"Enter"a basıp içeriğe geçin

Ramazan Bayramı Sohbeti – Canlı (03 Mayıs 2022) – Osman Nuri Topbaş

Ramazan Bayramı Sohbeti – Canlı (03 Mayıs 2022) – Osman Nuri Topbaş

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=X_ZbRK1u0wE.

Çok muhterem kardeşlerimiz! Rahmet, bereket, rûhâniyet, huzur ve surur dolu bir Ramazân-ı Şerîf’i daha uğurladık. Rabbimiz kabul buyursun inşâallah, hayatımızın bir Ramazân-ı Şerîf hâlinde gelmesine ve son nefesimizin bir bayram sabahı olmasına, Cenâb-ı Hak lûtfuyla, kerîm ile ihsan ve ikram eylesin inşâallah. Okunan Furkan Sûresinin 61 ile 77. âyetleri arası okundu. İslâm, bir mevsimlik yaşanan bir mevsim değildir. Hayatın bütün sabahı, dört mevsimde İslâm yaşanacak. Zaten Ramazân-ı Şerîf’imizin kabulünü gösteren bir delil de, Ramazân-ı Şerîf’te geleni hayatımızın, rûhâni hayatımızın Ramazan’dan sonra devam etmesi, neticesinde bu son nefesime kadar devam etmesi, Cenâb-ı Hak yakın gelene kadar, ölüm gelene kadar kulluk istiyor bizden. Okunan bu Furkan Sûresinde çok kısa bir hülâsâ edersek, nasıl bir, demek ki Ramazân-ı Şerîf yaşanacak? Cenâb-ı Hak dikkatimizi semâvâta çeviriyor gökyüzüne.
Gökte burçlar var, yani yıldız kümeleri, ne kadar sayısı yok. Denizde ne kadar kum tanesi varsa o kadar. Onlar bir çara güneş, bu dünya semâsında, nurlu bir ay barındırılan Allah, yücelerin yücesidir. Hiçbir takdim teyhir var mı? Nasıl ilâhî azamet? Güneş ve ay bir randevu hâlinde, bir vardiya hâlinde devam ediyor. Ve bütün insanlığa, nebâta, hayvanata bir hayat bahşediyor.
İşte ilk âyette, اِقْرَ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ يَارْطَانَ رَبِّنَ عَدِيْلَا اُقُوْهُ Demek ki burada Cenâb-ı Hak, kulunu her an ölüm gelene kadar ilâhî azamet tecellîlerini tefekkür etmemizi arzu ediyor. Yine devamlı ibret almak isteyen, şükretmek dileyen kimselerin geceyle gündüz birbiri ardını getiren de odur. Gece gidiyor, gündüz geliyor. Gündüz gidiyor, gece geliyor. Orada bir, devamlı bir filan vardiya hâlinde devam ediyor.
Bir, devamlı bir filan vardiya değişimi. Gündüz vazife ayrı, gece vazife ayrı. İlâhî bitanzim. Bu, yakın gelene kadar bir kul nasıl bir kulluk yaşayacak? Yani Ramazân-ı Şerîf’i nasıl devam ettirecek?
Cenâb-ı Hak yine orada buyuruyor, Rahmân-ı Has kulları, yani Allah’ın rahmetinin tecellî ettiği kullar. Bunlar, yerdeki tevâzu ile görürler. Demek ki bir müslümandan Cenâb-ı Hak istediği en mühim şey tevâzu. Bir müslüman, hiçlik hâlinde olacak, ben demeyecek. Ne kadar Cenâb-ı Hak nîmet vermişse bir kula, hepsi Cenâb-ı Hakk’a ait.
Yani elimizde ne şey var? Biz mi gelecek zamanı, anne-babamızı vs. biz mi tayin ettik? Peygamberimizi biz mi tayin ettik? Velhâsıl daima kul bir azîz için daima aman yâ Rabbi diyecek, yeryüzünde mütevâzı olduğu için daima ben demeyecek, sen yâ Rabbi, sen yâ Rabbi, sen yâ Rabbi diyecek. Yine diğer bir ahlak, kendini bilmezler, sataştığı zaman da selâmâ derler.
Cahilleri muhatap olmazlar. Yine, nasıl bu geceleri gönül âlemi dolacak? Gündüzleri nefsânî arzulara karşı bir mukâvmet kesp edecek. Onun için Cenâb-ı Hak buyuruyor, geceleri, Rablerine secde ederek, kıyam durarak geçirirler, succeden ve kıyama. Demek ki seherler, bilhassa secde ve kıyam hâli, gönül âlemi dolacak. Nasıl bedenin gıdâsı, yemek, içmekse, rûhun gıdâsı da ayrı. Rûh gıdâlanacak, virtlerle, Kur’ân-ı Kerîm’le, tefekkürle gündüzleriyle bir mukâvmet kesp edecek nefsânî arzulara karşı. Ondan sonra kul daima amma Cenâb-ı Hakk’a yalvarış hâlinde olacak.
Aman yâ Rabbi! diyecek. Ve şöyle derler, Rabbimiz derler o, ibad-ur-rahman, cehennem adı azâbın üzerimizden sav. Doğru, onun azâbı gelip geçici değildir ve demâmlıdır. Bir de tahammülü de çok zordur. Allah cümlesini muhafaza eylesin. Orada cipten kötü bir yerleşme yeridir, kötü bir ikamet yeridir Cenâb-ı Hak buyuruyor.
Yine iştimaî duruma geliyor. Kul, Allâh’ın verdiği nimetleri nasıl yaşayacak? O kullar harcadıklarında ne israf, ne de cimrik ederler. İstraf edenler kimler? Yine âyet-i kerîmede, şeytanın arkadaşlarıdır. Şeytan ise Rabbine kadar çok nankördür. Yani istraf eden, kendi malını israf etmiyor, Allah’ın malı. Kimsenin bir malı yok. Şeytanın arkadaşlarını israf edenler.
Cimriler de ayrı. O da ayrı bir ihtiras. Allah korusun. Mü’min nasıl olacak? İkisinin ortasında cimri de olmayacak, hasiste olmayacak, çalışacak, gayret edecek, mütevazî yaşayacak, Allah yolunda infak edecek. Yine akâide geliyor. Onlar ki Allah ile beraber tuttukları başka bir Tanrı’ya yalvarmazlar.
Yani bir şirke düşmezler. Yani bir şirke hafîk, ben bile demezler. Allâh’ın haram kıldığı cana, haksız yere kıymazlar. Bütün mahlûkat, bütün mahlûkat can veren Allah, o canı almak da Allâh’a ait. Kimse bir hakkını aşmayacak, bir tecavüzede bulunmayacak, bir canı kıymayacak.
Ondan zinâ etmezler. Yani bir aileye kadar, toplumun aileye kadar bir cinayet işlemezler, zinâ etmek suretiyle. Bunlar yapan günahkâr, cedasını bulur diyor Cenâb-ı Hak. Tabi ibadurrahman da bunlar ne kadar uzaklaşır böyle bir hâlde? Bunların kıyameti, azâbı kat kat artırır.
Onlar da azapta alçaltılmış olarak devam ederler, bir rezil olarak devam ederler. Ancak Cenâb-ı Hak buna bir lûtuf bildiriyor. Böyle bir tövbe mevsimini geçirdik. Fakat bu tövbe mevsim, vel-müstâfîn ile bir eser devam edecek. Ancak tövbe ve îmân edip sâlih-i amel işleyenler başkadır buyuruyor.
Orada Cenâb-ı Hakk’ın Rahman ve Rahîm tövbe kapıları, afif kapısı açılmış oluyor. Allah onları kötüyle iyiye çevirir. Demek ki bu, tövbeten nasûhâ olacak. Allah çok bağışledir, engin merhamet sahibidir. Kim? Hakîkî tövbeydi. Yani tövbeten nasûhâ. Şüphesiz o tövbesi kabul edilmiş olarak Allâh’a döner. Hep Cenâb-ı Hakk’ın, Cenâb-ı Hakk’ın, Cenâb-ı Hakk’ın, Cenâb-ı Hak’ın, Cenâb-ı Hak’ın, Cenâb-ı Hak’ın, Cenâb-ı Hak’ın,
Cenâb-ı Hak’ın, Cenâb-ı Hak’ın, Cenâb-ı Hak’ın, Cenâb-ı Hak’ın, Cenâb-ı Hak’ın, Cenâb-ı Hak’ın, Cenâb-ı Hak’ın, Cenâb-ı Hak’ın, Cenâb-ı Hak’ın, Cenâb-ı Hak’ın ve neyini görürüz? Rahman ve Rahman-ı Rahîm sıfatını görüyoruz. Afîm sıfatını görüyoruz. Yine, İctimâî Nizam oraya geliyor. Okullar ki yalan yere şahitlik etmezler. Yani yalan bir müslüman ağzından çıkmaz. Boş sözler karşılaştırırlar. Gıybet, Vesâre, Lâ-bâli, Vakâr ile oradan geçerler.
Yine bir duyuş olacak mü’min, kalbi derinlik olacak. Kendilerinin, Rabbilerinin âyetleri hatırlatında ise onlar sağır ve kör davranmazlar. Acaba Allah’ın murâdı nedir bu hâdisede derler? Allah’ın âyetleri bize neyi hatırlatıyor derler? O geçmiş kavimlerden ne gibi misaller veriyor? İnsanoğlunun istikbalini Cenâb-ı Hak nasıl bildiriyor Kur’ân-ı Kerîm’de?
Nasıl bir, Cenâb-ı Hak bir harita veriyor. Ondan sonra yine âyete hayatının Cenâb-ı Hak geçiyor. Ve onlar, رَبَّنَا هَبْلَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَاتِنَا قُرَّةَ عَيْنِ وَاجْعَلَّى الْمُتَّقْنِيمَا Rabbimiz, bize gönlümüzü aydınlatacak eşler, yani zevç ve zevceler ve zürriyetimize bağışlanma,
huzuriyet kurayetî hâlinin göznûru olacak. Bizler nasıl olacak hepimiz, Cenâb-ı Hak nasıl olmamızı, toplumda mü’minlerin takvâda önder olacak. Müktekî olacak, müktekî olacak ve bir de İslâm’ın, İslâm’ı yaşayacak, İslâm’ı yaşatacak numûne olacak. Fakat tabi bu zor iş sayılanlar şimdiye kadar. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, işte onlar sabretmelerine karşılık, Cennet’e en yüksek makam verilecek onlara.
Orada hürmet ve selâm ile karşılayacaklar. Âyette de yâsıda, سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبِّ الْرَّحِيمٍ buyruluyor. Orada ebîli kalacaklar, orası ne güzel bir yerleşme yeridir Cenâb-ı Hak buyuruyor, o Cennet’e. Diğer taraftan da yine bir îkaz geliyor, Rasûlullah’ın de ki buyuruyor,
onlar diyor, kulluk, Rasûlullah’ın yalvâlarımız olmasa, duâların olmasa, siz ne işe yararsınız diyor Cenâb-ı Hak. Bu kadar ilâhî nîmetler karşısında, şükretmezsiniz, kullukta hatâ edersiniz, kulluğu yaşamazsınız, Cenâb-ı Hak ilticâ etmezsiniz, o zaman Cenâb-ı Hak buyuruyor, siz ne işe yararsınız o zaman diyor. Bu kadar nîmetlere karşı.
Velhâsıl Cenâb-ı Hak, inşâallah Ramazân-ı Şerîf’imize, bu ibad-ur-rahman, Ramazân-ı Şerîf’ten sonraki hayatımızı, son nefese kadar ibad-ur-rahman olarak geçirmemiz, Cenâb-ı Hak nasîb eylerinde ihsân et inşâallah. Ömrümüz var ise Cenâb-ı Hak, inşâallah vardır. Çünkü her sene, fire vere vere geliyoruz. Birçok akraba, kardeş vs. öbür tarafı yolcu ediyor.
Bizler de inşâallah önümüzdeki Ramazan’a sağlık, sıhhat, âfiyet içerisinde kavuşulmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ederiz inşâallah. Şimdi hamdolsun, Ramazan’ın rûhânî bir şehâdetnâmeti, mâhiyyette ondan bayramı idrâk ediyoruz. Bayram nedir? Bir şehâdetnâmedir. Nasıl Ramazân-ı Şerîf’i yaşamışsak, bayramda o kadar bizim hakkımız var.
Bayram bir tatil günü değildir, seninle ortada verilen bir tatil değildir. Bayramımız da Cenâb-ı Hakk’ın mübârek yeridir inşâallah. Ramazân-ı Şerîf’i bir takvâ mektebiydi. Bayram da onun mânevî şehâdetnâmesi. Tabi bu şehâdetnâmeti herkesi Ramazan’daki durumuna göre değer kazanıyor. O da Ramazan’daki işlediğimiz ameller gösteriyor. Yani Ramazan’da mîdinin oruç tutmanın, oruç tutturmanın yanında, gözüne, kulağına, diline, gönlüne oruç tutturabilenler ve kardeşleri yaşayanlar için ne güzel bir bayram bugün. Yine Efendimiz’den çok terbişler var. Bu Ramazan’daki orucun fazîletini, bu oruç tutturmanın yanında. Teravih namazları vs. Bu da geçmiş günahlar bağışlanır diyor. Tabi bu bağışlanma da Cenâb-ı Hakk’ın kabûlüne bağlı. İbadetler, doğaların hepsi kabûlüne bağlı. Fakat yine bunların hâli kul hakkı hâriş tutuluyor. O da kıyamete bırakılıyor. Hakk’ı ibadet. Cenâb-ı Hak Kadir Gecesi verdi. Cenâb-ı Hak ne kadar da kıyamete bırakılıyor.
Kur’ân ne kadar bir kıymetli ki, Kur’ân da Kadir Gecesi’ne indirildi. Demek ki bir Kur’ân-ı Kerîm’e ne kadar hemhâl olacağız, Kur’ân’ı yaşayacağız, yaşatacağız. Kur’ân-ı Kerîm’i rûhânî hayatımızın canlı olarak tutacağız. Yani Kur’ân-ı Kerîm muhtavayasını yaşayarak bir ibadet-i râhman olabilmek, Ramazân-ı Şerîf’i devam ettirmek, son nefese kadar.
Diğer taraftan, ilâhî rahmet, mağfiret, tuhyân ettiği Ramazân-ı Şerîf’i diğer ay, diğer farklı günlerden, farklı görmeyenler için, yani gâfiller için ise, bu günler sadece ferdi nefsânî birer tatil günleri, onlara tatil günleri o gâfiller. Hattâ büyük doğum mecmâsi meşârufları, büyük nefsî meşârufları, büyük nefsî meşârufları, büyük nefsî meşârufları,
onlara tatil günleri o gâfilleri. Hattâ büyük doğum mecmâsi çıkardı. Biz talebeyken imâm-ı tipte. Hâlâ hatırımızda, o gün bugün aradan belki 60 sene geçti. Orada bir bayram günü bir kapak vardı mecmâda. O kapakta şöyle bir ifade vardı. Deliği akıllandıracak. Yani şaşkın, ahmak kimseyi akıllandıracak.
Muzdaribi sevindirecek. Gerçek bayram, hangi rûhî hamlelere muhtaçtır. Demek ki burada, Üstad’ın Allah’a hamd edin, bahsettiği, bir kulun bir bayramı idrâk etmesi. İkincisi de, bu bayramdan en çok istifade etilecek, Cenâb-ı Hakk’ın mahrum kulları.
İşte Cenâb-ı Hak affedilmeden, Ramazan’dan çıkanlardan, Cenâb-ı Hak cümle-i müzûm’u muhafaza buyursun. Onun için şöyle dikkat etmek lâzım ki, Rabbimiz bayramı senin herhangi bir gününde vermiyor. Üç aylık bir takvâ mes’âmiyeyle ardından ihsan ediyor. İki ay Cenâb-ı Hak mübârek olsun buyuruyor. Allah’ın bahâriklerine, Ferenciye ve Şâban,
Ramazan’da mülâkî olmamız, Ramazan’da da Kadir Gece’ye imdiden mülâkî olmamız, o şekilde rûhânî hayatımızın çok seviye kazanması, bu şekilde bir bayramın bir idrak hâlini de geçirebilmemiz. Bayramın ciddi bir kulluk şuuru içinde ihya etmemiz gerekiyor. Çünkü bayram günü ve geceleri yapılan hamd, şükür, zikir, tekbir ile bütün ferdi ve iştimaî kulluklarımız,
hamd, şükür, zikir, tekbir ile bütün ferdi ve iştimaî kulluk tezâhürlerine, Rabbimizin müstesna mükâfatları var. Hadîs-i şerîfte şöyle buyuruyor. Ramazan ve Kurban Bayramı gecelerine, sevamını Allah’tan umarak, ihya edenlerin kalbi, bütün kalplerinin öldüğü günde ölmeyecektir. Demek ki nasıl bir âleme gireceğiz? Bu Ramazan’ı da ihya edenlere de Cenâb-ı Hak öyle bir mükâfat ihsan etmiş oluyor.
O zaman bayram nedir? Bayram nedir? Bayram, Ramazan-ı Şerîf’te ibadetlerle, muâmelâtla ve ahlâk ile kalınan gönül feyzinin sevinç günleridir. Yine bayram, sabır ve takvânın mükâfadıdır. Gözde sabır, kulağa sabır, nefsânî arzulara sabır ve bir takvânın mükâfadıdır.
Yine bayram, Allah’ın zikir ve şükür ile rızâ-ilâhîye tahsil etme günleridir. Bu günlerde de Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı tahsil edilecek. Bayram, îman kardesinin cemiyet peranında yaşandığı mübâret vakitlerdir. Yaşanan, îman kardesinin mükâfatıdır ise, Efendimiz şöyle buyuruyor, Yedi sınıf vardır. Allah Teâlâ onlara hiçbir gölgenin bulunmadığı bu zor günde, kıyamet gününde, arşın gölgesine gölge indirecek.
Kim bunlar? İşte bu bayramı yaşayanlar, kardeşinin derdiyle dertlenenler. Mahrumlarla dertlenenler, kimsizlerle, yalnızlarla dertlenenler, onları kendisine zimmetli olarak idrâk edenler. Bende var, onda yok, demek ki o bana zimmetli. Kul daima bu idrâkin içinde olacak. Yani velhâsıl Allah için sevenler bir ayırı gelecek,
ayrılışları da yine muhabbetle gerçekleşen iki kişi olacak. Birbirini yıkayan iki el gibi olacak. Bayram yine ferdin değil, umumun sevincedir. Tek başımıza bir bayram ramazı kılamayız. Kendi kendimizi tebrik edemeyiz. O için bayramı idrâk etmek lâzım.
Bayram, dargınlıkları, kırgınlıkları ortadan kaldırma ve din kardeşliğiyle kaynaşmanın en feyizli zamanları. Hakkıla haksız tartışmalar bir tarafa bırakılacak. Allah için arayı düzeltme, Allah için affedebilmenin lezzeti yaşanacak. Affede affede ilâhî affa mazhar olacak hâle gelecek. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, Enfâl Sûresi’nde, o hadîsiz gerçek mü’minler iseniz. Bu çok îkaz, ilâhî gerçek mü’minler iseniz, Allah’tan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûl’üne itaat edin. Ben haklıyım, o haksız yok. Allah senin din kardeşliği yapmış. O senin kardeşliğinden daha mühim, kan kardeşliğinden. Demek ki aranı kardeşini düzelteceksin. Allah o şekilde mükâfâdın, affını kazanacaksın.
Dünya hayatında, ferdi ve içtemâî müessirlerden bazıları nefsânî, bazıları da ilâhî duyguları tahrik eder. İşte bayramlar, bu duygular arasında insandaki şefkat, merhamet, vefâ, diğergâmlık hissetini bileyler ve coşturur. Hem de hazzını, hem de başkalarının sevindirmenin hazzını yaşar.
Yani hem kendi o bayramın hazzını yaşar, Allâh’a yaklaşmanın hazzını yaşar, hem de başkalarının sevindirmenin hazzını yaşatır. İşte Mevlânâ der ki, bir gönül al ki Hac-ı Ekber olsun der. Bak o gönlünü bulabilmek, o gönlünü yakalayabilmek. Cenâb-ı Hak o gönlünü nasıl yakalayacaksın? Senin kalbini rıkkatine göre yakalarsın. Çünkü âyetle, serbest bir gönül bulabilmek, o gönül yakalayabilmek.
Sen, senin kalbini rıkkatine göre yakalarsın. Çünkü âyetle, sen onları sîmâlarından tanırsın.” buyuruyor. Tabi bir mü’min bu kadar ince, zarif, hassas bir mü’min olacak. Velhâsıl işte bayramlar, ferdin değil, toplum, mânevî sevinci. Bu heyecanların paylaşılması, gönül iklimine girme, bütün müslümanları gönülden kâr edilebilmektir.
Bu ne oluyor? Cenâb-ı Hakk’la yaklaşmaya götürüyor. Mevlânâ diyor ki, Kâbe’ye gidenler diyor, Kâbe’nin Rabbî’yle buluşmaya baksınlar diyor. Eğer Kâbe’nin Rabbî’yle buluşabilirlerse, her yerde Kâbe’yi bulurlar buyuruyor. Yine bir hadîs-i şerîfte, Cenâb-ı Hak diyor ki ben diyor yere, semâlara sığman, bir mü’min kulumun kalbine sığılırım.
Yani kalp, ilâhî bir tecellî mekânı, cemâlî sıfatlarının tecellî mekânı. Rûhânî, Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî sıfatlarının mazharı kalp. Onun için İmâm-ı Rabbânî Hazretleri diyor, aman diyor, bir kalbi kırma diyor. Kalp diyor, çünkü Rabbinin komşusudur diyor. Sakın diyor, Rabbinin komşusunun orada cemâlî sıfatlarının tecellî ettiği bir yer diyor.
Sakın diyor, Rabbini incitme diyor. Velhâsıl Cenâb-ı Hak bizden hassâs bir gönül istiyor. İbâd-ı râhman olmamızı istiyor. Yani yaratandan ötürü bütün müslümanlara sevgi, şefkat, nezâket ve muâvenettir. Yine bayram, mahsûlanın, kimsesizlerin, muzdavinin gönlünü almakla başlanır.
Düşüneceğiz, Suriye’de belki bir milyona yakın hudutta insan var, çadırda. Biz de orada olabilirdik, onlar burada olabilirdi. Hiçbir şey yapamıyorsak, ona bir kardeşimiz olarak duâ edeceğiz inşâallah. Yine, hadîs-i şerîf mucizef, ilk bayramlaşmanın en çok alâka yardım ve şefkat bekleyen geçmişlerimiz de,
yani kabristan da mahsun selveler altında başlamaladık. Bu hâl ölülerle dirilerin hasret gidermesi, haşir neşir olması, bir vefâ borcumuz. Bizden evvel gidenlere bir vefâ borcumuz. Onun için kabir ziyaretleri daha çok bayramlarda yapılır. Onları unutmamak, onlara bir vefâya devam ettirebilmek.
Sadakalar, Fâtiha’lar ikram ederek geçmişlerimizin karşı bir vefâ borcunu ödeyebilmek. Yine bayram, gariplerin, yalnızların, kimsesizlerin, mazlumların, muzdariblerin yanık yüreklerine cennet serinliği veren ilâhî bir ziyafettir. Ne mutlu verene. Unutmalarım ki bu dünyada ve âhirette herkes birbirini muhtaçtır.
Ben kimseye muhtaç değilim diyemez. Cenâb-ı Hak öyle bir âhin kurmuş ki, her mü’minin diğer bir mü’mine muhtaç. Dünyada zayıf, güçlüğe muhtaç, güçlüğü de kıyamette zayıfın duâsına muhtaç. Hasta, sâlama muhtaç dünyada. Âhirette de sâlam hastanın duâsına muhtaç. Fakir, zengini muhtaç dünyada. Âhirette de fakirin duâsına muhtaç. Onun için Cenâb-ı Hak, ye uzun sadakat buyuruyor, sadakat ben alırım buyuruyor. O babalarımızdan görürdük. Yani fakir, zengini muhtaç, kıyamette de zengin fakire muhtaç.
Bir sadaka, infak verecekleri zaman, zarfının üzerine muhtelen beyefendi, Ahmet Efendi, Mehmed Efendi, kabul ettiğiniz için size teşekkür ederiz, yazarlardı. Çünkü Cenâb-ı Hak, sadakat ben alırım buyuruyor. Yine, Gazâlî Hazretleri’nin ihyâda var. Sadaka veren diyor, zekât veren, infak eden, baştan Allâh’ın eline verir. Allâh’ın elinden, o kimin omuz demeyi eline geçer. Şimdi Allâh’ın eline veren kimseye ben veriyorum diyebilir mi? Mal benim diyebilir mi? Ben emânetçiyim der. Velhâsıl güçlü-zayıfın, sağlam hastanın vs. Cenâb-ı Hak bütün insanları birbirine muhtaç olarak yarattı.
Bu en çok hissedilen o muhtaçlık da ancak öbür tarafta hissedilecek. Aman keşke daha öteye gitseydi. Yine münafıklık sözü, 10. âyetinde Cenâb-ı Hakk’ın ölüm ânı gelir de, hep başından geçecek. Yâ Rabbi! Biraz vakit artır, biraz daha imkân versen de, sadaka versem ve sâlihlerden olsam,
demeden evvel infâk edin.” buyuruyor. Efendimiz buyuruyor, herkes diyor, sadakaya muhtaç diyor. Senin göğsün bir tebessüm sadakadır, bir dertlinin derdini dinlemen sadakadır, bir kötü şeyi ortadan kaldırman bir sadakadır. Herkes pişmanlıkla ölecek buyuruyor, sâlihlerle keşke daha öteye geçseydik diye.
Vedâsıl gönül netice bayramlar bir dergâh hâline girecek. Ramazan’da ayrı bir dergâh, bayram’da ayrı bir dergâh. O dergâhın içinden, o gönül içinde irşad bekleyenler, muzdaribler, yalnızlar, kimsizler olacak. Yine bayram, uzatıyoruz da, bir şey yaparız.
Bayramın keyfiyeti, hayır, hasenat ve gayretlerde vicdan ve huzur bulma günleridir. Bayram, mübârek günlerden sonra geliyor ki, Ramazan’dan, üç aydan sonra geliyor ki, bayram, kalpler merhamet ve şefkatle incelsin. Muhtaçlara karşı hassayet, duygu derini ve rükkat artsın.
Bayram, başkalarını sevindirmekle sevimektir. Başkalarını sevindirmekle sevimektir. İkram ve ihsan etmeyi mânevî ve hazrıyla ruhları doyurmaktır. Bundan dolayı bu, sorûr günlerinde, sevinç günlerinde, billâsıl da muhtaçların garip ne yüzlü güldürmeni, gönülleri hoşnut etmeliyiz.
Bir misal, Allah dostundan Davud-i Tâhiî Hazretleri var. Ona bir talebesi et getiriyor. Davud-i Tâhiî, ete bakıyor, talebeye bakıyor. Talebenin ikramı, ikramı reddesi olmaz. Talebesi gölle kırılmayacak. Tabi bir mü’min hassâsiyete.
Talebe de anlıyor. Hocam diyor, bunu ben zor elde ettim diyor. Siz çok seviyorum, lütfen siz diyor bunu, size ikram ediyorum diyor. Oğlum diyor Davud-i Tâhiî Hazretleri, şu iki yetimden ne haber diyor. Efendim onlar bildiğiniz gibi diyor. Bak yavrum, oğlum ben yersen bin deyince benden çıkacak. Fakat o yavrum, o yavrum da yersin.
Efendim onlar bildiğiniz gibi diyor. Bak yavrum, oğlum ben yersen bin deyince benden çıkacak. Fakat o iki yetimi ikram edersen o arşâlâya çıkacak. Burası bir infak şuuru. Yani gerçek bayram, saâdetin seyredildiği en berrak ayna. Tebessümü unutmuş çaresizlerin yeniden ümitle ışıllayan gözleri ve bayram ettirilen kırk gönüllerdir. Musa aleyhisselâm da, yâ Rabbi’sini ben nerede arayayım diyor, nerede bulurum diyor. Musa diyor, sen beni kırk gönüllerin yanında bulursun buyuruyor. Yine bu ne benzer çok misaller var. Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor, bu da şeyde geçiyor, Abdulkâz-ı Geylâne’de bir kayın varmış.
Peygamberlere gidiyorlar, acaba biz nasıl Allâh’a yaklaşırız diyorlar. Cenâb-ı Hak da onlara diyor, benim sözlerimi söyle diyor. Ey kullarım! Eğer benim rızâmı istiyorsanız, yoksulları sevindirin, onların gönlünü alın. Eğer siz onları sevindirir, gönlünü alırsanız, işte o zaman ben de sizden râzı olurum.
Eğer onları incitir, gönlünü kırarsanız, işte o zaman ben de kırılır, size öfkelenir.” buyuruyor. Tabi burada en büyük irşad da bugün, müsterşidi irşad, irşad, bekleyenleri irşad etmek. Bir gaflet içinde bir hayat geçiyor. Küresel güçlerinin getirdiği ayrı bir zulm var. Televizyon, internet vs. bütün ahlâksızları bizim programlarında terkîn ediyorlar. Terkîn ediyorlar. Yine darb-ı meselâ şöyle buyruluyor, «Her göğdüne hızır, her gecenin kaderi bil.» Tabi bir müslüman bu şuurda yaşayacak. Her göğe hızır, yani karşılaştığın bir gönül olabilir ki, Cenâb-ı Hakk’a o yakın bir gönüldür o. Sen bilmezsin onu. Sen o gönülle girmekle Cenâb-ı Hakk’a yakınlık kespedersin.
Ya belki o gönül, Cenâb-ı Hakk’ın yakın olduğu bir gönüldür. Zira Rabbimiz kalbi kırıklarla beraber olduğunu haber veriyor. Sen o kırık kalbini tamir etmekle, onun duâsını almakla Cenâb-ı Hakk’ın dindeki yüksek bir mevkini çıkartır seni. İbâd-ı râhman olursun. Ramazan’da ne yapmalı? Affedersiniz. Ramazan’dan sonra ne yapmalı?
Nereden dikkat etmeyiniz? Ramazan-ı Şerîf’in feyz ve rûhâniyetini bütün bir sene nasıl yaşayabiliriz? Birincisi evvela, orucun sabrını, riyâzatını bütün zamanlara taşır. Nefsimizi oburluktan, israftan, ihtirastan, öfkeden, kötülükten koruruzsak, Ramazan’ın hakîkatini bir riyâzat hâline devam ettirmiş oluruz. Yani asgarîde bir. Cenâb-ı Hak, kulu’l-af buyuruyor.
Yapacaksın, çalışacaksın, kazanacaksın, tembel olmayacaksın, fazlasını infak edeceksin, sen riyâzat hâlini yaşayacaksın. Pederimiz Musa Efendi şöyle buyrular, biz deriz, evlâdım der, mutlaka riyâzat hâlini, iki sadıf riyâd ederek yaşayın ve Allâh’ın verdiği yine Allah için infak edin. Riyâzat hâlini sadece üç ayları Ramazan’a mahsus olmasın, onu hayatımızın her safhadan yayın,
ihtiyac fazlasını Allah için infak edin. Hattâ bir misal verir de rahmetle, şu derin gibi dolma bahçesi ve topka sarayında bile yaşasınız, yine riyâzatla yaşamayı, israf ve cimlikten sakınmaya mecbursunuz. Onun için malı da, mülkü de ancak kalbinin dışında taşıyın. Eğer ihtiyac fazlasını Allah için infak etmezseniz, Allâh’ın verdiği nîmetler karşısında nankörlük etsin.
Unutmayın ki infak edilmeyen nîmetler, ziyan edilmiş demektir. Çöp tenekeşine düşen pırlantalar ne hazindir? Ziyan eden nîmetlerin de hesabı çok ağır bir âhiret vebâledir. Ramazan kulu, Allâh’a yaklaştıran bütün günahlarında kadar sabır ayıydı.
Sabır mü’min her zaman, her hususta gereklidir. İbadette devamlık için sabır. Sabah namazına kalkmakla sabır. Cemaate kılmakla sabır. Efendimiz’in son üç günü çok muzeyfetti Efendimiz. Namaza gidecek, cemaate gidecek gücü yoktu.
«–Beni kaldırın!» dedi. Kaldırdılar. «–Bir kova su götürün!» dediler. Buyurdu. O bir kova suyu götürüyor, kusretti. Yine çöktü. Mütşî bir hâsizlik. Kendinden geldi baygın hâlde. Yedindeki cemaat nasıl dedi. Çok mu cemaat namaz kıldı mı dedi.
Çok mu cemaat namaz kıldı mı dedi. Çok Efendimiz dedi, sizi bekliyorlar dedi. O zaman bir kova su daha getirin dedi. O kova suyu da getirdiler. Efendimiz onu da dökündü. Yine kaldırdılar. Yine Efendimiz çöktü. Mümküniz öyle baygın yaşadı. Yine kendine gelince, cemaat namaz kıldı mı dedi. «–Yâ Rasûlâllah! Sizi bekliyoruz!» dediler.
O zaman bir kova su daha getirin dedi. Bu kova su daha getirirler. Onu da dökündü. Bir koluna Abbas amcası girdi. Diğer koluna da sahâbî üçer adım, üçer adım teberrüken şeye kadar götürdüler, mihrâba kadar. Efendimiz’in tâkâtı yoktu. Ebû Bekir Efendimiz’i işaret etti.
Hattâ Ebû Bekir Efendimiz o kadar bir hayâ sahibiydi ki, Ömer dedi, «–Sen geç kıldır!» dedi. «–Yok dedi, Allah Rasûlü seni işaret etti.» dedi. Ebû Bekir Efendimiz namazı kıldırdı. Efendimiz’e itaat etti. Yani Efendimiz’in ümmetine olan meclubiyeti, namaza olan meclubiyeti, bizim için de «–Aman! Benim yüzümü kara çıkartmayın!»
Biz nasıl affolacağız?» Onun izinden gitmek ise, biz nasıl o zaman kıyamette şefaat, «–Yâ Rasûlâllah!» demeye bizim ne yüzümüz olacak o zaman?» Velhâsıl ibadette devamlı da sabır, cemaate gitmekte sabır. Seherlerde «ve l-müs’tâfirin bil-es’âr» sabır.
Kalbin nefsânî arzulara karşı sabır, nefsânî arzulara karşı sabır, belâ ve musibetlere karşı sabır. Gönlünde hamd, şükür, rızâ hâlinde gönlünü zedelememek için sabır. Varlıkta nefsânî arzuların temânî arzuları arttığı bol imkânca gaflete dalmamak, ayağın kaymaması için sabır.» Burada bir misal de vermek istiyorum ben.
Niyete göre ilâhî yardım, kalbimin durumuna göre. İbrahimî Ethem Hazretleri’nin biliyorsunuz, Allâh’ın tacı-tarkı terk etmiş, Allâh’ın müstesnâ-velî bir kulu. hadce niyetlenir, yayı olarak yola çıkar. Yolda yola çıkartır, yolda çıkartır, yolda çıkartır, yolda çıkartır, yolda çıkartır, yolda çıkartır, yolda çıkartır, yolda çıkartır, yolda çıkartır, yolda çıkartır, yolda çıkartır.
Hacca niyetlenir, yaya olarak yola çıkar. Yolda giderken cins devesi üzerinde kuruluğun mağrur bir kabîle reisine rastlar. Reis, İbrahim-i Metem Hazretleri’nin yaşlı hâliyle tek başına yola çıkmasını, gönülde bir azın olmasını çok şaşırır. Bu sebeple bu tuhaf bakışlarla sorar. Ey ihtiyar der! Nereye gidiyorsun sen bu hâlinle? der. İbrahim-i Metem Hazretleri, sükûnetle der ki, Hacca niyetliyle Kâbe’ye gidiyorum der. Aldığı bu cevap üzerine, kabîle reisine tuhaf bakışlar yerine, kabîle reisinde alâcı bir tebessüm meydana getirir. Bir mü’min böyle devam eder. Sonunda küçümseyerek bir tavada, behey ihtiyar der.
Deli misin, divâni misin sen? Bineğin yok, azın yok, yol uzun, hem de çok uzun. Sen bu zayıf, ihtiyar hâlinde Kâbe’ye nasıl varacaksın? Bu uzun yola nasıl dayanacaksın? der. İbrahim-i Metem Hazretleri der ki, bu karşısında gâfil insanın gönlünü uyandırmak için, o ümitle,
Aslında der, kabîle reisi der, benim çoğuk bineğim var der. Ama sen onları göremiyorsun der, sen onlara âmâsın der. Bu zünreis, alâcı tavara tekrar devam eder. Ne oldu? Açıkta ben de bineğim der, o der bineklerini der. İbrahim-i Metem Hazretleri anlatmaya başlar. Benim der, sabır adlı bir bineğim vardır ki der,
Başıma bir bela geldi, onunla yoluma devam ederim, o sabırla der. O sabır bineğimi kullanırım der. Benim şükür adlı bir bineğim var ki, nimetle kavuştuğu zaman onunla nice menziller geçerim, Nice terfilere, derecelere vâsıl olurum.
Yine önleme imkânları olmayan ve kusurum bulunmayan bir kataya uğradığım zaman da kendi kendime, ben gaybı bilmiyorum, Olanda benim için, el-Hayru fi mâ vâka, hayır vardır derim, rıza adlı uysal bineğimle maksuduma ererim. Bunları dinleyen reis, alâcı tavrı yerine şaşkınlığa döndü.
Şaşkınlık hâline geldi. Hayret de tekrar sorar, daha başka neyim var der. Bir de şu var ki, nefsim, dünyayı bir arzı yöneldiği vakit, kabirlerde benden evvel, çok daha küçük yaşta, hatta genci insanın yattığını düşünerek nefsime uymaktan sakınırım. Zira her insan ölecek yaştadır. Bu sözlerin derin bir tefekkürle dağın kabîleri reisi İbrahim Etem Hazretleri uzun uzun bakar ve sonra dudaklarından şu sözler dökülür. Desene, asıl ya ya benmişim. Sen hakîkati binekli olan senmişin. Ey muhterem pîr! Var yoluna devam et. Bu zarif ve hakikati vakıf gönlüne sen, muhabir eden enelselerine ne olursun madem dua et. Demek ki Cenâb-ı Hakk’a kul yaklaştıkça, Cenâb-ı Hak’tan nasıl bir yardım ve tecellîlere mazhar olmuş oluyor. Yine baktığımız zaman zenginlik. Süleyman –aleyhisselâm- gelmiş, geçmiş bütün insanlarla daha zengin kılındı. Hikmet-i ilâhî. Bütün insanlara malın verseniz, Süleyman –aleyhisselâm- kadar zengin olamaz.
Fakat hiçbir zaman bu zenginlikle mağrur olmadı. Dünya nîmetlerinin kalbini işgal etmesine, kalbinin kas olmasına asla müsaade etmedi. Dâimâ nîmetlerine asıl sahibi olan Cenâb-ı Hakk’a şükret de, kullara da infak hâlinde bulundu. Onun bu güzel hâliyle Cenâb-ı Hakk’a nîmel âbıdı. O ne güzel bir kuldu Süleyman buyuruyor.
O öyle olduğu hâlde çok ağır imtihanlardan geçti. Bir zerreden dolayı Cenâb-ı Hakk’ın bütün elinden saltanatını aldı. Onun tahtında ölü gibi ceset gibi bıraktık buyuruyor âyette. Yine bir ayıldı, istiğfar etti, Cenâb-ı Hak yine ihsan etti. Yine bir, bu kadar nîmet verilen, bu kadar İslâm’ı yaşayan, bu kadar müslüman, bu kadar müslüman, bu kadar müslüman,
bir, bu kadar nîmet verilen, bu kadar İslâm’ı yaşayan bir peygamber bile ne kadar bir imtihanın içinde. Bilhassa yoklukta, fakirliğin küfre yaklaştığı hengamda, îtikâdı sarsmamak, haram yollara tevhüz etmemek, şikâyeti unutmak için sabır, sabır lazım. Enflasyon vs. Düşünün, ben ne yaptım ki bu enflasyon oldu? Virüs, biz toplum olarak ne yaptık ki, ne kadar Allah’ı unuttuk ki, Allah yok kadar bir hayvanla bir virüsle bizi imtihan ediyor. Bellâsıl yoklukta sabır, zenginlikle şımarmamak için sabır.
Âyûb –aleyhisselâm– yok tuttu ve hastalıkla imtihan edildi. Fakat hiçbir zaman hâlinden şikâyet etmedi. Daima rızâ ve teslimizi gösterdi. Bunlar da Cenâb-ı Hak, Süleyman –aleyhisselâm–’ın zıttı bir hayat yaşattı Cenâb-ı Hak. مَنْ مَنْ عَبْدُ اَنَا الْقُوْلُ دِ اَيُّبْ Buyuruyor. Hep bunlar bize Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’in bildirdiği tâlimatlar. Sabriyelerden müjdeler buyuruyor.
Yine şimdi Ramazân-ı Şerîf’i devam ettirmek. Ramazân-ı Şerîf’i tutarken gösteren helâl gıdadan dahi sakın mahsâetini, sahîr zamanları bütün haram, mekruh, şüphelere karşı gösterebilirsek, Ramazân-ı Şûr’ü bize de devam eder. Nasıl oruçluyken, yeme, içme de kendini menetleysek, Ramazân’dan sonra bütün haramları, günahları karşı rûhen oruç tutmalıyız. Efendim buyuruyor, helâl bellidir, haram da bellidir. İkisinin arasında ise birtakım şüpheli şeyler vardır ki, insanların çoğu bunları bilmezler. Kim şüpheli şeyler sakınırsa, dinle, ırzını, nâmus ve âisiyetini korumuş olur. Kim de şüpheli şeyler düşerek harama düşmek olursa, Allah korusun, felâket olur. Burada Mevlânâ’nın bir hikâyesi var Mesnevî’de.
Yani bu şüphelerden sakınmak üzere, yanlış yerlerde dolaşmamak, uçurmaların kararında gezmemek, ona göre bir misâli var. Hindistan’da birisi yılan avcısıymış, yılanla tutarmış, yılanla oynatırmış ona kaval çalarak, çıkar oynatırmış ona,
tekrar içine sokarmış filân. Tabi halk, onu dinleyen dinle bıkmış. Bu da diyor ki ben bir daha çıkayım da diyor, başka bir şey bulayım diyor. Bunların halkı toplayayım, bir de geçin böyle temin edeyim diyor. Dağa çıkıyor, karlar arasında koca bir canavar görüyor, koca bir yılan görüyor.
Acayip bir yılan! Ah diyor, şimdi diyor, bir kazanç kapısı açıldı bana diyor. Fakat onu kaldıracak gücü de yok. Boynuna bir ip bağlı, urgan bağlıyor. Onu çekil çekil çekil çekil, şehrin ortasına getiriyor hayvanı. Tellallar bağırtırıyor, bir canavar geldi, gerin bir canavar geldi, görün, halk toplamaya o canavarı görecek, o da para topluyor.
Tabi bu hayvan, bu canavar, dağda karın altında donmuş durumda. Şehre indiği zaman ısınmaya başlıyor, yavaş yavaş ısınıyor. Tam bu şey yapayım derken yılan avcısı, yılan avcısı alıp böyle yutuyor. Mevlânâ işte diyor, bak diyor, onun için diyor, töhmet olan yerlerde dolaşma diyor. Helâl belediye haram bellidir diyor. Şüpheli şeyler arasında diyor, gezme diyor. Velhâsıl ağzımda gelen lokmalara, ağzımdan çıkan her kelimeye de dikkat edeceğiz. Bilhassa yalan dediği kodu, gıybet ve mâlâyenin sözlerini kendimiz koruyacağız.
Yine oruçluyken ağzımızı gıdâlara kapattığımız gibi, gönlümüzü de her zaman nifak, riya, ucup, gurur gibi, şükürsüzlük gibi haset ve ihtiraslara da kapalı tutacağız. Yani maddînî de mânevî. Gözümüzü haramlara, alâ’nın yasak kıldığı görüntüleri kaptırmaya edeceğiz. Yanlış yasak kıldığı görüntüleri kaptırmaya edeceğiz.
Yanlış vitrinlerden de kendimizi koruyacağız. Yanlış vitrinleri de seyretmeyeceğiz. Yine beraberinde olduğumuz kimsenin hâlinde dikkat etmeye edeceğiz. Velhâsıl kulağımızı da, Kur’ân’ın sözünde hoş görmediği bütün çirkin seslere karşı, boş sözlere karşı kapalı tutacağız.
Yine, sahurdaki uyanıklığı, bütün seherlere yaşatabilmek, yani teheccüd, zikrullah, dua, istiğfarla müzdehennem bir seher alışkanlığını devam ettirebilmek. Ramazan’ın gönül feyizini o şekilde korumuş oluruz. Zira her gece değerlendirmesini bilen Cenâb-ı Hak’ın husûsî bir yakınlık vesîresidir.
Ramazan-ı Şerîf’te Kadir gezisinde aradığımız gibi, aman sonra Allah birbirine arar. Yahu Kadir ile acaba bugün müydü, yarın mıydı, dün müydü, gelecek miydi diye. Ramazan-ı Şerîf’e Kadir ile aradığımız gibi, her gördüğüne hızır, her zaman birbirine arar. Birbirine arar. Birbirine arar. Birbirine arar. Birbirine arar. Birbirine arar. Birbirine arar. Birbirine arar. Birbirine arar. Birbirine arar. Birbirine arar.
Her gördüğüne hızır, her geceye Kadir bil, dostturunca her geceye Kadir bilmek. Bütün seneye Ramazan’ın rûhâniyetini yaşayabilmek. Yine, terâfillerde câmiye koşma azmine, sene boyunca cemaate devam aşkına dönüştürebilmek. Efendimiz’e demin o son üç günde olan hâdise gibi. Ramazan-ı Şerîf’in mânâ iklimini gönlümüzde her daim tazile tutmuş oluruz o zaman. Ramazan’ı mukâbele okuyup Kur’ân-ı Kerîm’in ünsiyetini arttırdığımız gibi, sonraki aylarda da Kur’ân-ı Kerîm’in iklimini yaşamaya devam edersek, Ramazan’ın mânâ mânâ görmeyi devam etmiş oluruz. اَلْرَحْمَنَ اَلَّمَ الْقُرْانَ خَلَقَ الْاِنْسَانَ عَلَمَهُ الْبَيَانَ En mühim anneler ve babalar evlâtlarına karşı. En mühim hayatta neyi veriyoruz evlâtlarına?
Kur’ân-ı Kerîm mi? Allah ve Rasûlullah’ı sevdirmek mi? Yoksa başka gayelere mi? Dünya mektebinin hacmi ne kadar, âhiret mektebinin sonsuzluğu ne kadar? Eğer orada âhirette evlâtla beraber olmak istiyorsak, سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبِّ الرَّحِيمِ Cenâb-ı Hakk’ın bu müjdesine nâil olacağız. Aksi hâlde, وَمْتَعَذَرُوا يَوْمَنَا اَيْوَلْمُ مُجْيْمٍ Siz müjdebler bu tarafa, sizi Cehennem tarafına deneyecek. Orada ana, baba, kardeş vs. akrabisi ayrılacak.
En fecî bir gün yaşanacak orada. En muzdarik bir gün yaşanacak orada. Yani belâsat Ramazan’ın sonunda Kur’ân-ı Kerîm’e devam edeceğiz. Razı’n-ı Hak okuyacağız, yaşayacağız, yaşatacağız. Ticaretten lentebur buyuruyor. En hayırlı bir ticaret. Bu ticarete muhtevâsına girmeye gayret edeceğiz. Ramazan’da zekât, fitre, sahil, infâ edilebilme heyecanı diğer ayrı ayrı sergileyebilmek.
Çimrilik ve hodgâmdan sakınıp Allah yolunda cömertçe hizmet ve tedavi bulunabilirsek, fakir fukarayı unutmayıp, gerekirse onları kendini zimmetli olarak görebilir, ona şefkat veya merhamet arttırabilirsek, zira fukara dört mevsimde de var. Sırf Ramazan’da değil. Dört mevsimde de var. Dört mevsimde de çaresizlerin çaresine çare bulabilmek. O zaman Ramazan-ı İkimi devam ettirmiş oluruz.
Hiçbir şey veremiyorsun, imkânı yok. Yine ikram edeceksin. Ne ile? Cenâb-ı Hakk’a bile mey-sûrâ buyuruyor. Hiçbir şey veremiyorsan ona bir tatlı birkaç söz söyleyeceksin, onu tesellî edeceksin. Onu İslâm’ın şahsiyet ve karakterinin icâmını yapacaksın. Diğer taraftan günahlara karşı, şeftanın desteslerine karşı,
vesvâsı ile alın. Bir çimdik atar gider şeytan. Onlara bir teâkûz hâlinde bulunacağız. Ramazan’daki kalbi rıkkatimizi kaybetmemiş oluruz. Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor, eğer şeytandan gelen kötü bir düşüncesini tahrik ederse, O zaman fes-sâyezbillâh, Cenâb-ı Hakk’a sığınır buyuruyor.
Cenâb-ı Hakk’a sığınır buyuruyor. Ve Cenâb-ı Hak ve sana…
Velhâsıl kardeşlerimiz, Sana Cenâb-ı Hak buyuruyor, yakın ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet. Yani okunan âyetteki ibad-ur-rahman olabilmek. Bir de Allâh’ı Teâlâ’na en sevimli olan hamle-i şerîf,
hamlelerden biri de devamlık. Yani kesintiye uğramayacak. Az da olsa devamlılık. Yine Cenâb-ı Hak ikaz eder âyette, Nahlî Sûresi’nde, ibliğini sağlamca büktüren, sonra çözüp bozan gibi olmayın. Yani bir dünya, bir gaflet içinde geçirmeyin. Kalp uyanacak, niçin geldi? Kimi mümini mi?
Kimin rızkını? Sana rızkı kim veriyor? Velhâsıl yaptığımız sâlih amellerle göstermek, ehemmiyetten daha fazlasını, O’nun kabulüne ehemmiyet göstereceğiz. Onu Ehlullah, Ramazân-ı Şerîf’i bittikten sonra,
onu 6 ay kabulü için dua ederlerdi. 6 aydan sonra da tekrar Ramazân-ı Şerîf’i mülâkî olmak için dua ederlerdi. Yani Ramazan’daki ibadetlerimizin kabûlünün delili, Ramazan’dan sonraki hâl ve istikâmetimizdir.
Velhâsıl istikâmeti korumak, Ramazan-ı Şerîf’den sonra o mübârek mevsûnün kazanılanı kaybetmeme, istikâmeti korumak, Ramazan vesîliyle başlarına sâlih amellere devam ettirebilmek, istikâmeti korumak, Ramazan vesîliyle başlarına sâlih amellere devam ettirebilmek, Ramazan mes’âlih ile başlarına sâlih amellere devam ettirebilmek,
istikâmeti korumak, hayatı med-cezirleri karşısında inişçilik işleri karşısında Ramazan hürmetine edilen tevbeleri muhafaza edebilmektir. Hattâ günah ve isyanları tekrar dönmeme kararı gösterebilmektir. Onun için ne mutlu, ömürlerini daim bir Ramazan hâline getirenleri ve son nefesini bir bayram hâline getirenleri. Diğer taraftan her geceyi kadir bil, gecenin rûhâliyeti ile güçlü olup, sabahı o mânevî rûhâni güçle girebilmek, yine mânevî açlığımızı seherlerde doyurabilmek. Namazdan hakkıyla istifâde edeceğini, onun mîrac ufkunda kılmak lâzım. İbadetler, her ibadet öyle. Namazlarımıza, bir mîrac ufkunda namazlarımızı kılabilmek. Geceden hakkıyla istifâde edeceğini, onun kadir gecesinin kıymetini değerlendirebilmek.
Yine unutmayacağız ki, geçen bayramın aramızda olan bazı yakınlarının, bu bayram aramızda değil. Bu bayram, hem onunla bir vefâ göstermesi hem de bu bayramın bizim için son bayramımız olabileceğini tefekkür edip ibret almam vesîristir.
Bir bayram, yine oraya geliyor, bir gönül alabilme sefer verdi. Mevlânâ buyuruyor ki, bir gönül al ki açacaklar olsun. Fakr-ı zarûrît içinde boğulan gönüller, dumanla dolu bir eve benzer. Sen onların derdini dinlemekle, o derde dermanla dolu bir evde benzer.
Sen onların derdini dinlemekle, o derde dermanla dolu bir suretiyle o dumanlı eve bir pencere aç ki, onun dumanı çekilsin o evin ve senin kalbinde rakîkleşsin, rûhun incelsin. Buyurun Mevlânâ. Velhâsıl emmim fakir de, sen onların, Cenâb-ı Hak buyuruyor, onlar da bir grubu mahrum ifadesi geçiyor Kur’ân-ı Kerîm’de. Yani kendilerini gizleyerek. Onlar mahrum durumdadırlar. Sen onları sîmâlarından tanısın buyuruyor Cenâb-ı Hak. Yani muhtacıyı sevindirmek, bir mü’minin hidâyete erdirmeye gayret etmek, bir mü’minin alâmeti fârikasıdır. Müsterhsizlik, irşâd. Çok hadîs-i şirkler var. Efendimiz buyuruyor, bir hadîs kutsuydu.
Ey âdem ol, ben hastalandım diyor. Beni ziyade gelmedin diyor. Yâ Rasûlâllah! Ya Rabbi! Sen bütün kâinâtın hâliki, sen nasıl olursun? Cenâb-ı Hak orada buyuruyor ki, eğer sen o benim hasta kulumu ziyade etseydin, onu tesellî etseydin, onun yanında beni bulurdun. Bununla benzer hadîs-i şirklerde çok var. Yine ey âdem! Beni doyurmanı istediğin, beni doyurmadın.
Onun için insan, gözü kapalı olarak yaşamayacak. Gözünü etrafını açacak. Ebû Zer dedi, hiçbir şey yoktu, çorbanı sokuyor dedi. Etrafını gözet dedi. Verirken de bir nezâket de ver dedi. Bu ne oluyor? Bir müslüman şiare olmuş oluyor. Yine âyette fecir suresinde hayır!
Doğru siz yetime ikram etmiyorsunuz. Yoksuluğu yedirmeye de birbirini teşvik etmiyorsunuz. Hem yedireceksin hem de teşvik edeceksin. Helâl-haram demeden oburca miras yiyorsunuz. Malı aşırı bir şeyse seviyorsunuz Cenâb-ı Hak. Hep bunlar insanoğlunun zâfları. Velhâsıl bayram sevincinin devamı için bu şişe umdelere dikkat etmemiz lâzım.
Velhâsıl yine bayram, yanık yüreklere cennet serinliği veren ilâhî bir ziyâfettir. Bayram, yanık yüreklere cennet serinliği veren ilâhî bir ziyâfettir. Yani bayram, belli bir kesimin şamarıkça yaşadığı, israf çılgınlıkları dolu, tatil ve eğlence gibi şahsi ve nefsânî mutluluk günleri değildir. Belki sıla-i rahîmde bulunmak, geçmişlerimin ruhu,
hayırlarla şahit edebilmek, îman kardeşlerinin cemiyet planında yaşatmak,
dargınlıklar kırgınlığı ortadan kaldırmak ve din kardeşleri kaynaşmak için nice iştimâî ibadetin ifade edildiği müşterik bir sevinç günleridir.
Muhammed İkbal vardı, bu Pakistan’ın mütefekkiridir. Oradan hatırıma şu geldi, o, Omre’den gelen, Haç’ta gelen, derdi Muhammed İkbal ziyâete gider. Allah der, haçlarınızı Omre’ye kabul etsin der. Oradan fakat ne getirdiniz der. Bakın getirdiğiniz seccadeler var, hediyeler var, bunlar eskiyecek, pörsüyecek, yokluk gidecek der. Ne getirdiniz Medine çarşısının, Medine mânevî çarsındandır.
Ebû Bekir’in sıtkını getirdiğiniz mi der? Ebû Bekir’in sadâkâtını alıp getirdiğiniz mi der? Ömer’in der, adâlet tevzîni alıp getirdiğiniz mi der? Osman’ın hayatının îmânını getirdiğiniz mi der? Ali’nin cihadını getirdiğiniz mi der? Fedâ getirdiğiniz mi der? Medine’nin esas hediyeleri bunlardır der.
Bizden inşâallah Cenâb-ı Hak bu Ramazan’ın, bu Mîmâcid-i Zirve’nin hediyelerini Cenâb-ı Hak nasîb eylesin. Ebû Bekir’in sıtkı, Hazret-i Ömer Efendimiz’in adâleti hakkı tevzî etmesi, Hazret-i Osman Radiyallâhu’nın hayâsı, îmânı, Kur’ân’ı münâsebeti, Hazret-i Ali Radiyallâhu’nın irfânı, Cenâb-ı Hak cümlemizi nasîb eylesin. Ben aslım, ölçüyü nereden alacağız? Ölçüyü gülümüzden değil, asr-ı saâdetten alacağız.
Rabbimizin bizlere rızâsını elde edilmesini sahâbî Efendimiz örnek gösteriyor. Onlara Tevbe Sûresi’nin 100. âyetine, Mekkelileri baştan, ne kadar imanları korumaya cefaya katlandılar. Mal gittiği mülkü, eziyetleri katlandı. Her türlü cefaya, imanlara bir tâviz vermediler.
Onlar Medîneliler buyruluyor, Ensâr. Onlar da üç tane şeyini arıtsadılar, Yahudiler, münafıklar ve müşrikler arasında imanlarını korudular, hayatlarını bezlettiler, cömertçe Allah yolunda infak ettiler. Her medeniyet kendi insan tipini yaşatır. Her medeniyet kendisi insan tipini meydana getirir. Cenâb-ı Hakk’ın adıyla, Cenâb-ı Hakk’ın adıyla, Cenâb-ı Hakk’ın adıyla,
Her medeniyet kendisi insan tipini meydana getirir. Cenâb-ı Hakk’ın arzularında insan tipi de, asr-ı saâdetdeki insandır. Ben bu topluma göre gayet iyiyim. Bu ifade ile boş bir lakırdı. Şunu demek lâzım, acaba asr-ı saâdet insanla göre ben nasılım? Mukâyisi yapmak için. Bir başka âyet-i kerîmede, Allah mü’minlerden mallarını ve canlarını kendine verecek cennet karşısında satın almıştır.
Yani Cenâb-ı Hak kuluyla, kuluyla bir şey gidiyor, ticârî münâsebete görüyor. Dünya bir ticâret hâline. Yani mallarıyla, canlarıyla kendilerini verecek cennet karşısında satın almıştır buyuruyor. Sahâbî neler yaptı? Sahâbî, Mekke’de îmân-ı uğruna canlı mal tehlîye atmaktan çekinmedi. En ağır zulümlere karşı daha îmandan tâviz vermedi, îmânı korudu. Cenâb-ı Hak ilk defa onları metediyor.
Medenîliler, dînini yaşamak için bütün fedakârlığa katlandı. Büyük aşk beş içerisinde emirlerini yerine getirdi ve cihat etti. Diğer taraftan Yahudiler, Mekke’nin müşrikler, biterhavim münafıklar, üç ateşin arasında îmânını korudular. Ve bu üç ateşlerden Cenâb-ı Hak onları, Hazret-i İbrahim’i selâmın yakmadığı gibi, onları da yakmadı. Cenâb-ı Hakk’a inen her emre kadar da, سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا dediler.
Yine Cenâb-ı Hakk’ın dostluk mükâfâtını elde edebilmek için de, yerine Allâh’ın şahidi olarak dünyaya yayıldılar. Semerkand’a, Çin’e, Keyraman’a, İstanbul’a kadar geldiler. Böyle canların mallarına, Hakk’a yaklaşmanın sermâyesi yaptılar. Canların mallarına, Hakk’a yaklaşmanın sermâyesi yaptılar. İslâm teslimiyettir, ön-kabuldür İslâm. İlâhî talematları, gönülden bağlanan ifa etmekleri, işine gelen kısımlarını alıp diğerlerinden, görmezden gelen yaşanan bir din, Cenâb-ı Hakk’ın kabul ettiği bir müslümanlık değildir. Müslümanlık bir şahsiyettir. Âyet-i kerîmede, insanları Kur’ân ile Allâh’a davet eden, ameli sâlih işleyen, ben müslümanlardım diyen, o İslâm karakter, İslâm şahsiyetini temsil edenler,
kimin sözü daha doğrudur?” buyuruyor. Şu Hak dostlarından îkaz da var, darbe meseller var. Onların birkaç tane okuyak sohbetini bitirelim. Buyruğudaki bu Hak dostlar, üç şey, saâdetin sırrıdır. Tevâzu, kanaat ile zenginleşme, ölme sık sık, tefekkür etme. Niçin geldin, kimin mülkününize yolculuğun nereye? Dünya üç şeyle cennet hâle gelir. Elden, dilden, gönülden vermekle. Tabi kendimizi Hak yolunda rahmetmekle. Yine Allâh’ın kulunu affetmekle, zâlime hidâyet yolunu göstermekle cennet hâline gelir. Üç şey karanlıkta kalmıştır. Konuştuğunu yaşamayan gâfil, kendisinin fazîletini iddia eden, kibrini mahkumu, kabrinin meyvesinden lezzet almayan, kalpte rûhâniyeti zâfâ uğratmış kimse.
Bu da karanlıkta kalmış üç kişidir. Hayatın mânâsı, üç yerde hakkıyla anlaşılır. Bir, aşk ile birleşen îmanda. Yûnuslar gibi, Mevlânâlar gibi, Hak dostları gibi. Aşk ile birleşen îmanda. Vejd ile yapılan ibadetlerde, yeni yurtta unutturan seyahatlerde, hak yolculuğunda.
Yani her zaman, her mekânda Cenâb-ı Hak ile beraber olabilmek. Mü’min, üç yerde Allah ile sohbet hâlindedir buyruluyor. Mü’min, üç yerde Allah ile sohbet hâlindedir. Kalabalıktan incinmeyen yalnızlıkta, yani kesrette vahdet, kalabalık için Cenâb-ı Hak ile beraber olmak.
İkincisi, bir ümidin yüzünü ümitle göldürdüğü yerde. Bu da Allah ile sohbet hâlindedir. Üncüsü, zâlimin zulmü ile karşılığında kendisinden şükür hâli olduğu anda, yani musibetlere karşı sabır hâlinde olduğu zaman. İnsanlar için de,
kendini bilenler üç kişidir. Bunlar rüzgardan bile incinmeyenler. Yani hak dostu, ne yapar dağın bir af râyâlara tevzî ederler. İkincisi, kendi adını söylemekten utananlar. Tevâzu,
ehl-i hâl olanlar. Üçüncüsü, Allâh’ın emâneti, mahlûkâta katı gözle bakmayanlar. Yani hâlıkın nazırıyla mahlûkâta bakabilenler. Üç türlü insan, Allah’tan uzaktır. Bu üç türlü insan, bedbahtır. Bunlar kimler?
Rahatlarını hesaplayarak hizmetten kaçanlar. Hatsız olanlar, önü sürekli ıztırap sefâletinin civarına yaklaşmayanlar. Zâlimler toplu ile, gâfiller toplu ile beraber olanlar. Bunlar nâdan ve merhamet fukarası. Bunlar, hâlıkın nazırıyla mahlûkâta bakabilenler. Üç türlü insan, Allah’tan uzaktır. Bu üç türlü insan, bedbahtır. Bunlar kimler?
Rahatını hesaplayarak hizmetten kaçanlar. Hâlıkın nazırıyla mahlûkâta bakmayanlar. Zâlimler toplu ile, gâfiller toplu ile beraber olanlar. Bunlar nâdan ve merhamet fukarası olan kimselerdir. Bunlar, uydum kalabılığa diyenlerdir. Üç türlü insanın Allah’a görebileceği rûhâniyet, rûyetullah, Allah’a göre bir müjdelenmiştir. İlmenler, lâ havfun alâ fün velâ fün yahsûn, korkmayacaklar, üzülmeyecekler o zor günlerde. Samimi, sâlt ve samimi kalpler. Cenâb-ı Hak dostluğu elde edenler. İkincisi, gecenin karanlığında güneşi bulanlar. Gönül, bir, gönül ufk-ı açılması. Gönülde birçok güneşlerin doğması. Sırlar, hikmetler.
Üçüncüsü, ölüm ve hayattayken bütün hareketleri birleştirmiş olanlar. Yani, لَاَيْشَ اِلَّاَ عَيْشُ الْاَهْرَةِ Efendimiz’in buyurduğu, esas hayat, zorlukta da esas hayat, âhiret hayatıdır. Varlıkta da şımarmamak, esas hayat, Allah’ın kıyamet, لَاَيْشَ اِلَّاَ عَيْشُ الْاَهْرَةِ, esas hayat, âhiret hayatıdır. Muhterem kardeşlerimiz, birbirimizle dua edelim.
Çoğu önümüzde ölüm var, kabir var, âhiret var, hesap kitap var. Cenâb-ı Hak kitabını oku, bugün sen nefsin kâfidir denecek. Velhâsıl birbirimize dua edelim. Birbirimizin duâsına çok muhtacız. Diğer taraftan Cenâb-ı Hak Ramazân-ı Şerîm’in feyz ve rûhâniyetini hiçbir zaman üzerimizden eksik etmesin. Ömrümüzde daim bir Ramazan, vecdiyle yaşayın.
Son nefeste ebedî bayrama erişebilmeyi, cümlemizi, lûtf-ı kerîme, ihsan ve ikram buyursun.
Duamızın kabûlü niyazıyla Lillâhi Teâle’le Fâtiha…

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir