Ölümsüzlük Ağacı | Mesnevi’den Hikayeler 12. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=TJxpxCUTM-k.
Efendim sağlık ve afiyet içerisinde bizi bir araya getiren Mevla’ya şükürler olsun.
Hanelerinizde şensinizdir herhangi bir sıkıntı yoktur inşallah Elhamdülillah. Muhterem efendim çölde ilerlerken yolda işaretler vardır. Bunlar yolcuya yönünü izini belli eder ki yolcu kolaylıkla menzilini bulabilsin. Eğer bu işaretleri kaybeder rehbersiz kalırsa acı bir akıbet bekler yolcuyu.
Çölde yolunu kaybetmek demek kısır bir döngü içerisinde başıboş şekilde dönü durmak demektir. İşaretleri kaybetmeyle başlayan süreç Allah muhafaza ölümle sonuçlanabilir. Cehalet ve ilim kelimeleri bu hikayeden köklenir aslında. Cehaletin kök anlamı yoldaki işaretleri kaybetmek demektir. Ve bunun sonucunda uçsuz bucaksız çölün ortasında ne yöne gideceğini bilmez halde kala kalmaktır. Endişe ve çaresizlik içinde. İlim kelimesinin kökü ise yol işareti, nişan, alamet demektir anlamı olarak. İlim çölde yol alırken hayatta kalmak için takip edilmesi gereken işaretler ve alametlerdir.
Onları takip etmek ancak bizi selamete çıkarır. Bu ölüm kalım meselesidir yolcu için. Cehalet öldürürken ilim hayat kurtarır. Yolunu kaybetmek, fasit daire içinde sıkışıp kalmak nasıl bir haldir? Cehalet insanı nerelere sürükler?
Çıkış yolunu Mesnevi-i Şerif’te bulmaya çalışalım cevaplarıyla beraber ne dersiniz? Tamam o zaman. Efendim vakti zamanında kudretli bir padişah vardı.
Ordusu kuvvetli, tebaası huzur içindeydi. Hazinesi ganimetlerle doluydu. Girdiği bütün savaşlardan muzaffer olarak ayrılmıştı. Padişah bazen atıyla gezintiye çıkar, yüksekçe bir mevkiden göz alabildiğince uzanan geniş topraklarını seyrede vardı.
Ülkesindeki bu sükunetli hal sürük gitsin ve il elebet devam etsin istiyordu. Fakat hiçbir şey olduğu yerde durmuyordu. Zaman değişiyordu, düzen değişiyordu. Zirveyi gören zevale doğru yol alıyordu o andan itibaren. Kudretinin gelip dayandığı bu yerde bir çıkış yolu arıyordu padişah. Böyle iç sıkıntısıyla gezip durduğu günlerden birinde sadık dostlarından birini ziyaret etti. Dostundan öyle bir şey işitti ki padişah, gözleri heyecandan parladı. Eğer doğruysa dostunun söylediği işte tam da buydu aradığı. Sultanım dedi dostu, bilgin bir zatı şeriften işittim. Hindistan’da bir ağaç var derler.
Kim yerse o ağacın meyvesinden ne ihtiyarlık kalırmış ne de ölüm. Padişah dostunun yanından sevinç ve ümitle ayrıldı. Bu ağaç topraklarında kök salarsa eğer hem kendisi payidar olabilirdi hem de halkı. Kuş tüyünden yatağında bu hayallerle gözlerini kapattı. Ölümsüzlük ağacıydı artık rüyası. Sabah ilk iş divanı topladı. Aralarından güvendiği bilgili birini seçti. Ey yolcu diye seslendi. Ey ölümsüzlüğün talibi. Öyle kutlu bir seferdir ki bu muzaffer dönersen şayet erişemez şanına hiçbir ordu. Padişah’ın cesaretlendirdiği adam hazırlığını yaptı ve heyecanla yola koyuldu. Uzun bir yolculuktan sonra Hindistan’a vardı adam. Kime sorduysa ölümsüzlük ağacını istihsalı bakışlarla karşılandı.
Delilik bu dediler buna inanıp da buraya kadar gelinir mi hiç? Gururlu adam söz gelmesin diye Padişah’ın emriyle geldiğini hiç kimselere söylemedi. Hatta bazıları ileri gidip ensesine vurdular şakayla. Ey dertlerinden kurtulmuş muradına ermiş saf kişi diye seslendiler. Övgüler düzerek alay ettiler.
Sırtını sıvazlayarak tabi tabi dediler. Boş yere düşer mi yola senin gibi gönlü temiz biri? Padişah’ın adamı aylarca meşakkatler çekmişti bu uğurda. Ama hiçbiri bu alaylar kadar acıtmıyordu canını.
Her biri manevi bir tokat gibi yüzüne çarpıyordu. Alay ederken daha zalimleşenler de vardı aralarında. Kandırıyorlardı adamcağızı gizemli tavırlarıyla. Falanca yerde çok ulu bir ağaç var diyerek ilgisini celbedip Hindistan’ın ta öbür ucunda bambaşka bir yere sürüklüyorlardı. Aylar yılları kovaladı. Padişah geçen uzunca zamana rağmen yine de maddi manevi destek olmaya devam etti adama. Bütün Hindistan’ı baştan aşağı dolaştı adam. Fakat hiçbir iz bulamadı ağaca dair. Hangi kapıyı çalsa hayal kırıklığı. Kimin peşine takılsa sonu hüsra. Bıktı usandı hep aynı akıbetle karşılaşmaktan.
Ağacı aramaktan vazgeçti nihayet. Ümit ipliği koptu incelttiği yerde. Bir ağaç ve ateş gördüm. Bir ses geldi. Ben Cana Hanım. Ateş beni çağırıyor. Yoksa ben Musa mıyım?
Sıkıntıyla çöle girdim. Bıldırcım ve helva tattım. Musa gibi kırk yıldır bu çölde gezip durmadayım. Gemiden, denizden sorma. Gel de güzellikler seyret. Ki ben bunca yıl karada gemiyle yol almadayım. Gel ey Can. Musa sensin. Şu bedense senin asan. Eline alırsan asayım. Atarsan ben ejderhayım. Sen İsa’sın. Ben kuşunum. Sen çamurdan bir kuş yaptın. Bana bir nefes üflersen. Bak nasıl gökte uçarım. Ben mescidin direği. Peygamberin yaslandığı. Başka yere yaslanınca hicran derdiyle ağlarım.
Ey sahiplerin sahibi. Ey suretsiz heykeltıraş. Bana ne resim çizdiğini sen bilirsin. Ben bilemem. Bazen taşım, bazen demir. Kimi zaman tüm ateşim. Bazen taşsız bir terazi. Bazen terazi taşıyım. Bazen otlarım burada.
Bazen de otlarlar benden. Bazen kurdum, bazen koyum. Bazen de şeklen çobanım. Bir acayip görüntü bu. Hiç görüntü hep kalır mı? Ne buna benzer ne şuna.
O bilir ki odur aslım.
Garip adam padişahın yanına dönmeye karar verdi sonunda. Göz yaşlı bir halde durmadan yol aldı memleketine doğru. Yakınarak geçiyordu her günü. Ölümsüzlük ağacının peşinde tükenmişti ömrü. Dönüş yolunda konaklayacağı bir yerde kerem sahibi bir zahtan söz ettiler adama. Onu ziyaret etmek arzusu ile adamın yanına gitti. Belki dedi onun duası benim yoldaşım olur. Mahsum bir gönülle o zahtın huzuruna vardı. Şeyhin yüzünü görünce gözyaşları içerisinde kaldı. Şeyhim dedi yalvarırcasına. Ümidimi kaybettim ben. Şimdi acımanın ve esirgemenin tam zamanı. Şeyh açıkça söyle derdine evlat. Çekinme dedi şevkatle. Nedendir bu ümitsizlik? Ne umdunda küsü verdin? Nedir bu çaresizlik? Derdini dökmeye başladı adam tek tek. Padişahlar padişahı beni bir ağacı bulmak için gönderdi Hindistan’a. Öyle bir ağaç ki yokmuş eşi benzeri. Öyle bir ağaç ki meyvesinde ağabı hayat gizli. Yıllarca aradım sarhoşların alayından ve beni maskara yerine koymalarından……başka hiçbir şey bulamadım. Sonra Şeyh Efendi başladı anlatmaya. Anlattıkça genişledi göğsü adamcağız. Yıllardır içinde biriken sıkıntı çözülmeye başladı. Ey hikmetten habersiz kişi dedi. Sen surete aldanmışsın. Bilgi ağacını bayağı ağaç sanıp da yıllarını harcamışsın. Bu yüzden de koparamamışsın o ağacın meyvesinden. Bilgi ağacıdır o ağaç. Allah’ın uçsuz bucaksız her şeyi kaplayan büyük denizinden……meydana gelmiş bir ağabı hayattır. Bazen ağaç derler o bilgiye bazen güneş. Bazen deniz derler bazen de bulut olur at. Aslında tektir o fakat yüz binlerce eseri vardır. Yüz binlerce alameti. Bu alametlerin en hafifi ise ölümsüz bir ömürdür. Hatırla ne demiş Hz. Ali efendimiz.
İlim bir noktaydı cahiller onu çoğalttı. Kim o ağacı adıyla ararsa senin gibi ümitsizliğe düşer. Sen de isimlere takılmışsın da perişan olmuşsun bunca zaman. Ey güzel adam. İlim hakkın sıfatlarındandır. O sıfatlardır sana yolunu bulduracak o. Padişahın adamı selamete erdi sonunda. Sevinçle döndü yurduna. Huzura çıkınca arz etti şeyhin sözlerini. Dikkatle dinledi padişah mutmain oldu kalbi. Ölümsüzlük değildi artık arzusu. İlmin kıymet gördüğü bir ülke bırakabilirse şayet kendini mesut sayacaktı. Ancak böyle yaşayabilirdi göç mü?
Ancak böyle yaşayabilirdi göçtükten sonra da.
Efendim Mesnevi’de hikaye bu şekilde anlatılır. Lakin içinde daha ne sırlar vardır gelin bir de ehline danışalım. Sonsuzluk ağacını arayan kişi kıstasındaki temel problem.
Aslında insana sonsuzluk veren şeyin ne olduğu ile sonsuzluk veren şey yerine konan geçici nesleler arasındaki farkın ortaya konulması. Ana problem bu aslında. Bu bağlamda kıssayı Kur’an-ı Kerim’deki Hz. Adem kıssasının bir yorumu olarak değerlendirmek mümkün. Yani kıssa aslında bir başka kıssayı açıklama şerh etme işlevi görür. Bilindiği üzere Hz. Adem kıssasında Adem’in cennetten sürülmesinin sebebi olarak ebediyet ağacından tatması zikredilir. Yani Hz. Adem kendisine ebediyet kazandıracağı vadi ile bir ağaçtan tatmış ve eşi ile cennetten sürülmüştür. İlk bakışta bu sorun insanın sonsuzluk arayışı gibi algılanmaya müsait. Yani sanki insan sonsuzluk arayışında olduğu takdirde bir hata içindeymiş hissi vermeye müsait. Fakat asıl sorun bu değil. Bu kıssanın da yani Hz. Mevlana’nın anlattığı kıssanın da gösterdiği üzere sorun sonsuzluk veren şeyin ne olduğuna ilişkin yanlış tespit. Adem kıssasında aslında Adem’e sonsuzluk zaten başta isimlerin öğretilmesi suretiyle verilmişti. Yani insana kainattaki bütün nücutları bilme ve bu bilgiden bir marifetullah’a ulaşma payesi, bir kabiliyeti verilmişti. Fakat kıssanın ilerleyen aşamasında belirtildiği üzere Adem kıssasının bunu bir nesne ile yani geçici olan bir nesne ile cennette bile olsa maddi bir nesne ile dondurmaya kalktığımızda,
cisimleştirmeye kalktığımızda insanın ulvi idealini sıradanlaştırmış maddi bir nesneye dönüştürmüş oluyoruz. Cennet nimesti bile olsa ilahi olan mertebenin yerine korulduğu takdirde Allah bize bunun bir tür şirk olduğunu anlatıyor. Dolayısıyla Hz. Mevlana’nın anlattığı kıssada ana problem kişinin sonsuzluk arayışının yanlış olması değil.
Tam da sonsuzluk arayışını sonsuz olmayan şeylerde araması. Temel problem bu. İnsan kendi tanımında ulaşılan yetkinliğe doğru doğal bir itki, doğal bir itirim halindedir aslında. Bu anlamda sonsuzluk arayışı insana bahşedilen en büyük nimettir. İnsan sonsuzluğu değil de sonluyu aradığı zaman zaten problem içerisindedir. Sonlunun peşinde koştuğu zaman kendi gayesinden, maksadından yahut kendi kabiliyetlerinden uzaklaşmış olur.
Tanımımızda ya da hakikatimizde içerilen şey tam da bu sonsuzluğun kendisini kavrama tecrübesi olarak değerlendirilebilir. Eskiler klasik düşünüler bunu insan için en büyük yetkinlik, insan için en büyük saadet. Farabi gibi filozoflar işte saadeti kusva diye adlandırdılar.
Yani bu kelam geleneğinde, felsefe geleneğinde, tasavvuf geleneğinde kulluk, en yüce mutluluk yahut marifetullah gibi değişik isimlerle adlandırıldı. Bunların tamamı aslında insana sonsuzluk bahşeden yüce idealler, metafizik idealler olarak değerlendirilmesi gereken durumlar. Dolayısıyla sonsuzluğun peşinde olmak problem değil.
Sonsuzluğu sonluğuyla kazanmaya çalışmak problem. Sonsuzluğu sonluğuyla kazanmaya çalışmak. Bu aslında derinleştirildiğinde dindarlığın anlamı da ifşa eden bir hikayedir. Şimdi dindarlık esas itibariyle Allah’a kilitlenmiş olmak ve bütün hayatı Allah’tan çıkarmayı amaçlayan bir çaba ifade eder. Yani hayatı teorik ve pratik hayatı Allah’la ilişkiden türetmeyi amaçlayan bir yönelimi ifade eder dindarlık. Bu sebeple Allah’ın yerine konan her şey Allah’a yaklaştırma amacını gütmediği, insanın en yüce gayesi olan marifetullah’a ulaştırma amacını gütmediği takdirde,
aslında bir tür ilahi ya da metafizik ideali maddi olan, maddi olmasa bile manevi olsa bile sonlu olan bir şeyde dondurmuş olur.
Dolayısıyla aslında bu dinin tam da hakikatten uzaklaşma, kişiyi kaynağından uzaklaştırma yani insanı, insan ruhunu insan hakikatini metafizik ideallerden uzaklaştırma olarak değerlendirdiği şeydir.
Hazreti Beyegaz, Hazreti Beyegaz, Hazreti Beyegaz, Hazreti Beyegaz,
Hazreti Peygamber salât ve selam üzerine olsun. Buyurdu ki……cennet ağaçlarından bir ağaca rastladığınız zaman……onun gölgesinde oturun ve yemişinden yiyin. Sahabeden birisi, Ya Resulullah……cennet ağacına biz hayattayken nasıl rastlayabiliriz? Yani bu hal bize bu dünyada nasıl mümkün olur diye sordu.
Peygamber efendimiz gerçek bir âlime rastladığınız zaman……cennet ağaçlarından bir ağaca rast gelmiş gibi olursunuz buyurdu. Bilgi ağacının meyvesinden tatmak işte böyle bir şey. Evet sevgili dostlar. Gönle şifa mesneviden bugünlük de bu kadar. Aman ha! Sağlıkla ve muhabbetle kalın.
Sakın darlanmayın.
Bahar çok yakın.
Bu dizinin betimlemesi TRT tarafından Sesli Betimleme Derneğine yaptırılmıştır.
Erişim www.seslibetimlemedernegi.com
İlk Yorumu Siz Yapın