Üç Pişman Adamın Hikayesi – Serdar Tuncer
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=9qpwfY0r5Pc.
Selamun aleyküm erenler ve dahi erenlere gönül verenler, hatta ve hatta erenlere gönül verenleri sevenler ve dahi gidemediğimiz diyarın bizim olamayacağını, bir kez gittiğimiz diyarın da kıyamete kadar elin olamayacağını bilenler. Niçin böyle söylüyorsun Serdar Tuncer? Sebebi var. Üsküpteyiz. Güzel bir diyarda size sesleniyoruz.
Hoş geldiniz, safalar getirdiniz. Buralarda dolaşırken nasıl bir biri bir gün anlatsam diye Muzaffer Efendi Hazretlerinin sohbetlerinde arada dile getirdiği üç adamın yaptıkları şeyi, niçin yaptıkları üzerinden bize çok güzel hisse veren bir menkıbe vardır. Onu paylaşıvereyim dedim. Şu ambiyans, bu sokaklar, arkada gördüğünüz cami, yürüdüğüm kaldırım
nedense bunu ilham etti, onu paylaşalım, sözünü uzatmayalım bize kızmasınlar. Gazneli Mahmud, Sultan Mahmud Han, tebliğli kıyafet eylemiş, veziriyle beraber çıkmışlar, şehri dolaşıyorlar. Tebliğli kıyafet artık biliyor biri bir gün seyirciler ama bilmeyenler için bir kez daha arz edelim. Padişah efendinin bir derviş, bazen bir tüccar, bazen bir molla kılığında
şehirde ne olup bitiyor, ahali ne yapıyor diye kendini belli etmeden dolaşmasının adı. Tebliğli kıyafet eylemiş Gazneli Mahmud, veziriyle beraber yürüyorlar şehirde bir adam görmüşler. Dikkatlerini çekmiş, enteresan bir demirci, elinde çek, demir dövüyor, ya Allah, ya Allah, ya Allah.
Demir dövüyor fakat arada bir duruyor, boşluğa bakıyor, gülmeye başlıyor, koşarak gülüyor oraya gidiyor. Varınca morali bozuluyor, ağlayan ağlayan gözünden yaşlar akarak tekrar geliyor demirin başına. Geliyor, demiri dövüyor, dövüyor, dövüyor, dövüyor, birden boşluğa bakıyor.
Ah, yüzü gülmeye başlıyor, boşlukta bir şey görüyor, koşuyor oraya kadar gülerek, varıyor, başlıyor ağlamaya. Ağlayan ağlayan geri geliyor. Sultanın dikkatini çekmiş bu hal, vezirine demiş ki, bu adam ne yapar, bunu niye yapar, bana bir öğren. Hay hay Sultanım. Yürümeye devam etmişler. Karbe veziri bakmışlar, bir adam duruyor böyle kendi halinde, uzakta bir minare, minarenin üstüne bakıyor, ah. Minarede bir kuş var, adam gülüyor, sevinç içinde başlıyor koşmaya minareye doğru, yukarıya çıkıyor, nefes nefese, geri geliyor. Ağlayan ağlayan ağlayan dönüp geri geliyor.
Duruyor çarşının ortasında, minareye bakıyor, ah minarede bir şey görüyor, başlıyor koşmaya yukarıya doğru, koşuyor, koşuyor, koşuyor, sevinç içinde ağlayarak geri dönüyor. Sultan Mahmud Han demiş ki, bunda da bir iş var. Buna da bir bak bakayım. Bu adam niye buradan bakınca minareye tebessüm ediyor, gülerek yukarı çıkıyor, ne oluyordu ağlayan ağlayan geri dönüyor, bunu da bana bir öğren.
Hay hay sultanım. Devam etmişler, biraz ileride karşılarına bir başka adamcağız çıkmış. Çarşının ortasında bir dilenci diyor ki, ağma gözleri yormuyor, Allah rızası için bana bir şeyler verin, Allah rızası için bana bir şeyler verin. Fakat kim ona bir şey verse, adam elinden tutuyor, diyor ki, enseme bir tokat at. Ensesine tokat atıyor, diyor ki olmadı bir daha, daha sert tokat atıyor.
Adam şöyle diyor, Allah rızası için enseme diyor, en sağlam tokat atandan Allah en fazla razı olsun. Ne kadar sağlam vurursan enseme, Allah senden o kadar razı olsun. Allah Allah. Hünkar bakıyor, bunda da bir iş var diyor. Bunda da bir iş var. Bunu da bir öğren bakayım bana, neyin nesiymiş. Hay hay efendim, dönüp saraya varıyorlar. Saraya gittiklerinde, vezir hemen kıyafetini değiştiriyor, çıkıp geliyor tekrar çarşının orta yerine. Önce birinci adamı bulmuş, demirci yanına yaklaşmış, selamın aleyküm verenler, aleyküm selam verenlere gönül verenler. Yaklaşmış, merhabalar diyorlar, ben diyor, Gazaneli Mahmud Han’ın veziriyim. Biz demin buradaydık hünkarla beraber, tebliğli kıyafet. O senin bu yaptığını gördü. Ne yaptım efendim diyor, adam korkuyor. Hani diyor sen burada demiri dövüyorsun, evet. Sonra diyor uzakta bir şey koşuyorsun oraya gülerek, evet.
Ondan sonra alarak geri gelirsin, evet. Bunu niye yapırsın diyor. Bunu anlat bakalım bize. Adam diyor ki, efendim savaş zamanıydı diyor. Biz burada demir dövüyorduk. Eve de gidecek vakit yok, iş çok, silah yapmamız lazım. Yemeğimiz evden gelirdi. Hanım hazırlar gönderirdi yemeğimizi.
Fakat bir gün tavuk yapmış, getirdi bize. Oturdum ben de tavuğu afiyetleyerken bir kedi geldi diyor yanıma. Bir kara kedi. Kedi de etrafında mırrır mırrır dolanmaya başladı. Tavuktan bir şeyler istiyor. Ve resim gelmedi diyor. Ben yemeye devam ettim. Kedi etrafımda dolaşıyor. Kızdım ona diyor. Sinirle diyor.
O yemediğim kemikleri, etleri falan da kaldırdım. Ona vermemek için ateşin içine attım diyor. Kedi böyle baktı bana. Dedi ki, ula burada bir hazine vardı. Ben sana o hazinenin yerini söyleyecektim. Ama sen bana böyle ettin ya, o hazineden de mahrum kaldın. Artık sen o hazineyi asla bulamaz. Dedim de gitti diyor.
O günden beri ben ne zaman gelsem, burada demir dövmeye başlasam, bir bakıyorum o kedi uzakta beni çağırıyor, hazineyi gösteriyor. Ben demir dövmeyi bırakıyorum. Gülerek koşa koşa onun yanına varıyorum. Varınca kedi kayboluyor. Ne kedi kalıyor, ne hazine.
Geri geliyorum demir dövmeye başlıyorum. Tam işimin başındayım. Varınca ne kedi kalıyor, ne hazine. Ben bunun için bu haldeyim demiş. Enteresandır. Hani bundan kısadan hisseyi diğer iki adamcağızın ahvali de ortaya çıkınca anlayacağız zaten de biz kendimiz de işin doğrusu bir kısadan hisse buradan çıkartmamız lazım.
Ne oldu da Mevla onu ona musallat etti öyle. Neyse. Vezir varır gider ikinci adamı bulur. Bir müezzin efendi, sesi çok güzel. Selamun aleyküm. Aleyküm selam. Durum böyle böyle. Biz hünkârla beraber buradan gelirken seni gördük. Minareye doğru gülerek koştum.
Ondan sonra da ağlayarak geri döndüm. Bu bizim dikkatimizi çekti. Ne oluyor da sen oraya koşuyorsun, niye buraya ağlayarak geliyorsun? Müezzin diyor ki efendim bendeniz bu caminin müezziniydim. Çok muhrik bir sesim vardı. Sadam çok güzeldi. Bir sabah ezanını okuduğum vakit minaradan aşağı inerken yanıma birisi geldi. Dedi ki kısa bu ya. Cinlerin padişahının kızı sana aşık oldu.
Senin sadana vuruldu ve seni götürmek istiyor. Nasıl yapacağız? Minarenin üstüne çıktım. Bir kuş beni aldı ve muazzam bir mekâna götürdü. Bir saray ama cennet gibi anlatamam nasıl güzel. Beni kapıdan içeriye aldılar. Baktım ki güzeller güzeli bir kadın. Anladım cinlerin padişahının kızı oymuş. Tam yaklaştım. Kam almak istedim, murad almak istedim diyor. Dedi ki dur. Sen bana helal değilsin. Ben seni sevdim, aşık oldum ama bana dokunamazsın şimdi. Önce bir nikahımız kıyılsın. Usul erken Allah’ın emri şer-i şerif yerine gelsin.
Ondan sonra zaten seninim, kulun, kölenim, ayağının, türabıyım ama şimdi dokunma. Ben diyor dayanamadım onun güzelliği karşısına. Tekrar yaklaştım kam almak için. Bir, iki, üç. Kızcağız kız da eehh dedi. Döndü. Dedi götürün bunu. Siz bana insan suretinde bir hayvan getirmişsiniz.
Onun ne işim olur benim böyle birisiyle. O kuş beni aldı getirdi, minarenin başına bıraktı. Şimdi diyor bazı bazı bakarım uzaktan minarede o kuşu görürüm diyor. Yine beni götürmeye geldi diye bir heyecanla, bir aşkla, bir şevkle, bir muhabbetle başlarım sevinç içerisinde koşmaya minareye doğru.
Koşarım nefes nefese yukarı çıkarım. Fakat yukarı çıkınca bakarım ki ne kuş var ne bir şey. Halim budur diyor. Bundan dolayı böyle. Haa onun mevzusunu da anlamış vezir efendi. Kıssadan isteği azıcık açayım mı? Açayım mı pencere yoksa bırakayım mı size? Siz anlayasınız. Size bıraktım. Devam ediyor. Üçüncü adamı bulmuş. Amaa’yı. Amaa aynı. Çarşının ortasında durmuş. Gelenlere diyor ki Allah rızası’nın enseme bir tokat atın. Tokatına kadar sert durursanız Allah sizden o kadar razı olsun. Ama o tokatları ye ye adamın ensesi, öküz ensesi gibi olmuş.
Bu geniş böyle. Vezir yaklaşıyor yanına. Selamun aleyküm diyor ama aleyküm selam. Ben diyor vezirim. Gazaneli Mahmut hanımın veziriyim. Senin diyor bu dilenme şeklin bizim dikkatimizi çekti. Hünkar bu işin aslı nedir? Hele bana bir öğren de gel dedi. Tamam. Hay hay diyor adamcağız. Ben diyor kervancıydım.
Benim bin katırım vardı. Bin katırlık bir kervan. O gün için böyle muhteşem bir ne diyeyim tır filosuna sahip olmak gibi bir şey. Ben onlarla yük taşırdım. Bir gün bir şeyh baba geldi. Bana dedi ki selamun aleyküm aleyküm selam. Semerkand’a bir yüküm var. Götürmek istediğim onu seninle taşır mıyız? Hay hay dedim efendim benimle taşıyın. Parada anlaştık. Hiç pazarlık filan etmedi. Ne dediysem tamam dedi. Fazlasını da verdi. Yükünü yükledik. Bir o yanda da kimse yok. Bir o bir ben. Bin katırıyı yükledik gidiyoruz. Fakat yükleri yüklerken bir şey dikkatimi çekti. Küçücük hani yükte hafif gibi duran şeyler ama hayvanların belleri çöktü yükü yükleyince. Dedim ki Allah Allah bunda bir şey var. Yolculuğun bir yerine gelince şeyh babaya göstermeden katırlardan birinin yükünü açıp baktım ki içinde altın var.
Ötekine baktım berikine baktım diye. Hepsi altın. Bin katır altın. Tamah ettim diyor. Hırs yaptım. Adam diyor ki baktım bütün katırlar altın yüklü. Şeyh babayı çektim götürdüm bir ormana. Yatırdım. Üstüne çıktım. Bıçağımı çektim. Boğazına dayadım. Dedim ki bu altınları bana vereceksin. Adam dedi ki evlatcığım al bu altınların %25’i senin olsun ama bana dokunma. Hayır dedim. Seni öldüreceğim. Adam üzüldü dedi ki beni niye öldüreceksin evladım? Benden ne istiyorsun? Hadi %30’unu vereyim. Olmaz. %50’sini vereyim. Olmaz. En son dedi ki evlat ben bu altınların hepsini sana vereyim. Sen bana zekatını ver o da bana yeter. %41’ünü bana ver. Bu da bana yeter. Başka bir şeye gerek yok. Olmaz dedim. Niye? Çünkü sen gider beni şikayet edersin. Eyvallah kardeşim. Sağ olasınlar. Çünkü diyor sen gider beni şikayet edersin. Evlatcığım hiç kimseye bir şey söylemeyeceğim. Yeter ki canımı bağışla. Bana dokunma filan. Hayır dedim diyor.
Ben bu altınların hepsini alacağım ve seni öldüreceğim. Öyle deyince diyor dedi ki dur. Sen diyor ben de bu altınlar için pazarlık ediyorsun ama bana bir şey sormadın farkında mısın? Hayrola be baba? Adam demiş ki evlat sen bu işin sırrını bana sormuyorsun. Ulan bin katır altına çökmeye çökeceksin de hele bana bir sor ki bu bin katır altın nereden çıktı? Nasıl buldun?
Hakkat demiş ya nereden çıktı bu altından? Ben de bir sürme var oğlum demiş. O sürmeyi bir insanın sağ gözüne çektiğim vakit yerin altında ne var ne yok hepsini görür. Dedektör. Amerika Devleti yok henüz ama dedektör var. Adam inanmamış önce. Ya denemesi bedava demiş. Sağ gözüne çekeyim bu sürmeyi. Hay hay dedim diyor.
Sağ gözüme sürmeyi bir çekti. Aman ya Rabbi. Baktığımda yerin altında nerede hangi maden hangi mineral orada ne var burada ne var hepsini cam gibi seyretmeye başladım. Çok hoşuma gitti diyor. Dedim ki öbür gözüme de sür. Harise öbür gözüme de sür. Evlat sürmeyelim demiş. Sür demiş öbür gözüme de sür.
Evlat sürmeyelim. Gözüne zarar olur. Ben ısrar ettim. Dedim ki sen öbür gözüme de sürünce başka bir şey olacak o başka bir şeyden beni mahrum etmek istiyorsun. Bana onu vermemek için hayır diyorsun. Sür. Evlatçığım yapma sürmeyelim. Sür. Sürerdin sürmezdim. Ben ısrar edince sürdü diyor.
Sol gözüme de sürmeyi çekince iki gözüm birden kapandı. Amağı oldu. Allah razı olsun. Şeyh Baba insaflı bir adammış. Beni getirdi şehir meydanında bıraktı.
Dedi ki bak sen benim canımı alacaktın ben canını bağışlıyorum. Ama bu senin katırların da artık benim için ganimet malıdır. Bunları da alıyorum. Sen burada dilen de aklın başına gelsin. Ben diyor o günden beri buraya dururum. Gelene gidene derim ki enseme bir şaplak atandan Allah razı olsun. Ne kadar sert durursa Allah o kadar razı olsun. Ben onun için bu haldeyim.
Vezir üçüncü mevzuda bu şekilde öğrenmiş. Şimdi erenler, erenlere gönül verenler, erenlere gönül verenler, sevenler. Şimdi geri dönüp şöyle bir gözlerinizi kapatın ve hadiseyi bir tefekkür edin. Üç adam var. Birisi bir kediyle yiyeceğini paylaşmadığı için o halde. Diğeri kendisine sunulan nimeti helal dairesinin dışında elde etmeye çalıştığı için o halde. Öbürü, Allah’ın kendisine ettiği büyük ihsanı daha fazlası, daha fazlası, daha fazlası diye diye kaybettiği için o halde.
Bir kısa anlatılınca akil insana düşen şudur. Olur mu öyle şey? Cinlerin padişahı ne demek? Kedi nasıl konuşmuş? Bin katır altın nereden çıkmış? Öyle bir sürme nasıl var? Bak bunu düşünmek değildir. Döner ve kendine bakar. Der ki acaba ben bu işlerin neresindeyim? Ben bir demirci olsam, karşıda bir kedi çıksa gelse, bir hırsla, bir sinirle kaldırıp o hayvancağıza vermemek için onları oraya atar mıyım? Der ki ben bir müezzin olsam, muhriyikte bir sadam olsa okusam ezanım, benim karşıma böyle bir devlet çıksa ben onu helali dururken haramından mı kazanmaya çalışırım? Der ki, der ki, der ki daha sözü çok uzatmayayım. Dönün ve bir bakın kendi hayatımızdan bu hadiselerin denk düştüğü mevzuların biz neresindeyiz? Dönüp onu bir tartmak lazımdır. Üsküplü bir biri bir günün bu suretle sonuna geldik.
Efendim, evladı Fatiha’nın diyarından, ecdad yadigarı bu güzel beldeden bize Üsküdar kadar uzak, bize kalbimiz kadar yakın işte bu diyardan sevgiler, selamlar, hürmetler, muhabbetler ederiz. Eyvallah.
Altyazı M.K.
İlk Yorumu Siz Yapın