Şah-ı Nakşıbend Hazretleri – Serdar Tuncer
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=kPBU-RHZKCU.
Selamun aleyküm. Erenlere gönül verenler. Erenlerin diyarından muhabbetle selamlıyoruz Efendimiz. Semerkand’a yakın Kasr-ı Arifan külliyesindeyiz. Böyle dediğim vakit Kasr-ı Arifan külliyesinin ne manaya geldiğini bilenler bir ah ettiler gönülden. Çünkü Şahı Nakşibend Efendimiz’in Kudsası ruh, Merkad-i Şerif’inin hemen yanı başından sizlere sesleniyoruz. Rabbim makamını âli, derecâtını yüksek eylesin. Şefaatlerinden mahrum kılmasın. İnşâAllah gönül vermenin hakkı neyse, o hakkı yerine getirmeye gayret edenlerden eylesin bizi. Sevmenin hakkı neyse, o hakkı ifa etmeye gayret edenlerden eylesin bizi. Niyazım odur. Bahauddin Nakşibend Efendimiz Kudsası ruh.
Nakşibend babasının da meşgul olduğu sanatla gençliğinde uğraştığı için nakış işleyen, nakış yapan manasına Nakşibend denilmiş Hazretime. Bir başka rivayet Allah, lafzai celalinin kalbine ve dahi kalplere nakşetmenin usulünü, metodunu ortaya koyan zat olduğu için Nakşibend denilmiş.
Bahauddin Nakşibend Efendimiz Kasr-ı Hinduvan’da doğuyor. Ve o doğmadan az bir zaman önce, Baba Semvasi Hazretleri Kudsası ruh, o zamanki adıyla Kasr-ı Hinduvan’ın önünden geçerken, dönüp diyor ki, inşâAllah bir gün burası Kasr-ı Arifan olur.
Hinduvan siyah yüzlü, siyahi diyebileceğimiz kişilerin köyü manasına, Arifan Ariflerin sarayı, Ariflerin köyü. Böyle bir dua ediyor. Bu duada bir işaret var. Bu köyden doğacak olan bir zata bir işaret. Nitekim Şahın Hakçı Bendefendimizin yeni doğduğu günlerde, yine Kasr-ı Arifan’ın önünden geçerken,
Baba Semvasi Kudsası ruh diyecektir ki, bu köyden hatta evi işaret ederek bu evden misilsiz bir er kokusu geliyor. Misilsiz er dünyaya gelmiştir. Şahın Hakçı Bendefendimizin Kudsası ruh dedesi, Baba Semvasi Hazretlerinin müreidi, çocukluğunda zahiren görmüş, birkaç defa merhabası olmuş, huzurunda bulunup duasını almış. Baba Semvasi Hazretleri dünyasını değiştirdikten sonra da dedesi, Bahaüddin Nakşibend Kudsası ruhu, nerede bir duası makbul, himmeti alî zat olsa, onun huzuruna götürür ve torunun Ümmeti Muhammed’e hizmet edecek büyük bir zat olması için, onların dua ve himmetlerini talep edermiş. Şahın Hakçı Bendefendimiz genç yaşlarında gider, bu Buhara civarındaki mezarlıklarda, tefekkürde bulunur, boyun büker, murakabe eder, bekler. İşte o gidişlerinden birinde, bir gün, bir gece vakti, mezarlıkta bir şey dikkatini çeker. Mezarların üstündeki kandiller, yağları dolu olmasına rağmen, kısıktır. Hani fitili yukarı doğru çevrilmediğinden, ayarı açılmadığından dolayı kısık yanmaktadır, yağ olmasına rağmen. Böyle bir hâlet, o sıra bir şey odur, o şeyin keyfiyetini bilmiyoruz. Yani ona bilmediğimiz şey hakkında ifadede bulunmak da doğru değil. Ehline malumdur. Bir yakaza hâli, manada bir hâl yaşatılır. Yaşadığı hâl şudur, bir mecliste bulur kendisini, kıble tarafından bir kapı açılır, zatlar oturmuşlar, edeble beklemektedirler ve bir taht, tahtın üzerinde yüzü peçeli bir zat. Bahuddin Nakşibend Kudüsası ruh o zatlara şöyle göz gezdirince, bakar ki birisini tanır. Muhammed Baba Semmâsi Hazretleridir, tanıdığı kişi. Onu görünce diğer zatların kim olabileceğine dair bunlar der, evet büyüklerdir, ben bir büyüklerin meclisindeyim şu anda ama acaba tahtta oturan zat, zat-ı şerif kimdir? Derler ki bu tahtta oturan kişinin kim olduğunu merak ediyor musun? O Abdülhal Gücdüvani Kudüsası ruhdur. Şahın Nakşibend Efendimiz’den uzunca bir zaman evvel yaşamış Hacegyan yolunun kurucusu Abdülhalik Gücdüvani Hazretleri. Yusuf Hemedani Kudüsası ruhdan dört halife emaneti almış, bu dört halifeden birisi Ahmet Yesevi Hazretleri, Türkistan’a gidecek ve Pir-i Türkistan olarak Yeseviye kolunu kuracaktır.
