"Enter"a basıp içeriğe geçin

Sorgu Melekleriyle Sabahlayan Adamın Hikayesi – Serdar Tuncer

Sorgu Melekleriyle Sabahlayan Adamın Hikayesi – Serdar Tuncer

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=TaZe8ef6j0U.

Selamun aleyküm erenler ve dahi erenlere gönül verenler, hatta ve hatta erenlere gönül verenleri sevenler ve dahi ya egniyâ-i şâkirînden ya da fukarâ-i sabîrînden olması gerektiğini bilenler. Gelelim biri bir günün mevzûna. Efendim vaktiyle kuş kalesi denilen bir yerde egniyâ-i şâkirînden bir zat yaşamış.
Şükreden zengin güzel bir zat. Faruk Şin’a verdiği efendi ama Mevla zenginlik vermiş de o zenginliğin hakkını da veriyor. Bulunduğu muhite okul yaptırmış, mescit yaptırmış, su getirtmiş, fukaranın hukukunu gözetmiş filan. Halkın çok sevdiği bir zat. Öyle Allah başımızdan eksik etmesin diye dua ederler ya. O kabil bir zat.
Bir gün bu zat oturmuş ve ahir ömrünün yaklaştığını fark edince bir vasiyetname hazırlamış. Bu vasiyetname aslında her birimizin hazırlaması ve yanında taşıması gereken bir şeydir de bak işte ahir zaman Müslümanıyız. Hangi birimiz bir vasiyetnameyle dolaşabiliyoruz ki? Vasiyetnamesini yukarıdan aşağı yazmış. O vasiyetnamenin içine de enteresan bir madde koymuş.
Demiş ki ben öldüğümde ilk gece kabirde birisi benimle beraber kalsın. Ona da yüz altın verirsin. Bir madde de bu. Bu zat bütün bu mevzuları bildiğinden dolayı belki diyor ki vasiyetinde ilk gece benimle beraber bir kişi kabre girsin. Yalnız kalmaya. Niye böyle demiş? Bilmeyiz ama demiş.
Gün gelmiş emri hak vaki olmuş adamcağızı vefat etmiş kendi yaptırdığı gasilhanede gasini yapmışlar. Kendi yaptırdığı camide cenazenamazını kılmışlar. Böyle hayır sahibi bir zat. Kendi yaptırdığı mezarlığa götürmüşler. Defne diyecekler. Orada vasiyetini okumuşlar. Demişler ki Faruk Şin’e verdiği efendinin vasiyeti. Vasiyetin içinde de bir madde. Öncesini bilmiyoruz hani fakirlere şu verirsin, dullulara bu verirsin, kimsesizlere şu verirsin,
şuraya şu yapılsın, buraya malını tasadluk etmiş, dağıtmış. En son bir madde. Öldüğüm gün benimle beraber birisi kabre girsin. O kabre giren kişiye de yüz altın verilsin. Şimdi hazreti herkes çok seviyor da ben döneyim ben kabre gireyim ölüyle beraber yatayım. Bu böyle kolay bir şey değil. İnsan ölürlerden korkar. Bilmiyorum hiç imkan olduğum bir ölünün yanında bulundurur da insan orada bir ürperir.
Halbuki korkulması gereken dirilerdir. Ölülerdir, ölüler insana bir şey yapmazlar. Hiçbir şeycik yapmazlar. Şimdi herkes çok seviyor hazretimi ama kimse de girip mezarda onunla beraber bir gece geçirmeye cesaret edemiyor falan. Böyle aralarında konuşurlarken nasıl yapsak vasiyettir, yerine de getirmek lazım falan filan böyle. Konuşurlarken bakmış aaa uzaktan oduncu himmet ağa geliyor. Demişler ki himmet ağa yapar bu işi.
Yaklaşmış selamun aleyküm. Hayır olsun ya işte Faruk efendi vefat etti. Aaaa inna lillahi ve inna ileyhi raciun. Muhakkak ki Allah’tan geldik ve Allah’a döneceğiz. Allah rahmet etsin. İyi yetiştik can hazretine yetişemedik bari. Define yetiştik. Himmet efendi demişler yetiştin de bizim bir derdimiz var. Hazretin böyle böyle bir vasiyeti vardı. İçimizden de hiç kimse cesaret edemedik. Sen severdin onu o da seni severdi. Hem sen cesur adamsın. Bizim en cesurumuz sensin.
Ah insanoğluna gazı verdim yapamayacağı şey yoktur. Sen giremezsen bu köyde hiç kimse giremez bu kabre filan. Öyle böyle allem etmişler, gallem etmişler. Himmet ağayı ikna etmişler kabre girmeye. Hay hay demiş ben girerim. Cenazeyi yatırmışlar kabre. Himmet ağayı onun yanına yatırmışlar. Nefes alabilmesi için yukarıya doğru bir şey atmışlar toprağı kapatmışlar. Ertesi gün sabah gelmişler.
Açmışlar kabre. Himmet ağa dışarı çıkmış. Perişan vaziyette. Perişan. Ya ne oldu? Himmet ağa. Oh sormayın demiş ya sormayın. Ne oldu bir anlat hele. Ne bu hal? Siz gittiniz demiş. Toprağı örktünüz. Siz daha buradan ayrılmadan. Sorgu melekleri geldi. Tam Faruk efendinin sorgusuna başlayacaklar. Birisi dedi ki burada biri daha var. Döndüler bana baktılar. Bu nasıl olsa bizim dediler.
Bir yere gidemez. Şunu bulmuşken bir sorguya çekelim. Başladılar beni sorgulamaya. Ne iş yaparsın? Dedim ki oduncuyum. Odunla nasıl taşırsın? İşte bir baltam var bir de ipim var. Hakikaten adamın da yalan dünyada hiçbir şey yokmuş. Bir baltası var. Odun kırıyor bir de ipi var. O odunları taşıyor. Dünyada başka bir şey yok oduncuyum Metahannem. Ne yaparsın? Oduncuyum. Neyim var? Bir baltam var. Başka bir de ipim var. Baltayı nereden aldın?
Ya işte şöyle oldu da aldık. Bu baltanın sapı nerede? Demiş ki işte ormandan kestim. O ormanda herkesin hakkı vardı. Sen herkesin hakkı olan yerden tuttun. Kendine bir balta sapı yaptın. Onunla da gittin. Herkesin hakkı olan ormanı kestin. Ya işte öyle değil filan. Oradan istifade etmesi gereken herkesin üstünde senin hakkı var. İpi nereden buldun? Çarşıdan aldım. İpi bulacak parayı nereden aldın? Sabaha kadar demiş. Sabaha kadar bana bir baltayı sordular. Bir ipi sordular.
Bir baltayı sordular. Bir ipi sordular. En son dediler ki sen nasıl olsa buraya geleceksin. Biz sana ne yapacağımızı biliriz. Perişan oldum. Ahali de bunu duyunca şaşırmış. Demiş ki ya Hümet Ağa geçmiş olsun. Yani böyle bir şey başına geleceğini bilemezdik tabii ama neyse Allah razı olsun. Bu hazretin vasiyetini yerine getirmemize sen vesile oldun. Biz de sana şu yüz altını verelim buyur bakalım. Yok demiş ben istemem.
Ya niye istemiyorsun bunu hak ettin sen bir gece yattın ölüyle beraber kapat. Ben istemem demiş. Ya niye istemiyorsun? Ulan demiş bir baltayla bir ipin hesabını veremedim. Bir gecede yüz altının hesabını ben nasıl vereceğim öleneceğim? İstemem demiş sizin olsun. Belki o Faruk Şiina verdiği oranın halkına bununla bir şey anlatmak istiyor. Hani bir tekin meta değil diyor. Her biriniz bir gün bu kara yere gireceksiniz toprağın altına ineceksiniz ve burada size soracaklar. Allah sana bir ömür verdi. O ömrü neyin peşinde harcadın? Sana sağlık verdi. Sağlığı hangi yolda tükettin? Sana gençlik verdi. Gençliğini nerede bitirdin? Sana mal mülk verdi. Nereden kazandın? Nereye harcadın?
Hadi uzatmayalım. Diyecekler ki Allah seninleydi sen kiminleydi? Belki Faruk efendi hem oradaki ahaliye hem de her birimize. Sadece kuş kalesi halka ölmeyecek. Sen de öleceksin sen de ben de biz de ve bir gün toprağın altına gireceğiz. Ve sorgu sual sadece odunca imme de aya değildi. Sana da bana da bize de.
E o zaman oraya indikten sonra şöyle bir şans yok. Bana bir müsaade edin ağlar. Ben bir gidip geleyim. Böyle bir şey yok. Böyle bir şey yok. O zaman buradayken az bir gayret etmek lazım. Buradayken hani bir yere gidiyorsun giderken ulan ben buraya gidiyorum ama Allah da buraya gitmeyi yasakladı. Buraya gitmemem lazım. Bir şey alırken ben bunu alıyorum ama
helal mi haram mı belli ben bundan uzak durmam lazım. Bir işi yaparken bu işte Mevla’nın rızası yok gibi yap. Ben niye bunu yapayım da yarına sıkıntı. Önce yasaklananları bir terk edeceğiz. Sonra da dönüp bir emredilenleri yapmaya gayret edeceğiz. Emredilenleri yapmaya gayret edeceğiz. Burada Himmet hanım mevzunda belki dikkat etmemiz gereken bir husus şudur.
Kamu malı diyor. Orman diyor. Oradan istifade edebilecek olan bütün insanların üzerinde senin hakkın vardır. Kamu malıyla özellikle meşgul olan insanı bir düşünsenize. Abartmayayım hadi. 50 bin kişilik bir ilçenin yöneticisisiniz. Ve bir yanlış yaptınız bile bile. Kasıtla ahirette sizin sevap günah terazi yan yana konulduğunda 50 bin kişi gelip sıraya girecek.
Niye? Şu ihaleyi hak edene değil de şuna vermişti. Şu işi ehliyet sahibi olanı değil de tanıdığa vermişti. Ama tehlikeli. Çok tehlikeli. Aman ha. Aman ha. Ha risk ne kadar büyükse ticarette böyledir. Kâr marjı da o kadar yüksektir. Ahiret işlerinde de böyle. Burada risk büyük ama kâr marjı da yüksek.
İnsan helalinden, hakka hukuka riayet ederek, sorumluluğun farkında olarak emanet bilinciyle Allah ve Rasûlünün çizdiği ölçüler dairesinde vazifesini ifa etmeye çalışsa bu defa da ahiretini abad edecek kadar nimet sahibi olur. Aman ha. Himmet ağayı unutmayalım. Bir himmet dedemiz vardı. Onun yana bir de himmet ağı ekledik. Adı da pek güzel. Erenler, erenlere gönül verenler, erenlere gönül verenleri, sevenler ya e’niyâ-i şâkirînden olalım ya da fukarâ-i sabirînden olalım. Ama her durumda o toprağın altına gireceğimizi bilelim.
Eyvallah.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir