"Enter"a basıp içeriğe geçin

Nasibini Arayan Adam | Mesnevi’den Hikayeler 10. Bölüm

Nasibini Arayan Adam | Mesnevi’den Hikayeler 10. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=p3EcfL97DLc.

… Evet sevgili dostlar……sağlıkla muhabbetle……bizi tekrar bir araya getiren……Allah’a şükürler olsun.
İyi misiniz? Aman ha aman. İyi olalım inşallah. Her şey çok güzel olacak. Efendim……hayat bir merdivendir dostlarım. Bir basamağa yokluk……diğer basamağa bolluk. Yokluk o kadar kıymetli bir basamak ki……o olmadan merdiven olmaz. Yokluk bir intihandır. Bolluk ise boş kağıt. Şimdi yoklukla bolluğu……aynı beşikte sallayan Ramazan ayındayız. Hoş geldiniz. Ekran başında bizleri evlerinde misafir eden güzel insanlar. Tekrar hoş geldiniz. Evet……hayat bir merdiven dedik girişte malumunuz. Şimdi de bir ayağımız kirişte. Ayların kirişi Ramazandayız.
Ramazan ayı hem merhem hem de intihandır. Bir garip bilmecedir. Soru da içindedir, cevap da. Kalemi beis, mürekkebi nefis. İnsan midesiyle, nefsiyle mücadele edince……aklına en olmadık sorular bile gelip takılabiliyor. Bakın benim de aklıma bir soru takıldı şimdi.
Kör balıkçının oltası gibi aynen. Bolluk nedir? Yokluk nedir? Gelin bir ipucu alalım. Gönüller Sultanı Hazreti Mevlana’da. Der ki büyük alim, deniz gibi mal kazan fakat sen üzerinde gemi ol. Tam da günümüze yakışır bir nasihat değil mi bu?
Para, mal, mülk, şanlı şöhret bizi gideceğimiz yere götüren bir araç olmalı. Sığınacağımız bir liman değil. Hazreti Mevlana demişken pirin heybesinde nasiple ilgili ne hikaye var?
Ona bakalım. Efendim çokça duyduğumuz bir atasözü vardır. Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz demiş eskiler. Vay!
Ana deyince burnumun direği sızladı. Anam geldi aklıma. Allah rahmet eylesin. Bütün ölmüşlerimize Allah rahmet eylesin. Onlar huzur içinde yatsınlar inşallah. Biz sohbete devam edelim. Ne dersiniz? Peki. İşte Bağdat’ın masallardaki gibi güzel olduğu bir dönemdeyiz.
Terkibi Bending yazarı, büyük şair Bağdatlı Ruhi’nin memleketindeyiz.
Bağdat’ta yaşayan bir adam ham çarık kıl çorap gezelirken günün birinde büyük bir mirasa kondu. Hiçbir çaba harcamadan öyle çok mal mülk sahibi oldu ki sormayın gitsin. Ben diyeyim ki, bu yaşamda bir şey yoktu. Ama bu yaşamda bir şey yoktu. Bu yaşamda bir şey yoktu.
Öyle çok mal mülk sahibi oldu ki sormayın gitsin. Ben diyeyim bir kervan siz deyin on kervan. Servetini develer taşıyamıyor. Hanlar, hamamlar, kervansaraylar gelen ağam giden paşam. Evine bir halı aldı, bir ucu Bağdat’ta diğer ucu Basra’da.
Atın dorusu, boş gezenin altın borusu. Gereksiz ne varsa satın aldı. Adam kendi bileğinin hakkıyla kazanmayınca malı……paranın değerini de bilemedi. Har vurup harman savurdu. Su gibi para harcayıp keyfine baktı. Bitmeyen geceler, boş kalmayan sofralar, ardı sıra birbirini takip etti.
Gölge oyununda eğlenceyi, para saçmayı anlatan bir oyun oynanır. Her yazın bir kışı var tabii. Hazıra daha dayanmaz derler. Aynen de öyle oldu. Paralar suyunu çekince teker teker malları satmaya başladı. Hanlar, hamamlar, zümrütler, ipek kumaşlar, gümüşler birer birer elinden uçup gitti. Çok sevdiği altın kafesteki bülbülü kafesten aldı avuçlarının arasında. Onu öptü, salıverdi pencereden. Sonra o altın kafesi de sattı. Adam kısa zamanda paraları, malları tüketti. Parasız, pulsuz, zibidi gibi kala kaldı. Vicdanıyla baş başa kalınca açtı ellerini Allah’a. Allah’ım bana para verdin, mülk verdin, ben değerini bilemedim. Hepsini tükettim. Ya bana bir geçim yolu daha göster ya da bu canı al benden de kurtar beni diye yalvarmaya başladı. Malı mülkü varken etrafında pervane olan yakınları, komşuları……adam fakir kalınca onu tanımaz oldu. Bir tek bülbülü geldi kondu penceresine.
Bulduğu hurma yaprağını paylaştı. Bu kıymet bilmez adamla. Adam duruma o kadar üzüldü ki saçları bir gecede bembeyaz oldu. Bir gece yine dert yüküyle uykuya daldı.
Seni bildim bileli ey balçık dünya. Başıma nice belalar geldi. Nice mihnet nice dert. Seni sırf beladan ibaret gördüm. Seni sırf mihnetten dertten ibaret. Nereden tanıdım seni bilmem ki. Nereden parçası oldum bu yerin. Bana vermedin bir yudum tatlı su. Sofranı yaydın yayalı. Elimi ayağımı bağladın gitti. Elimin ayağımın farkına varalı. Bırak da bir ağaç gibi yerin altından çıkarıp ellerimi…
…sevgilinin havasıyla sarmaş dolaş olayım. Uzayıp gideyim bari. Adam o gece bir düş gördü. Düşünde ona Allah’ın onun dualarını kabul ettiği…
…Baddad’tan kalkıp Mısır’a gitmesi gerektiği, orada bir define bulacağı söylendi. Sabah gözlerini açtığında şükür etti. Saçları aktı ama gözleri yine kömür karası gibi parladı. Adam büyük bir sevinçle hemen yola koyuldu. Çölleri, vahaları, tepeleri, dereleri açtı. Ayakları yürümekten deve derisi gibi gerildi.
Mısır’daki define’in hayaliyle yürüdü, yürüdü, yürüdü. Çok uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Mısır’a vardı. Ama hiç parası kalmadığından aç ve susuz sokaklarda dolaşmaya başladı.
Yol bilmez, iz bilmez bir Badadlı. Kayboldu Mısır’ın sıcak gölgelerinde. Sıcak bir yandan, açlık bir yandan bastırıyordu. Dilenmekten başka çaresi yoktu. Ama öylesine utanıyordu ki gecenin olmasını bekledi. Gecenin karanlığına sığınıp dilenmeye karar verdi. O sırada Mısır’da hırsızlık vakaları almış başını gidiyor. Halife de bekçilere gece sokağa çıkanlara acımamaları gerektiğini söylemiş. Gece sokakta kimi görürseniz görün, kesinlikle cezalandırın. Acımayın diye ferman çıkarmış. Bu fermandan haberi olmayan adam gece dilenmek üzere sokağa çıktı. Bekçi onu hemen yakalayarak dövmeye başladı.
Adam zaten takatsiz, bir incir yaprağı gibi titriyor. Bekçi bir yandan dövüyor, bir yandan da geceleyin sokakta ne arıyorsun? Neden sokağa çıktın? Kılığın, kıyafetin buranın adamlarına benzemiyor. Kimsin, nesin? Gecenin karanlığında neden sokaklarda dolaşıyorsun diye sorguluyordu. Adam da yalvararak. Ben buranın yabancısıyım. Ta Badad’dan geldim. Kötü bir niyetim yok.
Aç, susuz kaldım. Kimselere görünmeden gece karanlığında dilenmeye çıktım dedi. Bekçi adamı dövmeyi bıraktı. Anlat bakalım. Ta Badad’tan neden geldin? Delimsin nesin? İnsan o kadar yolu parasız, pulsuz niye gelir ki dedi. Bunun üzerine anlattı. Bekçi gülmeye başladı. Sen bir düşe kapılıp buralara kadar gelmişsin anlaşılan. Akılsızın birisin. Ben yıllardan beri zaman zaman aynı düşü görürüm. Düşüm de bana, Badad’ta falan mahallede……filan evin bahçesinde bir define var, git onu al derler de ben dinlemem. Benim aklım başımda. Senin gibi aptalın teki değilim dedi. Adam bir anda yediği dayağın acısını unuttu.
Çünkü bekçinin Badad’taki adresini verdiği ev kendi eviydi. İçinden Allah’a şükretti. Hemen memleketine dönmek üzere yola koyuldu. Odun yanınca kül, insan yanınca kul olur derler. Gönüller Sultanı Mevlana aynen böyle söyler.
Başka bir sohbetinde de yokluk varlığın aynasıdır buyurur. [“Yokluk Varlığın Aynasıdır”] Adam nasibini aramak için gittiği Mısır’dan gerisin geri döndü Badad’a vardı.
Yollarda aç, susuz kaldı. Yorgunluktan perişan bir durumda nihayetinde evine vardı. Hemen bahçesindeki tarif edilen yeri kazarak defineyi buldu. Gözleri doldu, ellerini açtı. Dua etti şükür ile. Adam imtihanı geçti. Soru da yanındaydı, cevapta.
Yine Hazreti Mevlana sözü ile bağlayalım isterseniz. Yapraksız kaldın diye gövdeni kestirme. Zira bu işin baharı var. [“Yokluk Varlığın Aynasıdır”] Toplumların en küçük bir fiske de hemen umutsuzluğa kapıldığı uçağda……ne de güzel bir deniz feneridir Hazreti Mevlana.
Nasipse gelirmiş Çin’den, Yemen’den. Nasip değilse senin olsa bile kayar gider elinden. Elimizdekinin kıymetini bilelim dostlar. Elimizdeyken bilelim. Mal, mülk, deniz olsun biz gemi olalım. Gelin bu konuda işin ehlin ne diyor bir de ona kulak verelim.
Hiçbir hal dünyada devamlı değildir. Bugün yaşadığımız sıkıntılı günlerde fâni olan dünyanın fâni olan bir hâlidir. Mutlaka ama mutlaka geçecektir. Dolayısıyla zenginlik, fakirlik, sağlık, sağlıksızlık…
…karanlık, aydınlık, akşam, sabah bunlar hep değişir. Ancak Allah’a subhanehu ve teala kitabı keriminde nimetlerime……ve dolayısıyla bana şükrederseniz nimetimi artırırım. Nankörlük ederseniz azaltmakla kalmam azap eder.
Buyuruyor. Efendim bu çok önemli bir nokta. Hikayedeki Hazreti Mevlana’nın Müslüman-ı Şerif’inde buyuruyor. Hikayedeki tüccarın iniş çıkışları bize bir ibret vermeli ama……şükretmeyle ilgili bugün memleketimizde çok büyük bir eksiklik var. Nefsimize uyup hiç doymayan o nefsi doyurmaya çalıştıkça……nefsimiz daha azgınlaşıyor. Hazreti Mevlana bir başka yerde şöyle buyururlar. Nefis yanmakta olan bir ateşe benzer. Onun sönmesi için üstüne odun atılmaz. Aksi yapılır.
Yani nefis terbiyesi nefsin dediğini yapmamakla dahi yerine gelmiş olmaz. Nefis terbiyesi ancak nefsin isteklerinin tersini yapmak suretiyle yerine gelir. Bu nankörlük meselesinde kitaba bakmakta elbette fayda var.
Hazreti Pir bir beytle çok güzel bir şekilde söylüyorlar. Ve nankörlüğü edepsizliğe bağlıyorlar. Bir edep tenhane hudra dağışt bet belki ateşber heme afâkset. Edepsizin zararı sadece kendisine dokunmaz. Bütün afakı ateşe verir. Bu beyti niye söylüyor Hazreti Mevlana? Kur’an-ı Kerim’deki kudret helvası ve bıldırcın kebabı…
…nimetine nahil olan Musa kavminin aleyhisselam……içlerindeki birkaç nankörün bakla isteriz soğan isteriz kavak isteriz gibi nankörlükleri yüzünden…
…Allah-u Zülcelal o nimetin tamamını kesmiş ve onları madem böyle şeyler istiyorsunuz……benim nimetime şükretmiyorsunuz emeksiz bir maide gökten inen sofra sunuyorum. Nankörlük öyleyse bu nankörlüğünüzün karşılığı kendiniz ekip biçin yorulun.
Emek verin terleyin beliniz bükülsün öyle temin edin. Halbuki orada nankörlük yapanlar az şükredenler belki daha çok ama haram ve nankörlük öyle saridir ki……onun için zerresinden çekinmek lazımdır.
Hazreti Mevlana’nın buyurduğu nankörün verdiği zararın bütün afaka ufuklara yayılıyor olması……işte bu doğrunun hakikatin tespiti ifadesidir. Biz şu halimizde şükrümüzü artırmalıyız. Elhamdülillahi ala külliha bütün halde şartta şükrümüz olmalıdır. Çünkü nefes alıyoruz. Alıp vermekle ilgili bir şey daha arz edeyim. Aziz dostlar vermek insana yakışır.
Çünkü hayat öyle devam eder. Nefes almayı hep konuşuyoruz. Bir önce aldığımız nefesi vermezsek, vermezsek, vermezsek daha sonrasını alamayız. Almak vermekle mümkündür.
Şu mübarek günlerde Hazreti Mevlana’nın bu kısasından nice hisseler çıkar ama……nefesin bile alınması için bir evvelkinin verilmesi lazım geldiği gerçeği……aklımızdan hiç çıkmasın. Elhamdülillah.
Elhamdülillah. Elhamdülillah.
Evet sevgili dostlar. Ruh-a şifa Mesnevi’den bugünlük de bu kadar. Aman ha, sağlıkla muhabbetle.
Sakın unutma bahar çok yakınımızda.
Bu dizinin betimlemesi TRT tarafından Sesli Betimleme Derneğine yaptırılmıştır.
Erişim www.seslibetimlemedernegi.com

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir