bir ziynet takana kadar. Ya bir çeyrek altın ya bir tam altın.
Ben bunu Anadolu’da bir teyzeden dinlemiştim. Teyze demişti ki oğlum o zamanlar demişti evlenen gelinler 16 yaşında falan yan. Daha çocuk yeni bir eve gidiyor. Evde öteki büyük gelin var. İşte anne baba orada. Oradaki dedi hiyerarşik yapıyı kim kimle nasıl konuşuyor, kim kime nasıl muamele ediyor. Haddini aşan, maksadını aşan bir şey söyleyip kaynatasını incitmesin ya da mahcup olmasın diye. Aslında bu onu korumak için bir şeydi.
Kayınpeder ona ziynet takana kadar o kayınpederiyle konuşmazdı. Konuşmayınca saygısızlık da etmemiş olurdu haliyle. Öncesiyle millet nasıl konuşuyor onu görmesine fırsat tanırdı kayınpederi ona. Belki bu bir gelişim süreciydi. Ondan sonra onun ne zaman olduğunu geliştiğini artık o hiyerarşik yapıyı çözdüğünü anlarsa o zaman kayınatası kayınpederi ona bir çeyrekli yarım altın her neyse takar. Artık o da konuşurdu. Ne kadar güzel bir şey. Bakıyorsun hepsinin bir şeyi var ya da bu gelinin kuşak bağlarlar.
Erkek kardeşler, gelinli Yenepalılar. Aslında hepsinin arkasında bir şey var. Yeter ki doğru incelersin. Anadolu da bu yüzden çok şeydir değil mi abi? Çok mümbittir yani burası değil mi? Yurt dışında bu kadar adek, gelinlik, yönelik yok mu? Yok yok. Metroporlarda da artık o kadar yok. Hani daha kısa sürede sonuç yolu. Hemen düğünü yapalım. Peki düğün arabasından dışarıya ateşli silahlarla ateş etmek geleneğimiz diye bir gelenek var mı yoksa bu kıroluk mudur öyle? Şimdi sen Adanalı olduğun için bunlara daha çok tanık olabilirsin. Ya da böyle şeyde asfaltla sıfır çektirmek, müzik sesini sallak herhalde. Ama onu ben Frankfurt’ta gördüm. Allah Allah. Orada gelin konvoyunu gördüm. Ateş açmamışlardı. Ateş açma değil. Almanya’da seni. Gelin konvoyunu, yolu kapatmıştı polis geldi. Ceza yapıştırdı. Sen de almaya geçtin. Ve ağır ceza yapıştırdılar. Çok çok yani. Gözümle gördüm. Çünkü bir konvoy vardı. Korna’ya basıyorlar. Arkadaşı dedi ki kesin bunlar Türk.
Burası zaten Türk yoruluk. Frankfurt’u biliyorsun. Abi bir gittik oraya baktık. Bizimkiler gerçekten konvoy yapmışlar. Durdurmuşlar konvoyu. Hani konvoy yapmak başka bir şey. Bir de konvoyu durdurursun, yolu kapatırsın halay çekersin. Evet öyle bir şey. Otoban. Orada zaten polis geldi. Şimdi… Bunun bir katkısı olduğunu düşünüyor musun? Bunun bir katkısı yok. Bu korna basmak. Yani ben çok bana makul gelmiyor. Duyguları da bizim belki… Hem israf, hem ses gürültü. Orada yatan var. Kadın çocuğunu yeni uyutmuş. Belki hastası var, yaşlı insanlar var. Ne gerek var buna yani?
İnsanlar bizimle aynı durgu yaşamak zorunda değil. Bu bir dayatmadır. Bu bir baskıdır. Çok güzel söyleniyor. Ben eğleniyorum. Hadi siz de bunu görün ya da şeye benziyor. Sevdiğiniz bir müziği arabada dinlerken camları açıp herkese bunu zoraki dinletmek gibi. Bu bir alan talanıdır. Başkasının alanına girmektir. Sen orada onu yaşıyorsun diye ben bunu yaşamak zorunda değilim. Yani orada sen eğleniyorsun, evleniyorsun. Ya sadece o değil. Düğünlerde oluyor. Askele uğurlamalarda oluyor değil mi?
İnsanlar işte farklı farklı maçlarda oluyor mesela. Bunu hep görüyoruz. Duygunun yönetimi biraz da bilinç düzey ile alakalıdır. Bu da alt bir mesaj olarak ilgili yerlere gitsin. Doğru duyguyu yaşamak, duyguyu abartmamak da bir bilinç düzeyidir. Yani orada evleniyorsun diye silah sıkıyorsun. Kovmayı yapıp insanlara rahatsız ediyorsun. Bunun bilinç düzey ile de bir alakası vardır. Onu da geliştirmemiz gerek. Şimdi Almanlardan da yapmaya başlayanlar olmuş. Bilir misiniz? Bizden öğrenmişlerdir. Biz öğretmişiz zaten.
Evet kültürümü çok evet. Şeyi var, donanımı var, güzelleri var. Biz zaten daha çok olumluları övüyoruz. Olumsuzları asla fark ettirmeye çalışıyoruz. Bir pencere daha açalım o zaman. Bayramlarda çocukların kapı kapı gezip şeker toplaması ya da özellikle bazı geleneklerimizde kurban eti gibi, aşure gibi yiyeceklerin özellikle konu komşuya ya da ihtiyacı olanlara çocukların eliyle gönderilmesi. Evet. Çocukların eliyle gönderilmesinin en önemli noktası şudur. Bir büyük gönderdiğinde karşıdakini mahcup olma ihtimali vardır.
Çünkü büyük otoritedir. Mesela bir evin babasının kapıyı açıp diğer evin babasından kurban aldığını düşünün. Kesemediği için ne hissedecek? Değil mi? İkisi otoritedir aslında. Ama çocuk arada şey yapıyor. Çocuk masumdur. Çocuk ne kadar şeydir? Çocuğun elinden aldığınız hiçbir şeyden dolayı rahatsız olmazsanız. Artı çocuğun elinden alırken onun boyuna inersiniz. Eğilirsiniz. Abi çok güzel ya. Bak ben hiç bu açıdan bakmamı istemiyorum.
Bunlar hep samimiyet göstergesidir. Ve bu mekanizmaların yani bu kurban, bayramlar, aşure gibi bunların bir yardımlaşma kültürü var. Bunların bir dayanışma kültürü var. Bunların bu boyutuna odaklanmak lazım. Ben hep bu boyutuna odaklanırım. Yaptığım bir iyiliğin, yaptığım bir eylemin insanlar üzerindeki etkisi benim için oldukça önemlidir. Yani kurban olayına ben öyle bakarım. Bunun gerçekten doğru insana gitmesi, onların hayatına etki yaratması.
Sadece yenilen bir etle ilgili değil. Biz bu ülkede yalnız değiliz. Fakiriz ama yalnız değiliz. Komşumuz bizim farkımızda. Yani biz kesemedik ama bak onlar biliyor bizim kesemediğimizi. Fark edilme bilgisi. Bizim birileri bizim kurban kesmediğimizi biliyor. Bize kurban geldi. Düşünsenize bir apartmanda yaşıyorsunuz. Bir yerinki 50 dairelik bir apartmanda yaşıyorsunuz. Etiniz var mı yok mu kurban kestiniz mi kesmediniz mi kimse bilmiyor. Ya da küçük Anadolu’da bir ilçeye gittiniz. Kurban bayramı oldu. Kimse sizin farkınızda değil.
Ne geleniniz var ne gideniniz var ne de kurban kestiniz. Nasıl kendinizi yalnız ve kötü hissedersiniz değil mi? Ama oradan birini size bir tabak kurban getirmesi sizde müthiş bir duygu yaratır. Dedik ya tek bir ülkemiz var. Ana ülkemiz burası ve biz hepimizin birbirimize lazımız. Bütün farklılıkları bir kenara bırakarak hangi farklılıklarımız olursa olsun. Biz bu ülkenin gerçekleriyiz ve hepimizin birbirimize muhtacısı. Ayrımı yapmak için hepimizin birbirimize sahip çıkmak zorundayız.
Aynen. Başka alternatimiz yok. Böyle çalan davul gibidir diyor gelenek. Nereden olursa olsun o davul size şey verir demir verir ritm verir. Kim halaya durduysa onu dinleyerek hareket eder. Gelenek de böyledir diyor yani. Aa bu çocuk ayağa kalksan olur kalkmasan olur büyü gülünce. Bu diyor öz değildir ama özü koruyan kabuk da özden sayılır. O kabuk özü koruyan muhafaza eden gelenekler, göreneklerimiz, adetlerimiz aslında buna yarıyor. Abartmamak kaydela. Bizim adetlerimiz de gelene işte bir buçuk kilo işte bilmem ne takılır dediğinde o artık saçmalamaya giriyor artık yani. O tip abartılı düğünler. Kontrolsüz eğlenmeler, takılarda kontrolü kaybetmeler bunların tümü kim için yapılıyor biliyor musunuz? Egomuzu yansıtan vitrinimiz için yapılıyor. Bütün şaşarı düğünlerin altında kendini ispat ihtiyacı vardır. Kendini ispat etme ihtiyacının altında değersizlik duygusu geliyor. Neden Orta Doğu toplumunda bu daha çok? Şimdi Arap düğünlerine falan bakıyorsun.
Arap düğünlerine falan bir abartı, bir şaşağı bunu kamufle ediyorlar. Bizim ne kadar misafirperver olduğumuz görünsün. Yürü git. O yüzden mi havaya mı ateş ediyorsun yani? Evet misafirperverliğin 3 kilo altın takmayla alakası yok. Havaya ateş etmekle alakası yok. Yani en lüks alanlarda en lüks düğünleri yapmayla alakası yok. Misafirperverlik değil. Misafiri hava atmak diyelim onun adına. Yani misafiri ezmek aslında. Evet. Bak biz nasılız. Fakat nasıl bir düğün yaparsanız yapın. Bütçenizin 10 kat üzerinde bir düğün yapın.
Siz bekir develiyseniz ertesi gün uyandığınızda yine insanların gözüne bekir develisiniz. Kimse size dün akşam 1 milyonluk düğün yaptığınız diye size daha itibarlı bir değer vermeyecek. O değer zaten değer olmuş. Değer değil. O size değil sizin yansıtıklarınıza verilen bir değerdir. Ben Serhat Yabancı olarak dünyanın en pahalı düğünü de yapsam insanların benimle ilgili algısı değişmez. Benimle ilgili algısı değişen insanların da zaten sağlıklı bir algısı yoktur. Sırf ben iyi bir düğün yaptım diye o günden sonra bana saygı duyan insanların zaten saygı duyduğu şey benim kişiliğim değil.
Benim sahip olduğum ekonomik güçtür. Ve bizim toplumlarda bu Ortadoğu işte bizim Türk toplumda maalesef çok fazla var. Sürekli bir ispat vardır. Bak biz ne kadar güzel düğün yaptık. Bak biz ne kadar güzel araba aldık. Bak biz ne kadar zenginiz diye. İnsan kendisiyle barışık değilse herkes de savaş haliindedir. İnsan kendisiyle barışık değilse sürekli birilerini yenerek kendini iyi hisseder. Bu toplum bu yüksek marjinli düğünlerin ana amacı başkasını mağlup etmek amaçlıdır.
Bak tamamen yeni amaçlıdır. O şey motivasyonu da öyledir. Çocukluğumu ben yaşayamadım bari çocuklarım onu yaşamasınlar. Onlara akıtayım vereyim. O da mesela aşırı telafi dediğimiz bir savunma mekanizmasıdır. Ben yapamadım onlar fazlasıyla yaşasın. Sen yapamadın diye ezildin onlar da kontrolsüz büyüyor. Onlar da hiçbir şeyin kıymetini bilmiyor. Şunu artık bence ortadan kaldıralım. Sürekli bilimsel olarak adı konumlayan bir Z kuşağı diye bir tanım var. Z kuşağı şöyle Z kuşağı böyle. O kuşağı uzaydan gelmedi ki değil mi? Biz büyüttük onları. Biz doğurduk. Biz bu toplumu getirdik. Ve onların bir kısmı dün aşırı değercede değersiz olan çocukların çocukları. Çocukluklarını yaşayamayanlar. Çocukken değer göremeyenlerin çocukları. O çocuklar kendilerini büyüdük yerinde eksik kalan çocukluklarını az önce dediğim gibi fazlasını vererek gösterdi. Bir yerde fazlalık varsa orada başka bir şeyin eksikliğinin sonucu vardır. Mesela üstünlük duygusu aşağılık kompleksinel de var. Kendinizi ne kadar ezik hissederseniz dışarıya o kadar üstünmüşsüz gibi yansıtırsınız. Kendinizi ne kadar yetersiz hissederseniz dışarıya o kadar hiçbir şeye ihtiyacınız yokmuş gibi bir profil çizersiniz. Kendi çocukluğunuzu ne kadar eksik yaşadığınızı düşünmüşseniz ki bu normaldir aslında. Bugünkü şartlarla kıyaslanacak bir şey değil. O günkü şartlara göre düşünüceğiz. Yani benim çocukluğumda şu marka ayakkabı yoktu. Vardı da bana mı giydirmediler? Hiç kimse de yoktu. Hiç kimse de yoktu. Sen de yoktu. Veya biz altı kardeşiz mesela. Yani bizim bir işçi maaşıyla altı kardeş büyüdük değil mi? Ben onu bir dezavantaj olarak görmüyorum ki. O dönemdeki hemen hemen herkes… Hepimiz söyledik. Abinin eskilerini giymeyelim. Evet sırayla geçti bu. Ben sorardım abime bu ayakkabı sen ne zaman küçük gelmeye başlayacak diye. Her gün kontrol ettirirdim. Ayakkabısı çok hoşuma giderdi. O yeni bir şey aldığında ondan beri siz giyip… Çünkü küçük geldiğinde evet ben alacağım. Ya da teşvik ederdim annemi. Abimi al. Çünkü o boşa çıkacak yani.
Ama barıştırırsak iyileşiriz. Çocukluğumuz ve geçmişimizle barıştığımızda iyileşiyoruz. Barışmadığımızda bununla ilgili farklı ve alakasız şeyler ortaya çıkarıyoruz. İşte kendi çocuğuna kontrolsüz alışveriş yapmak gibi. Ben ne yaşarsam yaşayayım. O benim gerçekim. Eyvallah Serhat. Teşekkür ederiz. Ben teşekkür ederim. Bitti program yani. Harika. Abi senden hemen bir söz daha alalım. Bir daha gel. Tatilden sonra görüşelim inşallah. Tamam olur mu? Tamam. Serhat Yabancı’nın hem sosyal medya hesaplarını hemen şu an aşağıda görüyorsunuz.
Oradan takip alabilirsiniz. Ayrıca çok kıymetli 6 tane kitabı var. İlk kitabı unutmak mı affetmek mi? İkinci kitabı düşündüğün gibi değil. Üçüncü kitabı bütün aşklar tatlı başlar. Dördüncü kitabı neydi onun adı abi? İyi düşün. Boşanmadan ve evlenmeden evvel. İyi düşün. Bir önceki kitabı Bensez Biz Olmaz ve şimdiki kitabı şu an artık satılan raflarda bulabileceğiniz Zihin Tuzakları Kendine Yardım Kitabı isimli bu eseri edinebilirsiniz.
Serhat Yabancı çok teşekkür ediyorum. Allah evvel nazı olsun. Sağ ol cümlemize. İnşallah bu tatilden sonra seni bir daha arayalım. Eyvallah inşallah. Peki. Demek dostlar bu güzel sohbet için kendisine çok teşekkür ediyoruz. İnşallah haftaya geri dön.
Allah belanı versin. Allah belanı versin.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir