"Enter"a basıp içeriğe geçin

Tarih Söyleşileri | Doç. Dr. Gültekin Yıldız & İsmail Kaşdemir | 5. Bölüm 2. Kısım

Tarih Söyleşileri | Doç. Dr. Gültekin Yıldız & İsmail Kaşdemir | 5. Bölüm 2. Kısım

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=KsHZ3_WLen8.

Temel argüman, biz bir şekilde ağır topçu ateşiyle Osmanlı bataryalarını, kıyı topçularını sustururuz ve bu geçiş sağlıyoruz. Bu yüzden de hani biz Nusret mayın gemisi ve mayınları konuşacağız. Aslında sadece zırtlılar değil, bir taraftan mayın tarayıcı gemiler de çalışıp, aslında mayınları ayıklıyor. Yani orada hani mayına karşı tedbir içeren unsurlar da var.
Bunu söyleyebilir miyiz? Aslında dünyanın en büyük donanması sahip Birleşik Krallıkları, en büyük donanma gücüyle, en büyük gemileriyle geliyor. Yine büyük bir deniz gücüne sahip Fransa, aynı şekilde yine en büyük savaş gemileriyle kuşatmaya katılıyor. Buna mukabil Rusya’da ufak da olsa yine bir katkıda bulunuyor. Yine aynı şekilde bölgenin devletlerinden Yunanistan’da her türlü deste hazır bekliyor.
Yani Yunanistan savaş dışı gibi olmakla beraber bir en azından karşı tesir yok. Rusya tabii doğrudan bir gemi ya da asker barındırmıyor ama hani hazır vaziyette bekliyor. Temsili anlamda evet. Bir de tabii bu daha sonra göreceğimiz süreçte bunların aynı zamanda koloni askerlerini de getirdiğini göreceğiz. Yeni Zelanda. Tabii Yeni Zelanda, Avustralya, Kuzey Afrika, Fransızlar için, Nepal, Hindistan, bugün Senegal ile bir gençle karşılaştık anlattık. Evet. Hatırlarsın. Evet. O çok acı bir şekilde dedesinin buraya getirip nasıl savaştırıldığını ve Fransız mezarı yattığını çok acı bir dille anlatıyor. Doğru. Doğru yani hani 72 milletten diyebileceğimiz tabiri caizse insanı da getirme potansiyeline sahipler. Burada şu söylenir hani gelen İngiliz gemileri eski gemiler miydi? Yeteri kadar güçlü değil miydi? Hayır yani buraya gelen donanma aslında karşı durulması oldukça zor.
Şunu söyleyebilir miyiz? Siz bir askeri tarihçi olarak değerlendirmeniz son derece önemli. Aslında Çanakkale Boğazı’nda birinci dünya savaşının en güçlü, en kuvvetli, en büyük donanma gücü. Evet burası sonuçta modern dünya Deniz Harp tarihinin en büyük çıkartma girişimlerinden ve boğaz geçiş girişimlerinden birine şahit oldu diyebiliriz rahatlıkla.
Hatta hani şu söylenir İngiliz deniz kuvvetleri buradan öyle bir ders çıkarttı ki Normandiyye’ye kadar bir daha anfibi çıkartma yapmadılar. Bu zaman zaman eleştiriliyor ama doğru yani bugün dünyada anfibi çıkartma tarihi hala kurmaylara falan ders anlatılırken işlenen örneklerden bir tanesi de Gelibolu’ya yapılan çıkartma olacak. Keza boğaz geçiş şeyinde de girişiminde de aslında 20. yüzyılda biz daha sonra 2. Dünya savaşında hava kuvvetinde aynı şeyi göreceğiz. Yani elinizdeki teknolojiye bombardıman ateş gücüne çok güvendiğiniz zaman ne tür sıkıntılar yaşayabileceğiniz bir örneği burası. O büyüklüğün altını şunun için çizmek istedim. Kazanılan başarının stratejik değeri kadar nasıl bir güce karşı kazanıldığı da önemli. Asıl derinin anlamlığını o zaman kazanıyor. Şimdi düşman kuvvetlerinde durum bu. Gelelim Osmanlı cephesine. Evet. Biz de işte biraz önce ifade ettik aslında 19. yüzyıl boyunca bu tür saldırılara Rusya’dan da gelebileceğini özellikle bekliyoruz. Biz nasıl bir savunma gücü ile karşıladık düşmanı. Tabii. Teknik olarak, insan gücü olarak, tabia olarak. Evet. Şimdi burada tabi biz Çanakkale’yi konuşurken birkaç aktör üzerinden yakın zamana kadar konuşuyorduk.
Fakat adlarını yeni yeni anmaya başladığımız, ondan da çok mutluyum ben bir askeri itaar etçisi olarak, pek çok figür var. Bunlardan bir tanesi Cevat Paşa. Cevat Çobanlı. Mektebi sultani mezunu. Galatasaray Lisesi mezunu. Hakikaten çok başarılı, vasıflı bir Türk subayı. Cevat Paşa, müstahkem mevki komutanı olarak burada. Onun kurmay başkanı Selahattin Adil Bey aynı şekilde.
Aynı zamanda isimlerini yine yeni duyduğumuz Alman komutanlar var. Yani bu istihkam tablalardan sorumlu Amiral Uzedom, Merten, Weber gibi. İkisi Deniz bir tanesi, Karacı. Ağustos’ta tabii seferberlik ilan edildikten sonra bir hazırlık yapılıyor. Ama hazırlık daha çok Gelibolu’ya yönelik bir hazırlık en başta. Yani Gelibolu’ya yapılacak bir çıkartmaya karşı ki Gelibolu’da zaten bir ordu komutanlığı var.
Belki de İngilizlerin zaten çıkartmayı yukarıya yapmaması, yani Saroskörfezi’ne yapmayıp da daha güneyi denemesinin sebebi de bu. Çünkü orada daha hazır bir ordu var. Hatırattan ve belgelerden takip ettiğimiz giderek artan bir savunma hazırlığı var diyelim. Ama takdir edersiniz ki 3-4 aylık bir süreçten bahsediyoruz. Osmanlı ordusunun seferberlik imkanları kısıtlı. Yani çok hızlı bir şekilde harbe hazır hale gelmesi zor. Fakat bu söylediğim kadro, yani Türk-Alman İttifakı şeklinde burada bir savunma planı hazırlıyor. Bu planın esası, ağır kıyı toplarıyla donanmanın girişini engellemek. İki görüş var. Biri biz güney uçta, yani hem Anadolu hem Rumeli yakasında, Seddülbahir’de, Kumkale’de burayı girişi engelleyelim. Diğeri de biz bu İngiliz donanmasını, Birleşik Donanmayı bu girişle engelleyemeyiz. Bunların çok ağır topları var. Neticede bunlar illa ki boğaza gireceklerdir. Daha sonra devam edecek bir savunma hattıyla, yani pey der pey engelleyelim. Enver Paşa’nın kabul ettiği görüş de bu. Yani girişi başarsalar bile, boğazın daraldığı yerlerde çapraz ateş altına alıp,
kıyı topçusuyla engelleyelim, bir de tabii işin teyinkur olarak hem insan günücüğü olarak hem de stratejik plan itibariyle bizim bir hazırlığımız var. Şüphesiz. Şöyle yani kolunu saldıyalar, betere de iddia ettikleri gibi. Evet. Girecek bir yer değil. Değil. Şimdi bu safadan sonra deniz harekatını, başlangıç safalarına geldik. Evet. Deniz hücumlarına. Ama isterseniz ondan önce arkadaşlarımız deniz harpleriyle ilgili bir betere hazırlamış sevgili seyirciler.
Onu izleyelim hep birlikte. Sonra Gültekin Yıldız Hocamla deniz savaşlarını konuşacağız. 19 Şubat 1915’te İtilaf Dolanması Çanakkale Boğazı’na yönelir. 19 Şubat tesadüfi bir tarih değildir. 1807 yılının 19 Şubat’ında İngiliz Dolanması Osmanlı Devletiyle Savaşan Rusya’ya yardım etmek için Çanakkale Boğazı’na geçmişlerdi.
O tarihlerde adalar civarına demir atan İngiliz gemileri Osmanlı Devleti’nin aldığı karşı tedbirlerle kaçmak zorunda kalmıştı. Savaşta kullanılan tek sembol bu değildi elbette. Deniz savaşını başlatan Mellü Agamemnon Zırhlısında atıldı. Agamemnon Zırhlısı adını Homeros’un İlayda Destanında Truva’ya saldıran ve bir hileyle Truva’yı ele geçiren Yunan Kralı’ndan almıştı. Agamemnon Zırhlısı daha sonra Mondoros Ateşkesi Anlaşmasına sahne olacaktı. Amiral Cardin Komutasındaki yüze yakın büyük küçük gemilerden oluşan müttefik donanması zaferden o derece emindi ki bir İngiliz turizm şirketi İstanbul Turu için müşteri bile toplamaya başlamıştı. Donanma bataryaları birer birer susturmaya başladı. İstanbul’da başkentin taşıması tartışılıyordu. Ancak her şey bitmemişti.
18 Mart günü İtilaf Donanmasının gerçekleştirdiği büyük taarruzda gemilerin üçte biri askerlerimiz tarafından batırıldı. Seyit Onbaşı’nın 215 kiloluk mermiyi sırtladığı o gün Nusret Mayın Gemisi’nin gizlice döktüğü mayınlarda İtilaf güçleri için büyük bir kabus oldu. Böylece Çanakkale Savaşı’nda deniz hafası da bitmiş oldu. Sevgili seyirciler, Çanakkale Destanı Tanıtma Merkezi’nden Çanakkale Cephesi’nden canlı yayınımız devam ediyor. 104. yıl münasipatiyle Çanakkale Zaferini konuşuyoruz.
Kiminle askeri tarihçimiz, docent doktor Gültekin Yıldız ve yine Çanakkale Savaşları Tarihi Alan Başkanı İsmail Kaşdemülü. İsmail Bey nasıl, Gültekin Bey’in anlatımı? Gültekin Hoca zaten askeri tarih alanda çok yetkin bir isim. Zaman zaman da bize de destek görüyorlar. Milli Savunma Üniversitesi bünyesinde hem Erhan Hoca hem Gültekin Hoca işbirliği yapıyoruz. Çok da önümüzü açıyor, aydınlatıyorlar.
O sürecek zaten. Biz de onun değerli fikirlerinden her zaman istifade edeceğiz. Merak ettikleriniz olursa savaşla ilgili Gültekin bir arada sorabilirsiniz. Bütün soru hakkı benim değil. Tabii ki ben de zaman zaman müdahale edip öğrenmek istediklerimi hakkında soru sorabilirim. Evet aslında Gültekin Hocam, arkadaşlarımız hazırlamış oldukları veterede sevgili seyirciler deniz savaşlarını çok kısa sürede çok özlü bir şekilde ifade ettiler. Bizim işimiz epeyce kolaylaştılar.
Dolayısıyla biz bir taraftan deniz harekatını, sayısını, adetini, boyutunu konuşurken diğer taraftan aslında askeri tarihçiliğimizi ve tarihçiliğimizin çok ele almadığı bir boyutu da konuşalım istiyorum. Psikolojik boyut. Yani askerin psikolojisi, subayın psikolojisi, devlet yöneticilerinin psikolojisi, kamuoyunun psikolojisi ve bütün bunların cephede buluşması veya cephede yaşananların bu psikoloji etkisi.
Ama bunun için isterseniz önce şu deniz harekatını, o sizin güzel anlatımınızı da ana hatlarla bir dinleyelim. Evet burada tabi deniz harekatında başarıyı getiren iki tane şey var. Bir tanesi deniz mayınları, ikincisi de kıyı toplusu. Deniz harekatı ne zaman başladı? Aslında 14 Şubat’ta başlıyor. Fakat Boğaz geçiş girişimi 18 Mart’ta başlıyor tabi. Ama hani öncesinde kıyıların bombalanmasının başlangıcı diye şey yaparsak. Ne kadar sürüyor deniz harekatı? Yaklaşık hani bir ay öncesinden başlayan bir girişim var ama bir ay boyunca tabi aralıksız bir savaştan veya muharebeden bahsetmiyoruz. 18 Mart’tan önce yaklaşık 35 deniz harekatı yapıldı ifade ediliyor. 50 ufak. Bunlar tabi amaç ne? Bir psikolojiyi bozmak yani Osmanlı askerinin ve komuta heyetinin bu işin ne kadar zor olduğuna ve savunamayacaklarına inandırmak. Çünkü bu deniz topları 20. yüzyılda hem kara topları hem deniz topları bildiğimiz top değil artık. Ne bir özellikleri var? Bunlar şarap nel diye bildiğimiz parça tesirli mermi mühimmat atıyorlar.
O yüzden tahrip güçleri ve personel zayiat kabiliyetleri çok yüksek. Bu manada ilk saldırılar Seddülbahir’e, Kubkale’ye yapılıyor ve az da olsa şehit de veriliyor. Ve nihayetinde karşı taraftan demin psikolojiyi sordunuz. Genç bir kadro var aslında. Osmanlı Cebeci.
Evet, 1913’den sonra Enver Paşa orduda bir gençleştirme, aynı zamanda tasfiye işlemi yaptığı için Sultan Abdülhamid’e daha sadık gördüğü eski paşaları değiştirip kendisine daha yakın… Sultan Hamid düşmanlığı katı bir şekilde devam ediyor yani. Yani tabi bir sonuçta dönem değişmiş, devir değişmiş, orduyu ele almak, kontrol altına almak gibi bir gayret de var.
Kurmay heyeti yani Erkan Harbiye Mektebi’nden mezun, genç kurmaylar yani yaş konuması kaç mesela Çanakkale Cephesi’nin? 30’lu yaşlardaki insanlardan bahsediyoruz. Kaçlı? Bunlar 30’lu yaşlar diyelim. İsterseniz isimleri hızlıca bir tekrarlayalım. Biraz önce Cevat Paşa’yı, Esat Mülkat… Yani en büyükleri kolordu komutanı Esat Paşa, Esat Mülkat. Onun hatıraatı vardı Esat Paşa’nın ama bir türlü yayınlanmadı. Siz çalışıyorsunuz. Hatıraatı inşallah girişi de yazmayı bitirirsem bu sene içinde kesinlikle yayınlayacağım.
Çok yavaş. Çünkü 1952’de Esat Paşa bunu yazmış. Daktilo Metin olarak Kazım Taşkent yeğeni o zaman Harba Akademilerine vermiş. Bir kopya Harba Akademilerinde vardı kapatılan. Bir kopya ailede vardı. Aileden aldık. Bir şekilde bunu yayın hazırladık. Yayınlanması yakındır diyelim. Çünkü operatif düzeyde cepheyi görebilmemiz için…
…malum stratejik, operatif, taktik seviyelerden bahsediyoruz. Biz şimdi yüzbaşı üstteğmen hatıralarını okuyoruz. En tepede ordu komutanı olarak Liman Fonsanders’in hatıraatı da var. Ama bizim açımızdan en üst rütbeli subay Esat Mülkat. Liman Fonsanders 18 Mart’tan sonra geliyor. Tabii evet. Ondan sonra geliyor. Esat Paşa’nın hatıraatı da tamamını okuduğum için biliyorum.
Ta Tekirdağ’da kol ordunun, 3. kol ordunun seferberlik süreciyle başlayan……ve aslında ne kadar detay, yani sahradaki helaların nasıl temiz tutulacağından……topların nasıl harbi hazır tutulacağına kadar çok ayrıntıyla uğraşan bir kişiden bahsediyoruz. Aslında Çanakkale Savaşı’yla ilgili çok önemli ve çok mühim ve başlayan çok çiftli katkılara bulunacak bir kaynaktan söz ediyoruz. Doğrudur. Evet. Ve siz bunu hazırladığınız yakında basılacak.
İnşallah girişi bitirirsin. Evet, ikinci yıl olarak basılacak. Az kaldı iş. Ne kadar? Aslında hedefinizden azınızı bildiğim için söylüyorum. Yani 25 Nisan’a yetiştirmek de ama tabii matbaa süreci çünkü içinde bol miktarda haritada var. Herhalde Haziran ayında çıkartacağız. Bu tabii sevgili seyirciler ben biraz bu haberin üzerinde durdum. Bu hakikaten Çanakkale Savaşları tarihi açısından Esat Paşa’nın hatıraları son derece önemli. Ve ilk defa da bu programda bu eserle ilgili bu bilgiler gün yüzüne çıkıyor.
Evet. Esat Paşa. Esat Paşa var. Biraz önce adını andığımız Müstahkem mevkiinin ilk komutanı Cevat Çobanlı Bey var. Tabii o zaman albay. Onun kurmayı başkanı Selahattin Adil var. 19. Tümen komutanı o zaman ihtiyat olarak Ece Abad’da daha çok bulunan Mustafa Kemal Bey var. Karasavaşlarıyla yıldızda parlıyacak. Evet, öne çıkacak. Yine Halil Sami Bey 9. Tümen komutanı olarak. Bunlar dikkat edin. Bugün bir tümeni kim yönetir? Tüm general yönetir. Yani Osmanlı için konuşursak bir Feri’in yönetmesi lazım. Ne demek onu da söyleyeyim. Tüm general yönetmesi lazım. Ama kim yönetiyor? Bir yarbay yönetiyor, bir albay. Yani kaim makam. Yarbay, meralay, albay. Dolayısıyla biz aslında büyük taktik birliklerin nispeten daha düşük rütbeli ve daha genç kurmay subaylar tarafından yönetildiğini görüyoruz. Balkan savaşlarından sonra bu kadro Osmanlı ordusuna ve Türk milletine aradığı özgüveni sağlayacak buradaki başarıyla. Ya tabi Balkan heciliyeti yani mahcubiyeti. Evet. Zafen en önemli. Ortadan kalkacak. Dinamiklerinden birisi. Aşağı doğru tabi yüzbaşı rütbesine kadar mesela demin Seyit Çavuş’tan bahsedildi. Onun bir batarya komutanı var. Mehmet Hilmi Bey. Misalli Top diye daha sonrası oya davranınca. Evet, evet.
Yani hani tasavvuf tarihi açısından da önemli bir. Ahmet Amiş Efendi. Evet. Şu anda mesela önümüzdeki kitap da bu Kültür Bakanı’nın 2015’te çıkarttığı Çanakkale Kahramanları kitabı. Gösterelim isterseniz seyircilerimize. Bu önemli bir katkı. Neden önemli bir katkı? Çünkü dünyada genelde askeri tarih konuşulurken çok sayıda kişi üzerinden konuşulur. Elbette önemli komutanlar öne çıkar.
Fakat bizim burada sayıyı ne kadar arttırırsak o kadar insana hakkını vermemiz gerekir. Şimdi 27. alay komutanı Şefik Aker Bey’i unutamayız. Hep 57. alay konuşuyoruz. Evet, 57. alay komutanı Hüseyin Avni Bey’i unutamayız. Şimdi Çanakkale’de sonuçta bugün Çanakkale Üniversitesi için de bu konuları çalışan arkadaşlarımız var. Çanakkale dışında Türkiye’nin çeşitli üniversiteleri de çalışan arkadaşımız var.
Bir de akademik akademisten olmayıp ömrünü Çanakkale’ye vermiş. Başkanımızın da çok iyi burada tanıdığı, beraber de çalıştığı kişiler var. İnşallah askeri arşivlerimiz de Atasya Başkanlığı Genel Kurma’ya bağlı biraz daha rahat erişilir, hale gelir, tasdik biterse başkanlık ve Çanakkale Üniversitesi’ndeki arkadaşlar cerideleri alıp yayınlıyorlar. Biz de destek vereceğiz.
Bu çalışmalar sürerse, aslında Osmanlıların savaştan sonra başladığı harp tarihi yazım sürecini şimdiki katkılarla tamamlayabilirsek ne olacak? Herkesin hakkını vereceğimiz bir anlatımız olacak. Çünkü maalesef sık sık şu söyleniyor, şu örne çıkıyor, bu unutuluyor, bunu geride bırakıyorsunuz diye. Çanakkale muharebelerinden bahsettiğimiz zaman bunun bir müttefik hareket olduğunu da hatırlayacağız. Ve belli Alman komutanları da eksisiyle artısıyla konuşacağız. Sonuçta böyle bir kadro var burada. Ve deniz zaferini yani 18 Mart getiren de bir taraftan Kıyı Topçusu, evet hem Anadolu Yakası’ndan hem… Ama bu kadar 18 Mart’ı hızlı dedin ama bu kadar olmasın müsaadenle. Şu arayı bir iki cümleyle bir izleyicilerimizin zihni de bir hatırlayalım. Evet. İlk kuşatma başladı, aralarda neler oldu 18 Mart’a kadar?
Evet. Şimdi böyle bir donanmayı engelleyebilmeniz için ne yapmanız gerekiyor? Bataryalarınızı tahkim etmeniz, güçlendirmeniz gerekiyor. Bir, ikincisi mutlaka mayın dökmeniz gerekiyor. Bu mayınlar da iki türlü bir sabit mayın, bir de denizde yüzen seviyar mayınlar. Nusret Mayın Gemisi içindeki Türk ve Alman personelle birlikte bir tanesini 7 Mart’ta bir mayınlama yapıyor.
Karşı taraf da boş durmuyor ve sizin döktüğünüz mayınları tespit edip topluyor. Zaten burada işi değiştiren şey 16 Mart’ta yine hatırattan bildiğimiz ikinci bir mayınlama yapılıyor. Şimdi biz tabi mayınlama yapılıyor diyoruz. Ama mesela Çanakkale Boğaz Kılavuzlu’ndan Nusret’e geçen Yüzbaşı Nazife’nin yazdıklarına bakarsak diyor ki Cevat Paşa bana emri verdi. Hadi mayınlıyorsunuz dedi. Bizim tabi gözükmeden bu işi yapmamız lazım. Sisli bir gece mayın döküyorlar. Fakat 20. Yüzyılın başındayız. Denizdeki karşı tarafın donanması, düşman donanması da projektörler var. Bu projektörlerle hem boğazı aydınlatabiliyorlar hem mesela çıkartma yapılacak plajları aydınlatıyorlar. Yani bu artık modern savaştan bahsediyoruz. 16. yüzyıldan 17. yüzyıldan bahsetmiyoruz. Yani gerçekten iş yapmak zor. Şimdi bugün nasıl ki muharebe meydanına gittiği zaman yurttaşlarımız oradaki havayı belli oranda alıyorlar. Bu kitaptan okurup da anlaşılacak bir şey değildir muharebeler. Bir de biraz hatıra okumamız lazım. O insanların o dakika, o saat çektiği sıkıntı. Eskiden Türkçemizde güzel bir söz vardı hamiyeti milliye diye. Yani gerçekten kendi nefsinden fedakarlık etmek ve o milli hizmet için alınan emir doğrultusunda anlık, dakikalarla, saatlerle, yarışarak iş yapmak. Bunu canlı olarak anılarda daha çok görüyoruz. Yani belgelerden tabii tarih yazılır ama belgeler sonuçta daha soğuktur. Hatıralar insana yansırtıyor.
Evet hatıra da adam çektiğiniz şey eder. Yani emir aldım bu zor işi yapacağız. Nusret iki defa mayınlama yaptığını görüyoruz ve Allah’ın hikmeti Muhasım Donanman’ın da elinde projektör olmasına rağmen, elinde uçak olmasına rağmen bu ikinci dökülen mayınları göremediğini, tespih edemediğini anlıyoruz. Dediğiniz gibi Allah’ın hikmeti. Evet yani burada da böyle bir şey var çünkü zaten eğer düşman hiçbir hata yapmasa elinde bu teknolojik imkanlarla ya da her şeyi teknolojiyle halledebilse diyelim zaten yapacağınız iş çok zor. Tabii burada hocam bunları konuşuyoruz Gültekin Bey ama şimdi o subayların, o eğerlerin her an görünme tehlikesini altında o mayınları döşemeler acaba nasıl bir psikoloji? Nasıl bir hamiyetin milli dediniz? Evet. Nasıl bir hamiyet duygusu? Evet. Dahikarlık duygusu? Evet. Nedir bu his, bu psikoloji? Ya bu cephe hani Çanakkale duygusu. Çanakkale ruhu diye boşuna denmiyor. Yani sonuçta mesela diğer cephelerde bizim firar oranlarına göre Çanakkale’de mesela %5’i geçmemiştir firar. Şunu unutmayalım 1826’da Osmanlı yeni düzenli orduya geçtikten sonra 1828’de Rus Harbi’ne giriyoruz. Osmanlı Osmanlı’na şimdi de okuduğum bir belge de şöyle deniyor, ordu katibi yazmış. Diyor ki ilk Rus topu patladığında firarlar başladı süvari piyade topçu. Biz o zaman anladık ki düzenli ordu demek zabit demekmiş. Dikkat ederseniz bizim eski dilimizde zapt kökünden zabit. Bugün subay diyoruz. İnzibat disiplin demek yine zapt kökünden yani zapturapt altına almak. Yani komutanın görevine önce kendine hakim olacak rol model olacak arkadan da askeri onu görünce emir komuta içinde kalacak. Bizim burada çok iyi komutanlarımız var. Zaten milli mücadele kadrosu bir anlamda burada ilk dalip. Tabii bu kadro istiklal harbini planlayacak, icra edecek.
Dolayısıyla bunları biz hem manevi kabiliyetleriyle kudretleriyle tanımak durumundayız. Hakikaten yaptıkları çok büyük fedakarlık var. Ama öte taraftan da in yetiştirilmiş. Kim yetiştirilmiş? Sultan Abdülhamid dönemindeki mektebi harbiye eden mezun bu kişiler. Yani bizim bir 1834’te kurulmuş Harbokulumuz var. Ve 3 senelik eğitim öğretim verir Harbokulu. Özellikle de 1870’lerden itibaren subay sayısı yani mezunu artar. Çünkü altyapısı da kurulduğu için. Geriye doğru baktığımız zaman yabancı dil bilen, iyi yetişmiş, bir kısmı Almanya’da da staj yapmış diyelim. Alman birliklerinde çalışmış. Bir kısmı Alman hocalardan, bir kısmı kendi hocalarından. Mesela Esat Paşa, mektebi harbiyenin nazırıydı. Hem Enver’in hem Mustafa Kemal Bey’in de hocasıydı Harbokul’unda. Dolayısıyla bu ekip hem iyi bilgiyle donanımlı hem de evet pes etmiyor. Ve burayı geçirtmeme iradesine sahip. İstanbul’da da genç bir ekip var. Enver Paşa da sonuç itibarıyla malum genç bir başkomutan. Sultan Reşad’ın, Padişah’ın çok fazla bu işlere girmediğini düşünürsek, oradaki kadroda da böyle bir inanmışlık var. Ama nihayetinde bu Nusret’in mayınları geçiş sırasında öyle bir döşenmiş ki kıyıya paralel olarak karşı tarafında nasıl olsa temiz bölgeden geçiyoruz diye geçmesi üzerine, işte bu demin isimlerini duyduğumuz Veterede isimler çok kibirli, irresistible, yani mukavemet edilemez, aga memnon, bir şekilde inflexible yani hani öyle isimler koymuşlar ki Goliat daha sonra Muhammed-i Milliye’nin batıracağı, Davut Hazretleri Davut olayındaydı. Bunları niye semboller üzerinde altını çizmemiz lazım? Bugün Türkiye’de Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bu semboller resmi geçitlerde kullanılmaya başlandı.
Bazı geleneklerimiz tekrar ihya ediliyor. Bugün örneğini gördük. Evet. Deniz Kuvvetlerimiz işte güzel bir çimariva geçişi yaptı Mavi Vatan’dan sonra Barbaros Hayrettin Paşa’nın türbesinin önünde. Biz bu gelenekleri bir ara bıraktık ama muhatabımız, muhasımlarımız veya rakiplerimiz kendi geleneklerine ne kadar modernleşsinler de modernleşsinler, ne kadar teknolojiyi, ağırlık verirlerse versinler, hep referans veriyolur.
Bu referansın en canlı örneklerini biz Çanakkale Savaşı’nda görüyoruz. Görüyoruz. Hep o Batı, Yunan geleneği, Eren geleneği ve hatta burayı Turub’a görme geleneği. Görme geleneği, evet. Dolayısıyla hani kurumlar sadece teknolojiyle yaşamazlar. Askeri kurumlar da buna dahildir. Mutlaka nitelikli ve kendi değerler sistemine, kendi tarihine, kendi geçmişine sahip ona müdrik personel de gerekir. İşte burada böyle bir personel var. En alt rütbeden en üst rütbeye kadar. Mayınlar var, buna mukabil toplar var. Toplar, evet. Ölüme hazır. Evet. Sonuçta askerler var. Evet. Bu arada 18 Mart’a gelinceye kadar yaklaşık 35 civarında şehidimiz var. 50 ufaklı hareket var. Çok hareket var ve evet. Eğit sayısı ne kadar bu arada?
Yani Seddülbahir’de 3-4 tane asker kaybediyoruz. Muhtelif diğer bataryalarda da böyle az miktarda zayiat var. Genelde bunlar korunaklı tabi olduğu için. Evet top ateşi var ama tabii top ateşinin de sonuçta bir açısı var. O açıya karşı kendinizi koruyabilirsiniz, koruyabiliyorsunuz. Bu gemiler, Buve mesela Fransız batan gemi, işte mayınla mı battı, topla mı battı diye bir tartışma var. Burada özellikle batağa yapılan 1960’lardan bugüne bu malum, bu batıklara çeşitli dalışlar yapıldı. Evet. Araştırmalar gösteriyor ki bize hem topçunun hem mayınların tesiri var. Fakat tabi deneysel askeri tarih araştırmaları dediğimiz şeyler yani batıkların hepsi tabi orjinal hale durmadığı için tam anlamıyla bir bilirkişi raporu yazmak mümkün değil ama topçumuzun da önemli bir payı olduğunu görüyoruz. Sadece tabi koca Seyit’le sınırlı görmeyelim. Batarya komutanıdan altındaki nefere kadar. Zaten bir ordu, bir donanma ne komutandan sadece müteşekkildir ne sadece erden. Bu emir komuta zincirinde en yukarıdan en alta kadar hepsinin düzenli çalışması ve meseleye inanmasıyla ancak olacak. Biz Çanakkale Savaşı’nda aslında iyi bir koordina olmuş bir komuta heyeti.
En alt birindeki neferine mensubuna varıncaya kadar en alttan en üstte sağlıklı bir iletişim, ortak gayeye inanmış bir ruh ve o gaye etrafında kilitlenmiş bir yapı görüyoruz ve 18 Mart’ta bunun başarısı. Doğru. 18 Mart’ta tabi yaşayan hadiseler böyle 1 saat, 2 saat, 3 saatte belki her bir sahne ise her birkaç saatlerce konuşulacak ve onlarca kahramanlık destanı var birebir. Ama şunu merak ediyorum. Biz 18 Mart’ta bizzat bugün bu harekat başlayacak diye bir hazırlığımız, bir istihbaratımız var mıydı? Yok. Ani bir baskın mıyydı? Yani tabi ki sonuçta denizdeki hareketlilik dolayısıyla muharebeye hazırsınız. Ama doğrudan 18 Mart’ta bu iş olacak gibi bir istihbarat elimizdeki belgelerde görmüyoruz. Zaten askeri istihbaratta en zor şey düşmanın ne zaman taarruz edeceğini tespit etmektir. Siz stratejik olarak şunu bilirsiniz. Bunlar bir gün saldıracak. Taktik düzeyde de her gün bilgi gelir. Saldırma gemiler hareket etti veya karada işte birlikler hareket etti. Fakat hani içeriden bir iç bilgi veren olmadığı sürece takdir edersiniz ki gizlilik esaslı hareket planlamasında sizin düşmanın hangi gün saldıracağını ancak teknolojik bugünkü sinyal istihbaratıyla falan anlatıyor. Aslında 18 Mart’ta her an saldırıya hazır bir psikolojiyle beklerken… Evet. Ama beklenmedik bir saldırıya maruz kaldı.
Evet ama şunu bizimkiler yapmış Osmanlı subay heyeti. Donanmanın hangi hareketlerle boğaz girişine gelip manevra yaptığını takip ettikleri için bu mayınlamayı bilerek bu şekilde yapmışlar. Tabii o hazırlık var ama hareket anı kestirilenir. Evet. Hakikaten Cemal Paşa yanlış hatırlamıyorsam bir başka cepheye geçti geçiyor geri dönüyor gibi yani komutanlar şimdi olacak diye beklemediği bir anda bir saldırıya karşılaşıyorlar. Doğru. Bunun bir anlık yıkımı oluyor mu? Bir anda karşılarında dünyanın en güçlü donanmasının harekete geçtiğini ve tabirleri bombaladığını. Tabii bu iş sabah ve büyük toplar.
Sabah saatlerinde başlıyor, öğleden sonra nihayetleniyor yani 7-8 saatlik bir deniz harekatından bahsediyor. Kıyamet gibi.
İlk başı yani bu keşke işte bizim hani belki burada bu tanıtım merkezinde ileride yapılabilir veya belki şu anda da hani görüntülerle yapılıyordur. Yani bir top patladığında karadan veya denizden karaya nasıl bir tesir yapar, nasıl bir gürültü çıkartır, toprağı nasıl ayağa kaldırır, parçaları nasıl dağılır, o dehşetengiz bir iş.
Şu anki filmlerde, göstermiş olduğumuz filmlerde bir hareket din mekanizma var. Top patlamasında gerçeğe yakın olmayabilir ama o ambiyansı, o havayı vermeye çalıştığımız bölüm var. Bir de arkeolojik kazılar, araştırmalarınız falan var İsmail Bey. Aynı zamanda malzeme toplamanız var. O savaşta kullanılan silahlar, toplar vesaireler de herhalde topluyorsunuz.
Zaten tarihi alanda sürekli olarak toprak altından savaşta kullanılan malzemeler çıkıyor. Gerek karelerde, gerek tabialarda, gerek alandaki başka mekanlarda sürekli olarak savaş döneminden kalman malzeme, kurşun, top mermileri. Hatta en son Sedülbayır kalesinde patlamamış top mermileri bulmuştuk ve bunları kolluk kuvvetlerinin gözetiminde imha ediyoruz ve o patlamayı ben bizzat kulaklarıma duydum.
Birkaç top mermisinin patlamasının o yırtıcı gürültüsü dayanılmaz ki savaş zamanı gerçekten hocamın dediği gibi cehennem adeta kolay bir psikoloji değil tabii Çanakkale cephesi. Kafanızda, tepenize bombalar yağıyor ve zerre miktarı geri adım atmıyorsunuz. Çanakkale ruhu böyle ortaya çıkıyor. Müsaadenizle bizim bu Çanakkale Savaşları Geri Bulup Tarihi Alan Başkanlığı olarak bizim amacımız Çanakkale Savaşları…
Onlara geldiyseniz biz zaferi toparlayalım ama Çanakkale Alanı zaten konuşacağız İsmail Bey. Tabii ki. Evet böyle bir psikoloji, böyle bir ortam ve buna karşı büyük bir direniş var. Bu direnişin motivasyonunu neler oluşturuyor? Yani demin söylediğimiz gibi payitahtı koruyorsunuz. Şimdi Osmanlı Devleti’ni Fuat Paşa üç şeyle ifade eder. Makar Ruh Hükümet yani İstanbul’da bulunan hükümet merkezi olması İstanbul’un hilafet ve hanedanı Osmaniye. Sonuçta hem İslam hilafeti hem Osmanlı Saltanatı’nın merkezi neresi İstanbul. İstanbul’un korunmasından bahsediyoruz aslında Çanakkale’nin müdahalısıyla. Aslında bir İslam coğrafyasına ve bir dini.
Evet şimdi eski stratejik algıda mesela Ruslar diyor ki Coşkun Hocam eğer diyor Erzurum’u düşürürsek Sivas’ın kapısı açılır. Sivas’ı düşürürsek Diyarbakır’ın. Diyarbakır’ı düşürürsek Musul’un. Musul’u düşürürsek Bağdat’ın. Bir daha tekrarlar mısınız bir sözüyle? Eğer Erzurum… Muslar söylüyor. Evet. Yani çünkü Ruslar biliyorsunuz hep Doğu cephesinde girelim. Evet. Tars Ardahan boyunca. Erzurum Sivas’ın, Sivas Diyarbakır’ın, Diyarbakır Musul’un, Musul Bağdat’ın kapısıdır. Şimdi neden Osmanlı Bosna’yı savunmaya çalışır? Neden Yemen’i müdafaa etmeye çalışır? En sonunda Çanakkale’yi koymuş. Bugün neden direniyoruz? Neden biz bugün Suriye’de Fırat Kalkanı’nı yaptık, Zeytin Dalı’nı yaptık, Suriye’nin doğusunda Irak’ın kuzeyindeki terör yapılanmalarına karşı hassasız? Saray Bosna’ya sahip çıkıyoruz.
Çünkü ülkeler sınırlarında savunulmaz. Yani Çanakkale’yi en son bakın savunmaya çalışıyoruz. Çanakkale düştüğü anda artık İstanbul düştü demektir. Nitekim Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda bunu gördük. Evet. O yüzden hani burada bu kadro bunun şuurunda yani biz aslında direk payitahtı savunuyoruz.
Tıpkışına benzetelim. Klasik Osmanlı Muharebet Üzönü’nde padişah ortada durur. Bunun etrafında yeniçeriler bulunur. Sağda solda da iki kolda da tımali sipahiler bulunur. Yeniçerilerin görevi padişahı müdafaa etmektir. Tabii padişahın bizzat muharebe meydanında bulunması askerin dayanma mukavemet gücünü de arttırır. İşte burada da Osmanlı zabiti de askeri de hem padişahını hem payitahtı hem de dolayısıyla hilapeti, saltaratı, devleti müdafaa etmektir. Evet. Yani vatan, devlet, millet ve dini koruma burada temel motivasyon olarak ortaya çıkıyor. Evet. Şimdi 18 Mart’ta hakikaten çok İngilizler, Fransızlar yani düşman güçlerde büyük bir motivasyonla hazırlıyor. Evet. Merak ettiğim şu, acaba 18 Mart harekatını planlarken mesela yüzde kaç biz başarısız oluruz diye bir düşünce içindeydiler veya mutlak başarımı bekliyorlardı, başaramayınca ne hissettiler ve bu nasıl yansıdı? Yani burada dediğim gibi iki grup var. Böyle bir girişimin başarılı olmayacağını söyleyenler var. Başarılı olacağını söyleyenler var.
Aslında harekat bölgesindeki üst subaylar yani general ve amiraller içinde bu işi yapmayalım diyenler fazla. Fakat hani nasıl böyle bir girişme, birleşik donanma kalkıştı? Çünkü harekat bölgesinde uzak başkentlerdeki siyasi karar alıcılar sonuçta Dünya Savaşı’ndaki bütün haritaya baktıkları için eğer Osmanlı Devleti’ni biz bir an önce sap dışı edemezsek bu iş uzayacak. Çünkü onların psikolojisi de şu var. Savaş aslında Aralık 1914’de bitecekti. Bu kadar hızlıydı. Plan 3 ayda biz bu işi bitiririzdi. Şimdi o hep karar alırken bugünkü hayatımızda da vardır, gündelik hayatımızda. Eğer bir şeyi bir an önce yapmak istiyorsak genelde stres altında karar veririz ve hata yaparız.
Burada da bir an önce bir an önce kaygısı var. Çünkü bir seneyi geçtiler. Mesela İngiltere demokratik bir ülke, hani krallık olmamda beraber. Savaş uzarsa ne olacak? Enflasyon olacak, fiyatlar artacak, ahalinin tepkisi olacak. Yani o tip baskılarla biz bu işi bir an önce yapalıma gidiyorlar. Kaybettikten sonra da tabi büyük bir şok var. Hani biz bu işi denizden yapacaktık, fazla birlik buraya sevk etmeden yapacaktık.
Şimdi ne olacak? Ama çekilseler başarısız olmuş olacaklar. İşte ondan sonra da zaten karaya çıkartma yapalım. Amfibi çıkartma yapalım, fikri ortaya çıkıyor. Şimdi kara harbine geçmeden önce iki konuyu ben kısaca açıklamanızı isteyeceğim. Bir tanesi bir 18 Mart kahramanı olarak Esat Paşa ilan ediliyor genel ordu komutanı olarak. Ama başka bir hadise var benim dikkat çekmek istediğim. Hep Seyit Onbaşı ve diğer kahramanlıkları konuşuruz ama bir tabiamız var ve bu tabiatın bir kilit bahiri Hasan’ı var bir de Trablus kartlı Mevsuf’u var ve bunların birleştiği bir nokta var. Evet bugün Dardanos tabiyasına işte Hasan Mevsuf ismi verilmiş. Şimdi biri Üsteymen biri Teymen. Hasan Ulusi Bey bir gün önce çocuğu olmuş fakat çocuğunu yormaya gitmiyor. Haberi geliyor.
Bir daha bu cümleyi tekrarlar mısın? Bir gün önce Üsteymen’in Vatarya Komutanı’nın evladı doğmuş. Ama yok diyor ben vazifeyi şu anda bırakamam. Demin söylediğimiz ruh ve bağlılık bu. Ve savaşta ve her an ölüm girebilir.
Evet diğeri de Trablus kartlı mektebi harbiye mezunu Teymen Mehmet Mevsuf yani Kuzey Afrika bugünkü Libya topraklarından gelme bir Osmanlı tebası zabit. Şunu unutmayalım dünyanın ilk siyahi pilotu savaş pilotu Osmanlı hava kuvvetlerinde uçmuştur.
Aynı şekilde Kuzey Afrika’dan ve dünyanın muhtelif yerlerinden bütün Osmanlıca Arapya’sından kişiler mektebi harbiye de okurlar. Bu Rus ordusunda olmaz. Prusya ordusunda olmaz. Fransa ordusunda olmaz. Yani aristokrat değilseniz kolay kolay zabit olamazsınız. Osmanlıca Arapya’sında bir çocuk başarılıysa Harb Okulu’na girer. Buradan mezun olur ve o zamanki tabirle mülazım yani Teymen olarak nasbedilir.
İşte bu iki kişi buradaki bombardıman da şehit oluyorlar ve ondan sonra da tab yanına da. Büyük bir kahramanlıkları var direnişler sadece şehadetleri değil. Tabii yani öylesi bir saldırıya karşı direniyorlar. Bu aynı zamanda Çanakkale cephesindeki geniş İslam coğrafyasındaki katılımın da bir simgesi gibi.
Doğru doğru yani biz tabii bugün Osmanlı’yı Türkiye sınırlarıyla mahdut görüyoruz veya bugün demeyelim ama uzun yıllar öyle gördük. Yani son yıllarda bugün de bir şekilde var tabii. Bir şekilde bu özellikle Tikha’nın Yunus Emre’nin üsrünün faaliyetleriyle hani… Üst ürklerine evet. Evet bir şekilde Osmanlı coğrafyasındaki eserlerin ihya edilmesi yeniden inşası gibi. Dört ür geografyamız.
Evet işte bu tip savaşlarda biz ne görüyoruz? O coğrafyadan insanların birlikte arbetini görüyoruz. Mesela Bosna Ersek 1878’de işgale uğramıştır Avusturya işgaline. Fakat Cihan Arbi çıkıp da cihat ilanı olunca Avusturya hakimiyetindeki ve Bulgaristan hakimiyetindeki Müslümanlar ve Türkler gönüllü olarak Osmanlı ordusunda cihat için… Daha Avusturya’da yaşanan hadiseler var biliyorsunuz tren durdurma olayı vesaire. Evet Hasan Mevsuf olayı tabiası sevgili seyirciler bize aslında Çanakkale cephesindeki geniş coğrafyanın temsiline de çok önemli bir örnek oluşturuyor. Önemli bir misal oluşturuyor. Şimdi biz Kara Savaşlarına geçeceğiz. 18 Mart oldu. Büyük bir zaferi kazandık. Peki düşman yenildi ve ben artık çekiliyorum dedi mi? Sonra neler yaşandı? Bunları konuşacağı sevgili seyirciler ama öncesinde Kara Harbi ile ilgili arkadaşlarımız kısa bir veteri hazırlamışlar. Hep birlikte onu izleyelim. İtinafteylekleri 18 Mart’ta yaşadıkları ağır yenilgiden sonra Gelibolu yarımadasını hedef aldı. Fransızlar Kara Harekatı için Anadolu yakasını teklif etmiş ama İngilizler bunu kabul etmemişlerdi. 23 Nisan için kararlaştırılan çıkartma hava muhalefeti sebebiyle 25 Nisan günü başladı. Çıkartmaya Avusturya ve Yeni Zelanda’dan getirilen Anzak Birlikleri 1 Mayıs’tan itibaren de Hint Duga’ya katıldı. Osmanlı ordusu Alman liman von Sanders Paşa’nın kumandası dayıdı. Liman Paşa savaş için isabetsiz bir strateji kurmuştu. Esat Paşa başta olmak üzere Türk subayları stratejik hatalar konusunda Liman Paşa’yı çok güç ikna etti. Türk ordusu çok büyük kayıplar vererek itilaf güçlerini durdurmayı başardı. Küçücük bir coğrafyada büyük askeri güçlerin katıldığı çok kanlı savaşlar gerçekleşti. Osmanlı Devleti’nin verdiği yedek subay şehitlerin sebep olduğu sosyal maliyet sonraki yıllarda anlaşılabildi. Anafartalar, tronk bayırı, kanlı sırt, kireş tepe ve bomba tepe gibi mevkilerde yaşanan muharebelerde millet olarak bir hayat memat sınavı verildi. Ekim 1915’te Gelibolu’ya gelen General Monroe tahliye yönünde bir rapor hazırlayıp İngiliz hükümetine sordu.
İtilaf güçleri 20-21 Aralık’ta Anafartalar ve Arıburnu cephelerini 8-9 Ocak gecesinde Sebtülbahir cephesine tahliye etti. Böylece 25 Nisan sabahı başlayıp 9 Ocak gününe dek 8.5 ay devam eden kara savaşları itilaf devletlerinin hezimetiyle sürmüşlendi.
Sevgili seyirciler TRT2’de Çanakkale cephesinde Çanakkale Zafer’nin 104. yılı münasipetiyle hazırladığımız canlı yayınımız devam ediyor. Tabii bizim için son derece heyecanlı bir program, heyecanlı anlar. Çünkü cephede bizzat olayın yaşadığı yerden olayı size anlatmaya aktarmaya çalışıyoruz. Tabii kanalımızın bütün yöneticiler de sağ olsunlar bu durguyu yaşamak için buradalar. Onlara da çok teşekkür ediyoruz. Peki bu yayını sizler nereden yapıyoruz? Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi’nden biraz önce alan başkanımız İsmail Bey’in de tanıttığı merkezden. Hepinizi bu merkeze ve bu alana mutlaka çocuklarınızla, eşinizle, dostunuzla bekliyoruz. Evet, Kara Savaşlarına geldi sıra. Aslında zaman çok hızlı akıyor. Dolayısıyla Gültekin Hoca biraz değil, epeyce hızlı şu Kara Savaşlarını bir özetlerseniz. Sonra da değerli başkanımıza dönüp bu alanda neler yapıldığını konuşacağız. Tabii cephe gerisinde anaları, babaları, yavukları, yetimleri konuşacağız sevgili seyirciler. Denizaltılar var, hava savaşları var, sıhyesi var. Konuşacağımız konu çok. İnşallah zaman az ama bereketlenir diye ümit ediyorum ve tabii lütfen Gültekin hadi. Evet hızlandırılmış bir şekilde konuşalım. Zaten aslında Çanakkale Kara Muharebelerinin belli hususları tabii Türkiye’de pek çok insan tarafından tanınıyor.
Ama genel bir çerçeve çizersek burada denizden geçemeyeceğini anlayan düşman kuvvetlerinin planı ne? İki tane opsiyon olabilirdi. Bir tanesi hiç Çanakkale ve Kilitbahir ile uğraşmayıp direkt kuzeyden bir çıkartma yaparak İstanbul’a yürümek.
Yani bir taraftan baktığımız zaman niye Gelibolu Yaramadası’na çıktılar da Saroskörfezi’ne bir çıkartma yapmayı düşünüp oradan karadan bir İstanbul’a intikal yapmadılar. Çünkü kuzeyde daha hazır bekleyen ve onları durduracak bir Osmanlı ordusu vardı. Fakat öbürü de tabii çok kolay bir iş olmadığının kendilerinde farkındalar. Belli hareket planları yapılıyor. İki tane biz çıkartma bölgesi göreceğiz. Bugün genelde alana da gidildiğinde görülen. Bunlardan bir tanesi güneyde yani Seddülbahir bölgesinden başlayarak bugünkü Alçıtepe olarak adlandırılan o zaman Kirt’e diye bilinen bölgeye doğru yürüme. Tabii burada demin VT’de de söylendi. Franslar Anadolu tarafına mı çıkalım diyorlar. İyi hazırlanmış metneler ama değil mi? Evet İngiliz görüşü evet.
İkinci bu ne zaman oluyor? 25 Nisan’da bir taraf buradan çıkıyor. İkinci grup Ariburnu’na yakın bölgeden çıkıyor. Çünkü yine Yarımada haritasına seyircilerimiz bakar ise ya da bu bölgeye gelip de gezdiklerini zaten biliyorlar.
Sonuçta merkeze doğru yürüyüp yani Kilitbahir platosu ele geçirilirse o zaman Çanakkale’nin hem Çanakkale’de hem de karşı taraftaki top bataryalarını ele geçirmek ve yine aslında plan ne? Donanmayı Boğaz’dan rahatça geçirmek. Yani iş buradan İstanbul’a yürümek değil Çanakkale’yi karadan ele geçirerek Gelibolu’dan donanma geçirmek.
Bu 25 Nisan’da başlayan kara muharebeleri çıkartma. Ne zamana kadar devam ediyor? Hem bu adamların çekildiği işte Ocak ayına kadar aslında 7-8 ay süren bir muharebe sürecinden bahsediyoruz. Durduruluyor. Tabi durdurulmasında o tarihte şu tartışma var.
İşte Liman Fonzanders kıyı savunması değil içeride birlikleri tutalım nereden çıkacaklarını bilmiyoruz ve bunlar Saros’tan çıkabilir diyor. Hem Esat Paşa hem Mustafa Kemal Bey ve diğer Türk komutanlar ise. Mustafa Kemal Bey derken Mustafa Kemal’e Türk’ten söz ediyoruz. Evet tabi şimdi biz tabi tarihte konuşurken o günkü rütbesiyle konuşuyoruz. Osmanlı ordusunda eğer Tuğ General değilse bey denir yani albay ve altı rütbeler Tuğ General ordusunda paşa denir. Mustafa Kemal Paşa da daha sonra paşır olacak tabi 34’lü de Cumhuriyetimizin bahanesi olarak Atatürk soyadını alacak. Bir şekilde inisiyatif alınıyor. Yani en önemli şey burada Atatürk’ü de bu cephede öne çıkartan şey de o. Liman Fonzanders’e niye gönderiyorlar 18 Marta kadar zaten başarılı bir savunma var. Şimdi sonuçta tabi bir müttefik hareket bir birleşik hareket Almanlarla ittifak ediyorsunuz ve şöyle de bir inanç var. Nihayet de Alman bir komutan burada kıdemi ve tecrübesiyle daha başarılı olur. Aslında hani. Tersi oluyor burada. Esat Paşa da olabilir.
Yani Zanders’in doğru yaptığı şeyler var yanlış yaptığı şeyler var ama Zanders zor bir insan. Yani mahiyetindeki Almanlarla da anlaşamayan bir insan. Hani ben Almanları biraz yakından tanıdığım için Almanlar ikiye ayrıdır. Bir Kuzeyli Almanlar bir Güneyli Almanlar. Güneyliler biraz daha bize yakındır Kuzeyler daha sert mizajlıdır. Zanders öyle bir Almandır ve dolayısıyla da aşağısındaki yani astı olan Türk subaylarla Osmanlı subaylarıyla arası çok iyi değil emir komutunda.
Fakat buradaki çıkartma durduruluyor. Yani çok detayına girmeyeceğim. Nasıl durduruluyor? Bizim Türk subayların doğrudan inisiyatif alması görebilir. İnisiyatif alması çünkü. Çünkü. Gerekli Manfoz’un Ders’ten ve Esat Paşa’dan o gün emir alınmıyor ilk planda. Burada bir şekilde hem Mustafa Kemal Bey’in hem Şefik Akyer’in 27. alayın hem Hüseyin Avni Bey’in tabi 57. alay komutanının katkıları var. Bir 9. tümen çünkü aşağıda normalde 19. tümen ihtiyat yani Mustafa Kemal Paşa’nın komutasındaki. İlk saldırı durdurulduktan sonra yine biraz hızlı gidersek Ağustos ayında 6-7 Ağustos günü bir çıkartma daha olacak. Tabi çıkartma dediğimiz şey nerelere yapılır plajlara yapılır. Fakat çıkartmayı ne kadar beklenen yere yaparsanız düşman oraları o kadar iyi savunur.
Burada çıkartma yaptıkları yerler aslında tepelik yani çok rahat ilerlenecek yerler değil. Tıpkı bizim Kıbrıs Barış Harekatı’nda beklenmedik yere Girne’deki plajda çıkartma yapmamız gibi. Dolayısıyla çıkartma yaptıktan sonra aaa hiç çıkartma yaptırmayacaksınız ki Osmanlı subayların görüşü bu.
Lima’nın görüşü ise ya biz bunların nereden çıkacağını bilemeyeceğimiz için biraz daha kuvvetleri geride tutalım. Nereden çıkarırsa oraya güç kaydıralım. Çünkü sonuçta bütün mesele ne elinizdeki kuvveti dengeli kullanmak. Ağustos’ta da ilk iki gün durum kötü yani Su’la bölgesine yapılan çıkartma da daha sonra işte ana fartalar savaşları olan.
Dikalar falan rol oynuyor yanlış saat ayarlamaları düşmanın yedi dakika ile mesela kazandığımız zafer var. Orada çıkıyorlar orada da onların yine bir istihbarat zafiyeti var. Oradaki komutanlarının bir komuta zafiyeti var. Yani sağlam bir Osmanlı savunması olduğunu düşünüp ilerlemiyorlar. Hangi cephede? Üst tarafta yani Sulva’da kuzeyde. Cephenin adını soruyorum. Yani ana fartalar olarak bildiğimiz bölgede. Ve bunlar oyalanırken yine ana fartalar grup komutanı olarak tayin edilen Mustafa Kemal Paşa buraya nüfuz ediyor. Ve o sayede buradaki direniş de durduruluyor. Ancak tabi direnişler ilerleyiş durduruluyor ama ondan sonrası ne oluyor? Hem Nisan’da hem Ağustos’ta siper savaşına dönüyor. Birinci Dünya Savaşı’nın en önemli özelliği bu deniz topçusu ve kara topçusu ve makinal tüfek yüzünden savaşın yer üstünde siperlere ve yer altında tünellere mahkum olması. Şimdi önce siperlere giriyorsunuz. Siperleri de biliyorsunuz bu savaşı okuyanlar, yakından tanıyanlar da çok iyi biliyorlar. Çok yakın siperlerden bahsediyoruz. Neden? Çünkü İngilizler ve Fransızlar Gelibolu’nun batısından yani denizden karayı bombalıyorlar. Eğer siz siperi yaklaştırmazsanız ne olacak? Bir şekilde siz zarar göreceksiniz. Düşman askeri zarar görmeyecek. Ne yapıyorsunuz? Siperi yaklaştırıyorsunuz. Bu da Osmanlı’nın 4-5 metreye, 7-8 metreye kadar. Bazı yerlerde 7-8 metreye. En uzak mesafe 250-300 metreye kadar. Doğrudur. En uzak mesafe. Evet.
Bu da neyi sağlıyor? Mesela gaz kullanımını. Bu 1. Dünya Savaşı’nda kimyevi silah olarak zehirli gaz kullanılıyor. Bir şekilde burada İngilizlerin gaz kullandığına dair elimizde belgeler var. Osmanlı Arşiv Belgelerini. Evet, Osmanlı Arşiv Belgelerini. O da beraber müzakere ettik. Evet, beraber konuşmuştuk. Yani hiç kullanmadılar diyemeyiz. Ama hani kitlesel ölümlere yol açan değil. Fakat çünkü hem rüzgar var Gelibolu’ya arabalısında hem de yine siperler yakın. Ama savaş hukukuna aykırı olarak ve savaşı ahlakına aykırı olarak bunları kullanıyorlar. Evet, kullanıyorlar. Hastanede bombalıyorlar. Hastaneye bombalıyorlar. Yani bu tip sıkıntılar da var. Ahlaki kaygı yok yani. E tabii artık bu şeyde ölüm kalım savaşına döndüğünde ve yüksek teknoloji kabiliyetine sahip şeylerin bugün olduğu gibi çok fazla ahlaki kaygıları olduğunu söylememiz zor. Kara Harekatı’nda hangi komutanlar öne çıkıyor? Kara Harekatı’nda 9. Tümen komutanı ve 19. Tümen komutanı yani Halil Sami Bey ve Mustafa Kemal Bey bir taraftan tümen komutanı olarak var. İşte alay komutanları var. Hüseyin Avni Bey ve Şefik Aker. Yine sonuçta Cevat Paşa burada önemli ve tabi Kol Ordu komutanı Esat Paşa da önemli. Keza yine Alman komutanların da burada çeşitli roller üstlendiğini görüyoruz.
Mustafa Kemal Bey bu savaşla aslında Türk kamuoyuna… Doğru askeri itaari açısından ilk Trablus Garp’a gönüllü gitmesi önemlidir Enver Bey’le beraber. Ve diğer bu genç gönüllü Osmanlı subayları arkasından Balkan Harbi’nde de görüyoruz ama ilk defa şimdi Mustafa Kemal Paşa’nın özelliği askeri olarak bir komutan olarak inisiyatif kullanmaz.
Şimdi inisiyatifi her zaman her savaşta kullanma imkanı bulabilebilirsiniz. Bu savaşta yukarı ile bazen bağlantının kopması bir de olayların anlık gelişmesi inisiyatifi öne çıkartıyor ve taarruzu öne çıkartıyor. Bu da tam o tip bir subayın kendini gösterebileceği inisiyatif alacağı. Çünkü burada zaten inisiyatif alan kazanıyor. Tereddüt gösteren kaybediyor. Zaten bir komutanın ne kadar iyi komutan olduğunu anlamanız için Amerikalılar buna muharebede sınanmak diyorlar şu anki NATO terminolojisi de. Muharebede sınanması gerekiyor. Muharebede sınanıyorlar. Aslında deniz harbine göre karada çok daha çetin, çok daha şiddetli, çok daha gırtlak. Bu tabi zayiatı arttıran şey. Ne kadar kaybımız var?
Şimdi askeri terminolojide zayiatla şehit veya ölü farklı şeylerdir. Bizim buradaki şehidimiz 58 bin. Yani bunun tabi artı eksisi olabilir. Genel resmi askeri tarih, genel kurma rakamlarına göre. Fakat zayiat 200 bine yakın. Neden? Çünkü zayiat dediğimiz zaman biz yaralıyı da içine alıyoruz.
100 bine yakın yaralımız var İstanbul’a taşınan buradaki hastanelerde. Şimdi İsmail Başkan da bir hastane müzeste açıyorlar herhalde. Sağlık Bilimler Üniversitesi’ne. Evet evet. Dolayısıyla burada önemli tabi hekimler de var. Bir cümle ile o müzeden bahsettik. Tabi Çanakkale şehitliklerinde bir askeri hastane eksikliği vardı. Tabi siperler, tabi kaleler var. Fakat o dönemin çarpılarında cephede çok önemli görev görmüş askeri hastaneler var. Biz bu eksikliği hissettiğimizde hemen Alçıdepe köyünün yakınında uygun bir yer vardı. Oraya çalışmaya başladık. İlk adımı o dönemki Selçuklu Beyediye Başkanı’nız şimdi Konya Büyükşehir Beyediye Başkanı’nız Uğur İbrahim Altay Bey’le sağolsun destek verdi. Hemen o bahçenin avlusunda o dönemin askeri hastanesini yazdan bir çalışma yaptı. Çok da beğenildi, çok da ziyaretçiler aldı.
Şimdi o hastane binasının işini Sağlık Bilimleri Üniversitemiz ile birlikte düzenleyip tam kapasiteli bir askeri hastane müzesi. Yani o dönemin şartlarında Çanakkale cephesinde askeri hastaneler nasıldı, hangi aletler kullanılıyordu, nasıl bir atmosfer vardı. Onu şu an çok güzel yansıtan bir askeri hastane müzemiz var ve şu anda en çok ziyaret edilen noktalardan bir tanesi haline geldi.
Evet, bu niye önemli? Çünkü Osmanlı ordusunda, burk cephede savaşan Mektebi Tıbbiye öğrenci ve mezunları vardı. Mektebi Tıbbiye malum Haydarpaşa’da hem askeri hekim olacak kişilerin okuduğu okul hem mülki denilen sivil hekimlerin okuduğu okul. Malum Sağlık Bilimleri Üniversitemiz GATA’nın yerine kurulmuş ve bu geleneği devralmış üniversite şu anda.
Mesela modern ürolojinin Türkiye’de kurucusu Behçet Erduran, Ankara Üniversitesi’nin kurucusu olacak Abdülkadir Noyan profesör. Buralarda tabiplik etmiş kişiler. Çanakkale cephesi. Ve çoğunun hatıratı yayınlandı. Yakınlar zamanlarda yine Ermeni bir tabip olan Avedis Cebeciya’nın mesela hatıratı yayınlandı. O da burada şey yapıyor. Genelde çünkü malum gayrimüslim Osmanlı tebası doktor, eczacı olarak. 3000 civarına gayrimüslim de Çanakkale cephesi Osmanlı olsa savaşarak hayatına kaybetti. Var yani mesela Sokrat İncesu var Rum. %1’e tekabül etti kayıplarını. Evet yani Balkan ve Balkan Harbi ve Cihan Harbi’nde muharip unsurlar içinde Rum, Yahudi, Ermeni, Osmanlı nüfusu çok olmamakla beraber vardır.
Ve bunlar da hakikaten Osmanlı Devleti’ne sadık bir şekilde ya geri hizmette veya sıhıya hizmetlerinde özellikle tıp ve eczacılıkta hem de zaman zaman muharip yani topçusu bayı olarak vesaire harp etmişlerdir. Onları da biz yine o Osmanlı milletinin parçası olarak görüp hem resmi anlatımıza hem de popüler anlatımıza dahil etmemiz de gerekiyor.
Bir şekilde bu tıbii ekipte önemli. Kara Muharebelerinde nihayetinde stratejik olarak bakarsak uzun mücadelelerle uzun takat ve sabırla şuna düşman ikna oluyor ki biz burada şu sınırı geçemeyeceğiz. Yani bugün alana gelen gelip oluyor gelen kişiler görecek ki çıkartma yapıldıktan sonra Kuzey’de malum iki gruba ayrılır yönetim. Şimal ve Cenup diye malum işte şimal Kuzey, Cenup güney ve mesela şimal’de Esat Paşa komutandır.
Cenup’ta kardeşi Vehip Paşa komutandır. İki kardeş aynı cephede. Bunu da mesela Liman Fonzan dersin genelde Osmanlı paşalar arasında biraz bazen rekabet fazla olur Muharebe Meydanı’da iki kardeşi koyarsak irtibatları da daha iyi olur diyeceğiz ki hakikaten mesela Kuzey’de işler çatallaşınca Vehip Paşa güneyden yardım gönderir yani destek kıta gönderir ve bir şekilde Kuzey’deki bu çıkartma engellenir. Çok zor Muharebeler olduğunu söylememiz lazım. Yani hava unsuru var dediğiniz gibi deniz topçusu çalışıyor, kara topçusu çalışıyor, akiraotif ekber çok yakın siperlerde harp ediyorsunuz. Sabahleyin siper kazıyorsunuz. Ondan sonra belli saat ateş teatisi denir karşılıkla ateş ediyorsunuz. Fakat kafanızı kaldırmanız mümkün değil.
Yani ateş ediliyor ama malum bir ateşkes yapılır, naaşlar gömülebil… Yapılamadığı da oluyor. Tabii yapılamadığı da oluyor. Rüzgar eser, sivrisineği bol bir yer burası, yağmuru bol bataklık şeklinde. Sürekli bomba patladığı için toprak uçuyor, ceset parçaları uçuyor.
Yani hakikaten bir muharebede yaşanabilecek, modern bir muharebede yaşanabilecek her türlü zorluğun olduğunu görüyoruz. Ve bu mukavemet karşısında İtlaf Devletleri nihayetinde çekilme kararı alıyorlar. Beklenenden daha az zayiatla, yani peşlerinden bir takipat olmadan çekiliyorlar.
Ama sonuçta baktığımız zaman hem operatif seviyede, yani Çanakkale cephesine operatif seviye ediyoruz, hem de stratejik olarak, yani Birinci Dünya Savaşı’nın geneli düşebilsek bu çok çok çok önemli bir zafer. Bir, Osmanlı Devleti ve Osmanlı Ordusu gösteriyor ki ben henüz daha ölmedim, ayaktayım. İki, İngilizler Boğaz’ı geçemedikleri için 1917’de Rusya’da devrim olacak ve Rusya savaş düşük olacak. Üç, savaş daha uzuyor ama nihayetinde 1916’da Kutulamare zaferi gerçekleşecek. Dolayısıyla hem deniz hem kara hem hava tarafı. Evet evet diyorum zamanın daraldığı da arkadaşlar hatırlatıyorlar da onun için.
Hızlanıyorum evet. Belki bir cümlede şunu söyleyebiliriz. Hani ailelerle alakalı, cephe gerisiyle alakalı asker rutini içinde aileye mektup yazmak, aileden gelen mektupları okumak.
Çünkü bugün bizim elimizde asker mektupları da var. Yani aslında bir taraftan cephe gerisiyle cephedeki askerin irtibatını sürdüğünü, yeraltına kazılmış korunaklı barınaklarda askerin mektup yazdığını, mektup gönderdiğini. Yine de yakmış yar mektubun uzun uzun. Tabii yani hani o savaş edebiyatının da örnekleri olacak. Güzel mektupların konuştuğu.
Evet. Yani ne kadar o muharep ortamda olsanız da tabii insani ilişkilerin nihayetinde o savaşan kişinin muharep unsuru, kalbini ısıtan unsur diyebiliriz. Evet. Tabii aslında babaların Çanakkale’si var. Yüreği yanan babalar. Anaların Çanakkale’si var. Yavukluların Çanakkale’si var.
Çocukların Çanakkale’si var. Eşlerin Çanakkale’si var. Bunları biz daha yeni yeni konuşmaya başladık sevgili seyirciler. Yeni yeni yazmaya, araştırmaya başladık ama buralara doğru da hızla girmemiz lazım ki Çanakkale’nin bütünlüğü, boyutları anlasın. Bir de Çanakkale kutlamaları var. Evet. Evet sevgili başkanım. Bugün 18 Mart. Hemen konuya gelin. Bugün 18 Mart. Çanakkale Deniz Zaferimiz kutlu olsun.
Biz tabii Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanı’nı 2015 yılında Sayın Cumhurbaşkanımız tensipleriyle birlikte kurulmuş ve Gelibolu Yarımadası’ndaki bu tarihi alanları korumak, kollamak ve buradaki bütün o ecdat yadigarı, tabiaları, kaleleri ayağa kaldırmakla görevli bir kurumuz. Tabii bir hakkı teslim etmek lazım. Ben mesela 1987’de İstanbul Üniversitesi Debyat Fakültesi öğrenciyken 3-4 otobüsü öğrenci arkadaşlarımla dolarak gelip buraya gezmeye gelmiştik. O zaman kendi şehitliklerimize bakıp büyük bir hüzün İngilizlerin, Fransızların mekanlarına bakıp böyle kendi halimize çok üzülürdük. Evet.
Çok duygulanırdık. Niye de bizim böyle değil diye hüzünlenirdik ama yine şahidi olduğum hadise 2002’den itibaren Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanı’na itibaren alana yönelik büyük bir ilgisi ve himayesi oldu. İşte bu süreçte neler yaşandı, neler yapıldı? Sizin de ifade ettiğiniz gibi biz buraya gelip gezdiğimizde yabancı mezarlıkları gördüğümüzde ve kendi şehitliklerimizi, tabialarımızı gördüğümüzde yüreğimiz sızlardı. Fakat özellikle 2002 yılından sonra Sayın Cumhurbaşkanımızın Çanakkale’ye olan yakın ilgisi ve desteği,
buradaki bu ecdat yadigarı bu alanlara sahip çıkılması, Çanakkale’ye Çanakkale ruhuna sahip çıkılmasına birlikte iddia ediyorum şu anda biz yabancı mezarlıkların çok çok daha iyi konumdayız. Tabi Mehmet Akif’in ifadesiyle bu şehitlerin o büyük kahramanların başına Kabe’ye diksek yine bir şey yapabildik diyemeyiz hatıraları için. Biz onlar için ne yapsak hazır fakat onların çok kıymetli olduklarını, çok sevdiğimizi, onları unutmadığımızı göstermek için biz çalışıyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızla da şükranlarımızı arz ediyoruz. Her projemizde sahip çıkıyor, destek veriyor, ayrı ayrı inceliyor. Bu tanıtım merkezi gibi başka yaptığınız merkezler de var. Tabii ki şu anda, biraz onlardan kısacan hızlıca bahseder misiniz? Ejdat’tan bize kalmış hangi gazi mekan var sayığa kaldırıyoruz. Kiriltbahir kalesini restore ettik ve şu anda yaşayan bir müze, kalem müze şeklinde Fatih Sultan Mehmet’in yadigarı. Hemen yanındaki Fatih Cami’ni şu anda ibadete açtık. Seddülbahir kalesi çok büyük bir proje yapımı, şu anda restorasyon süreci bitti. İnşallah bu yıl içerisinde için tanzin ve teşrifiyle birlikte bir kalemüze şeklinde ilerleyecek. Bigalı kalemiz var. Çanakkale Savaşları sırasında silah tamirhanesi olarak kullanılmış. Onu şu anda restore ediyoruz. Yani şu anda o dönemden kalmış hangi gazi mekan varsa ayağa kaldırıyoruz. Yani bizim burada Çanakkale ruhunu, o atmosferi yaşatacak bütün çalışmaları yapıyoruz. Ve burada da şüphesiz tabii ki milletimizin çok büyük desteği var. Burada Sayın Cumhurbaşkanımızın da çok çok büyük desteği var.
Şu kuralarımızı arz ediyoruz. Burası gerçekten Çanakkale ruhunu yansıtan bir hale getirildi. Biz de bu konuda hizmetkarız. Çalışıyoruz. Sizin buraya gelmeniz anlamlı, bu programlar anlamlı. Bizim burada şöyle bir düşüncemiz var. Burası bir adeta açık hava müzesi. Ve bizim de bu mekanı dünyanın en iyi korunmuş savaş alanı olan bu yarım adayı, bu tarihi alanı dünyanın en çok ziyaret edilen açık hava müzesi haline getirmek. Çalışmalarımız bu yönde. Ve Çanakkale ruhunda gelecek uşakları aktarmak. Şimdi Çanakkale’de bir merkez oluştu. Tarihi Alan Başkanlığı. Bu konuyla alakalı… Kıtır ve Turizm Bakanlığı, Çanakkale Savaşları ve Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı. Evet. Artık bu konuyla alakalı oturmuş bir kadromuz var. Profesyonelleştik. Gerek tören anlamında, gerek restorasyon anlamında, gerek tarihi bir merkez olma anlamında.
Çok doğru ve iyi bir yoldayız. Bir düşüncemiz var. Sahip çıkalım. Çünkü biz biliyoruz ki Çanakkale Savaşları’nda mutlaka her ailenin mutlaka bir ferdi burada bulunmuştur.
Olabilir ki ellerinde bir savaş malzemesi vardır, hatırat vardır veya başka bir eşya vardır. Çanakkale Savaşları, Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı olarak biz bunları buralarda, bu müdelerde sergileyip ve bunları da belirterek şu kişi tarafından bağışlanmıştır şeklinde daha çok ziyaretçiye buralarını göstermek istiyoruz.
Buraya yılda 3 milyona yakın ziyaretçimiz var. Dolayısıyla eğer bizi seyredenler içerisinde elinde Çanakkale ile alakalı bir malzeme varsa Çanakkale Savaşları, Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı olarak burada onları sergilemekten büyük bir mutluluk duyarız.
Çok teşekkür ediyoruz böyle programda bizlerle birlikte olduğunuz için. Bugün de çok güzel bir katılımla Sayın Cumhurbaşkanımız, Meclis Başkanımız, gazilerimiz, şehit yakınlarımız, halk, devlet kadromuz, hepimiz Çanakkale zaferimizi büyük bir grurla kutladık. Hava çok güzeldi, ambiyans çok güzeldi. Kutlu olsun zaferimiz.
Evet ama o bizim milli yapım gemilerimizin geçişi, uçak gösterisi hakikaten çok güzeldi. Biz de size çok teşekkür ediyoruz. Bizi burada Çanakkale Derası’nın Tanıtım Merkezi’nde ağırladınız, canlı yayın imkanı sağırladınız.
Zaten biraz sonra programımız, aslında sevgili seyirciler Çanakkale özel programı sadece tarih söyleşileriyle sınırlı değil, bizden sonra da devam edecek. Beşir Aybazoğlu gibi edebiyat tarihimizin hakikaten son derece önemli ve önde gelen bir ismi ve Çanakkale ve edebiyat konusunu çok iyi araştırmış bir büyük usta yazarımız.
Yine Ali Şükrü Çoruk gibi çok değerli bir araştırmacı, akademisyen arkadaşımız. Bizden sonraki programda Çanakkale’yi edebiyat boyutuyla, duygu boyutuyla, hatta bizim burada konuşmak isteyip de fırsat bulamadığımız o ana çocuk duygu şiir dünyasıyla anlatmaya çalışacaklar ki belki burada bizim anlattıklarımızın asıl duygu dünyası, iklimi biraz sonraki, biraz aradan sonra, kısa bir aradan sonra başlayacak programda daha iyi yansıyacak diye düşünüyorum.
Evet Gültekin Hocam, son olarak sizin kısa bir değerlendirmenizi alalım. Aslında Çanakkale’yi sadece 18 Marta mı sığdırmak lazım, biraz ve coğrafyalara yaymak mı lazım? İstanbul’da Çanakkale şehitliği var. 2-3 cümle ama tabi böyle soru çok ama 2-3 cümle de.
Burada en önemli şeylerden bir tanesi bu alan başkanlığı kurulmuş olması ve Çanakkale Üniversitesi’nin bu meseleye bir merkezle katkı sağlıyor olması. Şimdi bizim Çanakkale’yi bir açık hava müzesi yani muharebe meydanı, muharebe alanı olarak korumamız lazım ki bu şu anda yapılıyor. Tabi bu noktada Orman Bakanlığı’ndan Kültür Bakanlığı’na geçmesi ve askeri tarih ve kültürel geçmiş perspektifiyle korunması çünkü evet ağaç dikilmesi, ormanlık alanı haline gelmesi güzel gözüküyor ama aynı zamanda burası bizim açımızdan yani askeri tarihçiler açısından en önemli yaşayan muharebe alanı.
Yani bizim açımızdan ziyaret alanı. Evet yani biz cuma günü cumartesi günü İsmail Başkan ile beraber Kanlı Sırtı ve Conk Bayını gezerken hemen biraz kazıyıca bir tüfek mermisi kurşun buldu ve bana verdi.
Yani hala bu sahip çık projesi çok önemli ama hala satıkta, yüzeyde biraz gezinmeyle bulunabilecek şeyler var. İkincisi bir kütüphane kurmayı düşünüyorlar. Yani aynı zamanda Gelibolu Çanakkale bu Çanakkale tarihi ile alakalı askeri tarih ile alakalı çalışmaların merkezi olacak.
Kütüphanesi ile belgeleri ile aynı zamanda da yayın yapıyorlar. Yani bugüne kadar yayınlanmamış. Çok güzel bir masaj takvimleri var. Evet o takvim keşke işte biraz daha halka dağılabilse yani satış imkanımız olsa yani o da önemli bir katkı.
Biz de bu konularda çalışan akademisyenler olarak görevimiz bir şekilde bu çalışmaların askeri tarihteki gerçeklere uygun ama aynı zamanda bu milletimizin ortak yaşama kültürünü, tarih şuurunu arttıracak şekilde canlı tutulması, doğru bilgilerin arttırılması.
Bu konuda biz buraya dünyanın öte ucundan gelip çıkartma yapan Yeni Zellandası, Avustralyalısı, İngiliz’e göre ilk başlarda daha geriden geldik. Yani onlar burayı daha çok sahiplenmişlerdi. Fakat son süreçte evet alanda böyle bir kısım şeyler objeler gitti, bazı gemi batıkları gitti, bir kısım kayıplarımız oldu ama şu anki kazanımlar inşallah bu aradaki mesafe hızla kapatmayı sağlayacaklar. Evet, evet. Ben son sözü olarak bir cümle etmek isterim. Buyurun lütfen. Çanakkale hepimizin ortak değeri, askeri müştereğimiz, ortak paydamız ve Çanakkale’yi, bu tarihi mekanları, Çanakkale ruhunu herkesin yaşamasını istiyoruz. Bu programı aracılığıyla da herkesi Çanakkale’ye davet ediyoruz.
İsmail Bey teşekkür ederim. Aslında kafanış cümlelerini sarf etmiş oldunuz. Evet. Programın özetini yaptınız. Evet sevgili seyirciler, Tarih Söyleşirleri programında bu gece Çanakkale Destanı tanıtım merkezinden canlı olarak yayınladık.
Çanakkale hepimizin dün Çanakkale zaferi nasıl el, fikir, gönül birliğiyle ve hayatlarımızı kalkan edilerek kazanıldı ve bu memleket bugüne kaldı ise bugün de aynı duyguyla, aynı iklimle, aynı şuurla, aynı idrakla, aynı gayretle çalışarak bu vatanı daha güçlü ve bir daha Çanakkale önüne gelilmez hale getirir.
Mazlum coğrafyanın umudu olmaya, gariplerin elini tutmaya devam ederiz. Hayırla anan ve hayırla anılan nesillerden olmak niyazıyla hepinizi hayırlı gezeler diliyoruz.
Nice zaferlere hoşçakalın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir