Linki kullanabilirsiniz https://youtu.be/lX17_86uGqE?list=PLWXQ0iArMOp8K103D-hJLttj2xxK4EVHe” target=”_blank” rel=”noopener”>Sedat Peker ve Estetik – Böyle Buyurdu Kültür – Prof. Nevzat Kaya – B09 videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için tıklayınız.
Merhaba hocam. Merhaba. Nasılsınız? Teşekkürler. Bu hafta önemli bir konu var her zamanki gibi. Estetik. A estetik. Yunancadan geldiği için. Estetik güzellikle ilişkilendirilir. Aslında bu 19. yüzyıra kadar hakikaten güzellik inceleniyordu felsefi açıdan, kültürel açıdan, sanat tarihi açısından. Estetik bir insanın bir şeyi güzel veya çirkin olarak tasnif etmesiyle ilintili. Daha doğrusu şu. Bir şey ne zaman güzel olur, ne zaman çirkinleşir. Tabii ki ben bunu felsefi açıdan ele almak istemiyorum. Daha ziyade kültürel antropolojik olarak ele almak istiyorum. Estetik aslında çok çok daha geniş bir konu. Estetik sadece estetiği ilgilendirmiyor. Estetik kültürün her alanında karşımıza dikiliyor. Mesela geçen haftada Ömer hocamızın çok ilham aldığı konuşması vardı o kaos, kosmosla ilgili. Mesela kaosun kosmosa geçişi kesinlikle karışık kuruş unsurların son derece düzenli, harmonik hale getirilmesinden başka bir şey değil. Demek ki bütün yaratılışlarda, mitolojiden bahsedersin, yaratılışlarda başlangıçta ne vardı? Hiçbir şey olduğu şekline sahip değildi. Adlandıralamaz bir haldeydi.
Yani estetik kavramlarıyla konuşursak son derece tarman çormandı. Babil’de bu büyük karışıklığa tohu ve boğu denilir. Neyi tarif eder biliyor musunuz? Tahtadan demiri ya da yuvarla kareleri yani imkansız oksimorik unsurları tarif eder. Bu çok güzel. Bizim bilişsel sistemimizin tasnif edemediği unsurlar, Daha doğrusu bilişsel sistemimizin işlemediği herhangi bir kelime olamadığı unsurları biz otomatiğe bağlanmış bir biçimde non estetik olarak alımlıyoruz, algılıyoruz değil mi? Çok sevdiğim kelime geliyor orada. Anestezi vardır ya. Duyuların kapalı olması anlamına geliyor. Evet, estesis meselesi orda sak. Şeyi tanır mısınız ben İsmail Tunalı’dan sanat ve eterlikte estetik hocasıydı. Birkaç sene ders almıştım. Heyecanla Platon anlatırdı bütün derslerde. Kökeni Antik Yunan’a gidiyor yine galiba. Tabii ki Antik Yunan’a gidiyor ve tabii ki hocanız, iyi hocanız haklı olarak tabii ki Platon’dan bahseder. Çünkü Platon kadar estetik konusuna, özellikle benim mitik anlamda kastettiğim şekilde onu da kavrayacak şekilde bağlıyor ki. Çünkü Platon’a göre her bir şeyin ideyali var. O ideal bir ilk örnek kıvamına geliyor. Yani ne oluyor Platon’un ideyalar diyarında aslında her kavramın bir ISO 9001 belgesini almış unsurlar var. Ondan uzaklaştıkça güzellik ve ideal olma hüviyetini yitiriyor kavram değil mi? Dolayısıyla ideal hali soysuzlaşmaması için ne yapmamız lazım? O örneğe tutunmamız lazım. Bakınız tutuculuğun ve konservatizmin ve faşist estetiye kadar götürebiliriz biz bunu. Ne kadar tutucu ve yeniliğe, ne derli kapalı olduğunu görüyoruz değil mi? Dolayısıyla estetik kuramlaşınca nereye kadar götürüyor bizi? Ideal bir tanımlamaya kadar götürüyor.
Edebiyat sanat açısından bir şeyin klasik versiyonu dediğimiz zaman her şey o klasik esere göre tartışılıyor, kritiği yapılıyor değil mi? Sanatı edebiyat eleştirisini ilgilendiriyor ama aynı antropolojik mekanizma ne yapıyor biliyor musunuz? Mesela Hitler Almanya’sında diyor ki ideal alman 1.80 boyunda sarışın mavi gözlüdür. Buna uymayan, en derin anlamına geliyoruz, miktar anlamına, tanımsızlıktan kaynaklanan bir biçimde. İtekileştirdiğimiz bütün unsurlar doğal olarak ne oluyor biliyor musunuz? Anti estetik ve bu bağlamda estetik güzellikle ilintili anlamında kullanıyorum. Hitler de 1.80 ve sarışın mavi gözlü değil. Ama işte hep öyledir. Mesela Atatürk için ne der? Öyle feci bir hayıflanmadır ki mavi gözlü, çakır gözlü, sarışın dev adam Türklerin babasıdır. Ama dev değil aslında o da küçük. Hayır işte onu çok idealize ediyor işte. Tabii ki burada o Atatürk’e sarışınlık ve mavi gözlülük övgüsünün arkasında kendisinin utanıma, Uymaması, uyumak işi saklı. Yani utanması diyecek ya aslında Atatürk Almanya’nın başında olmalı. Bütün bu estetik tarihinin implikasyonları dolaylı dolaylı biçimlerde nasıl karşımıza dikiliyor değil mi? Mitolojide de öyle. Bakın şimdi çok değişik bir şey söyleyeceğim. Estetik doğa hangi doğadır? Tabii ki balta girmemiş Amazon’un ormanı değil. Şimdi siz diyebilirsiniz ki, yok hayır benim için balta girmemiş orman son derece güzeldir. Siz ama artık postmodensinizdir, ekolojik düşünceye sahipsinizdir ve doğayı korumaya çalışıyorsunuz. Estetik bahçe nedir? Meşhur İngiliz bahçesidir. Yemyeşil bütün çimen aynı boy, bakın bütün çimen aynı boy. İçlima yapıyorum askeriye değil mi şu an? Bunlar birbiriyle ilintili. Yani neye mahal vermez? Estetik, sıkı tutunun, sürprize ve genel anlamda kötü sürprize mahal vermez. Demek ki estetik aslında evrimsel olarak neyle ilintili? Kendini emniyette hissetmekle ilintili.
Aslında buna matematiksel olarak da ortalama diyorlar. O kadar güzel bir yere bir parmak bassın ki şu an. Çünkü derler ki asıl bütün güzellik kaidelerine uyan herhangi bir nesne, insan hiçbir surette gözünü çarpan özelliği yoktur. Güzel olan dehşet biçimde ortalamadır. Yani sıkıcıdır aslında. Sıkıcıdır. Mesela benim 90’lı yıllarda en beğendiğim foto model Cindy Crawford. Cindy Crawford’un o meşhur beni var ya, klasi sizme göre sürüden ayıran bir biçimde bireyselleştiriyor. Demek oluyor ki. Klasik estetik. Nazi Almanya’sının birbirine benzeyen, Kermanik koyun sürülerini temsil ediyorsa, şirkinin estetiği diye abartılı bir biçimde güzellik kültüne karşı çıkan bütün unsurlarda bireyselliğe işaret ediyor. İngiliz bahçesindeki aynı boy, Shemen, birdenbire korkunç, arsız bir bitkiye. Sarmaşağı mesela. Sarmaşağı. Bunu biz aynen özellikle 60’lı, 70’li yıllarda ne ile çok görüyoruz? Make Love Not War, hip bir kültürünün erkeklerin saçını uzatması, 70’li yılların ortalarından itibaren Avrupa’da baş gösteren punk modası. Mesela biz çok böyle sahneler görüyorduk. Nasıl burjuvayı protesto ediyor punkça gençler, metroya iniyoruz. Alman kadınlarının hepsinin süs köpekleri var. Onlar neyle dolaşıyor? Omuzlarında kocaman bir fare, lağım farisi gibi görüldüğü üzere aslında bütün kültür tarihi boyunca bu böyledir. Göze batmak istemeyen, güven vermek istemeyen kimdir? Roma’da senatör ve ailesidir. Anlatabildim mi? Ve bütün estetik idealler ya da moda, kosmodernizm’e kadar hep o mutlu azınlığı taklidinin üzerine kurulmuş. Şöyle ki, yine meşhur karşıtlığa geliyoruz. Evrimle ilgili. Siz ancak çok iyi bildiğiniz bir ortamda, ziyolojik bir varlık olarak huzura erersiniz. Herhangi bir yabancılaşmada, bir sürprizde tedirgin olursunuz. Korkuya kapılırsınız, panik beraberinde gelir. Dolayısıyla statikliğin arkasında ne vardır aslında? O sonsuzluğa dek götüren güven. Her şey hep aynı kalacak. Bütün sağcılıkların, bütün tutuculukların, bütün milliyetçiliklerin, bütün yeniliğe karşı düşmanlıkların arkasında bu alışkanlıkların emniyetli olmasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla, estetikliğin arkasında, güzelliğin arkasında sadece ölçülerin düzgün olması değil, aynı zamanda ne var? Sükûnet, uyum, harmoni, mesela gökyüzüne olan güven, astroloji, astronomi, bu hep aynı devinimlerin görülmesinden kaynaklanıyor. Peki, güzellikle büyük bir obsesyon var ya 21. yüzyılda. Ve hatta öyle ki yani estetik kelimesi de yanlış anlaşılıp sadece güzelmiş gibi algılanıyor. Yani sanki bu çok estetik bir şey diyen bir sürü insan görüyor. Evet, evet. Aslında manasız bir laf. Fakat şimdi özellikle kadınlara bakıyorum.
Kadınlarda müthiş bir ortalamaya gitme ve aynılaşma görünüyor. Yani aslında herhalde şeye bağlayacaktınız. Bu klasik estetiği, posmodernizm yıktı ama yani arkanızdaki heykel artık geçerli değil. Ama yerine gelen şey de gerçek olmadı. Yani yine olmadı gibi geliyor, doğru mu? Doğru şöyle çünkü posmodernizm bu bağlamda. Yani günümüzdeki güzellik, anlayışının klasik estetikli olan çatışkısı şu. Nietzsche’nin deyimiyle klasik estetik sürü mentalitesini tekabül ediyor. Siz şimdi hem güzelleşmek hem bireyselleşmek istiyorsanız, bu aslında aşılamayacak bir uçurumu beraberinde getiriyor. Herkesin beğenmesi çok ortalamaya tekabül edeceği için nasıl bir şeyi seçiliyor? Bunu hiç unutmam, özellikle 90’lı yıllarda bu çok yaygındı. Hatırlarsın estetik ameliyat faciaları, bu ameliyatlara bağımlı olan kadınlar. Bir tane aslan kadın vardı yanlış hatırlamıyorsam. Yani artık insan olduğu anlaşılmıyor. O kadar tekil oluyor ki artık klasik estetiğin hiçbir kuralına ve kuramına uymuyor. İşin ifadesinde saklı zaten. Aslan kadın diyorsan ne oluyor? Doğa geri dönüyor değil mi? Dolayısıyla posmodern, estetik diye bir şey yok. Çünkü posmodernizm artık klasikizm gibi. Altında toplanacağı, harmoniye giden bir, statikliğe giden bir şey olamaz. Çünkü posmodernizmde artık ne çok önemli biliyoruz. Hiçbir surette öncü olabilecek herhangi bir şey ortaya koymamak sürekli devinim halinde. Yani çok korkunç. Klasik estetikle çok tezat olan bir şey. Statik olma iddiasıyla hiçbir surette uyum gösteremeyen, sürekli şekil değiştirmek zorunda kalan ve kendisini çürütmek zorunda kalan bir söyleme varıyoruz değil mi? Bu da aslında bütün bu saydığım özellikler de romantizmden itibaren çirkinin estetiğinin teorize edilmesi burada saklı. Neler içkin çirkinin estetiğine? Son derece patolojik, neye göre patolojik? Dingin, klasik, sıradan, göze batmayan, uyumdan yola çıkarak patolojik değil. Patolojik aynı zamanda ne? Romantizmin çok önem verdiği, bireyserliğe doğru götürüyor değil. Bunu mesela edebiyat tarihinde nasıl görüyoruz ilk defa hocam?
Dorian Gray’in portresindeki Dorian klasik estetiği temsil ediyor. Ama işte gidiyor limana, gemicilerle beraber oluyor, bir tane genç kadının intiharına sebebiyet veriyor. Dorian Gray’in bakın edebiyat ne güzel söylüyor, hiç yaşlanmıyor. Klasik estetik işte. Ötekisi gene bulamaç olmuş. Orada bir metafor mu var aslında diyorsunuz? Tabii ki bir metafor var. Charles Bodle’in bir şiiri var, adı Güzellik. Güzellik yine bir karlar kraliçesi gibi göklerde bir yerde diyor ki, Ben güzellik, hiçbir ölümlü görmedi benim ne güldüğümü ne ağladığımı. Ama uzun lafın kısası ezberi bilmiyorum, siz şairler beni bulmak için de taklalar atıyorsunuz. Ben diyor bu yukarıdan size bakıyorum. Bakınız öyle güzel söylüyor ki, Gülmek ve ağlamak hiç değiştirmedi yüzümü. Bunlara neler içkin? Aynen, Gül’ün adındaki gülmeğinin insanı maymuna benzetmesi. Kara gibi gülmek. Anlatabildim mi? Ne demek kara gibi gülmek? Maymunlaşmak demek. Animalik bir seviyeye regrede olmak demek. Kultür tarihi bu. Bu çok korkunç. Ağlamak da ne? Son derece patos değil mi? Yunan tragediyasının üstesinden gelmeye çalıştığı abartı. Demek ki çirkinlikte manivi olarak ne var? Anilik gökten zembille inme, düşme, abartı, kavurucu duygular ve tabii ki kültür tarihseli olarak patos kimin örtüştüğü bir dışavurumdur? Dişilin değil mi? Hep aynı kalan, kimdir? Real, ideal, platonik, estetik değil mi? Siyasi olarak aşırı kuralcı estetik. Şalbodluların edebiyatı ve sanata demirden prangalara geçirdiğini iddia ettiği ölçüt hastalığı aslında neyi gösteriyor? İyi bir insan olursan, ahlaklı bir insan olursan çok iyi bir sanatçı olabilme potansiyelini taşıdığını ve hatta bu iyilikten kaynaklanan muhteşem bir biçimde sanatı öğrenebileceğine dair kuramlar var. Mesela Baroque döneminde Nürnberg, ben 12 sene Nürnberg’da yaşadım, Nürnberg hunisi var. Nürnberg hunisini böyle kulağına takıyorsun. Tabii ki bu metafor, iyi dinlersen ve Tanrı korkun olursa senden muhteşem ötesi bir şair olabilir, anlatabildim mi? Dolayısıyla 19. yüzyılda artık bu klasik estetik anlayışı o kadar müzelik olmuş ki, o kadar yaşanılan çağ, yabancı olmuş ki, günümüzdeki kanonik edebiyat, 19. yüzyılda Fransa edebiyatı, o son derece ötekileştirilen edebiyatı anlatabildim mi? Asıl edebiyat son derece sıradan Burcuva kızlılarının ne kadar ahlaklı olduğuna dair, hikayeler, hepsi paşa paşa, nasıl ahlaklı birer ev kadına olunabileceğini dair öğretiler damutmakla meşgul. Bu piyasaya kim düşüyor?
Fransa’nın özellikli bu piyasasına Charles Baudelaire düşüyor değil mi? Birdenbire Tanrı’ya dua edilmiyor artık, şeytana dua ediliyor. Lieutenant Seyit’in meşhur, burada neyi görüyoruz? Estetik modernizmin başlangıcında, 19. yüzyılın ortasında tamamıyla tersdüz edildiğini değil mi? Hocamız işte rahmetliğine buraya gelirdi hep ve şey derdi şöyle, bugün artık güzel olan yeni olandır derdi. Çok güzel, hakikaten iyi bir hocaymış, öyle. Belli, diskurundan belli. Ne oluyor? Eski göksel, klasik, statik, platonik, ideal, kuralları temsil eden topografya yer değiştiriyor cehennemle. Yani en alttaki en üstü oluyor, en üstteki en altı oluyor. Şeytan birdenbire düşmüş melek olarak ele alınıp, aynen kaç on yıl sonra kontrakullanın olacağı gibi hüzünlü ve melankolik düşmüş melek ve asıl vampir, bu yeni estetik anlayışa göre yaşlanmış ve artık zamanına hiçbir surette uymayan Tanrı değil mi? Şalbodiler şeytana getiriyor, Nietzsche Tanrı’yı, Aleni’yi öldürüyor. Nietzchenin estetik düzlemde Tanrı’yı öldürmesinin en klasik dışavurumu gayet tabi ki kültür tarihinin 19. yüzyılın ortalarına kadar insanları inandırtmak istediği güzellik görçüsü bu, apolonik unsur bu, işte şiirdeki vezin bu olmak zorunda, romanda mutlaka kahraman topluma faydalı bir birey olmak zorunda, yani bütün o demir korseleri ne yapıyor? Bodhler’in satanizmi ve Nietzchenin Tanrı öldüğü ödüstürü estetik düzlemde, edebiyat tarihi ve sanat tarihi bağlı yanında söylüyorum. Zincirden boşanırcasına ilk önce bütün kahramanlar şizofren oluyor, Dr. Jekyll, doktor insanlara iyilik yapıyor, sağlıklı kılıyor onları, hatta birazcık zorlasak ölümsüz yapacak ama geceleri Mr. Hyde oluyor değil mi? Yani kahraman tek bir bedende şizofrenik bir hal alıyor, işte modernizmin büyük çatlığı dediğim o. Doreen Grey’de de aynı hastalıktan muzdarip, yani bir bedende hem patos var tabi ki hem arzular var, hani Bula Bula o dönemde tesadüfen Freud demiyor, aaa it diye bir şey varmış masanın altında dur bakayım ne bu? Yani cephe çok feci, ak ve kara, ben diye bir şey kalmamış, Doreen Grey diye bir şey kalmamış, fortressdeki mükemmel hali var süper ego, öteki it tarafı vardı, postmodernizmde herkes kendine göre yorumluyor. Dolayısıyla 2500 yıllık yekpare güzellik anlayışı kuramı, teolojisti hatta parampirçik oluyor değil mi? Herkesin güzellik anlayışı kendisine, o yüzden klasik estetikten bahsedildiği gibi hiçbir surette postmodern estetikten bahsedilemez. Zaten postmodern herhangi bir xyz’den bahsedilemez çünkü ne oluyor? Kural oluyor. Kural ne olabilir? Kuralsızlık kural olabilir. Yani birisinin yaptığını bir daha asla yapmamak çünkü çakması oluyor.
Dolayısıyla olanakların hisse senetleri bu kadar, tavanın delercesine yükseldiği an kime wow deniliyor. Tabii ki en büyük manyaklıklara, deliliklere, performatif performanslara imza atanlar şey yapıyor değil mi? Tam bu noktada hızlı ekranımı paylaşayım. Gucci’nin geçen yılki galiba Ermeni modeli Armin Harut Yunyan baya ilginç tepkiler almıştı. Bir de Winnie Harlow meşhur lekeli kız. Bu iki model demin anlattıklarımıza tam olarak oturuyor. Klasik güzellik anlayışı yani Cindy Crawford’un beynini bırakın artık gördüğünüz gibi. 90’lı yıllarda özellikle zarar görmüş ya da estetik tezifesi, yaralanmış olanın, hasar görmüş olanın estetiği ön plana çıkıyor. Bakınız yavaş yavaş başlıyor. Post kolonializm bağlamında ne dinliyor? Black is beautiful. Sonra göğüsleri alınan kadınların biz de güzeliz, biz de işte böyle resimler çektirebiliriz. Ne bitkide ne ön plana geliyor? Hatta kim ne insanı? Otantik bir insan haline getiriyor. Aynen senin gösterdiğin bu iki kadın gibi lekeli kadın bitkilerin arasına adeta ne olmuş? Bir mimikri yani hüvüm sağlamış neredeyse peyzajda gök olacak değil mi? Ya da balta girmeymiş ormanda görünmeyen kaplan misali. Yani neyi görüyoruz? Yani bir başlık olarak belki şu formüle edilebilir ama yine de çok tehlikeli. Postmodernizmde doğaya entegre olmak, kaosa entegre olmak ve regrede olmak, reddedilen meta öyküleşmiş klasik estetiği çürütmek anlamında birer dinamik olarak karşımıza çıktığını iddia edebiliriz. Tabii ki yarım yamalaklıklar işin içine giriyor. Patolojiler sadece görüntü olarak değil. 90’lı yıllardan itibaren dizilerdeki psikozlu kahramanlar, kuzuların sessizliği sadece maddi olarak değişmiyor güzellik, manevi olarak da değişiyor. Joel Witkin diye bir fotoğrafçı var benim çok sevdiğim. Joel Peter Witkin evet. Doğum günüdaşım biliyor musun? Öyle mi? 13 Eylül 1939 ikinci dünya savaşından 1-2 hafta sonra doğuyağda. Onu faşizm bulmuyor musunuz bir yandan da? Bir de çok dayatmacı bir şekilde çirkinlikleri gösteriyor ve aslında bunu yani tabi büyük felsefim etni var ama yine de rahatsız ediyor. Gayet tabi ki rahatsız ediyor. Bir de özellikle nesi rahatsız ediyor? Bütün o enselasyonlarında diyeyim ben sanat eserlerinde özellikle yine klasik mitolojiden sembolleri seçip resmen içini dışına çıkartıyor. Kelimenin tam anlamıyla korkunç rahatsız edici. Kadavralar kullanıyor falan. Kadavralar çok rahatsız olurum. Bir tane köpek var içinde natür mort, meyveler falan falan.
Ne yapıyor? Bütün klasik kutsallarımızı kapı dışına gönderiyor diyeyim. Witkin öyle bir tip. Bütün yarışmalar insanların deliliklerinin, manyaklıklarının, banaliliklerinin yansıdığı. Mesela Almanya’da DSDS Deutschland Sucht den Zupasta. Bu ses Türkiye’nin Alman versiyonu. Almanya’da bir özelliği vardı. Onu mesela çok hoşuma gitti. Türkiye’de bu yoktu. Çok da iyi oldu. Başlayasaya kadar 10 hafta boyunca en salak, en iğrenç sesli, en tırnak içinde söylüyorum. Terbiyesiz, programlar, izlenme rekorları kırıyordu. O insanların nasıl cevap verdiği ve jürenin nasıl çirkefçe onları aşağıladığını, mahkemelik olunurdu filan. Ne oluyordun biliyor musun en sonunda? Çok ilginç. İnsan düşmanı oluyordun. İnsan top oluyordun. Yani şaşırıyordun kimden nefret edeceksin? Bir de bu oyundan mı nefret edeceksin jüri başkanı? Yoksa zavallıdan mı nefret edeceksin? Bakınız burada çok ilginç bir şey var. Sadece estetik çözülmüyor. Eğer bunlar böyle tsunami gibi yağıyorsa kesinlikle Plato’nun temsil ettiği o idealler, hukuk böyle olması gerekir. On emir, etik, ahlak, moral ve en korkuncum devlet. Devlet fikri. Hepsi çözülüyor. Dolayısıyla bütün bunların dünya çok güzel sınırların amorflaştığı dönemde globalleşmesi hiçbir suretti tesadüf değil. Yani demek istediğim şu. Eskiden ne vardı sevgili İlker hocam? Alman kültürü vardı değil mi? Git Alman ya da Alman kültürü bulursan bana da al yarım kilo. Fransız kültürü vardı. Şimdi Fransa’da masum bir insan, ay Fransız kültürü dediği zaman hemen ona ne diyorlar biliyor musun? Sen lepeni mi seçiyorsun? Bu amorfluk neyden kaynaklanıyor? Hiçbir ortak Baypay’da teşkil edebilecek zevkimiz bile yok ya. Ortak zevkimiz bile yok. Ben bir ara sanat işlerine de bulaştım bir galeriyle İstanbul’da. İşte Contemporary İstanbul’a katıldım bir solo sergi açtım falan. Bir küratör şey demişti, unutmam onu hep de söylerim. İşleriniz çok güzel ve bu bir sorun demişti. Yani estetiğe gereğinden fazla önem veriyorsunuz demiştim. Aslında dediğiniz de de biraz paralel gidiyor. Ne demiş aslında sana biliyor musun? Klasik demiş sana. Evet eski kafa eski kafa diyor. Bak bak eski kafa değilsin. Bak şimdi bir şey söyleyeceğim yanlış anlayacaksın tutucusun. Tutucuyum evet.
Hayır ya ben de tutucuyum. Bir şey olmalı. Ben şu kitabı alıyorsam yavur ölüsü gibi 700 sayfa ya ona okuyacak o enerjiyi bana verecek bir cevher olmalı Allah kahretsin. Yani 700 sayfa bok bok bok bok miskaki bok bok diye okuyamazsın ki. Bir şey olmalı. Bir şey olmalı. Abarsızla olmayabilir. Çarpı odları ben taparım. Ama işte bunu da çözdük demek için de bu da yani hirarşik faşizm nasıl Almanya’sıysa bu tam tersine bütün hirarşilerin zorlana yok edildiği bir baya faşizm. Platonik idealler 2 milyar ışık yılı tepedeyse bunların her şey eşit olsunla başlayan masum masum başlayan seviyesizliğin 2 milyar ışık yılı aşağı gidiyor ya. Yani bir şeyi arkadaşlar ortak bir şeyi hakkında tartışabilmek için bile bir asgari bir müşterek lazım ya. Yani ben şimdi konserveye açıp içindeki düşkü hakkında eleştiren bir konuşma yapamayacağım ya. Manzoniye geldik hocam yavrucuğum. Yani şimdi ben bunları niye söylüyorum sana dediğim ya tutuncusun ben yanında şey kalıyorum yani MHP’li. Bu yerli ve milli hastalığı var ya şimdi bundan kaynaklanıyor. Öyle mi? Aşıklı türlü dile getirecek fokyablerisi yok bu insanların. Yani bir şey olmalı deme abi ya tabi dayı ya anlıyor musun bu yerli ve milli oluyor. Haydi ki bütün dünyadaki bütün insanlık kozmopolitik bir biçimde lafa bak. Aynı dertten muzdarip o kadar ilginç ki. Peki ama tuhaf bir şizofren duruma geldik yine bir yandan şeyi koydunuz çok güzel. Güzellik dediğimiz şey sonuçta bir ucuyla faşizme giden bir şey klasik güzellik. Ama karşısına gelen Joel Peter Witkin’in fotoğrafları da aslında öbür uca savrulup bu sefer de hiçbir şey bırakmama üzerine gidiyor. Peki ne yapacağız o zaman? Peki ne yapacağız? İşte bak bunlar neyin gösterilir biliyor musun? Şu sıralar bir şey yapamayacak. Yıkılıyor ya ortalık Türkiye’de. Yok şu bunu demiş bu bunu demiş. Aslında bütün dünya aynı dertte. Bütün dünya aynı dert. Türkiye’de kendisini böyle gösteriyor. Dünya global bir biçimde yeni bir döneme hazırlanıyor. Yani o yeni dönem iyi mi olur kötü mü olur şöyle mi olur onu bilemiyor. Ama orası zaten bizi ilgilendirmiyor. Yani 50-100 senelik bir süre var daha bunun için. Eğer dünyamıza bakabilirsek yani her şeyi kirletip yok etmezsek. Tutunacak hiçbir şey kalmadı. Her şey birbirini netralize etti. Senin dediğin Platon faşizme götürüyor dedin sonra mı şimdi de Witkin’i. Yani siz dediniz tabi. Ben dedim tabi ki sen hatırlattın bağlamda diyorum. Bunlar neyi gösteriyor? Bunlar bütün çivilerin çıktığını gösteriyor. Evet. Evet bu dönemleri çivisizlik dönemi diyebiliriz. Yani o yüzden hep diyoruz ya işte postmodernizme. Aslında kusuramadık postmodernizmden de.
Çivisizlik tutunabileceğimiz hiçbir yer kalmadı. Bir şey söylüyorsun. Birisi simultane bir biçimde aynı anda birisi 180 derece tam tersini söylüyor. O da doğru. Bu manevi açıdan değerler vakumunu gösteriyor. Şöyle bir örnek girebilir miyim hocam? Bu Sedat Peker videolarını seyrediyorlar bizim çocuklar. Tabi Z kuşu abi. Öncesiyle ilgili bir fikirleri yok. Ve şey çok iyi ya adam falan diyorlar. Tam bu herhalde. Birikimsizlik böyle bir şey. Yani kurt kütür kütür kırmızı başçıklık kızı kaçırıyor. Evet. Ama bunlar salak değil. Bunlar nasıl geldi dünyaya biliyor musun? Bunlar bir dünyaya geldiler ve hala bu açıdan tabula raza. Neden tabula raza? Bu çocuklar gerizekalı mı? Bu çocuklar kötü mü? Hayır. Ama öyle bir çağ doğuyorlar ki bu çağ ve bu dünya onlara. Oğlum manyak mısın? Adam bak neler yapmış vakti zamanında ya olsun ya çok samimi. Çocukları için bak romantize ediliyor nasıl. Bak şu var ya iki kız çocuğu için dünyaları yakıyor ya Sedat Petler. Bu işte bizim gençlerde bile neyin özleminin dışa vurumu biliyor musun? Ne olur birkaç çivi çakılsın ya. Evet en azından bir şey olsun elimizde. En azından bir bir bir norm olsun. Yani birisi bir şey dediği zaman. Bu saçmalamış ya doğru söylemiş ya hayır bunu kabul etmiyorum. Diyebilme manuelimiz olsun. Öyle bir oryantasyon kaybı var. Yönlerini bulamıyorlar. O yüzden yönlerini bulamadıkları için Madonna meets Sedat Peker Marvel filmi. Aa ne kadar güzel bir fikir diye dizide olur Netflix’te yani. Bunu hiç kötü diyerek söylemiyorum kimseye. Anladım anladım. Ben de tamamen size katılıyorum ama bir yandan da korkuyorum biz acaba yaşlandık mı hocam? Biz biraz müzelik olduk. Neden müzelik olduk? Biz çünkü doğum tarihimizden ötürü 70’li yılları bilinçli özellikle ikinci yarısını. 80’leri çok dolu dolu yaşadık. Bütün bu dönüşümler, çivi çekmeler, çivisizlikler başlarken bizi benim gözümde değerli kılan bunları böyle tükvek çek olanaklarımız yoktu Allah’tan. Ben öyle mutluyum ki internetin 90’lı yılların ortasında çıktığında. Eğer internet 80’li yılların ortasında çıksaydı, yani 70’li yılların ortasında çıksaydı bizler X,Y,Z kuşağı olurduk daha da salak olurduk biz. Hocam ama bir şey söyleyeceğim ben Z kuşağını bir yandan da hayranım ya biliyorsunuz zaten videolardan. Peki bir masumiyetleri de var işte. Tabula razı ama şu rahatsız ediyor beni Z kuşağı iyi de şimdi bunların 30 yaşına geldiği zaman yani melakete olabilir, azılı manyakta olabilir yani bu güveni vermiyor bana anlatabildim mi? İyi çocuklar tabii o derinlikleri bile bulamıyorum yani bir hani böyle lekte olacak derinlikleri de göremiyorum. Her eşi dan osuruktan teyya.
Peki bir şey soracağım Sedat Peker videoları bence bu videonun adını Sedat Peker ve estetik koysak mesela çok daha fazlayız deneyebiliriz böyle bir şey. Zaten diyoruz en son konuşmasında Nevzat Kale dedi. Nevzat Kale dedi. Böyle Nevzat Kale dedi ben ne oldum biliyor musun? Bütün benzem attı Allah dedim belanı çünkü şunu da anlatayım sana. Ege Üniversitesindeyim ben 2008 yılım. 15 oğlanın maaşı hayatını ayırttır söylemesi. Bankaya yardım yok işte bilmem ne bir şey diyemiyorlar. Sonra telefon geldi hocam yani siz hapishanedeyken işte maaş öden mi dedim ne diyorsunuz siz? Allah’ım Ege Üniversitesindeki Kriminal Mind olan benim isimdeşim. Benim maaşım ona gitmiş onun olmayan maaşı para gelmiş anlayabilir miyim? Bak aynı üniversitesi aynı üniversitesi şimdi bu Nevzat Kale. Ondan sonra birisi Fethiye’ye gitmiş bugün Nevzat Kale öldürüldü diye görmüş bizim fakülteden. Oğlu demiş ki anne Nevzat Hoca ölmüş ne ah beni telefonla arıyorlar. Ulan böyle salak isim olur mu? Hayır yani Kale çok var tamam ama Nevzat biraz ayrı olmalı yani. Sedat Peker videolarını izliyor musunuz siz de? Hayır izleyemiyor çünkü belli bir süre sonra yani çekimde böyle o Bleavage projekte var ya o kamera çekimi. Onu ben 10 dakikadan fazla maruz kaldım başım dönmeye başlıyor. Ama sabit hep onun kamerası? Hayır onun kamerası sabit de konuşması. Aaaaaaaaaaaaaaa Hayır hiç şey değil olabilir öyle konuşabilir de benim tansiyonumu düşürüyor başım dönmeye başlıyor. Peki şaşırtıcı bir fenomen değil mi bir yandanda? Çünkü önene kitaplar koyuyor entelektüel referanslar veriyor falan. Ne diyorsunuz o konuda bir kültür bilimci olarak? Fikirlerin kendisine ait olduğunu düşünmüyor. Mutlaka ona orada birileri bir şeyler öneriyordur. Şunun üstü söylemiyorum o kitapları okumuş mudur?
Hayır okumuştur ama onları o bağlamda o mizans seni oluşturma bağlamında çok güçlü şeyleri vardır. Tanışmanları mı? Tanışmanları vardır tabii ki çok başarılı buluyorum açıkçası. Evet bir proje olarak başarılı. Çünkü biliyorsunuz biz bu kadar insan bir araya geldik o kadar izlenemiyoruz. Düzülme TRT’deki iç işleri bakanımızı da gördün. Canımızı iç işleri bakanımız aynen bizim gibi kimse seyretmedi. Bütün dedikleriniz bence harika yani ben de %100 aynı fikirdeyim ve yaşlandığımızı da kabul ediyorum. Ama yine de mesela ikimizin de sevdiğini bildiğim için kedilere bakıyorum. O kadar kendiliğinden güzeller ki ekstra hiçbir çaba sarf etmeden diyet yapmadan, egzersiz bile yapmadan uyuyorlar bütün gün işte istedikleri yemeği yiyorlar falan. Bakıyorsun güzel geliyor ve bu da bana şunu söylüyor. Yanılıyorsam düzeltin klasik bir güzellik o kadar da yanlış bir fikir değil aslında var gibi yani. Gayet tabii ki bak klasik güzellik neye referans veriyor evrimsel olarak da. Bakın hep bunu söyledim gökten zembille düşmüyor. Platonun düşünceleri de gökten zembille düşmüyor dediğim gibi. Static güven veriyor şu bu güzel bir kadın neden klasik güzelliğe esinlik rafortun o beni uymuyor. Çünkü güzellik sağlık sağlık demektir güzellik. Yüzün simetrik oluşu demek bir tarafınızda ben olursa o denge bozuluyor. Simetrik olması ne demek 90-60-90 ne demek bu kadın çok sağlıklı bebekler doğurur demek. Üçgen vücutlu erkek kadınlar manyak mı niye üçgen vücutlu erkekleriz beğeniyorlar. Omuz genişse kalça darsa bu adam çok güçlü çok hızlı ve çok güçlü ve çok hızlı olduğu için avlanabildiği için ve çok et yediği için bunun spermleri de çok sağlıklı ve bu güçlü olduğu için doğurtacağın çocukları çok güzel savunu. Temelinde bu var. Senin kediye beğenmemdeki düstur Rusocu bir biçimde back to nature düsturu. Kedilerin o cıva gibi süzülmeleri doğal bir ütopyaya referans veriyor. Tabii ki mesela kediler çok seksi hayvanlardır ve kediler dişildir, köpeklerdir. Salak erillik. Tabii ki köpek faşizmdir. Hitler’in boşuna Alman kurdu yok. Sürekli ona hehehe yapar. Anladın mı? Kedi ne yapardı? Heee diye gizerdi gözünü oyardı amcam. Öyle bir şey var. Öyle bir ütopya var. Yani nasıl bir şey görüyorsun sen kedide.
Çok güzel havada rüzgar esiyor ve çok güzel dalgalı saçlı bir kadının saçları uçuşuyor. Ya da Türkan Şoray’ın neydi kırmızı başör tüsümü mavi. Al yazmalım. Yani arabadan bak rüzgarlı rüzgarlı uçuşuyor. Bak bunların hep böyle böyle dengeli ero dinamik hareketler. Hiçbir surette köşeli güm güm yok. O ero dinamik hareketler nereye götürüyor bizi? Güzel arabalara rüzgara göre çevresine uyum sağlamış az eforla çok şeyi becerebilir. İnanılmaz arkayık hücresel temelleri var bütün bunların. Biz konuşmaya başladıktan sonra bilişsel sistemimiz geliştikten sonra var var var var var var var var. Ne yapmışız? Kantar’ın topuzunu kaçırmışız değil mi? Ve sonra estetik demişizdir. Estetik bağlamında sinestezi de çok çok çok önemlidir. Sinestezi tabi ki duyularla ilgili. Sinestezi, duyuların karışması, rengin tadına almak, kokuyu hissedebilmek. Tabi ki duyularımızın da hirarşisi vardır. En önemli duyumuz görme, niye görme, çevremimizle ilgili. Çünkü bizler biriler varlık olarak çevremizi, çoğalma partnerlerimizi ve tanıdıklarımızı ilk önce nasıl algılıyoruz ve alımlıyoruz gözlerimizle. İkinci yerde duyma, üçüncü yerde de koku. O yüzden insanlar çok seve seve görsellik anlamında barbarlaşabiliyorlar. Bununla neyi kastediyorum? Hep söylerim bunu. Kitap okumak çok zor. Nesilini yapıyorlar artık. Graphic novelini yapıyorlar değil mi? Bu yine neyi gösteriyor? Kütlesel bir biçimde. Popüler kültürün en önemli şeyse yani yüksek kültürle alt kültür arasında hiçbir fark yok. Mesela romanlarda var, A.M.R.S.L.T.F.F.F. Herkes çekemez değil mi? O işte ne? Modern. Görme, neden bu kadar popüler? Görme ve görülme, Instagram, sosyal medya neden? Çünkü kolay. Çünkü kolay ve bizim en iltel güdülerimizle çok ilintili. Kerimenin tam anlamıyla piyasa. Tırnak içinde çiftleşme piyasası. Gördüm ve görüldüm. Harika bir sohbet der zamanki gibi ama bu konu çok geniş. Tekrar konuşur muyuz? Konuşuruz tabii ki. Çirkinlik demiştik. Grotesk’in de niye çirkin? Sürealizm niye ürkünç? Kiş neden midi bulandırıcı? Barok neden? Peki hocam teşekkür ediyoruz ve bir sonraki bölümümüz sabırsızlıkla bekliyoruz.
İlk Yorumu Siz Yapın