Diğeri Abdülhalik Gücdüvani Kudüsası ruh burada kalacak ve Hacegyan yolunun kurucusu olacaktır. Şahın Nakşibend Efendimiz’e kadar Tarikat-i Aliye’nin ismi Hacegyan’dır, hocalar yolu Hacegyan. Karşısında Şahın Nakşibend Efendimiz Abdülhalik Gücdüvani Hazretlerini görür, peçeyi kaldırır Hazreti yüzünden ve ona nasihat eder.
Der ki evlat sende bir kabiliyet var. Fakat bu kabiliyet eğer gayretle, eğer şer-i şerife uymakla, azimetle, amel etmekle, Resul-i Ekrem Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam’ın sünnetine mutabatla bir pir elinde yoğrulursa, içindeki meçhuller açığa çıkar, aydınlığa kavuşur bilinmeyenler. Tıpkı o mezarlıkta gördüğün kandiller gibi içleri doluydu ama böyle bir hareket ettiriveren olmadığı için içi dolu olmasına rağmen kısık bir ateş vardı. Sen burada bizim sana telkin edeceklerimize riayet edersen eğer, içinde gizlenen meçhuller açığa çıkacak ve inşâAllah onun aydınlığından insanlar istifade edecektir.
Şah-ı Hakk’ı Bendefendimize orada derler ki bu yaşananın sadece bir rüya değil, manaya taalluk eden, hakikate dönük, şer-i şerife mukayir olmayan, rahmani bir şey olduğuna delalet etsin için, derler ki Şah-ı Hakk’ı Bendefendimize sende bir külah var. Vaktiyle Ali’r-Ramteni Kudüs-ü Sezir-i Ruh’un Baba Semmâsi Hazretlerine verdiği, onun da çocukluğunda sana hediye ettiği bir külah var.
O külahı al ve Seyyid-i Emir Külâle’ye götür. Allah, Seyyid-i Emir Külâle Kudüs-ü Sezir-i Ruh, Şah-ı Hakk’ı Bendefendimizin zahirdeki mürşidi. Bu hâlden çıktıktan sonra Hazret, eve varır ve der ki bizde Hacı Ali’r-Ramteni’nin bir külahı varmış, o nerede? Ararlar, yerini de bilmezler, bulurlar. O külahı alır, bu arada o yolculukta başına gelecek bir takım hadiselerden de haber verirler. Ki rüyanın hak olduğuna kalbi mutmain olsun, bir delil olsun için. Seyyid-i Emir Külâle Hazretlerine götürür. Seyyid-i Emir Külâle Kudüs-ü Ruh çömlekçi, zahiren mesleği çömlekçilik olduğundan dolayı Külâle lakabıyla meşhur olmuş.
Emaneti görünce, bilinmez ki mananın işleri, ona onu al, ona götür diyen kudret, kim bilir sana o emaneti getireni nasıl kabul et dedi, burasını biz bilmiyoruz. Onu görünce alır, kabul eder. Yanında dervişlik yapar Şah-ı Hakk’ı Bendefendimiz. O dervişliğin bir kısmına dair şunu söyleyelim, bir gün dedi ki diyor bana kendisi, bir gün üstadım bana dedi ki evladım insanlarla meşgul ol, kimsesiz, hiç kimsenin ilgi göstermediği, hürmet etmediği fakir, garip, mütevazı kimseler var, kalbi kırıklar var, onların gönüllerini al, onlarla ilgilen, onlara şefkat merhamet kanadını ger. Uzunca bir zaman bu işle alakadar oldum diyor. Sonra üstadım bana dedi ki şimdi hayvanlarla meşgul ol. Gittim hayvanların temizliklerini yaptım, işlerini gördüm, öyle ki diyor yedi sene boyunca, yedi sene boyunca bir yerden geçerken, önümden bir hayvan geçecek olsa, edeble durur, ona yol verirdim. Önce o geçsin diye beklerdim, mahlukata şefkat umdesi, Allah’a kulluk, mahlukata şefkat. Yedi sene böyle geçti diyor hayvanlara hizmet ederek, aç hayvanı doyurarak, pisliği temizleyerek, önümden geçene hürmet göstererek. Sonra bana dedi ki şimdi de köpeklerle meşgul ol, onların dertleriyle alakadar ol.
Bir müddet onlarla ilgilendim ve birisinden dedi diyor bir köpekle, birisinden sana diyor belki bir kapı aralanır, bir şey olur. Ben onlarla ilgilenirken uzunca bir müddet baktım bu arada bir köpek, onu görünce diyor böyle bir değişik bir hal oldu. Diz çöktüm, elimi açtım, Mevla’yı yakarmaya başladım, ağlamaya başladım.
Ben ağlayıp yakarken o hayvan arka ayakları üzerine diz çöktü, ön ayaklarını havaya kaldırdı ve başladı ulu maya. Uludu. O inledi, ben dua ettim, o inledi, ben dua ettim, öyle bir halet. Orada ne yaşandı, ne oldu, bitti bilinmiyor. Böyle. Bu da bir müddet devam etti. Sonra diyor üstadım bana dedi ki yollarla meşgul ol. Yollarda gördüğün insanların yürümesine engel olan onlara zarar verecek şeyleri temizle. Yolları temizledim diyor. Şahı Nakşibend olmak, öyle hani bedavadan olacak bir şey değil demek. Bir taş görsem kaldırdım, onu yaptım, bunu yaptım. Yedi senede bu işle meşgul oldum. Seyyid-i Emrül Külal hazretlerinin dergahına Şahı Nakşibend Efendimiz odun taşırmış.
Senelerce odun taşırmış. Bir caminin inşası esnasında bizzat kendisi çalışmış. O yolları temizlediği cami inşaatında çalıştığı dönemde yıllarca üstü başı hep toz toprak içinde, eli yüzü yara bere içinde. Hizmet nimettir. İşte o söz Şahı Nakşibend Efendimizin Kudüs’e söylemiş olduğu bir söz ve hizmeti nimet bilerek,
baş tacı ederek bu makamlara erişmişler. Kendilerinden sonra yol isimlerine nisbetle Nakşibendiyye olarak anılır olmuş. Şahı Nakşibend Efendimizin Kudüs’e sürü huzurunda, Merkad-i Şerif’inde, Buhara’da, Kasr-ı Arifan’da bitirirken gönlümden bir şey geçer.
Ondan da bahseden, içinden onun da geçtiği, onun geçişiyle şereflenen şiiri vardı fakirin. Hep başka yerde okurken sanki ona okur gibi okumaya gayret ettim. Şimdi onun huzurunda o şiiri okuyarak bitirivermek isterim. Şiirde geçen bir ifade olacak. Şimdi şiir geldiği vakit fark edeceksiniz. Diyecek ki ne dedi Hızır’a Nakşibend Şahı? Ne dedi? Hızır Aleyhisselam çıkmış karşısına, iste demiş dua edeyim. Duaa edeyim benim duam kabuldur. Yok demiş ben sizden bir şey istemiyorum. Benim duamı Cenab-ı Hak geri çevirmez. İste. Ben size.
Ben mürşidimden isterim. İsteyeceğim. Sadakatin böyle bir tasavvuf ehlinin gönül penceresini açıp, neyse, Hz.’in huzurunda da hepsi zikretmek. Bir şiir okuyalım. Diyor ki,
Yâr! adıyla başlayayım sözüme. Gülsüz bağda bülbül ötmez kurbanım. Sözü önce söyleyeyim özüme. Yoksa kalpten kalbe gitmez kurbanım.
Sen senin olmazsan tüm dertler biter. Varını, yoğunu mürşidine ver. Ustanın elinde kütük ol yeter. Teslim olan zarar etmez kurbanım. Güvenme kendine ben oldum diye. Pişenler hamum der. Bir düşün niye? Tövbe lazım. Ettiğimiz tövbeye. Bir tövbe ile bu iş bitmez kurbanım. İltifat beklemek, kırılmak nedir? O kapıdan kovsa sen bacadan gir. Ha sevmiş, ha dövmüş. İkisi de bir. Sevmese kaşını çatmaz kurbanım.
Hizmet yoksa himmet olmaz. Bu kesin. Hem hizmet nimettir. Böyle bilesin. Gayret et. Gönle gir. Benimdir desin. Sultan kölesine atmaz kurbanım. Yap dediğini yap emrine göre. Bu iş bensiz olmaz. Deme boş yere.
O eli tutmuşsa insan bir kere nefsine hesaba katmaz kurbanım. Çalış, nasibini al dünyadan yana. Ama sanma dünya yar olur sana. Ahiret parası lazım insana. Güneş hep batıdan batmaz kurbanım.
Günahtı, sevaptı. Bunlar boş hesab. Her neyi yaparsan Allah için yap. Havamın işidir bu hesap kitabı. Aşıklar kar zarar gitmez kurbanım. Dua, kabul, niye sızdıkın ahık. Ne dedi Hızır’a Nakşibend Şah’ı?
Hatırla, idrak et. Anla bura. Ben sadım demek yetmez kurbanım. Sadakat ne derse beli demekmiş. Onsuz doğrulara eğri demekmiş. Sadakatsızdıkın bari demekmiş. Ciğer yanar, duman tütmez kurbanım.
Değer olmak isteyen serinden geçer. Bir saki elinden badeyi içer. Seç deseler, yarın zehrini seçer. Daha yarın balını tatmaz kurbanım. Sözün özü derdimin netbileceğine, yare can ver ki can yar olsun sana.
Her dar isen sereni koy meydana. Kurbanlara uçak tutmaz.
Altyazı M.K.
İlk Yorumu Siz Yapın