"Enter"a basıp içeriğe geçin

Ok Hedefe Ulaşır mı? – Olmaz Öyle Saçma Felsefe B01

Ok Hedefe Ulaşır mı? – Olmaz Öyle Saçma Felsefe B01
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=8JOnVjL4IVQ.

Merhaba Ömer. Selam. Nasılsın? İyiyim ya. Felsefe programı olduğu için yatak odası sesine geçtim. Felsefeye tamamen hakim olmak mümkün mü? Ben felsefe biliyorum demesi için bir insanın kaç yıl harcaması gerekiyor? Bence bu sorunun cevabı yok. Eğer 4 sene 5 sene gidersen yarım pişmiş oluyor. Doktor atezi yazınca o bir 3-5 senelik bazen 10 senelik bir çalışma orada bir tezgah kurabiliyor insan.
Bu felsefeyi bilmek demek değil, felsefeyi anlamak demek değil ama felsefenin içerisine girmiş olmak demek. Lisansta 4 senelik, 5 senelik, 6 senelik maceralarının sonunda bizim öğrenciler daha ziyade dili öğrenmiş oluyorlar. Birazcık felsefet tarihini, özel isimleri, argümanları öğrenmiş oluyorlar ama onunla özellikle hayatı birleştirebilmek muazzam zor bir iş. Yani bilimden, sanattan mesela farkı bu bence. Bence pişmesi zor oluyor. Nitekim filozoflar da geç yaşta büyük eserlerini yazarlar kabaca.
Ve sonradan fark ediliyorlar. Nite esas ününe sonradan kavuşmuyor mu yani? Doğru ama yaşarken de biliniyor ya çok da tartışmalı bir figür esasında. Peki yine sondan gireyim mesela Zizek bugün çok önemli filozof diye çıkıyor ama aslında değil galiba. Ben hiç tanımıyorum, hiç okumadım. Senin alanın ne? Antik felsefe tarihi, Sokrates Platon Aristo Üçgüsünü yani spa gibi düşün. Bunların etrafında bir şey ördüm. Felsefe nedir? Sen felsefeye ben varsayım sorgulamaca diye tanımlıyor.
Örtük olan önermeler ve bizim davranışlarımızın bile arka planında bulunan şeylere varsayımlar diyorum. Onları sorgulamaya başladığın zaman onlar da bazı şeylere dayanıyor olabilirler. O yönde gittikçe felsefeye doğru yaklaşıyoruz. Mesela bir örnek verebilir misin? Matematikte mesela bir metrelik bir çizgide de 5 santimlik bir çizgide de sonsuz sayıda nokta vardır. Şimdi bunu kurcalamaya başladığımız anda. Zenon paradoksuna bizi götüreceksin. Felsefeye doğru gider sonuçta. Mesela Zenon paradoksu sonuçta lafı güzaf değil midir?
Ben bu konuda paper yazdım değil. Sonuçta ok oraya varıyor ya çünkü ölüyorsun. Ya yok hayır hayır. Bence orada da çarpıcı olan şey insan aklı ilk defa duyularının ve hafızasının kendisine bas bas bağırdığı bir fikrin tam aksini söylüyor ve bütün onları veto edebiliyor. Bu şu demek hafızamız ve hayal gücümüz ve duyularımızın dışında bir gücümüz var demek. Akıl. Akıl kendiyle karşı karşıya kalıyor ve bu acayip heyecan verici bir şey.
Zenon bir sofist değil kimse galiba bunu demiyor. Sofistler de zaten. Çocuksu kelime oyunlarından ziyade başka bir şey yapıyorlar falan. Sofistlerden olmaması niye önemli? Sofistlerle bu lafı güzaf daha çok bağdaştırılır. Kelime oyunu. Kelime oyunu. Bunlar yalnızca laf ebesi. Oysa Zenona hiç kimse laf ebesi demiyor. Herkes şey diyor. Bu garip adamlar bunlar diyor. Bunlar işte bir hocası var onun parmenides. O da kabaca aynı şeyi söylüyor. Yani aklımız bize öyle bir dünya önerebiliyor ki aklımızın dışındaki yiğitlerimiz bu ne diyor ama o aklın önerdiği dünya keyfi bir dünya değil. Ben sana kanıtlıyorum. Bence kanıt dolayısıyla geçerli bir kanıt. Ama aslında akıl oyunu yapmıyor mu orada? Yarısını gidemezsin yarısını gidemezsin yarısını gidemezsin. Oyun nerede? Geçersiz bir kanıt olduğunu düşünüyorsan ya öncülerden birisi yanlış ya da geçerli bir çıkarım değil. Hangisinin bir tanesine karar vermen lazım. Sence oradaki oyun nerede? Benim felsefeyle temel sorunum bu. Sonuçta orada ben duruyorsam ölüyorum yani. Ha oku sana mı geliyor? Sen öyle mi düşünüyorsun?
Sen atıyormuş gibi düşüneceksin. Aslında şu değil mi? Doğru düşünme yollarının araştırılması değil mi felsefe? O zaman çok normatif olacak esasında. Bu durumda doğru bir düşünme yönteminin olmadığını iddia edenler felsefe dışında kalacaklar. Yok o anlamda demedim ama yani bir sorun var önümüzde. Somutlaştıralım bende korona var kendimi eve kapatmalı mıyım? Bu mesela felsefenin alanına giren bir şey değil mi? Bu tartışmadaki gerekçelendirmeler felsefenin alanı ama buna ne karar vermek istiyorsun? Bu konuda bir sorun var. Bu konuda bir sorun var. Bu konuda bir sorun var. Bu konuda bir sorun var.
Bu konuda bir sorun var.
Bu konuda bir sorun var. Bu konuda bir sorun var. Bu konuda bir sorun var.
Bu konuda bir sorun var. Bu konuda bir sorun var.
Emin Mersin Üniversitesi’nde dedim ki, ”Zenan bakın, lafı güzaf kardeşim.” Sonra oradan döndürdüm lafı, dedim ki, ”Bakın, bu çok ciddi bir şey söylüyor.” Duyularınız ve hafızanız size her değişimi söylüyor. Ama sizde öyle bir yeti var ki, hiçbir şeyin değişmediğini kanıtlayabiliyor. Bu şu demek, değişmeyen bir nane var. Nedir o nane? Olgunun kendisi, olmanın kendisi. Ve düşününce doğru olması lazım. Bu mistik bir şey değil. Bu otoriter bir tavır da değil. Aklı olarak, hani sen de kelimeleri anlıyorsan, anlayabilmen lazım. O kadar zor bir fikir de değil. Bu eşitlikçiliği harika bir şey bir kere felsefenin ve Zenon’un. Ve bence çok meditasyonel bir fikir zaten. Parmenides’te ve Zenon’da meditasyonuna çok yakın bir akrabalık görüyorum. Şimdi olana, olguya, bu mutlak erişim bence bir bayramdır. Yani bence ballar, balını buldum, kovanım yağma olsun dedirtecek tarz bir şeydir. Yani o yüzden bende böyle bir gizli bedirahmi vardır şimdi arada çıkıyor. İnsanlar hep Zenon paradoksunu okun, hedefe ulaşmayacağı üzerinden anlamlandırıyorlar da, okun hiç yola bile çıkmayacağı, ya daha radikal biri, ya da daha laf azam biri. Ama zaten meselesi de bir yere ulaşmamak değil, hareketin hiç olmadığı, hareketin tamamen bir illüzyon olduğuna ilişkin bir erişimimizin olması. Manyakça diyor adam. Bu bizi Matrix’teki meşhur soruya getiriyor hocam. Kaçlık yoka geliyor. İlk aşamada ok zaten var mıydı diye kadar götürüyorsun anladığım kadarıyla. Diğerlerinden ayrı bir şey olarak ok yoktu. Yani Zenon ve Parmenides’in dediği bu.
Bence ok vardı da her şey vardı. O yüzden mi? Evet peki ok da vardı diyelim. Ama oku başka bir şeyden ayırt etme olanağı yok. Çünkü varlık dop dolu. Yirminci yüzyıldan sonra akıl sanki eski konumunu koruyamadı gibi. İkinci yarısında çok ağır eleştiriler oldu. Hatta düşündüğünüz zaman Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bile akılla ilişkin, Avrupa Merkeziyetçi, ilerlemeci, endüstri toplumuyla güzel hayata ulaşacağımız vs. her şey bitmek üzere gibi bir hava var esasında.
Felsifede de bir yere kadar Robert Matraslıların muhtemelen yaptıkları şey bu. Ondan sonra delice bir döneme geçiliyor sonuç olarak. Hem insani açıdan hem de bilimsel açıdan ucu açık yapılar çıkmaya başladı. Akıl geri itildi mi? Geri itilmek değil eleştirildi. Tek yönlü olması, bedenden kopuk olması, insanın kimliğinin başka veçelerinden, cinselliğinden sanki bağımsızmış gibi ele alınması çok eleştirildi. Ve bu yüzden de bir tür baskıcılığın altına serilmiş bir tür kavram olarak eleştirildi. Bence haklılık payı var ama rahmetli İskender Savaşır’ın o üst kuşak zaten akıl eleştirilerinin, ilerleme eleştirilerinin, benzer şekilde kemalizm eleştirilerinin, aydınlanma eleştirilerinin Türkiye odakları ve düşünürleriydi onlar zaten. Ama İskender’in ilginç tarafı ölmeden önceki yıllarında en azından belki daha önce de böyleydi. Galiba bu iş akılsız bir şekilde ya da bir tür mulak çoğul akıl içerisinde olmayacak. Akla eleştiriyorsun da yerine ne koyacaksın sorunu yok mu?
Tabii ki var orada benim kulağıma çalınanlar şöyle şeylerdi. Herkesin bir hikayesi var. Haklı yani kanıtlamayı ya da tartışmayı, kavramsal tartışmayı bir kenara bırakacağız ve sen bana hikayeni anlatacaksın. Ben de sana hikayeni anlatacağımdı yani bir süre. Hocam ben buna karşı şey demek zorundayım ama bana hikaye anlatma diye bir yapma. Ama ya hiçbir şey yapmaya benzevi yapamıyorsun, hikaye de yapamıyorsun. Sus yani. Burada doğruluk payı şuradaydı. Yani hakikaten hikayeleri duyulmayan kesimler vardı.
Yani bu son 70 sene mağdunların, pek çok alanda mağdunların kendilerini gösterebilme ve hikayelerini anlatabilmelerini kısat vermesi açısında çok pozitifti. Akıl eleştirildi ve yerine hikayeler geldi ya ve bu bizi ister istemez şuna götürmedi mi? Herkesin gerçeği aynı derecede geçerlidir. Evet, aynen. Ben burada erora düşüyorum hocam. Ben de. Ya bana şey gibi geliyor. Bu 70 sene çok iyiydi, çok güzeldi. Burada yaşanmaz, burada hiçbir şey olmaz. Buradan devam etmemiz lazım. Zaten zaman ilerliyor, zaten yeni bir kuşak geliyor,
zaten başka türlü tepkisellikler oluyor. Özellikle internet her şeyi çok hızlandırıyor tabii ki. Benim görebildiğim kadarıyla çok çok ilginç şeyler oluyor. Yani biz şu anda sosyal medyanın ve internetin hala tamamen vahşi batısındayız. İnternet ya da sosyal medya bağlamından bence şu anda uzaydayız. Yani hiçbir yer çekimi yok, hiçbir yönümüz yok. Halk bence insanlık tarihinde ilk defa yazı yazabilmeye ve yazdığı şey dağıtılabilmeye ve o dağıtılan şey okunabilmeye
ve hatta halk dışındaki seçkinlerin yazılarıyla aynı düzeyde, aynı platformda yan yana üst üste alt alta bir didişme içerisinde yer alabilmeye başladık. Ben buna halk yazısı teorisi diye bir komik de bir isim koydum. Bu bir kabus değil mi yalnız hocam? İnsanlık işte bu. Ben tek başına insanlık olsaydım, beni nabzım burada atıyor esasında. Biraz bir helalci gibi konuşuyorum ama bu yeni challenge. Bugünün tabirleriyle konuşacak olursam bugünkü mücadenimiz bu olacak. Bugünkü çelişkiler bunlar olacak. Tabii ki yükselen popülizmler, halk yazısının bu. Aynen. Tabii şu anda kabusun içinde. Sen buradan iyi bir şey çıkar mı diyorsun? Her zaman yani. Ben de iyi imserim. Bir imser ve bir kötü imser. Bir imser ve bir kötü imser. Bara gitmiş. İyi imser falan değilim de yalnızca izleme noktasındayım. Olgu olarak baktığında gene Zenon noktasına geri döndüğümde. Acaba o bana gelecek mi diye bakıyor. Geliyor, sonra geliyor. Biraz zaman alıyor. Bir on sene alıyor.
Yani biraz Zenon noktasına geri dönersen yani var olanı karşıtları içerisinde değil de olmaları içerisinde başka türlü bir zarafetle kabul etme noktasını çok Zen bir noktaya doğru döndüğünde. Tarihsel olarak böyle bir zamandayız. Okey. Başkası önecek bir şey yok esasında. Sonradan bunu tabii ki yargılayabiliriz, edebiliriz ama ben şu anda içindeyiz diye hissediyorum. Ne acelecilik bu? Bir durursanıza bunu bir yaşayın bakayım. Yani o süreçte size geleni bir kere bitimleyici ve ağırlayıcı olun.
Hayır insanlar şey diyor bu olmaz, bu yürümez, bu iyi oldu, bu kötü oldu. Ben şey diyordum yani yutmak istiyorum olan biten her şeyi. Bir felsefeciyle karşı karşıya olmanın sıkıntısı. Ya yaşıyoruz en seyirsel. Postmodern felsefe antik çağ nasıl bakıyor? Akla yaptıkları eleştirilerin aynısını antik Yunan’a yönelik olarak yapıyorlar. Çünkü evet aklın kökeni orada değil mi aslında? Evet o yüzden de diyorlar ki burada esasında bir yalancı bir köken hikayesi var. Yalancı baba figürü ortaya atılıyor falan diyorlar.
Bu yüzden de antik felsefede özellikle Sokrates ve Platon ve Aristoteles üçlüsü bir kenara koyulup sophistler üzerinde çok çalışıldı. Şöyle bir eleştiri de var neden hep batı odaklı? Felsefe deyince niye hep antik Yunan aklımıza geliyor da Çin gelmiyor? Bu son 70 senede felsefe tarihçiliği de acayip çeşitlendi ve dediğin sebepten dolayı. Amerika’da arkadaşım var şey diyor ben felsefe giriş dersinde 7 kıtadan filozof okutuyorum çocuklara. Ben yapamıyorum ben tek kıta. Biz hala Avrupa Merkeziyetçi bir eğitim veriyoruz maalesef. Ama tahmin edebileceğin gibi bu son 70 senede sophistlerin ön planı çıkartılmasıyla birlikte bir yandan da Avrupa Merkezci hikayenin anlatılması da bir tarafa konuldu. Ve bugün Peter Adamson gibi bir adam felsefe nerede bulursan oradadır diyor o yüzden de Amerikan yerlilerinin hakkında da adam bir felsefe olduğunu söylüyor. O zaman yapmayalım o programı. Tabii tabii ben dediğim gibi yanlış çağda yaşıyorum yani.
Sayın seyirler birinci bölümüyle sona eden bu program. Bitti mi acaba daha yarısına bile gelmedik yani. Bugün Zenon ile başladık yine Zenon ile bitirelim. Zenon ilk felsefecilerden biri. İlk felsefecilerden biri. Sokratist’ten önceki filozoflara Sokratist’ten önceki filozoflar deniyor. Yani Sokratist bir tür milat olarak kabul ediliyor idi. Şimdi o da sorgulanıyor. Bazı bölümlerde bunlardan söz ediliriz eğlenceli bir mesele. Ve aslında postmodernizmin kapılarını da açmıyor mu? Neden?
Çünkü kuyuları reddettiği zaman aslında bir yandan da yanıltmaya da doğru gidebilir ya. Tam tersine bence yanılmaz mutlak bir noktaya varıyor. Dolayısıyla tam anti postmodern bir nokta esasında. Tam tersine benim aklımla varlığa erişimim, etrafımdan dolaşılamayacak pazarlık kabul etmeyen mutlak bir gerçeklik. İstersen Avrupa’da ol. İstersen cinsiyetin, ırkın neyin ne olursa olsun. Evrensel bir gerçek. Evrensel bir düzlem açtığı iddiasında tabii. Genel olarak insanlar bu ayık akıl yürütmeni. Dolayısıyla buradaki iddia anti postmodernizmiş. Peki şu büyük sorunla programı kapatalım. Platon mu? Platon mu? Eflatun mu? Ben Platon diyorum. Bu konuda en güzel dil nedir biliyor musun eski Yunan Türkçe? Türkçe eski Yunanca… Eflatun kullanıyor. Eflatun bize Arapçadan geliyor. Eflatun denebilir bence onda da sıkıntı yok. Ama Platon çok yaygınlaşmış durumda. Ve Platon kalmasında bence faydalar var. Bir kere Eflatun’a girdik mi? Çünkü hipokrat da hipokrat esedi bu zarifler bokrat demek zorundayız.
Onun sonu kolay kolay gelmiyor. O yüzden bence bu da 1930’larda 40’larda oldu. Bundan da söz ederiz yani Cumhuriyet’te belli bir kuşağın eski Yunanlığı’ya kurduğu temas çok ilginç. Çok büyük bir olaydır zaten. Onlar buna ilişkin bazı kurallar belirlediler. Dediler ki Yunanca özel isimleri bakın şöyle yapalım. Şu anda biz %90-95 bunu kullanıyoruz zaten. Geriye kalan %5-10 da zaten çok yaygınlaşmış isimler. Yani onlara takılmış. Yani kimse Atina’ya Aten edemez yani. Aten.
Ben teşekkür ederim. Ben teşekkür ederim. Görüşmek üzere.
Altyazı M.K.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir