"Enter"a basıp içeriğe geçin

Tarih Söyleşileri | Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın | 2. Bölüm

Tarih Söyleşileri | Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın | 2. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=1uLu9Ftuawg.

Müzik… Merhaba sevgili seyirciler. Kültür ve sanatın yeni adresi TRT2’den, hepimize en işten, en samimi, en sıcak duygularla sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
Bu programda misafirimiz, Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi, Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın Hocamız. Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın Hocamızla, Osmanlı Devleti’nde hukuk ve adalet konusunu ele alacağız. Bu konuda çok önemli bir çalışma ya da imza atan hocamızla, aynı zamanda hukuk tarihimizin içerisinde kısa bir yolculuk da yapmaya çalışacağız. Değerli hocam, Osmanlı tarihine baktığımızda, Türk ve İslam tarihinin en uzun ömürlü devletlerinden, hatta en uzun ömürlü devletiyle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Aslında Osmanlı Devleti dünya tarihinde hem siyasal etkinliği hem de tarihi ömrü itibarıyla önemli devletlerden birisi. Bu devlet üstelik Hıristiyanlığın, Yahudiliğin, bunlara bağlı mezheplerin, meşreplerin kök saldığı,
çok farklı medeniyetlerin yaşadığı bir coğrafyada bir uç beyliği olarak ortaya çıkıyor. Sonra Asya, Avrupa, Afrika gibi çok geniş kıtalara yayılan bir devlete dönüşüyor. Bu devlete dönüşmesi de şüphesiz, idari yapının, siyasi etkinliğin, ticari konumlanmanın, askeri gücün ve benzeri pek çok hususun rolü var.
Ama merak ettiğim husus şu, bütün bunlar bir devletin bu kadar uzun ömürlü olması için yeterli mi? Yoksa bu kadar çok uluslu, çok dinli, çok renkli ve çok kültürlü bir coğrafyada bu kadar uzun ömürlü olmanın ve örnek bir yapılanımı ortaya koymanın farklı bir sırrı mı vardır, sebebi mi vardır? Ne dersiniz?
Teşekkür ederim Coşkun Bey. Sizin çizdiğiniz panoramada tabiatıyla bütün bu uzun ömürlülüğü, bütün bu coğrafya genişliğine sahip olmanın sırrı, birçok sırrı var şüphesiz ama bence bunun önemli etkenlerinden birisi
Osmanlı yönetim tarzı ve Osmanlı hukuk ve hukuk işleyiş türüdür. Bu bakımdan aslında Osmanlı tarihine ilgili çalışmalar gittikçe Osmanlı sosyal tarihine, Osmanlı hukuk tarihine, Osmanlı iktisat tarihine yönelmektedir. Ben bunu çok önemli ve hayırlı bir gelişme olarak görüyorum. Siz de ifade ettiniz Osmanlı Devleti Türk tarihinde ve İslam tarihinde en uzun ömürlü olan bir devlet. Osmanlı kadar güçlü askeri yapıya sahip olan başka Türk devletleri vardı. Mesela Timurlular ki Osmanlılar yenmişlerdir. Timurlu Devleti güçlü bir orduya sahipti. Bu bakımdan Timurluların uzun ömürlü olması beklenebilirdi, uzun ömürlü olmadı.
İktisadi bakımdan daha güçlü devletler var. Bunların da daha uzun ömürlü olması beklenebilirdi. Bunları bütün bu faktörleri çok ahengli bir şekilde bir araya getiren Osmanlı yönetimi gerçekten hem çok büyük bir coğrafyaya yayılmıştır hem de yönetim tarzı ve adalet anlayışıyla, hukuk anlayışıyla uzun ömürlü olmanın sırrını yakalamıştır.
Bu nokta önemli. Şimdi esasında siz kısmen temas ettiniz şöyle bir önemli nokta da var. Osmanlı Devleti öyle bir coğrafyada ortaya çıkmıştır ki sağında solunda, doğusunda, batısında hep güçlü devletler var olmuştur. Yani o devletler içerisinde kendisine bir yer açmıştır.
Yani mesela Batı’da kuruluş aşamasından hemen sonra Bizans güçlü bir devletti. Onun batısında Sırplar, Burgarlar biraz daha geride Hırvatlar, Avusturya, Macaristan çok güçlü devletler zaman zaman çok güçlü siyasi yapılardı. Bütün bunların ötesinde bunların hepsini bir araya toplayan bir haçlı yapılanması vardı. Nitekim Osmanlı’ya kurulmadan önce haçlılar ta Kudüs’e kadar birkaç defa geldiler gittiler. Osmanlı hem bunun önüne çekti hem de bu topraklarda yani Hristiyanların, gayrimüslimlerin hayli zengin bir nüfuslarının, kalabalık nüfuslarının olduğu bir coğrafyada çok uzun süre ayakta kalmayı ve uzun süre bu coğrafyayı suh ve suh’un içerisinde yönetmeyi becermiştir. Hocam sadece Osmanlı Föğütü Atalarına baktığımız aslında bir Hristiyan nüfusun ve coğrafyanın üzerine doğru giden ve kabul gören bir yapısıyla. İşte Batı’da öyle. Bu da da yine güçlü devletler var. Bir uç beyli olarak ortaya çıktığında da Anadolu’da çok güçlü beylikler de var. Karamanoğulları başta olmak üzere Germiyanoğulları ve benzeri. Yani belki en küçüklerinden birisi Osmanlı beylik, Kayı boyudur. Çok ismi zikredilmiyor bildiğim kadar. İlk kaynaklarda bu yüzden de çok fazla fark edilmiş değildir. Daha sonra fark edilmiştir.
Burada da beklenen Karamanoğulları gibi mesela daha güçlü bir beyliğin Selçuklu Devleti’nin, Anadolu Selçuklu Devleti’nin bir anlamda mirasçısı gibi görünen Karamanoğulları’nın Selçuklu Devleti’nin yerini almasıydı. Bu mümkün olmamış. Osmanlı Devleti Anadolu Birliği’ni makul bir süre içerisinde tamamlamıştır. Doğuda da güçlü devletlerle mücadele etmiştir. Yani mesela işte Timurlu Devleti, mesela Memluklar, daha sonra Safeviler. Bunlar da dönemlerinde çok güçlü devletlerdir. Ak koyunlar var. Yani bu listeyi daha uzatabiliriz. Yani zor bir coğrafyada ve çok güçlü devletler arasından sıyrılan bir Beyli Osmanlı. Zor bir coğrafyada kültür bakımından karmaşık, din bakımından farklı dinlerin,
mezhep bakımından farklı mezheplerin, kültür ve dil bakımından farklı kültür ve dillerin yaşadığı bir coğrafyada kendisine yer açmıştır. Bu fevkade önemlidir bu yer açması. Aslında büyümesinin sırrı biraz yavaş yavaş büyümesinde de aramak gerekiyor. Birdenbire yani mesela Büyük İskender gibi Makadonya’dan başlayıp ta Hindistan’a kadar gitmiş değildir. O kadar hızlı gitmenin hızlı dönüşü olmuştur. Osmanlı yavaş yavaş büyümüştür, hazmede büyümüştür. Ve kendisinde hem Türk tarihinin birikimini hem İslam tarihinin birikimini çok uyumlu bir sentez yapmıştır. Bu bakımdan Osmanlı Devleti’nin neden bu kadar uzun ömürlü olduğu, nasıl bu coğrafyayı uzun süre problemsiz olarak idare ettiği ve burada yönetim anlayışının ve hukuk anlayışının ne gibi bir rol oynadığı son derece üzerinde durulması gereken bir konudur. Diyorsunuz siz aslında burada hukukun çok belirleyici bir rolü var. Bence devleti Aliye’nin temeli hukuktur. Osmanlı hukukudur. Osmanlı Devleti hem üzerine oturduğu hukuki zemin, İslam hukukunu çok iyi anlamış. Buna kendi dönemindeki uygulamayla kendine has bir zenginlik katmıştır.
Dolayısıyla Emavilerden, Abbasilerden gelen bir devlet ve hukuk geleneğine varisi olmuştur, mirasçı olmuştur. Selçukluyu burada… Tabii o kanalla gelmiştir zaten. Yani Emaviyi, Abbasiyi devletiyle başlayan miras bize Selçuklu, memluklu Anadolu Selçuklu kanalıyla gelmiştir. Bunun yanında ta Hunlardan itibaren geliştirdiğimiz bir siyasi bir devlet birikimi geleneği vardır.
Bunlar, Göktürkler, işte diğer o bölgelerde Karahanlılar, Gazneliler gibi Türk devletlerinin oluşturduğu zenginleştirip, siyasi hukuki mirası da mirascı olarak almıştır. Bu iki zenginliği gayet ahenklü bir şekilde birleştirerek bence çok uzun ömürlü bir devlet kurmuştur.
Osmanlı Devleti yönetim alanında olsun, hukuk alanında olsun geçmiş tecrübeyi çok iyi araştırmıştır, çok iyi harmanlamıştır. Bence uzun ömürlü olmasında bunun önemli bir rolü var. Tarihi, tarihten iyi ders çıkarmış, tarihin birikimini çok iyi kullanmış. Aynen iyi ders çıkarmış, problemleri çözmeye gayret etmiş, önemli bir kısmını çözmüş ve kendi yönetimine ve hukuk uygulamasına
kendine has bir renk, bir zenginlik katmıştır. Şimdi mesela Balkamlardan başlayalım isterseniz. Osmanlı Devleti, Kayı Boyu’nun niye bu kadar ön plana çıkmasının sırrı biraz da burada yatmaktadır. Şimdi Kayı Boyu, Marmara bölgesinde işte Söğüt, İznik o civarlarda kurulduğunda, aslında Anadolu Türkleşmesini ve büyük ölçüde Müslümanlaşmasını tamamlamıştı. Bu yüzden aslında orada fazla kendi dindaşlarına ve ırkdaşlarına karşı yapacağı pek bir şey yoktu. Osmanlı yönetimi Osman Gazi ve özellikle Orhan Gazi’den itibaren yönünü batıya çevrilmiştir. Malum Süleyman Bey zamanında Rumeli’ye geçmiştir. Burada çok güzel bir gelişme zemini bulmuştur.
Şimdi Pol Vitek’teki Avusturyalı tarihçi Osmanlılar yeni Müslüman oldukları için çok büyük bir dini heyecana sahiptiler. Bu yüzden Anadolu’ya değil dikkatlerini Balkanlara yönelttiler. Balkanların Müslümanlaşmasını hedef olarak seçtiler. Ama bunu yaparken de zorla insanları Müslüman yapmak gibi bir usul takip etmediler.
Bunda da diyor Vitek, hem ilk dönemin devlet adamlarının önemli ölçüde ilim adamlarından, müderrislerinden olmasının rolü var. Hem de kuruluştan itibaren daha gerek İznik medreselerinin kurulmuş olması, hemen Bursa’nın keşfinden sonra orada bir medresenin kurulmuş olması, ilim adamlarının Osmanlı yönetimine çok zengin bir katkıda bulunmalarının rolü var.
Müslümanlığın yayılmasını istediler fakat bunu zorla yapmadılar. Tam tersine Balkanlardaki insanları kendi mezheplerinde, kendi dinlerinde serbest bıraktılar diyor. Çünkü Balkanlarda, Balkan ortodoksları çok acı bir tercibe yaşamışlardı. Yani Haçlı seferleri dolayısıyla 1200’lerde Haçlı, Latinliler Balkanlardan geçtiler.
Hatta bir süre İstanbul’da ellerinde bulundurdular. Bu süre zarfında o kadar ortodokslara kötülük yaptılar, o kadar baskı yaptılar ki gerçekten İstanbul’un kuşatılması sırasında Bizans İmparatorunun İstanbul’u kurtarmak adına katolik olmayı kabul etmesine İstanbul ortodoksları çok büyük tepki gösterdiler. Hani meşhur bir söz var burada efendim katolik külahı görmektense Müslüman sarığı görmeyi tercih ederiz diye. Şimdi bu zemin üzerinde Osmanlılar, Balkanlılarda gerçekten iki şeyi yaptılar veya birçok şeyi yaptılar da iki şey önemli. Bir, onları kendi inançlarında, mezheplerinde serbest bıraktılar. Müslüman olmalılar için asla bir baskı yapmadılar.
Tam tersine onları devlet yönetiminde istihdam ettiler, kullandılar. İkincisi Balkanlarda eski yönetim zamanında özellikle Feodal Beyler tarafından ezilen vergilerle, Ankaryalarla ezilen insanların Ankarya yükünü, vergi yükünü hafiflettiler. Dolayısıyla denebilir ki Osmanlılar Balkanlarda mı kolay ilerledi, Anadolu’da mı kolay ilerledi,
kendi ırktaşlarının ve dindaşlarının olduğu yer, hayır Balkanlarda daha kolay ilerledi. Ve Osmanlı uzun tarihi boyunca Balkanlarda ciddi anlamda hiçbir problem yaşamamıştır. Ta Fransız ihtilalinin ve bu vesileyle Ulus Devlet Anlayışının insanları başka şekilde yönlendirmesine kadar. Hocam Balkanlardaki hakimiyet alanıyla Anadolu’daki Osmanlı hakimiyet alanına baktığımızda, Yavuz Sultan Selim döneminde Anadolu birliği, Anadolu’da Müslüman birliği, Yavuz Sultan Selim döneme 1516-17 Mercedab-ı Kridaniye seferlerine giderken ve o süreçte tamamlanıyor. Bundan 100 yıl önce, 150 yıl önce Balkanlarda ciddi bir hakimiyet kurulmuş oluyor. Evet, doğru. Bunda da Osmanlıların diyorsunuz, uygulamış olduğu hukuk anlayışının, vergi ekonomisinin.
Şimdi tabii vergi anlayışı şeyi, vergileri hafifletmesi, yöneticilerin Angarya’larını önlemesi, yöneticilerin halkı çeşitli keyfi yönetimle ezmesi, önlemesi son derece önemli bir faktör olmuştur. Kendi mezheplerinde serbest bırakmıştır. Düşünün ki Balkanların kimi bölgeleri Osmanlı idaresinde 400 sene yaşamıştır.
400 sene asimilasyon için çok yeterli bir süredir. Yani dini asimilasyon için, yani Müslümanlaştırmak için daha anlaşılır bir ifadeyle veya Türkleştirmek için yeterli bir süredir. Osmanlı burayı baskıyla Türkleştirmeye de, Müslümanlaştırmaya da hiçbir zaman çalışmamıştır. Zaman içerisinde Müslümanlığı kabul eden insanlar olmuştur, hayli fazla olmuştur.
Ama 400 sene sonra mesela Bulgarlar ortodoks Hristiyan olarak kendi kültürleriyle ve dinleriyle bağımsız devlet kurmuşlardır. Keşke böyle yapmasa da deniliyor siz ne diyorsunuz? Yok ben o kanaatte değilim. İslam’ın zorla yapılan Müslümana, Türklerin zorla Türkleştirilen insanlara ihtiyacı yoktur. Tarih boyunca olmadı. Bu bakımdan bence bugün bu noktadan bile örnek alınması, dikkat edilmesi, incelenmesi gereken bir konudur. Daha enteresan, siz de bildiğiniz gibi mesela hukukun belli alanlarında gayrimüslimlere, Hristiyanlara ve Yahudilere bir anlamda
otonomi yani aile hukuku gibi, şahsın hukuku gibi, miras hukuku gibi belli alanlarda kendi mahkemelerine gitmek ve kendi dini hukuklarını uygulamak gibi bir imkanı da tanımıştır ki İslam’ın ruhuna uygun olan da budur. Malum İslam’ın genel yaklaşımı nedir? Dinde zorlamanın olmamasıdır. İslam’ın genel yaklaşımı nedir? Aile hukuku gibi, nikah gibi, boşanma gibi dini yönü ağır olan alanlarda,
ağır basan alanlarda bunların kendi inanç sistemleri içerisinde kendi hukuklarını uygulamalardır. Türkler işte bu İslami geleneği aynen önceki İslam devletlerinden miras olarak almışlar ve doğrusu bunu çok iyi uygulamışlardır. Yani o kadar ki mesela Osmanlı Devleti’nde aile hukuku alanında gayrimüslimlerin iki seçim hakkı vardı.
Ya kendi mahkemelerine yani bunlara cemaat mahkemesi isim verilmektedir. Ya kendi mahkemelerine başvurma haklarını sahipti. O zaman kendilerine dini hukukları kendi dini hukukları uygulanırdı. Bunu biraz altını çizelim hocam tekrar başa huka hukuk sistemine hukukun renkliliğine döneceğiz ama Osmanlı Devleti bir İslam Devleti ama bu devletin içerisinde Yahudilerin, Hristiyanların, Ermenilerin veya Bulgarların herhangi bir gayrimüslim topluluğun kendi mahkemeleri var diyorsunuz. Kendi mahkemeleri vardı. Ve o mahkemelerin gitme hakları var. O mahkemede söylediğim ki aile hukuku başta olmak üzere hukukun ahiret şahsiye dediğimiz alanlarında başvurma hakları vardı.
Ve o mahkemenin verdiği karara uymak zorunluluğu var. Çöyle bu yetkiyi bu imkanı onlara niye tanımıştı Osmanlı yönetimi? Osmanlı öncesi İslam Devletlerinde de böyle. Yani söylediğim gibi mesela nikah Hristiyanlık’ta saklement, kutsal ayinlerden birisidir. Bir din adamının kıymadığı katolik inancında mesela bir din adamının bir ruh rahibinin kıymadığı nikah geçerli değildir. Ve evlenme engelleri konusunda, boşanmanın mümkün olup olmaması konusunda çok ciddi dini kuralları vardır. Dolayısıyla eğer dindar bir Hristiyan olarak yaşamak istiyorsa Osmanlı Devleti ona bu imkanı sunmuştur. Bir soru soracağım hocam burada. Bugün modern dünyada böyle bir sistem var mı? Şimdi ulus devletlerden sonra, ulus devletlerden sonra… Mesela Avrupa’da, Amerika’da, herhangi bir dünya ülkesinde diyelim ki bir Müslümanın veya bir Yahudinin, farklı dinin ve sistemin hakim olduğu bir toplumda resmen mahkeme olarak müracaat edebileceği ve ahvali şahsiyesiyle ilgili hükümleri alabileceği ve bunun resmi hukuk mercisi tarafından tanımlandığı bir ülke var mı? Şimdi Yahudi hukukuyla İslam hukukunu birbirinden ayırmak dünyanın bugünkü konjuktürü bakımından daha doğru olur, kanaatindeyim. Var mı yok mu onu soruyorum. İşte ben de onu söyleyeceğim şimdi. İngiltere’de bazı konularda bir deneme var. Müslümanlara kendi hukuklarını uygulama konusunda bazı imkanlar verilmeye çalışılıyor. Yeni yeni. Şu anda o daha netlik kazanmış değil. Yahudiler bütün dünyada cemaat desteği ile çok fazla ön plana çıkmaksızın, çok fazla afişe etmeksizin Yahudi şeriatını uygulanmaya özellikle aile hukuku alanında özen gösterirler. Kendi işlerinde ama. Kendi işlerinde ama. Bir devletin resmi hukuk sistemi. Onu söyleyeceğim şimdi. Mesela New York eyaleti 1980’lerin başında bir kanun kabul etti. Bu kanuna göre Yahudi bir çift boşandığı zaman Yahudi hukukuna göre boşanan eşin yani karısının tekrar evlenmesine imkan veren bir formüle karısını boşamadıkça bu boşama geçerli değil. Bu boşama bir anlam ifade etmiyor. Ama bunu o kadar güzel ifade ettiler ki bunu konunun çok uzmanları dışında hiç kimse fark edemez.
Yani kural şöyle bir koca Yahudi eşinden boşanmış sayılabilmesi ve yeniden evlenebilmesi için karısının yeniden evlenmesinin önündeki bütün engelleri kaldırmak zorundadır. Bu şu anlama geliyor. Yahudi şeriatına göre karısını boşamak zorundadır. Bu boşamayı yapmamışsa kendisi de başkasıyla evlenemez. Yahudi şeriatına göre boşamayı yapabilmesi için de karısına bir boşanma belgesi vermesi lazım. Onun dışında da başka usuller var.
Yani onu söyleyeyim bu bakımdan gerçekten Yahudiler kendi kültürlerine ve hukuklarına çok fazla dikkat çekmeden uyma noktasında çok başarılı çeşitli yerlerde örnekler veriyorlar. Ama biraz önce Osmanlı örneğindeki uygulamaya ve meşruyete baktığımızda henüz modern dünya bunun çok gerisinde. Yani Osmanlı çok ileri bir uygulamayı insanlığa armağan ediyor.
Evet şimdi mesela işte şu önemli Osmanlının niye bu kadar bir anlamda Osmanlı sulhunu Paks Otamanayı gerçekleştirebildiğinin çok uzun süre hiçbir problem olmadan bu farklı kültürleri dinleri mezhepleri olan insanları biraz tutabildiğinin sırrı da ortaya çıkıyor. Bunlar… Hukuk sistemi. Hukuk sistemi.
Şimdi şunu söylemeye çalışıyorum. Bunlar isterlerse kendi mahkemelerine başvurmakta ve şeyleri mahkemenin verdiği kararı kendi iradeleriyle uygulamak durumundaydılar. Çünkü bu din ve vicdan hürriyetinin bir gereği olarak nasıl Hıristiyanlar kiliseye gitmesi için zorlamıyorsa mahkemenin verdiği kararı uygulaması için de Osmanlı Devleti bir yaptırım getirmiş değildir.
İsterse gayrimüslim Osmanlı Mahkemesi’ne de gelme hakkına sahiptir. Orada hangi hukuk sistemi uygulanıyor? Orada Osmanlı hukuku, İslam hukuku uygulanır. Çünkü razı oluyor. Ve enteresandır Osmanlı mahkemelerinde Kadı Sicilleri bu bakımdan çok fazla örneklerle doludur. Osmanlı mahkemelerinde bu alan… Arkadaşlardan rica etsek 9, 10, 11, 12 numaralı görsellerde ekrana taşıyabilirler mi acaba Hocam Kadı Sicillerinden bir bahis açmışken?
Evet. Şimdi kendileri başvurduğu zaman bunlara Osmanlı yani İslam hukuku uygulanır. Bu yüzden din adamları, gayrimüslim din adamları kendi vatandaşlarına… Ekrana geldi Hocam şu anda Kadı Sicillerinden örnekler. Ondan belki fırsat bulursak sonradan bahsedeceğiz.
Şimdi bu yüzden gayrimüslim din adamları kendi vatandaşlarının kendi dindaşlarının daha doğrusu Osmanlı mahkemelerine gitmemeler için çok gayret göstermişlerdir. Fakat işin ilginç tarafı gayrimüslimler oldukça yoğun bir şekilde Osmanlı mahkemelerine gitmişlerdir. Bu mahkeme defterlerinde bunun sayısız örnekleri var. Bildiğim kadarıyla… Eline bakımından boşanma bakımından.
Papazların, patriğin falan farklı dinli yöneticilerin padişah müracaatları da var. Müracaatları var. Bu başvurunun yasaklanması konusunda Osmanlı yönetimi sadece şunu yapmıştır. Gayrimüslimleri Osmanlı mahkemesine gelmek noktasında zorlamayınız ama gelirse reddetmeyiniz, kabul ediniz şeklinde. Bu yüzden de çok ciddi anlamda, tabi bunun başka sebepleri de var. Onu da belirtmek gerekir.
Burada hocam şu hukuk sisteminin karakteristik özelliğini, bu anlattıklarımızı da dikkat ederek formüle edebilir misiniz? Osmanlı hukuk sisteminin ana temel hususiyeti. Şöyle şunu söyleyeyim, bir defa gayrimüslimler ve Müslümanlar fark etmiyor. Osmanlı Devleti elinden geldiği ölçüde kendi vatandaşlarının canını, malını korunmuştur.
Yani koruma noktasında gereken tedbirleri almıştır. Bu tedbirlerin zayıf olduğu, gerektiği gibi işlemediği dönemler olmuş mudur? Elbette olmuştur. Netici itibariyle 600 seneyi aşkın bir zaman diliminden bahsediyoruz. Ama şunu söyleyebilirim, kendi vatandaşlarının canını ve malını koruma noktasında Osmanlı yönetimi Müslümanlarla gayrimüslimler arasında bir ayrım yapmamıştır. Dolayısıyla şu nokta da önemli Coşkun Bey, şimdi mesela İstanbul’un fethettiği dönemi şey olarak alalım. Osmanlı yönetimine kafa tutacak çevresindeki ülkelerden, özellikle gayrimüslim ülkeleri de artık güç kalmamıştı. Buna rağmen Osmanlı yönetimi gayrimüslimlere çok müsamhalı davranmıştır. Yani onlara tanımış olduğu imkanı uluslararası bir anlaşmanın gereği olarak tanımamıştır. Bir iç hukuk düzenlemesi olarak yapmıştır. Bu önemlidir. Burada bir şey soracağım hocam, müsaadenizle. Genelde bazı uzmanlar veya meraklılar veya ilgiler bu konuya temas ederken bir Osmanlı müsamahasından söz ediyorlar. Ben de diyorum ki bu aslında bir müsamaha değil, bir hukuki garanti yani herhangi bir şahsın veya padişahın inisiyatifine bırakılmış bir konu değil. Bizzat hukukun farklı olan unsurların haklarını garanti altına almasıdır. Zaten Osmanlı uygulamasının hukuki zemin-i İslam hukukuna dayanmaktadır. Yani kişisel bir inisiyatif yok, tercihi yok, müsamaha yok, hukukun garantisi var. Hz. Peygamber döneminden beri gelen bir uygulama söz konusudur. Sünnete ve Kur’an’a, kitaba dayanan bir uygulamadır.
Bu uygulama, bunun altını çizmek gereken sadece Osmanlılara has bir uygulamada hiçbir zaman olmamıştır. Tarih boyunca İslam devletleri bu uygulamayı hep yapmışlardır. Yani mesela Mısır, Mısır Osmanlılardan önce gayrimüslimlere İslam hakimiyetine girmiştir. Yani birinci asırdan itibaren şimdi on beşinci asırdayız hiccid takvim bakımından. On dört asırdır burada gayrimüslimler var ve varlıklarını koruyorlar.
Bu kahrede sayısını bilmediğimiz kadar kilise var mesela. Bu bakımdan bu aslında İslam’ın bir yaklaşım tarzıdır. Fakat bunu Osmanlı gerçekten çok güzel uygulanmıştır. O bakımdan Osmanlı’nın burada zaten farkı ortaya çıkmaktadır. Yani bunu, bu uygulamayı iyi yapmıştır. Şimdi Osmanlı vatandaşlarının gerek mesela ehl-i örf dediğimiz kamu yöneticilerinden şikayetleri var.
Gerek o kadar çok olmasa bile zaman zaman kadılardan diğer yönetilen şikayetleri olmuştur. Ve bu şikayetleri Osmanlı en üst yönetimine yani padişaha ulaştırmışlardır. Bu şikayetlere neler yapıldığını siz biliriz. Burada bir ve iki numaralı resimleri ben, onlar üzerinde de konuşacağız hocam. Bir ve iki numaralı resimleri hatta dört numaralı resmi, bir iki ve dört numaralı resimleri arkadaşlar ekrana taşırlarsa
bu anlattıklarınızın birer de dayanı beraber paylaşmak istiyoruz. Halkın doğrudan padişaha şikayetini ulaştırması diyorduk. Şimdi tabii şikayet doğrudan şikayet veya dolaylı şikayet yani bundan hepsi mümkündür Osmanlı yönetimler. Hocam şurada ekranda bir resim var müsaadenizle bu resimle ilgili bir şey söylemek istiyorum. Burada çok ilginçtir Kanuni Sultan Süleyman bir ava gidiyor ve padişah ava giderken hemen önde bir kadın gözüküyor.
Kadın şikayetini padişaha iletiyor ve padişah bunu dinliyor mesela bu dönemin o dönemde yapılan minyatürklere kaynaklara kadar rastlamış bir durum. Şimdi tabii vaktimiz ne kadar imkan veriyor bilmiyorum. Burada biraz ayrıntıya gidebiliriz. Lütfen buyurun hocam. Şimdi önce şu cümlemi tamamlayayım izninizle. Şimdi bu üst yönetime şikayet gittiği ile ilgili elimizde çok belge var. Fermanlar var efendim hükümler var. Ahkam defterlerinde, şikayet defterlerinde, mühimmet defterlerinde ve kadı sicillerinde, üst yönetimden yani kazasker olsun, sadrazam olsun padişahdan gelen hükümler var. Bu hükümlerde hep şu ifade kullanılıyor.
Şöyle bir şikayet gelmiştir bize dönemin mesela beylerbeyimden veya dönemin subaşısından veya dönemin sipahisinden veya sair bir görevden eğer şikayet anlatıldığı gibi ise şunu yapın diye. Ve bunu yaparken Osmanlı yönetimi bakın bu kadar senedir biz defter okuyoruz, belge okuyoruz. Osmanlı yönetimi gayrimüslim müslüm ayrımı asla yapmamıştır.
Yani bu Osmanlı sulhunün, Osmanlı imparatorluğun uzun yaşamasının sırrı buradadır. Yani Müslümanları farklı tutup gayrimüslimlere karşı onları farklı bir konumda tutmamıştır. Haksızlık kime yapılıyorsa Osmanlı yönetimi bunu ortadan kaldırmak için gayret etmiştir. Çoğu kere başarılı olmuştur bazı kerelerde başarılı olamamıştır onu belirtmek gerek. Arkadaşlar ilginç bir minyatür daha ekrana taşıdılar. Iki numaralı resim hasır yakma. Cumha selamlığı ve hasır yakma. Mesela halkın şikayetini ulaştırma araçlarından birisi. Doğru. Şimdi mesela İstanbul’a olan herkes veya İstanbul’a gelen herkes Padişah’a bir şekilde şikayetini ulaştırma imkanına sahip olmuştur. Doğrudan doğru. Doğrudan doğru. Bunun yollarından birisi biraz önce gösterdiğiniz minyatürde olduğu gibi Padişah mesela ava giderken önüne birisi çıkabilir. Fakat daha yaygın olanı Padişah cuma namazına giderken umumiyetle kendi yaptırdığı camide cuma namazını kılar. Mesela kanuni diyelim. Kanunu Topkapı Sarayı’ndan çıkar. Süleymaniye camiine gelir namazı oradan… Tabi camiye giderken gelirken büyük merasim yapılır. Padişah böyle yürüyerek giden bir insferdi vahit değildir. Aslında cumha selamlığı diyorlar biz ve bir halkla ilişkiler görgünü de var aslında. İşte burada o cumaya selamlığına giderken gelirken herkes Padişah’a şikayetlerini dilekçe ile, yazılı dilekçe ile sunar.
Şimdi o kadar kalabalık olduğu anlaşılıyor zaman zaman ki Padişah’ın görevlendirdiği kimseler bu dilekçeleri toplarlar. Padişah’ın alayına Kortaj’e yaklaşamayanlar işte biraz önce sorduğunuz şey… Arkadaşlar burada iki numaralı resmi tekrar yakına getirebilir miyiz? Evet buyurun hocam. Şimdi Padişah’a yaklaşamayanlar o Kortaj’e yaklaşamayanlar o zaman işte sepetlerde kullanılan hasırlardan küçük bir hasır yakarak
kendisinin bir şikayeti olduğunu duyurur. O zaman bunu bilir. Yani orada ufak bir duvan çıkıyor burada Padişah’a ulaştırılacak bir şikayet var anlamına gelir. O kadar yaygın bir kullanıma sahiptir ki mesela zaman zaman beylerbeyni veya zaman zaman sipahiyi, subaşıyı veya kadıyı onlarla ilişkisi olan Osmanlı insanı tehdit etmiştir.
Ne diyor? Benim bu şikayetimi dikkate alasın aksi halde hasır yakarım diye. Bana hasır yaktırma. Evet. Yani bu ben bu şikayeti Padişah’a kadar götürürüm demiştir. Şimdi Padişah bu dilekçelerin hepsini divana havale etmiştir. Divana havale eder. Dört numaralı resmi ekrana getirelim şimdi arkadaşlar bu çerçevede. Evet hocam. Osmanlı arşivinde… Hocam şurada bir şey söylemek istiyorum müsaadenizle. Burada yine kadın var önde. Kadı var. Fatiha şey Kânül Sultan Süleyman’a bir şikayet ulaşmış. Kânül Sultan Süleyman İstanbul Kadısına emir veriyor ve kadı kadının şikayetini dinliyor. Bunlar da ilginç yani aslında hani kadınların da hak ve hukuk aramada hem ne kadar cesur hem de hukukla onlar ne kadar imkan tanıdığını gösteriyor.
Bunlar Osmanlı toplumunun aynasıdır malum. Bunlar olmayan şeyleri minyatür haline getirmemişlerdir. Bu sanatı orada göstermemişler. Hayatın içinden tablolar yapmışlardır. Dolayısıyla bu normal şekil Padişah’ın bu dilekçeleri divana havale etmesidir. Çünkü Osmanlı Devleti’nde en üst mahkeme divanı Hümayun’dur. Divanı Hümayun’da Rumeli Kazaskeri bu şikayeti dikkate almak mecburiyetindedir.
Arkadaşlar 15 ve 16 numaralı resimler ekrana getirirlerse hocam divanı Hümayun’dan söz ederken hem aynı zamanda Divanı Hümayun ve Adalet Kulesi’ni de biraz konuşmuş oluruz. İzleyicilerimizin zihninde de bir mekan tasavvuru gelişmiş olur. Hocam buyurun. Şimdi tabi şu var evet. Adalet Kulesi bu aynı zamanda Divanı Hümayun. Buraya geliyor değil mi şikayetler hocam? Evet şikayetler buraya gelebilir. Osmanlı Devleti’nde Sadrazam’ın başkanlığında toplanan bu divan bu yesil Padişah Divanı’dır. Fatih’ten itibaren Padişah Divanı’na başkanlık yapmamıştır ama divan Padişah’ın olduğu yerde toplanır. Ama onun dışında Sadrazam’ın başkanlığında iki önemli divan daha vardır. Bunlardan birisi Çarşamba Divanı’dır.
Çarşamba Divanı Sadrazam veya Sadrazam Kaymakamının başkanlığında toplanır. Üç tane pardon dört tane kadı görevi yapar orada. Suriç’i İstanbul, İstanbul Kadısı, Üsküdar Kadısı, Galata Kadısı ve Eyüp Kadısı. Bunlar Divanı Hümayun gibi gelmiş olan hukuki problemleri şey derler görürler orada.
Sonra onunla ilgili karar alırlar veya onunla ilgili bir davayı kendi mahkemelerine haval edebilirler. Bir de Cuma Divanı var. Cuma Divanı’nda da yine Sadrazam’ın başkanlığında Rumeli ve Anadolu Kazaskeri görevi yapar. Dolayısıyla o da Divanı Hümayun’un küçültülmüş bir şeklidir. Dolayısıyla Padişah’a ulaşılan şikayetlerin biz bu divanlardan birisinde mutlaka karara bağlandığını
ve kararın Padişah’a bilgi olarak sunulduğunu biliyoruz. Bununla ilgili çok belge var. Dolayısıyla Osmanlı yönetimi vatandaşını koruma noktasında gerçekten her dönemde belli bir hassasiyete sahip olmuştur. Söylediğim gibi tekrar yanlış anlamaları önlemek için tabiatıyla 600 senelik uzun bir süreyi aynı şeyle değerlendirmek mümkün değil.
Sistemin iyi işlediği dönemler var. Uzun süre iyi işlemiştir denebilir. Özellikle kuruluş dönemlerinde, gelişme dönemlerinde çok iyi işlemiştir. 17. 18. asırda zaman zaman aksayan dönemler var. O zaman merkez yönetimi yine vatandaşına sahip çıkmak istemiştir. Fakat devletin içinde bulunduğu şartlar bu sahip çıkmayı zaman zaman fiili hayata yansıtamamıştır.
Hocam bunu biraz bir iki örnek versin. Mesela vatandaşın kendisinin Divan-ı Hümayun’a gelebilme ve şikayetin ifade edebilme bir beyler beyiyle… Şimdi bakın……gündeşe bilme veya şey imkan olabiliyor. Vatandaş Divan-ı Hümayun’a bizzat gelebilir. Bizzat gelebilir. Mesela Erzurum’daki bir insan. Mesela Erzurum’daki bir insan bizzat gelebilir. Olmuş mu böyle? Var tabi.
Kendi senin şikayeti bakın çok enteresan. Şikayetini yazılı olarak iletebilir. Bir şekilde iletebilir. Bu şikayetle Divan’da dikkate alınmak durumundadır. Şimdi ben bunu daha önce bir konferansta da zikrettim. İsrail’e bir araştırıcı var. Hayim Gerber.
Vallahi İsraililer de epey araştırma yapıyorlar bizim marşirde. Bizim yapmadığımızı onlar yapıyorlar. Hayim Gerber tam sizin belki siz oradan kitapta gördünüz. Hayim Gerber hem tam Erzurum’dan bir örnek veriyor. Erzurum’da bir köylü beyler beyni şikayet ediyor Divan’a. Şikayet ediyor. Divan görüşüyor bu olayı. Hayim Gerber diyor ki burada diyor Divan’ın ne karar verdiği önemli değil diyor. Beyler bey demek Osmanlı Devleti’nde en üst, yani vezirlerin altında ama en üst askeri ve sivil yönetici demektir. Daha çok askeri bir yönetici demektir. Rumeli beyler beyi efsane bir yöneticidir yani. Rumeli’deki bütün askeri güçlerin kendisine bağlı olduğu kimse. Erzurum’daki beyler bey de o civarın en güçlü kimsedir. Şimdi köylü diyor beyler beynin kendine haksızlık yaptığını, kötü muamele ettiğini,
belki dayak attırdığını veya ceza verdiğini düşündüğü için şikayet ediyor diyor. Şu korkuyu taşımıyor diyor. Ya bu İstanbul nere, Erzurum nere, o günkü şartlar içerisinde bu beyler beyi şimdi bunu duyarsa, bana bir kötülük ne yaparsa ben ne yaparım diye bir korku taşımıyor. Çünkü beyler beyinden kendisine bu şikayeti dolayısıyla bir farklı muamele geleceğinden korkusu yok diyor.
Yani devlete o kadar güveniyor ki beyler beyi bana bir şey yapamaz diyor. Çok önemli. Çok önemli. Başka bir nokta var, bunun mahalli kadıya da şey der, şikayetini yapabilir. Kadıya der ki beyler beyi veya subaşı bana şu kötülükleri yapıyor. Adalt namerlerde ve kanun namerlerde şu çok sıklıkla vurgulanır. Çok vardır yani bunun örneği.
Şimdi kadı Osmanlı Devleti’nde vatandaşın en rahat başvuracağı bir kamu görevlisidir. Ve Osmanlı Devleti… Kadı dediğimiz bugünkü hakim, canan geniş bir kamu görevlisi. Ve Osmanlı yönetimi denebilir ki idaren merkezine kadıyı yerleştirmiştir. Diğer kamu görevlilerini değil kadıyı yerleştirmiştir. Adaleti yerleştirmiş diyebilir miyiz? Evet. Şimdi kadıya başvurduğu zaman diyelim ki haksız yere bir ceza veriyor.
Kadıya başvurduğu zaman kadı bir defa beyler beyi veya subaşı……ceza uygulamalarında yetki sahibini, cezaları onlar uygular. Ama bu cezayı uygulayabilmesi için… Beş numaralı resmi alabilirsek bu arada ekrana. Kadıyı anlatırken hocam. Evet hocam. Bunu yaparken mutlaka mahkemenin daha önce de bir mahkumiyet kararı vermesi gerekir.
Yani kadı hüküm vermeden beyler beyi veya subaşı veya sancak beyi bir cezalandırma yapamaz. Şimdi böyle bir cezalandırma yaptığını varsayalım. Yapmış mıdır? Osmanlı tarihinde var mı bunun örneği? Var. Yani sancak beyi veya subaşı veya beyler beyi kadının hükmünü beklemeden cezalandırma yapmıştır. Çünkü netice itibariyle memleketin suh ve sukunundan onlar sorumlular.
Bunu sağlamak için bazı zecihi, bazı zor tedbirleri almışlardır. İşte hakkının yendiği, kendisine zulmedildiğini düşünen bir insan kadıya bunun için baş verir. Baş vurur. Şimdi kanun ameleri diyor ki böyle bir başvuru durumunda ya kadı bu haksızlığı önleyecek. Bu zulmü, bu kötü muameleyi önleyecek. Bunu önleyemiyorsa önleyemediği dönemler olmuştur kadıların. Durumu İstanbul’a bildirecek. Eğer İstanbul’a bildirmezse kadı bundan sorumlu olur. Çünkü vatandaş hakkının yendiğini şikayet ettiği halde bir netice alamazsa bir şekilde yazılı başvurarak, birisine vekalet vererek bazı önemli durumlarda bizzat kendisi İstanbul’a gelerek o kadar kolay olmasa bile divana bu şikayetini ulaştırdığında yapılan ilk araştırma şudur. Kadı bu şikayeti bize bildirmiş.
Yani kadı ya kötülüğü önleyecek ya da durumu merkeze bildirecektir. Bu bakımdan şunu rahatlıkla söylüyorum biraz önce söylediğimi tekrar edeyim izninizle. Osmanlı yönetimi vatandaşa Hristiyan olsun gayri Yahudi olsun veya Müslüman olsun her zaman sahip çıkmıştır. Hiçbir zaman onu yalnız bırakmamıştır. Bu işte Osmanlı Devleti’nin niye uzun zaman oldukça sakin, suh ve sükun içerisinde can ve mal güvenliğini sağlamış olarak devam ettiğinin bir ispatıdır veya göstergesidir. Hocam ben arkadaşlarımdan 14 numaralar resmi ekrana taşımadan rica ederken size Topkapı Sarayı’yla ilgili bir hususu sormak istiyorum. Adalet Kulesi Topkapı Sarayı’nın en yüksek yapısında anlamıyor. Şimdi şöyle Fatih Akadar Divanı Humayun’a Padişahlar başkanlık ederlerdi. Önce 15’i sonra bu 14’u gösterirsek arkadaşlar gerçi biraz önce gönderdik Adalet Kulesi’ne ama tekrar bununla da ilgili bir sorum olacak. Devai Kasrı’yla ilgiliydi hocam ekranın resimle ilgili. Tabii. Evet Devai Kasrı. Ondan da bahsedelim. Çok süratli geçtiğimiz için biraz şey diyor iki insicamı… Çünkü mesela Topkapı Sarayı’nı bu sene 3 milyonu aşkın insan ziyaret etti. Adalet Kulesi deyince bu ne diyorlar biz de merak ediyoruz. Doğru. Ehlini bulmuşken öğrenelim. Estağfurullah. Şimdi Padişahlar Fatih’ten itibaren divan toplantılarına başkanlık etmemişlerdir.
Şimdi divanın gördüğü çeşitli işler var. İdare işleri var, efendim denetim işleri var, efendim bir harp ilan edilecekse hazırlık şeyleri var. Bir de Divan-ı Hümayun’un çok önemli bir yönü bir yüksek mahkeme olmasıdır. Divan-ı Hümayun Padişah’ın, Padişah’a ait olan bir mahkemedir, yüksek mahkemedir.
Ve burada insanlar gelir, şimdi mesela işte Davi Kasrı’nda insanlar dilekçelerini vezirler veya görevli bir insan çıkar, onları toplar. Yani divanın toplantı gününde, toplantı zamanında herkes dilekçesiyle birlikte oraya gelir. Dilekçesiyle birlikte gelir, bazen bir vezir, bazen başka bir görevli o dilekçeleri toplar.
Hatta insanları bir ön olarak dinler şikayetlerini, sonra getirir divanda bunu özetler, şikayet konusu, dilekçeyi sunar. Divan tekrar bir yargılama yapabilir, durumu gözden geçirir. O zaman işte eğer Padişah Fatih’ten sonra divana bizzat katılmayınca, divandan bütünüyle habersiz olmamışlardır.
Divana hakim olan bir yerden kendilerini göstermeden divan toplantılarını izlemişlerdir. Bunun çok örneği var, divan toplantılarını izlemişlerdir. Eğer Padişah vesaire bir vatandaşın hakkını yendiğini ve divanda doğru dürüst bir yargılama yapılmadığını, zulüm yapıldığını veya haksız bir karar verildiğini öğrendiğinde, gördüğünde hemen o pencere, biliyorsunuz aralıklı… O pencereyi gösterdi artık İbni Hümayun için. O pencereyi vurur, Padişah görünmez zaten. Orada Padişah var mı yok mu? Vezirler, divan üyeleri hiç bilmezler. On altı numaralı resmi ekrana taşıyabilir miyiz arkadaşlar? Şu pencereyi bir de buradan gösterebilsek hocamız sözünü etmişken. Padişahın arkasına oturarak içerideki bakanlar kurulu toplantısını izlediği pencere on altı numaralı resimde yavaş yavaş görüyor.
Evet, orada o pencereden olayken… Bu pencere hocam. Evet bu pencere doğru. Sevgili seyirciler bu gördüğünüz pencere… Şimdi bunun önünde de zaten sadrazam oturuyor, diğer şeyler var. Vezirler. Vezirler var. Beyler bey. Hazaskerler var. Hazaskerler. Rumeli Beyler Bey sadece. Şimdi bu pencereye vurduğu zaman divan toplantısı hemen sonra erer. Hemen sonra erer.
Bu padişahın bir şeyden hoşlanmadığını, izahat istediğini gösterir ve sadrazam hemen padişahın huzuruna çıkar. Padişah bir anlamda sadrazamı sıvıya çeker, hesaba çeker, yanlışlığını düzeltilmesini ister. Şimdi yabancı gözlemcilerin de bir müşahedeleri var. Derler ki Osmanlı Devleti’nde haksızlığın yapılmadığı en önemli yer divanı Hümayun’dur. Niye? Çünkü padişah divan Hümayun toplantılarını zaman zaman ki kendisini göstermeden ve üyelerin hiç bilgisi olmadan izlemektedir. Herkes her toplantıda padişahın kendisini izlediğini düşünür. Adalet kulesi ondan dolayı mı diyorlar? Tabii ondan dolayı. Bu arada tabi Deva-i Kasrından söz etmişken bugün yerinde yok ama bir hatıra olarak 14 numaralı resmi ekrana getirebilirsek arkadaşlar.
Deva-i Kasrını da kısaca hocam izah etti ama bir de üzerinde izah edelim. Tabii ki zaman su gibi akıp gidiyor. Niye bu kadar hızlı geçti zaman hocam bugün? Resimleri çok gösterdiğiniz ondan çekmiştir. Bence tersi. Sizin güzel sohbetinizden diye düşünüyorum. Sağ olasın. Yalnız şunu söylememe izin verin Coşkun Bey.
Bütün İslam devletlerinde özellikle Türkler’de Türklerin kurduğu devletlerde hükümdarlar halkın şikayetlerini dinlenmeyi çok önemsemişlerdir. Yani mesela Hindistan’a gidin. Baburlu saraylarında bu Fethi Pürsikri olabilir veya Humayun Kasr olabilir. Saraylarda mutlaka Baburlu hükümdarı orası da bir Türk hükümdarlığıdır, devletidir.
Padişah’ın şikayetlerini dinledikleri divanı size gösterirler. Oturduğu koltuğu gösterirler. Mesela Selçuklular da, Selçuklu Sultanı da şikayetleri dinlemiştir. Hatta Anadolu Selçuklularında senede bir gün Selçuklu Sultanı mahkemeye gelir. Kendisi sanık sandalyesine adeta oturur. Kendisinden şikayetçi olan bir kimse var mı bunu bekler.
Yani sembolik bir davranıştır bu. Doğru yani orada hiç şikayetçi olmamış da olabilir. Ama bu sembolik davranış olayın yaklaşım. Olanları da oluyor kaynaklardan görüyoruz. Tabii, yaklaşım tarzı önemlidir. Yani orada bir Selçuklu vatandaşı gelip Selçuklu Sultanı’dan şikayet etme hakkına sahiptir. Bu bakımdan Doğu kültüründe, İslam öncesinde de var ama…
…Selçuklu Sultanı’nın sonrasında çok daha baskılı olarak adaletin temini son derece önemlidir. Bunu en iyi yapan devletlerden birisi Osmanlı Devleti’dir denebilir. Hocam çok ilgimi çeken bir cümleyi burada müsaadenizle sizinle paylaşmak istiyorum. Biliyorsunuz ben doktoru tez olarak siyaset namelere dayalı……Osmanlar’da siyaset ve toplum düşüncesi konusunu tez olarak çalıştım. Hemen hemen incelediğim her siyasetname ve tezimin ana kaynaklarını oluşturdum.
Islahat namelerinde geçen bir cümle var. Mülk küfür ile payidar olur ama zulüm ile asla. Bunu söyleyen son derece dindar, mütedeyyin ve İslam hukukçuları, Müslüman devlet adamları. Şeyinde sözü var ya Hz. Ömer’e nispet edilen……el adl-u esasün mürkün temeli adalettir. Bu söylediğim gibi adalet İslam kültüründe son derece önemlidir.
O yüzden de Osmanlı yöneticileri bunu sağlamak üzere gerçekten çok ciddi gayret göstermişlerdir. Ve işte uzun yaşamanın sırrı biraz buradadır denebilir. Zaman çok hızlı akıyor sevgili seyirciler ve arkadaşlarım bana zamanın bitmek üzere olduğunu hatırlatıyorlar. Ben meraklar için müsaadenizle hocamın bir iki eserini hatırlatarak sizlere katkıda bulmak istiyorum. Bunlardan bir tanesi Osmanlı Devletinde Hukuk ve Adalet. Gerçekten hocamın bu konuda çok farklı zamanlarda yapmış olduğu önemli çalışmalarını konu alıyor. Tabi bu arada Mehmet Akip Aydın Hocamızın Osmanlı Hukuk Tarihi alanında dünyanın en önemli uzmanı olduğunu da hatırlatmama gerek var mı bilmiyorum. Yine bir diğer eseri yeni çıkan çalışmalar bunlar. Osmanlı Aile Hukuku bugün aile konusunda çok gündemde olan bir mevzu. Aile konusunu çalışanlar ve tartışanlar hatta kanun hazırlayanların bir tarihi tecrübe olarak ki burada zaten ondan söz ediyoruz. Bu eseride incelemelerini de hatırlatmak isterim. Birkaç dakika kaldı ama hocam aslında sizin çok önemli yeni kitap çalışmalarınız var ama İstanbul Kadı Sicillerinden de bir iki cümle söz etmek istiyoruz.
Yüzüncü cildi bitirdiniz diye biliyorum. Evet şimdi biz bu İstanbul Kadı Sicilleri gerçekten hukuk tarihi bakımından, sosyal tarihi bakımından, iktisat tarihi bakımından son derece önemli bir kaynak. Doğrudan yorumsuz birinci el bir kaynak. Biz İstanbul’daki dört önemli mahkemenin zaten İstanbul dört bölgedir. Suriçi İstanbul, Üsküdar, Galata ve Eyüp.
Buradan yüz tane defter seçtik. Bunun kırk tanesini daha önce insan bünyesinde birlikte neşretmiştik. Onlar çok iyi kullanılıyor, internetten de ulaşılabiliyor. Şimdi Kültür AİŞ İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Kültür AİŞ’in katkılarıyla kalan altmış cittide hazırladık. Zaten kısa bir süre içerisinde internet yayını onun da mümkün olacak.
Böylece ta ilk 1500’lü yılların başlangıcından 1900’lü yıllara kadar 400 yıllık bir dönemin mahkeme kayıtlarından seçtiğimiz 100 ciltlik bilgi dağarcığını biz araştırıcıların istifadesinde sunmuş olacağız. Ben bu altmış ciltinde çok kullanılacağını zannediyorum.
Dolayısıyla bunlar özellikle yüksek lisans doktora veya Osmanlı tarihiyle ilgili ödev veya seminer hazırlanan kimseler için son derece önemli bir kaynak. Ama tabi biz sadece latinize ettik. O dile biraz aşına olmak gerekir. Bunlardan yararlanmak için. Aslında hocam Kadı Sejirleri bugün sadece İstanbul’a dair 10 bin defter var. Osmanlı tanelere 30 bini aşkın defter var. Osmanlı hukukun uygulama alanını ve konularını merak edenler için bir kaynak olmasının yanında siyasi, iktisadi, ticari, kültürel, gündelik yaşam, ev eşyaları ve hatta zamanın Türkçesine varıncaya kadar önemli alanda geniş bir kaynaklık yapan eser diyebilir miyiz? Doğru. Diyebiliriz tabi. Çok çeşitli bakımlardan bir kaynak özelliğine sahip. Ve Osmanlı hukuk tarihin en önemli kaynağı diyoruz.
Hocam bir iki cümleyle son değerlendirmenizi alarak programın son saniyelerini tamamlayalım. Şöyle biz Osmanlı araştırmalarını bundan böyle daha nitelikli olarak yapma şansına sahibiz. Çünkü mesela ben doktoraya başladığım zaman biz mahkeme defterlerinden bir tane defteri önümüzü alır.
Bu defterden okumaya başlardık. Bunların indeksi yoktu, başka bir kolaylaştırı imkanı yoktu. Osmanlı arşivinde belgeleri de tasnif edilmiş az bir belge vardı. Bunlarla yetinmek zorundaydık. Şimdi Osmanlı arşivinde çok sayıda belgeler tasnif edildi. Bu bakımdan Cumhurbaşkanlığı, Osmanlı arşivi kısmı çok önemli hizmetleri yapıyor.
Yeni külliyede son derece önemli bir hizmet imkanı sunma aracı arşiv külliyesi. Gayet tabi. Sonra biz 100 cilt neşrettik. Diyarbakır şeryesi cillerinden 15-20 defter yayınlandı. Yani artık daha derinlikli olarak, daha objektif, daha gerçek materyallere dayanarak bizim Osmanlı tarihini,
hukuk tarihi, sosyal tarihi, iktisat tarihini değerlendirmemiz mümkün olacak. Türkiye artık daha derinlikli çalışmalara imza atmalı diye düşünüyorum. Türkiye tarihiyle buluşacak diyoruz. Çok teşekkür ediyorum. Programımıza geldiniz, bizi bilgilendirdiniz, istifade ettiklerle olacak. Hayırlı uğurlu olsun programınızda. Evet sevgili seyirciler bu programın da sonuna geldik. Yeni bir programda buluşmak ümidiyle hepinizi kemali hürmet ve muhabbetle selamlıyoruz efendim. Hoşçakalın.
Hoşçakalın.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir