Şeyh Adli’ye Aşık Olan Haznedar Kalfanın Hikayesi – Serdar Tuncer
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=du74CA7ZNK8.
Selamun aleyküm Erenler ve dahi Erenlere gönül verenler. Hatta ve hatta aşktan özge bir dert olmadığını, olmayacağını bilenler. Merhaba efendim. Muzaffer Efendi Hazretleri bir sohbetinde bir hadise anlatmış. Bugünün biri bir günlük mevzu işte odur. Belki sobalar kaynamıyor öyle eskisi gibi. Belki kar, lapar lapar yağmıyor öyle. Belki rahmetli babaannem, rahmetli dedem, zahiren şimdi buralarda değiller.
Ama yüzlerce, binlerce, milyonlarca insan var şimdi. Oturuyorlar, bir tuşa basıyorsun. Tak biri bir gün bir bir şey anlatıyor. Bunlar yarın inşallah sizlerin de çocuklarınıza, torunlarınıza anlatacağınız şeyler olacak. Muzaffer Efendi Hazretleri diyor ki,
Padişahın biri bir gün sarayda hastalanan bir saray ahalisinden birisinin derdine deva bulunsun diye hekimlerini toplamış. Bakmış hekim başı bakmış, öteki bakmış, beri ki bakmış. Çare yok. Bazen öyledir. Tıp aciz kalır da bir başka bir şey lazım olur. O lazım olanı da ancak ehil olan bilir. Bununla alakalı da bir lokman hekim hadisesi var. Unutmazsak biri bir gün de onu da anlatalım. Hasta günden güne sararıyor kızcağız. Bir çare bulunmuyor. Demişler ki efendim bir de Aziz Mahmud-i Dayı Hazretlerinin duasını alsak. Padişah rica etmiş Aziz Mahmud-i Dayı Hazretlerini davet etmişler saraya. Hazret gelmiş şöyle bir bakmış. Demiş ki efendim bu bendenizin işi değildir. Şeyh Adli Efendi bir görsün hastayı. Onun nefesinin bereketiyle bu iş olur. O da nefes, o da nefes. Ama nefes sahibi bilir o nefesin neye nasıl geleceğini, ona nasıl bir nefes gerektiğini. Onu da bilir başka başka. Şeyh Adli Efendi’yi huzura davet etmişler. Rica’yla. Getirtmişler değil, rica’yla. Çünkü padişah efendi adam. Hem padişah olmuş hem adam olmuş. Gönderiyor adamlarını. Efendim lütfederseniz saray ahalisinden bir hastamız var. Padişah efendimiz de saati halinizin teşrifini emrediyorlar.
İmkan varsa o da hay hay deyip kalkıyor geliyor. Şeyh Adli Efendi gelmiş. Haznedar Kalfa. Hasta kızcağızın adı. Haznedar Kalfa’ya okumuş dualarını etmiş, nefesini üflemiş. Cenab-ı Hak o dualar bereketiyle şafi Allah’tır. Ama şifayı vesileye bağlamış. Bazen bir doktorun sözüdür. Bazen bir dudak sahibinin nefesidir. Bilinmez. Haznedar Kalfa günden güne iyileşmiş. Sağlam böyle eski günlerine dönmüş fakat bilenler bakıyorlar. Haznedar Kalfa’da başka bir hal var. Böyle bir dertli dalıp dalıp gidiyor. Yüzü sararıyor. Yemeden içmeden kesilmiş. Hasta değil ama hasta olduğu zamandan daha hasta. Bunun adına aşk diyorlar. Erenler sapasağlamsındır da hastalardan daha hastasındır. Betin benzin sararır. Baktığın yerde onu görürsün.
Sana her şey onu hatırlatır. Aşk başka bir şey bilen bilir bilmeyen de ne yapsan anlatamazsın. Haznedar Kalfa bu hale gelince padişah demiş ki bunda bir iş var. Hayrolsun. Bir yakını demiş efendim Şeyh Adli’nin nefesiyle iyileşti ama Şeyh Adli’ye aşık oldu. Nasıl olduysa kızcağız o zar zor zamanda bakmış görmüş vurulmuş.
Aşk böyle bir şey. Aşık olacağım diye çık. Sabahtan akşama kadar dolan. Olmaz. Ama aşık olmayacağım diye böyle ayaklarını bile olmayacağım işte olmayacağım olmayacağım. Bir tanesi gelir bir miminigah bir bakış bir gülüş çarpar seni senden alır bakmışsın ki olmuşsun bile. Zaten olacağım diye olunan şeye aşık demiyorlar. Olmayacağım demene rağmen olduğun şey var ya işte o aşık o.
Hazreti Hazretleri aşık olmuş Şeyh Adli’ye. Padişah efendi tekrar huzura davet etmiş. Demiş ki Efendi Hazretleri durum böyle böyle. Bu hastalığın devasını da bilir misiniz? Demiş ki bilirim. Onun devasını bilirim hem de alasını bilirim. Şeyh efendi de aşık o bilmeyecek kim bilecek? Ne yapacağız? Sizin nikahınıza girmek ister sizinle evlenmek ister. Alırım demiş. Hazreti Hazretleri kalfayı fakat düğün yapmam. Hay hay Hazreti Hazreti de tamam demiş. Sarayda bir nikah merasimi yapılmış. Şeyh Adli önde Hazreti Hazreti kalfı arkada kalkıp dergaha gitmişler. Tabi tekkeye vardıklarında Padişah efendi hediyelerini de göndermiş. Bir ton hediye o Hazreti Hazreti kalfa şeyh gördüğünde vurulduğu sadece şeyh değil. Şeyh de ki manaya da vuruluyor. Başka bir şey.
Bir şey görünce aradığımı ben burada buldum demiş. O Padişah efendinin gönderdiği hediyeler ne varsa hepsini fukaraya dağıtmış. Ben demiş aradığımı buldum. Bunlara ihtiyacım yok. Gel zaman git zaman Şeyh Adli ile Hazreder kalfanın bir kız çocukları dünyaya gelmiş. Kız tekke de büyümüş serpilmiş. On sekiz on dokuz yaşlarına geldiğinde sağdan soldan haber göndermeye başlamışlar. Adını da Gülçiçek koymuşlar. Güzel isim değil mi? Gülçiçek. Emirhan kızın olursa adını Gülçiçek koy. Güzel isim lan. He? Gülçiçek koymuşlar. Gülçiçek sultanı büyümüş serpilmiş. Paşalar, vezirler, şunlar, bunlar istiyorlar. Ama şeyh efendinin gönlü razı değil. Ona verse o kırılacak. Öbürüne verse öteki niye kızını bana vermedi diyecek filan. Lan bir çare düşüneyim demiş.
Üç soru soracağım demiş. Bu üç soruyu bilene Kerimem’in nikahını vereceğim. Kızımı vereceğim demiyor. Kızımı niye vereceğim? Deli miyim ben diyordu ya Turla efendi. Kızımın nikahını veririm. Kız benim. Vermem. Ben de öyle yapacağım. İki kız var. Üç soru soracağım. Öyle vereceğim. Bak usul erken. Öğrenelim ehillerden. Üç soru soracağım demiş. Şeyhadli. Üç soruya doğru cevap verene Gülçiçek’i ver.
Gülçiçek’i vermem nikahını ver. Birinci soru. Dünyadaki en tatlı şey nedir? Kerimemizin taliplileri bu suale cevap versinler. Tabi Gülçiçek hatunla evlenmek isteyenler cevaplarını böyle bir gönderiyorlar. Kimi mektupla, kimi kutu içinde, kimi şöyle, kimi böyle filan. Bir derviş Mehmet efendi varmış. Şeyhadli’nin dervişi.
Gülçiçek hatunu uzaktan bir görmüş. Gönlü de meylede yazmış. Hemmet bihi ve hemme biha. Ve kallakat ebva ve vekalet eytelek. Kapıları kapattı ve hadi geldi. Hemmet bihi ve hemme biha. Gönül meylede. Meylede yazmış. Fakat Şeyh efendinin kızı. Ne desin? Bir şey olmaz. Ben de göndereyim. Dünyadaki en tatlı şey nedir? Kutular gelmiş. Zaflar. Açıyor Şeyh efendi.
Kimisi baklava göndermiş, kimisi bal göndermiş işte. Kimisi efendim onu göndermiş, şeker göndermiş filan. Ulan bir kutu, kutu ne? Bir dil. Bu ne? Dil. Kuzu dili. Kim göndermiş bunu diyor. Efendim işte Hakkiri Pürtaksir dervişiniz Mehmet efendi göndermiş. Çağırın bakayım onu demiş. Mehmet efendi gelmiş.
Ben sorarım dünyadaki en tatlı şey nedir diye sen bana dil gönderirsin. Yani bal değil, baklava değil, o değil, bu değil. Dil mi dünyadaki en tatlı şey? Dildir efendim demiş. Yani dil, söyler, tatlandırır. Susar, tatlanır. Ondan daha tatlısı yoktur. Aferin demiş. Bu, doğru cevap bu. Hadi bakalım ilan etmişler. Birinci sorunun doğru cevabı verildi. Şeyh efendi ikinci soruyu sormuş.
Peki demiş dünyadaki en acı şey nedir? Kerimemizin nikahına talip olanlar bu suale cevap versinler. Efendim gelmiş gene cevaplar. Kimisi kezap göndermiş, kimisi arnavut biberi göndermiş, kimisi tuz göndermiş. En acı şey falan. Bakmışlar gene bir dil. Bunu kim gönderdi? Dermiş Mehmet efendi. Çağırın ulan. Gelmiş buyursunlar efendi. Ya ben dünyadaki en acı şey nedir diyorum. Sen dil gönderiyorsun be adam. En tatlı şey dildi en acı da mı? O da öyledir efendim demiş. Malumu devletiniz. Dünyadaki en acı şey dildir. Kurşun yarası iyileşir ama dil yarası iyileşmez. Orhan Gencebay’ın bir çarkısı vardı. Biz onu dinlerdik gençliğimizde aşıkken. Dil yarası, dil yarası en acı yaraymış. Dudaktan kalbe bir yol var ki sevgi ve şefkat değil. Böyle bir şey değil. Kurşun yarası iyileşir, dil yarası iyileşmez. Onun için hep kardeşlerime nasihat etmeye çalışırım. Bir tartışmada, bir şunda, bir bunda dilinize sahip olun. Özellikle karı koca arasında. Olmaz hani bizim dostlarımız kadın kocasıyla tartışır mı? Koca karısıyla tartışır.
Olmaz da hani olacak olursa tut orada dili tut. Allah iki tane kulak vermiş. Dışarıda ve iki tane kulak vermiş. Dil vermiş, tak dişlerin arkasında bir de dudağın arkasında. Kulak iki tane dinle diye. Açık da duy diye. Dil içeride, üstünde bir dişten kapak var. Onun önünde dudaktan bir kapak var. Bir düşün neyse. Mehmet Efendi demiş ki efendim dildir. Ulan bu da doğru demiş derviş Mehmet.
Aferin sana. Bir kahve yap bakayım bana demiş. Derviş Mehmet cezveyi mangala sürmüş. Kahveyi yapıyor. De hele demiş bu su ne diyor? Durmuş şimdi. Üçüncü soru. Su ne diyor? Allah diyor efendim demiş. يُسبِّهُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ Yerlerde ve göklerde olan her şey Allah’ı tesbih eder ya. Allah diyor demiş. Onu sormuyorum demiş. Suyun tesbihatı ne? Allah’ı ne diye zikrediyor?
Onun sürekli söylediği zikir ne? Deyince derviş Mehmet kalmış. Oraya kadar okumamış. Tabi cevabı verememiş derviş Mehmet. Bir kaç gün sonrasında Gülçiçek Sultan Şeyh Adliye Efendi babasına kahve yapıyor. Kahveyi yaparken mangala sürmüş cezveyi dönmüş babasına. Babacım demiş suyun tesbihatı nedir?
Kızım demiş suyun tesbihatı şudur. Beni yakan bendendir. Der sürekli beni yakan bendendir. O ne demek efendim babacım? Yani kızım demiş su diyor ki yağmur yağar, ağaçlar büyür. O ağaçlar kesilir, odun olur. Kurur, kömür olur. Sonra getirirler suyun altına koyarlar. Yakar.
Sonra buharlaşır, gene gider yağmur olur. Beni yakan bendendir diyor yani. Ha demiş öyle mi babacım? Meğer Gülçiçek Hatun’um da demek ki derviş Mehmet de gönlü varmış. Hemen cevabı yazmış, uçurmuş. Demiş bak bu suyun tesbihatı budur. Ertesi gün olmuş derviş Mehmet Efendi. Efendicim demiş suyun tesbihatı nedir? Su ne diye tesbih eder demiştiniz ya. Eee suyun tesbihatı şudur efendim.
Beni yakan bendendir diye tesbih eder. O zaman Şeyhadli demiş ki haa beni yakan da benden oldu demiş. Beni yakan da benden oldu. Hani bu cevab senin cevabın değil. Ama almışsın cevabı hadi. Kızım sana helaldir. Evlenmişler. Eskiler anlatırken derdi ki onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
Gökten üç elma düşmüş. Birisi anlatanın başına, öbürü dinleyenin başına, öteki de dinleyip kısadan hisse alanların kalbinin orta yerine. Ah benim efendim ah. Aziz dostlar Allah’a emanet efendim.
Eyvallah.
İlk Yorumu Siz Yapın