Padişah ve Cariye | Mesnevi’den Hikayeler 2. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=MpPRQmGZrBw.
… Evet, Allah’a şükürler olsun. Bizi yine sağlıkla bir araya getirdi. Rahmetli ninem derdi ki, insan insanın ağırsını alır. Yani zehirini.
E sohbet böyle bir şey, derdinizi tasanızı atarsınız. Eh, ne demişler? Sohbet insana şifadır. Allah derdini artırsın derdi bir büyü. Böyle dediği için alındığımı hatırlıyorum. Bir zaman sonra sokakta kanadı kırılmış bir güvercine rastladım…. Bu güvercinin haliyle hallendim. Eğilip aldım avuçlarımın arasına. Yabani bir güvercin. Mümkün değil, alışmıyor insana. E öyle değil mi canım? İnsan biraz da minnet görmek istiyor ama……nafile. Sardım yaralı kanadını göz bebeklerinde titreşen canlı hürmetine. Ne yaptım ne ettimse çare olamadım derdine. Onun yurdu semadır. Yeryüzü ancak konağı olabilir. Kuş dediğin uçmalı. Durağı yurdu olursa garip düşer. Çekilmez olur yalnız da.
Hemen ziyarete gittim o büyüğümü. Anlamıştım zira. Dedim o sözden meramınızı şimdi anladım. Artık benim de bir derdim var. Dedi ki bu işin bir kanadı mükellefiyetse……diğer de muhabbet. Tek kanatlı uçulmaz evlat sana akıbetin gösterilmiş. Ardından bana bir kitap uzattı. Bu kitabın sayfalarından yapacaksın dedi. Seni uçuracak kanatları. Ve anlatacaksın insanlara gökyüzünün harikalarını. İşte o gün bugündür anlatıyoruz efendim. Tek gayemiz var. Aşkü niyaz eyleriz. Aslında hep aynı hadise yaşanır dünya üzerinde. Kıyafetler, mekanlar değişir sadece. Bazen medda, bazen bir padişah. İşte onlardan biri. Benim gibi dertsizce dolaşıyorken hükmettiği topraklar üzerinde……bir güzele rastlar. Bir kuş nasıl kafeste çırpınırsa……padişahın ruhu da öyle çırpınmaya başlar beden kafesinde. Dün hayranlıkla baka kaldığı gösterişsiz görünür. Şimdi gözüne. Sözlerini abartılı bulanlar sorar. Ne kadar güzel olabilir ki bu cariye? Aşka düşmeye gör padişah cevap verir, sitemkar. İnsanı mustarip edecek kadar der. Savaş derler, sefer derler, ganimet derler. Dinlemez koca padişah. E düşmüş bir kere aşk derdine.
Ne yapıp edip, kavuşur cariyesine. Sarayın şairleri, kifayetsiz kalır saadetini tarif etmek için.
Aşkın sarhoşlarını nalan etme.
Sevgi bahçesini yemyeşil bırak. Bu mestlere bahçelere kast etme. Dalı yaprağı vurma hazan gibi. Halkını başı dönmüş zelil etme. Kuşunun yuvasının ağacını yıkma da kuşlarını perran etme. Yok dünyada hicrandan daha acı.
Ne istiyorsan et de onu etme. Vuslat sevdiğini kaybetmek korkusunu doğurur. E nereden bilsin padişah? Aşkın acemiyse.
Korktuğu başına gelir nihayet hastalanır cariyesi. Ve çok üzülür. Şairlerin yüzüne bakar. Başlarını öne eğer şairler. Takdir-i ilahi. Hepsini koan. Hepsini huzurundan gönderir padişah. En iyi hekimleri toplar başına. Emir verir gibi değil bu kez. Yalvarıyor gibidir. Her ikimizin de hayatı sizin elinizde.
Hayatıma candır o benim. Hastayım, dertliyim. İlacım, dermanım odur benim.
Hekimler sultana söz verdiler. Canımızı feda edercesine çalışalım bu uğurda. Hiç merak buyurmayın. Biz bütün dertlerin devasıyız. Bununla yetinmedi bir tanesi şunu söyledi. Bu sözü ne tamam. Biz adeta bu zamanın İsa’sıyız. Vay! Hünerlerini, tecrübelerini bir araya getirdiler.
Tetkikler, tahliller, tedaviler nafile. Hiçbir sonuç vermedi. Hatta daha da kötüye gitti zavallı cariyenin durumu. Zayıfladı ve bir kıl gibi kaldı. Hayat dediğin Leyla’nın yanağındaki pembeliktir Mecnun’a. Kim dayanabilir sevdiğinin solgun benzene? Aşk ateşine düşenler bilir kederini, gamını. Bu, bu, bu. Rebabının sesinden aşıkların ciğerinin kokusu duyulur. Padişah da kimseden bir fayda olmadığını görünce aşıkar. Koştu meclise yalın ayak. Aa, niye yalın ayak? İşte burada kocaman bir sır var. Burada gizlidir aslında işin edebi. Hazreti Musa’ya da nalınlarını çıkarması buyurulmadı mı kutsal vadide? Gözyaşlarıyla secdeye kapandı padişah. Her şeyi ardında bırakıp döndü yüzünü Rabbine. Hakkın huzurunda kurtuldu benliğinden.
Ey Allah’ım dedi. Ey en az bahşişi cihan mülki olan Allah’ım. Her sırrım ayağındır sana. Ama yine de meydana dökmemi arzu edersin. Sana sığınıp yalnız senden yardım dilemek var. Ama ben yolumu şaşırdım. Olmazlar oldu bir fani cariyeye gönül verdim. Öyle güzel yaratmışsın ki onu.
Maşallah. Kavuştum kavuşmasına ama doyamadım sevdiğime. Hastalanıp soldu cariye. Gafletimi saklayacak değilim. Senden medet umacağıma hekimlere verdim sırtımı. Bir daha mı? Asla maazallah. Onların şifa ararken unuttuğu sözü ben şimdi hatırladım. Ya Rabbi inşallah.
Hekimler şifa verenin yalnız Allah olduğunu unutup büyüklendiler. Gurura kibire kapıldılar. Hastanın hali kötüleştikçe kibirli sözlerinin altında ezildiler gittiler. Şimdi çaresizlikleri bu yüzden. Kıymetini anlayınca Padişah tekrar inşallah dedi tüm kalbiyle. Allah diledi ve rüyasında bir piri fani göründü Padişah’a. Yarın sana bir garip gelirse bilesin ki o bizdendir. O gelecek garip ki çok değerli bir hekimdir. Doğru, emniyetli ve güvenilir. Fecrin doğuşuyla beraber pencerenin önünde beklemeye başladı Padişah.
Büyük bir heyecan ve telaş içerisinde. Gelen zat uzaktan hilal gibi görünür görünmez kapıcıları, perdecileri……yetişemeden kendisine koştu karşılamaya. Ötelerden gelen misafirin yüzüne baktığında anladı. Gönlünün aslında kime ait olduğunu.
Büyük bir heyecan. Fırtınatı da ötürüyle beraber. Büyük bir heyecan. Büyük bir heyecan. Büyük bir heyecan. Büyük bir heyecan. Büyük bir heyecan.
…tağcı tahtını terk eyleyip……soyunup abdal olan……Hünkâr-ı Aşk’a esselam. Kendini odlara atan……Şol Halilullah gibi……canı dilden gülbülü gülizar-ı Aşk’a esselam.
Efendim, biz dönelim hikayemize. Hekim, cariyeyi iyice muayene etti. Sebepleri, alametleri dinledi. Saray hekimlerinin hastayı daha da harap hale getirdiğini müşahede etti. Sonunda teşhisi koyup……bizimle beraber birbirlerini dinledik. Bu da birbirlerini dinledi. Bu da birbirlerini dinledi.
Sonunda teşhisi koyup hükme vardı. Melali hüznü nerede görse tanır arifler zira. Gönle batan manevi dikeni aramaya koyuldu. Fakat kanaatini kimseye açık etmedi hekim. Padişah dahil herkesi odadan çıkardı. Elini cariyeye nabzına koydu. Yumuşak bir sesle sordu soracağını.
Cevaplarını içtenlikle aldı. Feleğin cevru cefasını başına gelen dertleri……belaları birer birer sordu. Akrabalarından, arkadaşlarından, memleketinden bahisler açtı. Kendini rahat hissedince cariyeyi anlatmaya başladı. O güne kadar ki efendilerinden, hemşehrilerinden den vurdu.
Hekim bu sırada hiç ayırmadı elini hastanın bileğinden. Hiçbir kelamda ve isimde değişiklik bulmadı nabız atışında. Ta ki o şehrin ismi duyulana kadar. Dünyanın güneşe dönük yüzü en güzel hâli Semerkand. Cariye’nin kalbinin atışı hızlandı birden. Yüzü kızardı aniden. Anlat, devam et dedi hekim şefkatle. Sonunda sebebi ayağın oldu hastalığı. Semerkandlı bir kuyumcudan ayrı düştüğünü öğrendi cariye’nin. Seni bu hastalıktan kurtaracağım dedi hekim. Yeter ki kimseye ses etme. Gönlün sırlarına mezar olsun ki çabucak kavuşasın muradına. Padişah en liyakatli iki elçisini yolladı Semerkand’a. Ey hünerde, marifette çok ileri giden kişi. Sanatta şöhretin şehirlere yayılmış. Padişahımız kuyumcu başı olarak sarayında görmek ister seni dedi ulaklar. İkramı, iltifatı gören kuyumcunun vay aklı başından gitti. Ev, bark, evladı iyal birden bire silindi gözünün önünden. Düştü elçilerin peşine. Bilseydi başına gelecekleri yine de geçirir miydi o kaftanın sırtına? Hekim kuyumcuyu padişahın huzuruna çıkardı. İltifat ve nezaketle ağırladı. Padişah günün sonunda hekimin isteğini yerine getirip……cariyeyi kuyumcuya bağışladı. Kalbine hiçbir gölgede düşürmedi. Sadece birbirini özleyen iki dostu birleştirmenin sevinci okunuyordu gözlerinde.
Aşık maşuğuna kavuştuğunda ne olursa o oldu. Vuslatla beraber gün be gün iyileşti cariye ve yanaklarına pembelikler yürüdü.
Onlar erdi muradına biz çıkalım kerevetine derken……hekim bir şerbet hazırladı kuyumcu için. Kuyumcu şerbeti içince kızın gözünün önünde yavaş yavaş erimeye başladı. Güzelliğini kaybetti, zayıfladı, çirkinleşti. Yüzü sararıp solunca kızın gönlü de kuyumcudan soğudu.
Kimse kalbindeki sevgiden emin olmadan kınamasın cariye aman. Kınadıklarımızı yaşarız zira. Çetin imdan. Aşk değilmiş demek ki hissettikleri. Mertlerin vefası hakkı için diye yemin edermiş hasreti Pir. Vefa da aşkın harcındandır ves selam. Nasıl ki tavus kuşunun kanadı canının düşmanı olmuştur……kuyumcunun da yüzünün güzelliği hasım kesilmiştir kendine. Geçti aynanın karşısına……çirkinleşmiş yüzünün kıvrımlarında gezindi gözleri, hayaller görmeye başladı. Semerkand’ı hatırladı.
Çocuklarını, hanımını, evini. Geriye dönmek artık ne mümkün. Aynalar iki türlüdür derler. Yüzünü görmek isteyen cama bakar, özünü görmek isteyen ise cana. Kırdı aynayı kuyumcu. Koşarak çıktı meydana. Bugün dedi benim başıma gelen yarın onun başına gelecektir. Benim gibi bir adamın kanı nasıl boş yere akar. Bu dünya bir dağa benzer. Dişlerimiz, yapıp ettiklerimiz seslenmek gibidir. Bu sesleniş güzel de olsa, çirkin de olsa dağa çarpar, döner yine bize gelir. Kuyumcunun son sözleri oldu bunlar.
Cariye ise hastalıktan arınmış pür pak ve tertemizdir. Merak ediyorsan kıymetini aradığına çevir yüzünü. Çünkü kişinin değeri aradığı şeydir. Eğer sen can konağını arıyorsan, bil ki sen cansın. Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan, sen bir ekmeksin. Bu gizli, bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen……allarsın ki aradığın ancak sensin sen. Madendeki inciyi aradıkça madensin.
Ekmek lokmasına heves ettikçe ekmeksin. Şu kapalı sözü anlarsan anlarsın her şeyi. Neyi arıyorsan sen osun. Senin canın içinde bir can var, o canı ara. Beden dağının içinde mücevher var, o mücevherin madenini ara. Ayırıp giden Sufi gücün yeterse ara. Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara.
Evet sevgili dostlar, biz anlatacağımızı anlattık. Ama bu konuda uzman görüşü ne diyor, hadi bir kulak verelim. Efendim, Hazreti Mevlana’nın Mesnevi Şerif’inde……adına tahkiye usulü denilen bir ifade ve beyan özelliği vardır.
Söz konusu meşhur Padişah Ceryeh hikayesinde de……bu hikayenin içinde nice anlatımlar var. Üsteliklerinizde orijinalinden takip ederek……hikayenin içinde Hazreti Pihir’in vurgulamak istediği noktalara……bizlerine bir şey söylemek istedik. Dikkat çekmek değil ama ancak temas etmek seviyesinde bakabiliriz. Mesela sadece Padişah’ın vadine yani dünya malına tamah ederek……ceryeyi tedavi ederim iddiasında olan hekimlerin……bu iddialarını yerine getireme işlerini……hani bazen bazı küstahlar ve haddini bilmezler. İnşallah maşallah diye istiğfaf ediyorlar, alay ediyorlar, küçük görüyorlar ya. Yedi yüz küsur sene önce Hazreti Mevlana bunun cevabını vermiş. İnşallah demedikleri için muvaffak olamadılar.
Çünkü Mesnevi Şerif……baktığımızda metodolojik değil ama kendine mahsus bir sistem ile……Kur’an-ı Kerim tefsirinden ibarettir. İşte inşallah maşallah diye……talafuzları bile yanlış olan küstahların alay ettikleri hususta…
…Allah’u Zülcelal, Kevf suresinde……ben yarın şu işi şöyle yaparım demeyin. İlla en yaşa Allah. Ancak Allah isterse yani inşallah demeyi ihmal etmeyin. Demek ki inşallah maşallah öyle istiğfaf edilecek bir husus değil.
Diye bir başka bahiz açıyor fakat bugün toplumumuzun en ziyade……mohtac olduğu şey edep. Vaktin müsaade sızlığından dolayı……Hazreti Mevlana’nın edep hakkındaki meşhur gazelini okumaya vakit yok. Merak edenler lütfen Hazreti Mevlana’nın edep üzerine yazdığı gazeli……ki Kenan Rıfai Hazretleri merhum onu Türkçe’ye nazmen dercume etmiştir. Ona bir bakıversinler. Bir de yine maalesef toplumumuzun bazı kesimlerinde işimiz Allah’a kaldı. Diye sanki Allah’tan daha becerikli iş yapabilen, muktedir olan……varmış gibi alay etme tonu ile konuşulan var. İşimiz Allah’a kaldı. Eğer işimiz Allah’a kaldıysa kolay. Onun için Padişah tevazu göstermek için yalın ayak mescide koştu. Allah’tan başka çalınacak kapı yoktur. İşte bu günlerde……duaların müsteccap olduğuna dair müjdeler aldığımız bu günlerde…
…özellikle iftar sofralarında beklerken……Ya Rabbi senin hatırın için……sadece emrini yerine getirmek için değil, hatırın için, hoşnutluğun için……değil haramları, helal ettiğin nimetleri bile yemiyorum.
Çünkü ye, vakti gelmedi. Diye, lisanen……hal lisanı ile dua ettiğimizde……işte yine Allah’tan başka çalacak kapı olmadığı belli oluyor. Ayrıca biz kendi değerlerimizi…
…pek değerlendirmiyoruz. Bu Padişah ve cariye hikayesinde……tabibi hazık yani……bir tabipte olması gereken hazakat, emanet, sadakat. Yani ilminde yeterli. Sadık ve emin. Yani hastasıyla olan, arasındaki münasebeti başkasına yaymayan. Bu sıfatta olan tabibi hazıkın……Allah’ın izni ve emriyle……cariyeyi iyi etmesi sırasında……yaptığı özel bir hareket var.
Konuşuyor hastayla ve elini tutarak……nabzını kontrol ediyor. Efendim bu bildiğimiz psikiyatri değil mi? Bizim Freud’den öğreneceğimiz şeyler var. Peki, Hazreti Mevlana’dan öğreneceğimiz şeyler yok mu?
Demek ki sevdiğinin adı geçince……insanda nabız değişiyor. Kan devranı, basıncı değişiyor. Hazreti Mevlana yedi yüz küsur sene önce……bunu hikayesinde bize bildiriyor. Biraz kendimize dönelim efendim.
Bizim ecdadımızdan alınacak örneklerimizi ihmal ettikçe……ecdadımıza değil kendimize yabancılaşıyoruz. Elbette bu hikayede……işaret edilen noktalar bunlarda ibaret değil.
Ama vakit bu kadar. Evet sevgili dostlar. Ruhashrifa Mesnevi’den bugünlük de bu kadar. Kalın sağlıcakla.
Aman ha sakın unutmayın bahara çok az kaldı.
Bu dizinin betimlemesi TRT tarafından Sesli Betimleme Derneğine yaptırılmıştır.
Erişim www.seslibetimlemedernegi.com
İlk Yorumu Siz Yapın