"Enter"a basıp içeriğe geçin

Nasıl Marka Olunur? | Günaydın’ın Patronu Cüneyt Asan 50 Yıllık İş Hayatını Anlattı

Nasıl Marka Olunur? | Günaydın’ın Patronu Cüneyt Asan 50 Yıllık İş Hayatını Anlattı

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=Itlql6WRwSw.

Usta, herkes bana usta diyor. Usta olarak kalmak isterim. Yeryüzüne köklerini, gökyüzüne dallarını salan çınardır. Usta, babadan daha değerlidir. Ben ustayım abi çünkü gönderildim, inanıyorum.
Ben 3 yaşında geldim İstanbul’a. Annem 10 tane çocuk doğurmuş. 5 yaşında ölmüş 5’i kalmış. Diğer 5’i de yaşasın diye. Bunların hepsi ölüyorlar. Bunları götürelim ben İstanbul’a. Taşı toprağı altın ya. Binmişler Anadolu ekspresi’ne. Yatak, döşek, burbuşa sırtlarına. Doğru İstanbul. Gelmişler ama taşı toprağı altın değil tabi. Öyleyi zannediyorlar. Anadolu’na yardımlaşma var. O var, bu var. Çorbak kaynarı bir şeyler olur. Burada o da yok. Bir gece konuya yerleşmişler.
Civciv Mahallesi’nde. Civciv Mahallesi’nin bir mahalle var o zaman. O mahalle fena. Mahalle Türkiye’de ilk polisin giremediği mahalle. Çocuklar gece olunca kurt adam oluyor. Resmen bütün zengin semtlere dağılıyorlar. Araba teyplerini söküyorlar. Sabahleyin satıyorlar. Bizi nöbete koyuyorlardı. Daha büyükmişlik tabi. Mahallenin abileri. Nöbete koyuyorlar yani gözcülük yapıyorduk. Onlar araba teyplerini söküyorlardı. Sabahleyin satıyorlar da mahallelerine ne kadar ihtiyacı olan insan varsa onlara dağıtıyorlardı.
Robin Hood’un hikayesi var ya. Robin Hood’un ta kendisini bizim mahalleye yaşıyor. Niye mahallen adı Civciv Mahallesi sence? Her ailen en az on çocuğu var. Civciv olan çocuklar.
Ne yapar? Gidiyorum bir apartmana kapıcı oluyor abi. O günün şartlarında babamın yapabileceği bence en güzel şeymiş. Babam akıllı adammış demek ki diye düşünüyorum ben. Çünkü ailenin yarısını alıyor kapıcı dairesine götürüyor ya. Bedava ev hem iş hem bedava ev demek oluyor bu. Herkes aynısı okula geliyordu. Özel okullar onlar bunlar şunlar. Yok mesela hatırlıyorum yazıcı, holdingin kızları çocukları hepsi
sabahları arabaları Mercedes’leri getirip kapının önüne bırakıyorlardı. Ama aynı okuldu ve aynı sınıfta beraber okuyorduk o çocuklarla. O gün o dönemdeki okulların en güzel özelliklerinden biri. Herkes onun çocuğu, bunun çocuğu, şunun çocuğu yoktu. Ülkenin çocukları vardı ve bu ülkenin çocukları hepsi beraber okuyorlardı. Bütün sınıf içi çeydi yani. Sınıf derken insan sınıfından bahsediyorum yani. Ülkenin sınıfı her türlü sınıfı yani kapıcının çocuğu da,
fabrikadorun oğlu da kızı da aynı sırada okuyordu. Bu güzel bir şeydi. Sokakta büyüyen, mahallede büyüyen çocuklar biraz hızlı büyüyorlar. Bostancı dediğimiz yerde başka iş yeri yok. Sadece Kasaplar Çarşısı vardı. O kadar. Ama 15 tane kasap vardı yan yana. 15 tane kasap vardı.
Kasaplar Çarşısı’na gittim. Adamın birine beni gördü. Ben tavuk gibi duruyordum orada. Ne arıyorsun oğlum dedi. İş amca dedi. O da beni aldı dükkana koydu. Yani baktı, acıdı, koydu adam. Bir yönlük verdi. Verdi, verinlik başladı. O gün kasap oldum abi. Akşama kadar o kasap dükkanda çalıştım. Bahşiş verdiler. Abi bahşiş veriyorlardı. 5 kuruş, 10 kuruş falan bahşiş veriyorlardı. Para aşağı bir şey ya. Para elime birileri para para para para veriyorlardı yani. Ben herdeki her parayı böyle elime alıyordum.
Bir kenara gidiyordum bir köşeye. Ne vermişler diye bakıyordum. Bir gün sonra ilk defa okula cebimde parayla gittim. Coca Cola aldım. İki tane arkadaşıma ısmarladım. Dedim ulan para be. Okul ne dedim ya. Ne okulu? Bu işte bu. Ondan sonra hayatım böyle başladı. İş hayatım böyle başladı.
Ama ne mücadele. Ama ne kavga. Ama ne mücadele. Aman. Ben sonra ilk okulu bitirdim babam. Zorla beni orta okula gönderdi. Bir yıl. Hayır dedim ben çalışacağım. Hayır dedi. Gideceksin okuyacaksın ulan dedi. Oku. Zorla orta okula gönderdim. Çaktım okulda abi. Sırtık aldım. Götürdüm verdim baba şeye. Aldım dedim. Aldım dedim. Buyur. Bu yıldız. Bu yıldız. Bu yıldız.
Olmuyor. Olmaz. Olmaz. Ben çalışmam lazım. Para kazamam lazım. Ya ben ette buluşunca başka bir gezegene geçmiştim. Oysa 17 yaşına geldiğimde neye inandım biliyor musun? Bu işi gönderdiğime inandım. Çünkü et, bıçak bir şey başka bir şeydi ya. Emin ol. Yemin ediyorum ben bu işi gönderdim.
Ben bu işi gönderelim dedim. Ben bir şeyleri fark etmeye başladım. Hiçbir insan cömert değil. Ama bu canlı var ya. Felaketli. Etini, sütünü, derisini. Her şeyini, ciğerini, böbleğini, dalağını. Ulan acayip. Ve bu canını veriyordu bize. Ve bunları da veriyordu bize. Kestim ona göre, biçtim ona göre, doğradım ona göre.
Biz salat yaptım onu. Ona değer verdim. Ona saygı gösterdim. Gerçekten saygı duyulması gereken bir canlı bu. Ve bu canlının etini kestiğinizde ona göre kesmelisin, ona göre biçmelisin, ona göre doğramalısın. Ve de ona göre pişirmelisin. Bütün bunların hepsini geliştirdim baba. Sonra bu bana çok büyük değer kattı. Çünkü o zaman ben farklı bir şeyler yapmaya başlamıştım. İnanmaya başladım abi. Bu düşünce, bu felsefe yaptıkça bana dönüyordu. Yaptıkça bana dönüyordu. Geliyordu çünkü. Bir şeyler getiriyordu aynı zamanda.
Baktı, acıdı, tuttu elimden, içi rahatladı, bir yönlük verdi. Benim hayatım değişti. Sonra patronum dedi ki ben artık bu işi bırakmak istiyorum dedi. Sen bana söz vermiştin. Askele gidecektim, gelecektim, beni ortak edecektin dedim. Bütün hayallerimiz kırıldı. Gitti. Şok oldum. Çukura düştüm. Çukura düştüm resmen. Çukura düştüm ya. Öyle bir çukura düştüm ki ya o anda çıkamıyorum buradan yani.
Ya kudurdum isyan ettim ya. Tüm sorunlar, tüm problemler, tüm zorluklar insanın daha güçlü olması için sadece bir sebep abi. Tam 7 kişi. O dükkana 7 kişi ortak olarak patronumdan devraldık abi. 16 bin lira. Benim parayı gözüm görmüyor ama ya.
Benim o işi yapmak tam başka bir derdim, keyfim yok yani. O işi yapacağım. O iş bu. Öyle odaklamış. Aşkla yaptım ben bu işi. Bak gerçekten aşkla yaptım. Ben bu işle seviştim yani. Sevişerek yaptım yani. Öyle iş değil. Benim için iş değildi bu. Hala iş değil bu. 40 yıldır ortağız. Sonra o 7 ortaktan sadece 3 kişi kaldık.
Ben 10 yıl dükkanda yattım. Bak o iç okulu bitirdi mi ya. Ondan sonra eve gitmedim. Dükkanda yattım kalktım. Herkesten önce dükkanı açtım. 15 tane kasap vardı. Bizdeki gelişme durmuyordu. Bu bize yetmiyordu yani. Yetmiyordu. Bu kasaplığı farklı bir yere götürmemiz lazımdı. Bütün İstanbul bizi fark etsin. Çünkü biz yaptığımızın farkındaydık. Ama yeterince farkı değil mi? Patronumuzdan aldığımız dükkanı yıktık.
Dünyadaki ilk Amerikan barlı kütüphaneli kasabı yaptık. Necmi abi var. Necmi Tanyolac. Spor yazarı bilir misiniz? Necmi abi çok güzel bir adam. Bıyıklar falan. Adada oturuyordu. Gazetede 8-15 vapuru köşesini yazıyordu. Mutlaka bize et alır gider adaya gider gelirdi ama.
Abi vapurdan indi. Dükkana geldi. İçeri girdi. Dükkan artık bitmişti. Baktı bir Amerikan barlı kütüphaneli kasap. Dedi ulan bu ne? Nasıl yani dedi? Bu ne lan dedi? Bu ne? Bu ne? Bu ne? Ne dedi? Ne? Abi bir gün sonra gazeteye kapağı çaktı. Necmi Tanyolac abi. Allah rahmet eylesin. Vefa borcumuz var ona. Bizim fark edilmemizi sağladı abi.
Amacımıza ulaşmıştık ve fark edilmiştik. Bakış açımız, felsefemiz, yaptığımız iş, işe saygımız, canlılara saygımız. Her şey bir yere gelmişti. Ve emeğimiz hak olarak bize geri gelmişti abi. Emek kutsaldır, hak olarak geri gelir. Bütün Türkiye’ye et satmaya başladık. Bütün ne kadar restoran var, o var, bu var, kebapçılar var. Fabrikalar var, hastaneler var. Hepsini et satıyoruz abi. Öyle bir şey, öyle bir hale geldik abi.
Sonra o dönem, Özal Dönemi ve de İstanbul akın akın insan geliyor. Anadolu’dan İstanbul’a gelip kebapçı dükkanları açılmaya başladı sürekli. Durmadan her taraf kebapçı olmaya başladı. Mantar gibi kebapçı kebapçı kebapçı kebapçı. Sadece kebapçı dükkanları açılıyordu. Bu kebapçılar nereye geliyorlardı? Bizlere geliyorlardı tabii et almaya. Bunlar da bizim videoluğumuz çok genişliği için ben de gidip geliyordum onların dükkanlarına falan filan. Sonra biz özellikle Gaziantepli arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, Urfalı, Antepli ama özellikle Antepli.
Onlara yaptıkları şeyleri bana göre Gaziantep’te yaptıklarıyla burada yaptıklarını bile bir yaptıklarında bir sorun yaşanıyordu. Mesela kuyrukyağını basıyorlar doğru nişan ama İstanbul için bu sıkıntı yaratıyordu. Sanki onun böyle ruhu bendim. Evet ben manyağım zaten. Doğru yani.
Farklıydı yani başka bir şeydi başka bir şey. Bak ben bile izah edemiyorum ne olduğunu. Sizin anlayacağınızı zannetmiyorum çünkü ben anlatamam ki siz anlayasınız yani böyle bir durum. Ben ortak dükkanı çaldım bak görelim nasıl olacak. Yok dediler ya sen kasapsın dediler etini kes. Tamam dedim eyvallah. Sonra ortaklarımla Nimet Bey ile konuştuk. Nimet Bey dedi ki yapıyoruz. 122 kişilik bir tane kebapçı açtık. Nerede? Küçük yalı Şamlık diye bir yer var abi. Yol yok, oy yok, bu yok. Bir yapalım bir görelim bir deneyelim dedik yani.
Böyle şehrin orasında burasında doğruluş bir yerinde değil yani. Şu an baktık bir şekilde bir hareket olmuyor. Abi yaptığımız şeyden eminiz. Eminiz abi onun ruhuyum ben biliyorum bu. Yani bir gelseler etseler bir adres olsak o çatlayacak ben biliyorum bunu. Bir gün abi aykut ışıkları yemeğe getirdiler.
O zaman bir tek start tv var. Moderatör diye bir program yapıyor. Pazar günü. O gün aykut abiyi birisi yemek yemeğe getirdi oraya. Yemek yedim. Ben de onda kasap, kasap elbisem üzerimde kanlı manlı böyle bir kasap ceketim var oradayım. Yemeği yiyince aykut abi demiş ki kim lan sizin patron. Onlar demiş ki şu beyefendi. Gittim buyur abi dedim. Tanıyor musun beni dedi. Yok dedim. Nasıl tanımasından beni dedin sen? Benim adım aykut dedi.
Soyadım ışıklar dedi. Ben dedi işte buyum dedi bakarsın görürsün dedi. Tamam abi. Oğlum dedi siz ne yemek yapıyorsunuz lan dedi. Siz nasıl kebap yapıyorsunuz lan dedi. Bir isimsiz kahramanlar diye sizi isimsiz kahramanlarla tanıştıracağım dedi. Emekçi çocuklarla tanıştıracağım dedi. Girdi. Göst yaptıklarımızı sundu. Abi o gece bak sana yemin ediyorum. O gece o gece dükkan 120 kişilikti. Kaç bin kişi geldi biliyor musun?
Anlatamam abi. Fazla da anlatamam. Doğruydu. Doğru yoldaydık. Kıkıl yoldaydık. Yoldaydı. Başladı abi. Altı, beş yüz şişek açtık. Bir tane daha açtık. Bir tane daha açtık. Bir tane daha açtık. Ve bir model oluşturduk.
İkiye’de var olan restoranların hepsinde hangi konsept olursa olsun mutlaka bizim markadan günaydından çıkmış birkaç tane insan vardır. Ama bir ton vasıfsı evliyede böyle bir katma değer yarattık. Bu çok önemli bir şey. Bir ton Anadolu çocuğunu eğittik, öğrettik, usta yaptık, şef yaptık, patron yaptık. Ama İstinyepark’la biz AVM’de tanıştık.
Diğer AVM’ler bizi çok fazla ilgilendirmediler. Olayında çok fazla farkında değildik zaten. Bir AVM’de başka bir dünya vardı. Ve yeni bir konsept, yeni konseptler yapmamız gerekiyordu. Ve biz İstinyepark’ta köfte döner halkın her sınıfına hitap edecek. Bu markayı çok seviyorlardı. Ama her sınıfından istifade edemiyordu. Biz de istifade edemiyorduk ticari olarak düşünürsek.
Köfte döner konseptini yaptık. Yani ben üç kuşak İstanbul’la beraber oldum. Üç kuşak! Bizi kısa pantolonla alimlenmiyorlar insanlar yani. Türkiye’nin ilk bu anlamda büyük İstinyepark’ta steakhouse’unu açtık abi. Tabii ki diğer açtığımız dükkanlar gibi artık hiç beklemeye gerek yoktu. O da gerçekten çok iyi gitti. Ve İstinyepark’ta açtığımız bu konsept, steakhouse konsepti artık bütün dünya geliyordu oraya. Bütün İstanbul geliyordu oraya. Onun için İstinyepark’ta bize çok önemli değer kattı. Nusret 14 yıl çalıştı bizimle beraber. Abisi Uğur 22 sene çalıştı. Öteki kardeşi Erman 9 sene çalıştı.
Özgür 9 sene, 8 sene çalıştı. Babası sanırım 7-8 sene çalıştı. Yani bütün aile bizimle beraber çalıştı. Şunu takdir etmek lazım. Abisi 22 yıl çalışmış. Nusret 14 yıl çalışmış. Yani 14 yıl sabretmiş dükkanda durmuşlar. Benim teziyatta çalıştığım dönemde benimle beraber çalışmışlar. Onlara en büyük şansı bu. Ben şansa inanmam, tesadüfe inanmam. Bizim gibi sokaktan gelen çocuklar.
Bunların anladıkları bir dil var. Bu dili, anladıkları dili konuşacaksın. Yoksa öyle değil. Hayır öyle değil abi. Dünyanın gerçeği var yani. Bir gerçek var. İnsanlar bir İngilizce konuşurken, bir Fransızca konuşursa anlaşabilirler mi? Hayır abi. Aynı rica dili konuşuyorduk sadece biz onlarla. Onlar anne oldum, baba oldum, patron oldum. Her şey oldu. Her şey. Her şey. Babaları kadar babayım yani onlar için.
Abisi Uğur gerçekten çok değerli, çok kaliteli, çok ahlaklı bir çocuktur.
Kendi adıma katma değer yaratmış olmak, ülkemin çocuğunu yetiştirmiş olmak, binlercesini yetiştirmiş olmak. Sadece Nusreti insanlar, hanımefendi, kişinin için Nusreti biliyorlar ama binlerce çocuğu bu şekilde yetiştirmiş. Bunların çoğu patron ve de çok ya da çok önemli yerlerdeler ve dünyanın her yerindeler. Bunlar beni gururlandırıyor yani. Her yerden, neredeyse dünyanın her yerinden teklifler geliyordu. İşte şubeler açalım, yatırımcı olalım. Biz bunların içinden sadece Dubai, Azerbaycan’ı değerlendirdik.
Erbil’de, Bahri’nde, Fas’ta, Özbekistan’da, Tiflis’te dükkanların şu anda inşaatları devam ediyor. Dubai’deki dükkanlar çok ciddi cüralar yapıyoruz. 700 biri gördük. Evet 365 gün 18 saat çalıştık. Asla bayram, seyran olmadı. Gerçekten hayatımızda çok ciddi cüralar yapıyoruz. Ama başarılı olmak için bizim buna ihtiyacımız da vardı tabi. Hedeflerimize ulaşmak için. Bir daha olsa yine aynı bedel öderim. Bedel ödemeden hiçbir şey olmadı.
İnanmak, sevmek ve çalışmak işin sırrı budur.
Altyazı M.K.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir