"Enter"a basıp içeriğe geçin

Neden suyu parayla satmıyor? (Karaköy Güllüoğlu)

Neden suyu parayla satmıyor? (Karaköy Güllüoğlu)

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=NbkXPTG1HPI.

Su bedek ettirdiği para almayız. Babam dedi ki oğlum ya adam gibi oku yoksa çıraklık yapacaksın dedi. Orada Yunanlı ustaları ders veriyordu. Pazarlanma olmadan kar olmalı. Tecrübe para kazandırır ama tecrübe payı ile satın alınmaz. Ben 1954 İstanbul doğumluyum. Babamın hastalığı dolayısıyla ilkokulu Gaziantep, ortaokul Belize’yi bitirdim Gaziantep’te.
Tekrar işimin başına Karagöy’deki dükkanımıza geldik. Üç çocuğum var, yedi torunum var. Şu anda 6. kuşak çocuklarım işin başındalar. Satın alma, pazarlama, üretim gibi. Kardeşim Ömer ile beraber bir aile şirketi olarak Karagöy Gülloğlu işimizi devam ettirmekteyiz. Mesleğimi çıraklığını yapmadığın için usta sorulmaz prensibiyle babam rağmen de ilkokulda ellerin parmaklarından küçük. Bana böyle küçükken fısık ayıklatırdı. Sonra yağın tenikesini silerdik Gaziantep’te.
Sonra o yağın tıstığın kokusuyla büyüdük. Sonra liseden sonra İstanbul’a geldim. Tıp fakültesini kazandım. Fakat o sene sorularda bir çanım oldu. İptal olunca yeniden imtihana girdim. Sıra kazanamadım. Başka mühendisliklerini kazandım. Babam dedi ki oğlum ya adam gibi oku yoksa çıraklık yapacaksın dedi. Çünkü bizim meslekette çıraklık 17-18 yaşında oluyor. Daha sonra olmuyor. Ben işimde kaldım. 40’dan sonra hem işletmeyi bitirdim hem turizmi bitirdim ama daha sonra bitirdim. Ama önce bir çıraklık yaptım.
Şimdi bir mesleğin en önemli kişi bulaşıkçılıktır. Neden? İyi kalmamış tepsiden, iyi kalmamış tabaktan iyi biri olmaz. Ben bulaşıkçılığa yaptığım için. Dedim ki şu anda eğitimlerimde sen Karaköy Gülloğlu’nun ürünün güzel çıkmasına sebep olan bir kişisin derim. Önemsenler için önemseyeceksiniz. Daha sonra karşılıklı yaptım. Üretimin erke demesinde çalıştım. Çatış şerinin erke demesinde çalıştım. Şu anda yaşım 60’ı aldı.
Hala yine eski şikayet değilse de üretimde birkaç saat satışta birkaç saat durmaya çalışıyorum. Böylelikle ecdadımın bana bıraktığı dedelerimden gelen, atalarımdan gelen babamın bıraktığı bu mesleği Karaköy’de devam ettiğime çalışıyorum. Mesela çıraklıkta şunu yapıyordum. Gece saat üçtü yanıp işe gelirken bu perşeme pazarı kayıtla geçerdik. O zaman vapurlar açılıyordu köprü. Geçiyordum içkiçen şarkıcılarla geçiyordum. Korkuyordum. Perşeme pazarı yedim köpek kovalıyordu. İmanat’a geliyordum ustalar. O zaman çıraklığım ya, böyle eski ustalar çok disiplinliydi. Patron çocuğu olsam patron çocuğunu bile oğlum. Önce işin adam gibi yaptı ya böyle sert konuşurlardı. Biz de tabii ustalarımıza saygılıydık. Zorluk dönem geçirdik. Ama daha sonra tabii işveren olduğum için biraz daha çabuk yükseldik. Kasadarlık yaptık. Şimdi o zamanlar 12 saat, 13 saat. Saat bir şey yoktu. Yani 14 saat toluyordu, 13 saat toluyordu. Zahmetsiz rahmet olmuyor. Ama şimdi tabii işveren olduğum için saat belirlemesi kendimin işine göre belirliyorum. Ama gene 10 saattan aşağı olmuyor. Kendime göre biz 11 S, 1 G kuralı yaptım. Mesela diyorum ki biz ne yapıyoruz? Mesleğimize saygı duyuyoruz. Saygı duymadığın işi yapma diyorum ben. Biraz üniversitelerle konuşmacı olarak çağırdıklar zaman söylediklerim bu. Yani mesleğinize saygı duymuyorsanız yapmayın. Bizim için zor. Baklavacılık, emek ister, güç ister, dikkat ister, itina ister, ilgilenirse sevgi ister. Zor bir sanat. Annelerin yemeği ne güzel sevgiyle yaptığı için. Biz ustalarımıza bu sevgiyi hamura katsınlar diye bir aile gibi çalışıyoruz. Yani saygı sevgi. Sorumluluk diyorum. Ben yemeği mi çocukların, torunların ne yiyorsa müşteri onu veriyorum. Tüm meslekler için geçerler bu. Kendi içine silmeyeli müşteriye vermeyeceksin. Sadakat. Kimsenin yaptığı işte gözünüz olmayacak. Bu zamanda şimdi herkes bilmediği şey anlatıyor. E ne yapıyor? Bir kaç işe girince de kontrol elden çıkıyor. Kontrol edilecek kadar iş yapıyorum. Bir işi sürekli güzel yaparsanız marka oluyorsunuz. Şimdi hemen herkes kısa dönemde başka işleri almıyor. E bizim dükkanı bana küçükken dedem getirirdi. Şimdi ben torunumu getiriyorum diye müşteri. Ben de öyle annem babası beni getirirdi dedem. Oğlum bir ilüsten babanın dükkanına geçersin dedi. Şimdi ben torunlarımı getiriyorum. Yani buna işletmede ne iş yaparsanız yapın. Taşı denilen suyun gücü değil damların sürekli dediler. Savaşacaksınız. Zahmetsiz rahmet olmaz. İşi edebiyle, adabıyla yapacaksınız. Sahipleneceksiniz. Bir de bu arada bir sistem var. Radasyaların bir de sistem. Bu çok önemli. Eğer bir iş yerinde disiplin ve kalite yoksa başarılmaz. Demek ki sevgi, saygı, sorumluluk, sadakat, samimiyet, sözünleli olmak, sistem, sabah edip sabredip savaşmak, sahiplenmek bir de 27’e sermaye olmaz. Yani bu işletmede ne iş yaparsanız yapın. Bir işin ya aşığı olacaksınız ya muhtaç olacaksınız. Eliniz açtı, kalbiniz açtı olacak. Yokuşu çıkarken terlemeyen, inerken gözyaşı döker. İşin önünde eğilmeyen yarın başkasının önünde eğilir. Yani bu her meslek için geçerli.
Dedemin dedesimiz Antep’deyiz Mekke’ye giderken kervanlarla Şam’da görmüşler. Kebap, lahmacun, çiçeği, köfteki, baklava hepsini görüp Gaziantep’e getirmişler. Dört dedemin dedesi kardeşler çok güzel yapmışlar. Zaten ailelerde bir işi çok güzel yapılırsa çocuklar da devam ederse bu meslek devam ediyor. Marka el senatlarında olur. Büyük para bırakmaz. Geçindirir. Bol bol geçindirir. Ama çok büyük paralar olmaz. Kebapçı, kunduracı, baklavacı gibi el senatlarında ancak bol geçinir. Ama hiçbir zaman için büyük köşe dönmeler olmaz.
Bu gayrimenkullere gidip yiyemedik. Ne varsa sattım. Daha evvel kazandıklarımı da. Daha önce babam, ağabeyim ve küçük kardeşim, aile kalabuğu ayrıldılar bizden. Onlar da kendilerine göre isimleri aştılar. Biz Karaköy’de tek kaldım babamla. Ben de bu kalan gayrimenkullerimi, dedemden gelenleri hepsini sattık. Bu Karaköy’de dünyanın ilk üretim testini kurdum. Eninde değil dikine büyümek çok önemli işletmede. Eninde büyümek, franzazik vermek, şüphe açmak. Doğru. Ama bizim meslek el senatı olduğu için çok dağılmaya gelmiyor. Bizim meslekte kazan, büyüdü mü lezzet küçülüyor. Ama bir bu demek değil ki az yapmıyoruz. Benim 150’den fazla çalışan elemanım var. Ve çok dünya cunustolarım var. Ne yapıyoruz? Ürettiğimiz ürünü pazarlama sistemine özel bir taktik yapıyoruz. Kargo kurye sistem var şimdi. İnternetten para yatıyoruz. Meksika’dan Japonya kadar. Erzurum’dan, Beikos, Sinibili, İzmit, Taksim.
Her yere, Türkiye’nin her şehrine, İstanbul’un her semtine, dünyanın birçok ülkesine ürünlerimiz gidiyor. Ama nasıl? Kaliteli malzeme olduğu için gidiyor. Bir de Karaköy semti biliyorsunuz birçok beş yılda otelin civarında bu lüks oteller ürünlerini bizden alıyorlar. Hem bu. Boğazdan geçen gelmemesi. Okyanus’tan rota bildirir. Biz bu saat İstanbul Boğaz’dan geçeceğiz. Gün saat Irak gadiyle kuma işlete ürün alırız bizden. Gemi kapıları gülü gülü der. Önce bizim ürünü soruyor. Hangi ülkenin nesli meşhurusu onu isterler. Biz Türkiye’nin her şehrinden çıraklar alıyoruz. Ve bunları eğitiyoruz. Yani bizim mesleğin okulu yok. Yani hazır kişi gelmiyor. Üç türlü bakış var. Alnına bakış, çeliye, göze bakış. Biz ne kendimizi küçücük ürünle karşı gözlere bakarak biz buna 7-8 yıl sonra usta diyeceksek, ona emek veriyoruz. Ve bunları önemsenin ne için önemsiyoruz. Onların beslenmeyle çok dikkat ediyoruz. Aile şantanına dikkat ediyoruz. Onları nasıl futbolcularda, belediye futbolcular varsa,
bizde de hepsinin kariyerine, iş yaptığı işe göre onlara sahip çıkıyoruz ki ancak ayak takarabiliyoruz. Sonra Yunanistan’a çok gidiyorduk. Biliyorsun baklava bizimdir diyen Yunanistan’a, ürün güzel yapanındır prensibiyle. Biz Yunanistan’a çok ürün yolladık. Yollarken de ustalamaya gidiyorduk. Orada Yunanlı ustalara ders veriyorduk. Bizim baklavamızı bize 3 kat fiyatına sattı. Sonra anladı ki bu gelen gemi personelinin aldığı baklavalar o elden ele satıla satıla gidiyormuş. Bu da beni bir yandan sevindirdi. Bir markanın sevilmesi.
Birincisi ahirik selamı laka veririm. Üretime girdiğim zaman ahirik selamı veririm. Neden? Ustasına saygılı olmayana, vatanını baycanı sevmeyene meslek öğretilmez. Ben bunu küçükken dedem rahmet eden dinledim. Benim babam bir gün yemek yedik baklava evde yoktu, hanım tat baklava yok dedi. O zaman leçer getirdi. Yani biz tatlı baklava yok sevdi. Yani ne olursa olsun yemek zorunda. O yemeğin üzerinde o bizim kanımız işlemiş. Ama neden? Bir de meslek aşkı. Yani o yeri satırırken mutlaka o dilimin tadına bakıyorum. Hatta bir de şu oluyor. Ustalar diyor ki patron şu sahipsiz satalım mı satmayalım mı? Çünkü biliyorsunuz iki dakika ilerken çıkarsan hamur geç çıkarsan yanıyor. Funkbol maçına benzer bizim işimiz. Ekip çalışması. Bir, müdafaa, orta sahip, forvet var ya. Bizde de bir oklava açım ustaları var uzmanlaşmış borunumda. Bir, döşeme ustaları, dilim ustaları, fırın ustası ve şerbet ustası. Bunu koordene sağladık. Disiplin ve kalite yoksa başarı olmaz. Onun için arkadaşlar da söylüyorum. Bütün iş dünyasında da söylüyorum. Korkulacak kuvvetiniz, dağıtacak nimetiniz yoksa kimseden sadakat beklemeyin arkadaşlar diyor. İyi baklava beş duyup edecek. Bir, önce göz altın sarız olacak. İki, hış diyecek. Koklayacaksın, alttaki lezzet demana gelecek. Beş sefer içeriğim nefes alacaksın, tadı da mandak alacak. Bir de mide iki saat sonra size söyleyecek. Ama önce midem su içineceksiniz ki ağa çalkanacak.
Biz eksoz gazının girmediği, ayak basmamış otlardan beslenen, koyun ve keçi sütten yapılmış erimiş yayla tereyağı kullanıyoruz. İş hayatında ne iş yaparsanız yapın. Herkesten farklı iş yaparsanız marka olma şeyiniz daha yükseliyor. Biliyorsunuz markaları dört çeşit. Süleyman markası, aile markası, adres markası, şahıs markası. Benim RG bölümüm. Mühendislerim, doktor, laboratuvarlar. Bu şeker hastası, çölyak, vegan gibi fonksiyonel ürünler çıkartıyoruz. Kış baklavası, yaz baklavası bunlar.
Lüks otelde de veriyoruz. Özel isteklere de göre veriyoruz. Artı bir de gençlere hitap edecek, ezel kuşlara hitap edecek soğuk baklava, burger baklava gibi, proteini kalbine ötleden yüksek ürünler çıkarıyoruz. Üretirken yenediğimizi yedirmemek. Yönetirken başında durmak, pazarlarken de kaliteli yapıp hesaplı satmak, sürümden kazanmak. Mesela su bedekettirdiği para almayız. Günde üç beş bin markta meyhendisim arıtmadan geçirir, soğutur, öyle verir. Sıradan su değil. Gaz içecek ciddi paraları teklif ediyorlar.
Satın, doğal olmuyor bir şey satmam diye kabul etmiyorum. 100 kilo 200 kilo alanlar. Bir de düğün, nişan, sünnet ve bazı aşiret düğünleri oluyor. 2000 kişi çağırıyor adam. Tabii üçer dilimden altı bin dilim ver diyor. Gerekselik ve bilimseliği birleştirerek, sende içimizde mutfağımızı genişletmek, üretimi. Daha çok yaparken, dar yerleri daha geniş yerde yapmak. Bakın işletmenin birinci kuralı kardır. Karsız işletme olmaz. Karın birinci kuralı nedir? Pazarlamadır. Pazarlama olmadan kar olmaz. Pazarlaman da birinci kuralı, tanıtılındır.
Tanıtmadan şeyi pazarlayamazsın. Tanıtmanın da birinci kuralı, iyi üretimdir. Üretmeden şeyi tanıtamazsın. Üretim üç ayrı. Bir, başında duran patron, ehl-i ustular, ham madden iyi olacak. Şimdi siz, üretimi başta iyi yapamayıp da düzgün yapamazsanız, pazarlama da olsa bir şey yaramaz. Önce üretimi, yani üreteceğin miktarı, kaliteyi bozmadan artırdıktan sonra, pazarlama yoluna gireceksiniz. Yoksa müşterine hapire sipariş almışsın, buradan üretemiyorsun. Bu da olmaz. Onun için, kontrollü gitmek lazım. İşi edebiyle, adabıyla yapmak lazım.
Bir de herkese, bütün iş dünyasına şunu söylüyorum. Çabuk yükselenlere inlenmemek lazım. Çabuk yükselenler, toz, duman, tüy ve samandır. Birincisi, az aganat etmeyen çoğu bulamaz. Bereket azdadır. Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmasınlar. Tercibe, para kazandırır. Ama tercibe payla satın alınmaz.
Su bereket ettirdiği para alınmayız. Babam dedi ki, oğlum, ya adam gibi oku, yoksa çıraklık yapacaksın dedi. Orada, Yunanlı ustaları ders veriyorduk. Pazarlama olmadan kar olunmaz. Tercibe, para kazandırır.
Ama tercibe payla satın alınmaz.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir