Sultan Baybars – Köleyken Sultan Olan Türk Hükümdarı
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=68ZYWFjkjes.
26 Ekim 1260 tarihinde Baybarsel Bundukdari, Ayn-Calut Savaşında Moğolları bozguna uğratan büyük ordunun başında kahireye girdi. Bundan 20 yıl kadar önce bir köle pazarından satın alınarak Mısır’a getirilen genç adam,
Hızlı bir şekilde kariyer basamaklarını tırmanmış ve bir zamanlar firavunların hüküm sürdüğü toprakların tek hakim olmuştu. Eyübilerin inşa ettirdiği Kalatül Cebel’de tahta çıktığında ellerinde binlerce düşmanının yanı sıra kendinden önce gelen iki sultanın da kanı bulunuyordu. Onu tahta götüren bu çetrefilli yol çetin bir mücadelenin ilk aşamasıydı.
Ancak onun budestansı hikayesi Kalatül Cebel’den çok uzaklarda Deşli Kıpçak’ın sonsuz bozkırında başlamıştı. Baybars, İdil ve Ural nehirleri arasında uzanan ve Deşli Kıpçak olarak da bilinen Kıpçak bozkırında 1223 yılında dünyaya geldi. Onun dostu ve yaşadığı olayların bir görgü tanığı olan Bedreddin el-Baysari, Baybars’ın Borlu kabilesine dahil bir Türk olduğunu ve ailesiyle birlikte tüm Asya’yı yakıp yıkan
Moğol fırtınasından kaçarak Karadeniz’in kuzeyine yerleştiklerini kaydetmiştir. Yine onun tuttuğu kayıtlara göre çok geçmeden Moğollar atlarının nalları altında taşıdıkları kül ve kan birikintisiyle bölgeye inmiş ve en nihayetinde dizginlenemeyen şiddet Baybars’ın ailesine kadar ulaşmıştı. Böylece henüz 14 yaşında genç bir delikanlı iken ailesinin katledilmesine tanık olmuş
ve kalbinde her daim nefret duyacağı Moğollar tarafından köle olarak satılmak üzere esir alınmıştı. Buna ek olarak bazı kaynaklar onun bir ticaret kervanı tarafından kaçırıldığını da kaleme almıştır. Fakat her ne olmuş olursa olsun bu andan itibaren kader Baybars’ı hayatı boyunca özlemini duyacağı bozkırın yeşil sonsuzluğundan kopararak gelecekte sultanı olacağı kul ve alevle kuşatılmış cehennem kadar sıcak topraklara doğru götürmeye başladı.
Onu kaçıranların yolu dönemin önemli ticaret merkezleri olan Sivas, Halep ve Hama’ya düştü. Bu esnada Hama’da bulunan Emir Aytekin elbundukdari tarafından satın alınan Baybars bundan sonra Kahire’ye getirildi. Başka bir kaynağa göre ise bu alışveriş Suriye’nin can damarı olan Şam’da gerçekleşmişti. Aytekin elbundukdari tarafından satın alındığı ilk andan itibaren Baybars’ın hayatı değişmeye başladı.
Emir Aytekin’in Eyübi Sultanı Elmelük Salih Necmeddin Eyüp tarafından ihanetle suçlanarak hapsedilmesiyle tüm mal varlığına el konuldu. Bir zamanlar Aytekin’e ait olan her şey artık sultanındı. Bu değerli mal varlığının arasında Baybars da vardı. Genç kölenin üstün zekası, sadakati ve kabiliyeti sultan tarafından derhal fark edilmiş ve Baybars’ın Nil Nehri ortasında yer alan Ravza Adası’nda konuşlandıkları için Bahriye olarak adlandırılan Memlük grubuna katılmasına karar verilmişti. Bundan sonraki birkaç yıl içerisinde Baybars, Bahriye Memlükler’in en ümüllerinden biri haline gelecekti. Kahire’de edindiği bu önemli konum, kısa süre içinde devlet işleyişi, askeri bürokrasi ve diplomasi konusunda deneyim kazanmasına yardımcı oldu.
Bununla birlikte kurduğu yeni dostluklar aracılığıyla, saray içinde etkili bir pozisyona yükselmeyi de başarmış bulunuyordu. Necmeddin Eyüp’ün 1249 yılındaki ölümünün ardından tahta oğlu Turan Şah geçti. Baybars ilk önemli askeri başarısını onun pek de uzun sürmeyen hükümdarlığı esnasında elde edecekti. Fransa Kralı 9. Louis ve kardeşi Robert tarafından idare edilen haçlı birlikleri,
Nil Nehri’nin ağzında bulunan dimyatta karaya çıktıktan sonra bu şehri ele geçirmişti. Bundan sonra Robert ilerleyişini sürdürerek Kahire yoğundaki Mansure şehrine vardı. Ancak karşılaştığı manzara oldukça şaşırtıcıydı. Çarpışarak almayı planladığı şehrin kapılarını ardına dek açık bulmuştu. İçeriye gönderilen gözcülerin getirdiği raporlar, şehrin terk edilmiş olduğu yönündeydi. Belli ki haçlılardan korkan Müslümanlar, evlerini ve dükkanlarını terkederek Kahire’nin yolunu tutmuşlardı. Ancak gerçek bundan çok farklıydı. Robert önderliğindeki haçlı birliği tamamıyla güvende olduğunu düşünerek şehre girdiğinde Mansure’nin iç kalesine yakın karanlık sokaklar ardına gizlenmiş olan Baybars’ın komutasındaki askerlerin ani saldırısına uğradı. Göz açıp kapayıncaya kadar her şey bir anda gerçekleşmiş, Mansure’nin dar sokaklarında ağır zırhları altında hareket edemeyen haçlı ordusu
Baybars’ın hafif atlıları karşısında adeta hezimete uğramıştı. 290 şövalyeden ancak 5 tanesi canını kurtararak şehrin dışına kaçmayı başarabilmişti. Ümlü tapınak şövalyesi William da Sonak ve Fransa Kralı’nın kardeşi Robert dahil diğerleri ise Mansure’nin sokaklarına gömülmüştü. Fakat Baybars’ın buradaki işi bitmiş değildi. Gelenlerin öncü birlikler olduğunu biliyordu. En nihayetinde Fransa Kralı 9. Louis’nin önderliğindeki asıl haçlı ordusunun
Mansure surları önünde görünmesi uzun sürmedi. Erne kadar Baybars önderliğindeki Ayyubi birlikleri 8 ve 11 Şubat 1250 tarihlerinde iki kez haçlıları püskürtmek amacıyla saldırıya geçseler de başarısız olmuşlardı. Yine de Baybars 5 Nisan’a kadar Mansure’yi savunmayı başarmış ve en sonunda Ayyubi ordusunun da baskısıyla haçlılar kuşatmayı kaldırarak Dimyat’a geri çekilmeye başlamıştı. Fakat bu hamle kısa süre içerisinde tam bir felakete dönüşecekti. Yol boyunca Ayyubi ordusunun ve Memluk’lerin saldırıları altında yıpranmış olan haçlılar en sonunda Turan Şah’ın birliklerine teslim oldu. Böylece Fransa Kralı dahil tüm haçlı ordusu Müslüman birlikler tarafından esir alındı. Bu anlık başarı Turan Şah’ın başını döndürdü. Tahta çıkmasında büyük rol oynayan ve haçlılara karşı savaşta katkı sağlayan komutanlar çabuk unutuldu. Saraydaki önemli pozisyonlar yeni hükümdarın yakın çevresine bahşedilmeye başlandı. Fakat hoşnutsuzluğun büyümesi uzun sürmedi. Nihayet Baybars’ın önderliğindeki bir grup Memluk subayı bu duruma bir son vermek adına harekete geçti. Turan Şah savaştan yaklaşık 4 hafta sonra 2 Mayıs pazartesi akşamı kıymetli haçlı esirleriyle birlikte emirlerine bir ziyafet verdi. Ancak bu ziyafet kanla bölündü. Yemeğin ortasında Baybars kumandasındaki Memluk askerleri birdenbire salona girerek kendisine kılıçlarla saldırdı. Turan Şah her ne kadar yaralı bir halde nehir kenarındaki ahşap bir kuleye kaçmayı başardıysa da kule ateşe verilince Nile atlayıp canının bağışlanması için yalvarmaya başladı. Fakat bağışlanma için artık çok geçti. Onun ardından nehre atlayan Baybars ciğerlerini Nil’in kadim sularıyla doldurmak suretiyle Sultan’ı Boarok öldürdü. Bundan sonra kahire bir dizi saltanat mücadelesiyle sarsıldı.
İlk olarak Turan Şah’ın öldürülmesinde Baybars ve Memluklarla işbirliği yapan Necmettin Eyüp’ün eşi Şecereddür saltanatı ele geçirdi. Fakat bu gelişmeye karşı çıkan ilk kişi Halife Mutasım Billah olmuştu. Öyle ki kahreye gönderdiği bir mektubunda ”içinizde sultan olacak erkek kalmadıysa size Bağdat’tan erkek göndereyim” diyerek bu duruma bir hal çare bulunmasını tavsiye etmişti.
Çevresinde oluşan baskının bir neticesi olarak Şecereddür en sonunda Memluk emirlerinin önde gelenlerinden İzzettin Aybek ile evlenmiş ve tahtı ona bırakmıştı. Fakat bu gelişme Memluk’lar arasında yeni bir çekişmenin filizlenmesine sebep oldu. İzzettin Aybek saltanatı elde ettikten kısa bir süre sonra Bahri Memluk emirlerinden Aktay’ı öldürdü. Aynı akıbeti paylaşmak istemeyen Baybars ve arkadaşları Şam’a kaçarak Suriye Eyyubi hükümdarı Nasır Yusuf’un yanına sığındılar. Amaçları Yusuf’u kışkırtarak Mısır’a İzzettin Aybe’in üzerine yürümesini sağlamaktı. Ancak işler planladıkları gibi gitmedi. Nasır Yusuf adım adım Suriye’ye yaklaşan Moğol tehlikesinin farkındaydı. Bu yüzden Mısır’a bir sefer düzenlemeyi göze alamıyordu. Ayrıca Aybe’in Suriye’ye gönderdiği bir ordu Nasır Yusuf’un birliklerini yenilgiye uğratmıştı. Halifenin de araya girmesiyle imzalanan anlaşma Baybars ve arkadaşlarının Kahire’ye teslim edilmesini içeriyordu. Bu sebeple geri gönderileceği korkusuyla Baybars, Şam’dan ayrılarak Kerak emirinin yanına sığındı. Aybek’in baskısından dolayı bunalmış olan Bahri Memlukların büyük bir bölümü burada onun çevresinde toplanmaya ve Kahire’ye ilerlemesi için onu kışkırtmaya başlamıştı. En sonunda Baybars Aybek’in üzerine doğru harekete geçtiyse de Seyfettin Kutuz idaresindeki bir ordu tarafından yenilgiye uğratılarak geri çekilmek zorunda kaldı. Bu sırada Mısır’da işler daha karmaşık bir hale geliyordu. Bahri Memlukların her daim himayesini üstlenmiş olan Şecereddür yeni bir plan yaparak harekete geçti. Sultan İzzettin Aybek, 1257 yılında hamamda keyif yaptığı sırada eşinin tuttuğu bir adam tarafından öldürüldü.
Ne var ki hep desteklediği ve desteğini gördüğü Bahri Memluklar artık eski güçlerini yitirmişlerdi. Şecereddür ihanetine karşılık Aybek’e bağlı memluklar tarafından öldürülmüş ve Aybek’in 15 yaşındaki oğlu tahta oturtulmuştu. Yaşının küçük olması sebebiyle ise Sultan Naib’i olarak devletin en üst makamına Seyfettin Kutuz atanmıştı. Ancak Kutuz’un kendi çıkarlarını düşünerek harekete geçmesi uzun sürmedi. Genç sultanı ve annesini hapse attırıp ileri gelen Bahri Memluk emirlerini öldürdükten sonra tahtı tamamıyla ele geçirdi. Fakat saltanatı bütün Ortadoğu’yu kasıp kavuran bir güç tarafından tehdit ediliyordu. 1258 yılında Moğollar Bağdat’ı ele geçirmiş, şehri yakıp yıkmış ve Abbasi halifesi muhtasım ile ailesini katletmişlerdi. Şimdi bu tehlike adım adım Mısır’a ilerliyordu.
Baybars Kutuz’un Moğollar’a karşı hazırlık yaptığını öğrenmiş ve kahireye bir mektup göndererek elinde Aybek’in gazabından kaçan kuvvetler bulunduğunu hep birlikte Mısır ordusuna katılabileceklerini bildirmişti. Moğollar’a karşı Bahri Memlukleri de seferber etmekten başka çaresi olmadığını anlayan Kutuz onlar üzerinde güçlü bir otoritesi olduğunu bildiği Baybars’ın bu teklifini kabul etmişti. Bunun üzerine 1260 yılının Mart ayında Baybars Mısır’a döndü. Kutuz Baybars’ı Memluk ordusunun öncü birliği komutanlığına getirdi ve savaşın kazanılması durumunda Halep’i kendisine ikta olarak vereceği sözünü verdi. Ancak Mısır’a ulaşan yalnızca Baybars olmamıştı. Onun gelişinin üzerinden çok geçmeden Hülagü Han’ın elçisi de kahireye ulaşmış ve Han’ın Mısır’ın kendisine boyun eğmesini istediğini bildirmişti.
Pek tabi bu istek Seyfettin Kutuz tarafından reddedildi. Hülagü’nün tehditkar mektubunu getiren elçilerse Baybars’ın önerisiyle öldürtüldü. Moğolların istekleri kibir ve küstahlığın ötesindeydi. Bu yüzden Seyfettin Kutuz gelen her Moğol elçisini öldürmüş ve Mısır’ın çeşitli bölgelerinde sergilemişti. Artık savaş yaklaşıyordu. 1259 Ağustos’unda yaşanan bir gelişme koşulların değişmesine sebep oldu. Moğol İmparatoru Mengü Han’ın ölümü üzerine Hülagü Han kara kuruma dönmek zorunda kaldı. Ardında 10.000 askeri ile birlikte oğlu Ketboğayı bırakmıştı. Bu gelişme bölgedeki Moğol gücünün ciddi oranda azalmasına neden oldu. Bu sırada hazırlıklarını devam ettiren Kutuz ise Moğollardan kaçıp onun topraklarına sığınmış olan Arap ve Türkmenlerin arasından asker toplayarak ordusunu daha da büyütmüş bulunuyordu. Ve nihayetinde Mısır’da muhasara altında savaşmaktansa Moğollarla bir meydan savaşında çarpışmayı göze alarak 26 Temmuz 1260 tarihinde Kahire’den ayrıldı. Nihayet 3 Eylül 1260’da Mısır’ın kölemen memlukları, Bozkır’ın amansız Moğollarıyla karşı karşıya geldi. Böylece Suriye sahilinden birkaç kilometre uzakta Beysan ile Neblis arasında bulunan adını bir efsaneye göre Hz. Davut tarafından öldürülen Jalut yani Goliad’dan alan aynı Jalut mevkiinde orta çağın en büyük savaşlarından biri yaşandı. Kutuz’un iyi idaresinin yanında Baybars’ın becerisi ve olağanüstü çabasıyla Moğollar yenilgiye uğratılmıştı. Böylece yenilmez olan yenilmişti. Mısır’ın kölemen Türkleri dünya tarihini değiştirmiş, Moğollar Suriye’nin kızgın kumlarının altına
gömülmüş ve Mısır’a ilerlemeleri engellenmişti. Savaşı takip eden süreç yalnızca dünya tarihini değil, Mısır memluklularının tarihini de değiştirecekti. Seyfettin Kutuz verdiği sözü çabuk unutmuştu. Baybars’a vaad edilen Halep, Kutuz’un önde gelen emirlerinden Musul hakim-i Alaeddin’e bahçedilmişti. Bu durum Baybars’la Kutuz’un arasının açılmasına sebep oldu. En nihayetinde Kahire’ye geri dönüş yolunda Seyfettin Kutuz bir av partisi esnasında 23 Ekim 1260’da Baybars tarafından tuzağa düşürülerek öldürüldü. Ordunun geri kalanı bu oldu bittiği kabul ederek Baybars’ı Sultan olarak tanıdı. Ancak her şey bitmiş değildi. Şimdi Baybars’ın Kahire’ye girmesi ve Kalatül Cebel’de tahta oturması gerekiyordu. En nihayetinde Ancalut Savaşı’nın gali bir büyük ordu, onun önderliğinde büyük bir coşkuyla Kahire’ye girerek Kalatül Cebel sarayına yöneldi.
Onları karşılamak için gelen Farisüddin Akday, Kutuz’un öldürüldüğünü öğrenince onu hanginiz öldürdü diye sormuş. Baybars’ın ben öldürdüm cevabı üzerine ise önünde eğilerek buyurun Sultan’ım, onun tahtına oturun demişti. Çeyrek asır önce Deşli Kıpçağın sonsuz bozkırlarından koparılarak Orta Çağın cehenneme olarak tabir edilen köle pazarına düşen delikanlı şimdi Nil’in beslediği zengin topraklardaki en güçlü adam haline gelmişti. Baybars el-Bundukdari 26 Ekim 1260 tarihinde Haçlılara ve Moğollara karşı zaferler kazanmış, ünlü bir memluk olarak Kalatül Cebel’de tahta oturdu. Şimdiye dek elde ettiği zaferler yalnızca bir başlangıcı temsil ediyordu. Birkaç yıl içerisinde ordularıyla Kahire’den ayrıldığında Suriye’yi Haçlılar için adeta bir cehenneme çevirecek
ve Anadolu’ya yönelerek Elbistan’da Moğolları yeniden yenilgiyi uğratacaktı. Halkı ve askerleri onu Büyük Panter lakabıyla onurlandırmışlardı ve Baybars’ın sivri dişleri ve amansız
pençeleriyle düşmanlarının üzerine atılması uzun sürmeyecekti.
İlk Yorumu Siz Yapın