Tarih Tekerrür Ve Ekonomik Krizler 10.Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=aT2ROUWF_24.
İzlediğiniz için teşekkürler.
1929 krizi patladığında Fransa çok sayıdaki cumhuriyetlerinden üçüncüsünü yaşıyordu. Üçüncü Cumhuriyet dedikleri 1870 Almanya gelibisinden sonra kurulan cumhuriyet başında Adolphe Thie vardı.
Thie 1871’de Paris Kominü’nü acımasızca dağıtmasıyla ünlüdür. Paris Kominü’nü malum, dünyanın ilk işçi hükümeti. Kanlı başlayan bir cumhuriyet, üçüncü cumhuriyet buna karşın Fransa’nın en dayanıklı cumhuriyetlerinden bir tanesidir. 1940’a kadar sürdü.
Birinci Dünya Savaşı Fransa’da büyük tahribata yol açtı. Buna karşın, Union Sacre, Kutsal Bülük adı altında siyasi partileri bir araya getirdi. Kutsal Bülük’ün ünlü ismi George Clemenceau. Önemli bir isim çünkü bu George Clemenceau aynı zamanda Versailles anlaşmasının mimarı. Zaferin babası diye anılıyor kendi irtisinde bir başka adı da Kaplan. Kaplan Almanya’nın bir daha Avrupa’yı tehdit edecek gücü kazanmaması için elinden göremiyor. Çoğu kişiye göre çok intikamcı bir tutum içinde Almanya’yı yerinden kaldıramayacak, kalklanacak hale getiren Versailles anlaşmasını imzalamaya zorluyor. Ve yine diyorlar ki eğer bu Versailles anlaşmasından olmasaydı Hitler dünyanın başına gelmezdi. Şimdi 29 krizi patladığında bu Clemenceau’nun Versailles anlaşması sırasında baş danışmanı olan André Tardieu başbakan.
Tardieu başkanlığındaki Fransa’nın kriz deneyimi diğer Avrupa ülkelerinden farklı büyük çöküntü Fransa’ya daha geç ulaştı. Belki daha az etkiledi ama etkileri çok daha uzun sürdü. Yirmili yıllarda Fransa’da da sanayi büyümüştü. Ancak Amerika’dan farklı olarak Fransa’da sanayinin motoru ihrac attı. Fransa sanayi ürünlerinin %30’u yurt dışına satılıyordu.
Üretim sanayi dorukta idi. İşsizlik hemen hemen hiç yoktu. Hatta sadece 190 bin kişinin işsizlik parası aldığı söyleniyordu. Fransızlar mutlu ve gururluydular. O kadar ki iyimisarliklerini New York Borsasının çöküşü bile önleyemedi.
Tardio 1930’da artık 40 defa politikaları gütmenin zamanı geldiği şekilde notuklar veriyordu. Ancak göz ardı ettiği önemli bir husus vardı. O da ihracat artışındaki rolü Frank’ın. İhracatın temel faktörü, ihracatı mümkün kılan temel faktör.
Fransız Frank’ın sürekli devalüye ediliyor olması ve değerini kaybediyordu. Bir yoruma göre Fransa’nın 19 krizinden almaya kadar örneğin etkilenmemiş olması için Frank’ın sürekli değer kaybediyor olmasıdır. Bir ikincisi de Fransa’nın bir biçimde dünya ekonomisinden tecrit olması.
Bu önemli bir nokta çünkü krizler dünya ekonomisine entegre olduğunuz sürece bulaşıyor ulusal ekonominize. Yani kendi yağıyla kavrulan bir ülkeyseniz o zaman kendi yağınızla kavrulmaya devam ediyorsunuz ve dünya çapındaki krizler de sizi etkilenmiyor. Bir Rusya, bir Güney Amerika krizinden etkilenmiyorsunuz.
Ama sistemin parçasıysanız bir yerde patlayan bir kriz eninde sonunda gelip sizi buluyor. Fransa’nın durumunda dünya ekonomisinden tecrit edilmişlik. Fransız parasının değerinin çok altında işlem görüyor olmasının getirdiği türden bir tecrit edilmişlik. İhracat artıyordu ama Frank’ın değeri azaldığı için artıyordu. Yani ucuza sattıkları için artıyordu.
Sağlıklı bir ekonomik politika değildi elbette bu. Ama ihracat sürdüğü sürece çöküntü gecikti veya öyle göründü ne zamana kadar büyük çöküntü Fransa’nın mal sattığı ülkeleri Fransız mallarını alamayacak duruma getirdiği zamana kadar. Nitekim 1929-1932 yılları arasındaki 3 yıl içinde Fransız ihracatı yarı yarıya azaldı. 52 milyar Frank’tan 20 Frank’a düştü. Meteorolojik, tekstil, bunlar ihracata doğrudan bağımlı sanayilerdi. Dış pazarlardaki daralmalardan en önce bunlar etkilendi. O kadar ki makinalarını yenileyemeyecek hale geldiler ve bu çöküş ekonominin tüm diğer sektörlerine de dağıldı. Fransa büyük krizi gayrisafi milli haslasında %10 kadar bir düşüşle atlattı. Sanayiveti, ticareteki düşüş %20’nin üstüne çıkmadı. Hane halkı tüketimi %14’lerdeki bir düşüşle kaldı. Fransa’daki başarılı kriz yönetimini gerçekleştiren hükümet, popüler cephe hükümeti. Sosyalistler, radikaliler ve komünistlerden oluşan bir koalisyondu bu popüler cephe hükümeti.
Oysa gerek ekonomik problemler, gerekse Almanya ve İtalya’da güçlenen naziler ve faşistler Fransa’da da birbirine de neden olmuştu.
Kanun iman işler birbirini kovalamıştı. Bu durumda sosyalist, radikal ve komünist unsurlardan bir araya gelen cephe hükümeti Fransa için gerçekten bir şanstı. Seçimleri 1936’da kazandılar, Tardio’yu ekarte ettiler. Tardio siyasetten çekildikten sonra da sosyalist kanat reformlara girişti.
Bu reformların arasında ilginç şeyler var. Mesela iş gününü haftada 40 saatle sınırlamak, toplu sözleşme ücreti dahil, tatil, kamulaştırma, Fransız bankalarının statist ve değişiklik gibi önemli reformlar. İşçilerden yana bir hüküm etti ve işçi ücretlerinin aynı seviyede tutulmuş olmasının talep daralmasını önlemek suretiyle krizden çıkmaya yardımcı olduğu söylenir Fransa’ya.
Söylenir diyorum çünkü ekonomik analiz, yani neyin neden olduğunun çözümlenmesi geriden gelen bir iştir. Hadiseler olup bittikten sonra masaya yatırılırlar ve adeta otopsi yapar gibi neyin neden olduğu araştırılır. Bir daha olmaması için tedbirler almaya çalışılır. Fakat ekonomistler geçmiş hadiselerin sebepleri ve sonuçları hakkında fikir birliği içinde olacaklar diye bir şey yoktur.
Çünkü herkes çoğu zaman olayın bir başka yönünde yoğunlaşır ve ortaya koydukları analizler ve dolayısıyla sentezler her zaman birbirini tutmaz.
İktisat tabi fen bilimleri gibi laboratuvar da test edilebilen bir bilim değil. Yani AX2O dediğiniz zaman iki hidrojen atomu bir oksijen atomunu yan yana koyarsanız ve bilirsiniz ki her defasında bu su yapar ama ekonomide şu icraatı bu icraatta birleştirirsek sonucu ille de alırız diye kesin bir şey söyleyemezsiniz. Çünkü insan toplumları dinamik sistemlerdir ve dinamik sistemlerde hiç beklemediğiniz anda beklemediğiniz unsurlar devreye girer ve sizin planlarınız alt üst olabilir. Fransa’nın İngiltere’nin yanında Hitler’le savaşa girmesini onaylayan da popüler cephe hükümeti Majira hattının gerçekten geçilmez olduğuna inanıyorlardı ama değilmiş.
Almanya’nın yıldırım harekatı sonunda kesin bir nemliye duradılar. 1940’ta bir yıl sonra nakazik savaşı geldikten sonra Fransa mütareki imzalamak zorunda kaldı. Mütareke sonucunda Fransa ikiye bölündü. Bunlardan bir tanesi işgal altındaki Fransa, diğeri de Hür Fransa idi. Hür Fransa’nın bir kendi parlamentosu vardı Fransız parlamentosu. Bunun başına da 1.Diyasavaşı kahramanlarından Manasal Anipaten getireldi. Manasal Anipaten tuttu yeni bir rejim kurdu ve bu rejim 3.Müriyetin sonu oldu. Ancak yeni rejimin adı Faşizm’di. Manasal Anipatenin Faşizm’in adı da Vichy hükümeti. Vichy orta Fransa’da bir şehrin adı. Vichy hükümeti de adını kuruldu. Fransa’nın bu faşist hükümetten kurtulması ancak savaşın sonunda mümkün olabildi. Çünkü mütepikler böyle bir hükümetin varlığını tanımadılar. İşgal edilmiş bölgeyi işgal ettikleri gibi Hür Fransa’yı da işgal ettiler.
Vichy hükümeti Almanya’ya kaçtı. Paten de Almanya’ya sarıldı. Böylece Alman işgali son buldu. Gelelim İtalya’ya. 1870-1915 İtalya’nın serpildiği yıllar.
Mali işlerini yoluna koydukları, idareyi yapalanmalarını iyileştirdikleri yıllar. Demir yolları gibi temel endüstri bu yıllarda gelişti ve çoğu kez de yabancı sermayeydi.
Bismarck Almanya’sı ve Fransızca Avusturyası ile etifat kalbindeler. Denemeksel sorunları her zamanki gibi. Varsıl Kuzey yoksul güney sorunu.
Tarım genel olarak Güneyde, Endüstri Kuzeyde. Tarım o yıllarda da sorumlu. Tarım ünlülerinin fiyatları düşük.
Etayandan ağır bir sıtma salgını var. İtalyan köylüsü hem gudiş ikraatlarla hem sıtmayla mücadele ediyor. Buna ilaveten vergiler çok ağır ve tarım işçileri, endüstri işçileri gibi hızla örgütlenemiyorlar.
Sendikalaşma Kuzeyde başlıyor ve yerleşiyor. Güneyde değil. Kuzeyde sanayi işçileri arasında güçlenen sendikacılık 1892’de Sosyalist Parti’nin kurulması ile sonuçlanıyor.
Sosyalist Parti zaman içinde Demokrat Parti’ye dönüşüyor. Böylece İtalya’da eski monarşistlerin ve liberanlerin ve solcu cumhuriyetlerin, solcu cumhuriyetçilerin ve reformistlerin yanı sıra sosyalistler de siyasi sahneye duhul ediyorlar.
Buna rağmen 1. Dünya Savaşı başında İtalya toplumsal istikrarı olan bir ülke görünümünde daha da önemlisi geleneksel müttefiki Avusturya ile olan ilişkileri soğuyor. İtalya geneleksel ilişkilerini terk ediyor ve İngiltere’ye yanaşıyor. Bu yeni seçiminden de kârlı çıkıyor. Versa’ya anlaşmasında bir sürü toprakta İtalya’yı yakalıyor.
Aynı yıllar İtalya’da yine çok sayıda siyasi partinin kurulduğu yıllar Demokrat Parti ümidiği değiştiriyor, popüler parti oluyor. Sosyalist Parti’den ayrılan ümidi Ançan Erdoğançıki başkanlığında İtalyan Komünist Partisi kuruluyor.
Bu arada Benito Mussolini’nin faci di combatimento, combatimento, mücadele demek, mücadele hareketi. Mussolini aslında ateşli bir sosyalistin oğlu olan bir sosyalist.
1910’lu yıllarda devrimci sosyalist partisinin başkanı hatta avanti sınırı çıkardığı bir sosyalist gazete var fakat ne oluyorsa oluyor Mussolini’nin tam 180 derece döndüğünü görüyoruz. Ve birinci dünya savaşının başlaması ile birlikte kendisi mihiyeçi kesiliyor.
Yetmiyor, emperyalizm taraftarlarının yanında yer alıyor, Fransa’dan para buluyor, yeni bir gazete çıkartıyor ve İtalyanın, Fransızların ve İngilizlerin yanında yer alması için çabalıyor. Mussolini’nin nasional faşist partiye kurulması birinci dünya savaşından sonra saldırgan bir milliyetçilik, komünistlere ve sosyalistlere düşmanlık, bildiğiniz siyah gömlekler, terör, söylemleri ve reformları gerekirse sopayla gerçekleştirmek yönünde.
Buna rağmen 1921’de seçimlerde 35 milletvekili çıkarıyorlar. Nasional Faşist Parti resmen tanımak zorunda kalıyor ve bir yıl sonra Ekim 1922’de Kral 3. Viktor Emmanuelle Mussolini başbakan ilan ediyor.
Mussolini diktat niyetlerini daha ilk günden belli etti. 6 yıla kalmadı, parlamento’yu laf etti.
Muhannet etti, gizli polis ve de kendi parti militanları vasıtasıyla susturdu. Ve ekonomi, birlikçilik diye çevirmeyi tercih ettiğim, korporatismo esasına göre yeniden düzenlemeye kalktı.
Şimdi birlikçilik, toplumun bütününü devlete bağlı birlikler halinde örgütlenmesidir. Bu teoriye göre, birlikçilik teorisine göre, işçi ve işverenler sanayi ve meslek birlikleri halinde bir araya gelirler.
Birlik üyelerinin ekonomik faaliyetlerini desteklerler, aynı zamanda onları denetlerler. Birlikçilik Fransız İtilalinden sonra ortaya çıkan bir teori. Ama önde gelen teorisi Adem Müller diye bir adam. Adem Müller, ünlü Avusturya Şansörü İyesisi, Prens Metternich’in danışmanı. Devletin ekonomiye müdahale etmemesi, bu şeklindeki teoriyi ortaya atan Adem Smith’ten hiç haz etmiyor. Fransız İtilalinin eşitlikçilik ülkelerinden de haz etmiyor. Bütün amacı Avusturya İmparatorluğu’nun geleneksel toplumsal katmanlarına çağdaş bir yorum getirmek ve bu arada da imparatorun kutsal yönetme hakkına ilişmemek. Şimdi Mussolini’nin birlikçilik yolundaki ilk adımları 1922’de atılıyor ancak bütünüyle devreye girmesi 1936’da. 1936’da İtalya’daki ekonomik faaliyet 22 tane birliğin altında toplanıyor.
Birden gelin ikiye kadar sıralanıyor bunlar. Birincisi bir numaralı birlik Tahil Birliği de, iki numaralı birlik Mesela Sebze Neyde Birliği, üç numaralı birlik Kuaförler Birliği de, dört numaralı birlik Demir Sanayicileri Birliği gibi.
Bu arada tiyatrocular, bankacılar vs. kendi birliklerine sahipler. Bu birlikler bir merkez komite tarafından koordine ediliyor bir de konseyleri var.
Birlikler Konseyi 1936’da İtalyan Millet Meclisi’nin yerini aldı ve devletin en yüksek yasama görevini üstlendi. 823 üyesi vardı bunlardan 63’ü faşist partiyi temsil ediyordu. Diğerleri de bu muhtelif saydığım faaliyet kollarını.
Bu Birlikler Konseyi’nin kurulması, faşist devlet örgütünün yapılanmasının tamamlandığının müjdesi olarak sunuldu. Enev Arki bir iki oturmda ya toplandı ya toplanamadı. İkinci Dünya Savaşı patladı ve sistem dağıldı. İkinci Dünya Savaşı malum ekonomik ve siyasi etkileri itibariyle kelimenin tam anlamıyla yıkıcıydı.
61 ülkede yaşayan 1 milyar 700 milyon insan bu savaştan etkilendi. Doğrudan ya da dolaylı biçimde. 20 milyon asker ölmek üzere 60 milyon insan öldü. Bu aşağıya kadar bizim ülkemiz kadar bir kayıp. Savaş Amerika’yı 341 milyar dolara mal oldu. 341 milyar dolar. Böyle düşünürseniz bu parayla dünya abad olurdu. Ama daha beteri var bir bu kadar da Almanlar harcadılar çünkü.
Yıkmak yok etmek için harcanan paranın toplamı 1 trilyon dolar. Barışçı amaçlar için kullanılsaydı 1 trilyon dolarla herhalde gezegenimiz.
İnanılmaz güzel bir yer olurdu. Nehemshir Amerika Birleşik Devletleri’nin kuzey batısında bir eyalet. 1944 yılında savaş henüz bitmemişken Nehemshir’de Bretton Woods isimli kasabada 44 ülkeden delegeler bir araya geldiler.
Ve savaş sonrası dünya ekonomisinin nasıl yapılanması gerektiği üzerinde konuşmaya başladılar. Uluslararası yeniden inşa ve kalkınma bankası ve uluslararası parafonunun kurulduğu toplantılar bunlar.
Uluslararası yeniden inşa ve kalkınma bankası. Kuruluş amacı üye ülkelerinin topraklarının yeniden yapılanmasına ve gelişmesine yardım etmek ve daha az gelişmiş ülkelerde üretici birimleri ve kaynakları teşvik ederek belirliliği, yaşam standartını, işçilerin koşullarını iyileştirmek şeklinde açıkladılar.
Bankanın kararlarında siyasi mülazalarla hareket etmesi Kurtuluş Seredi’nde yasaklanmıştı. Üye ilgilenen siyasi işlere karışması da öyle şu şerhle ki şimdi kuruluş seredinden okuyorum.
Banka ekonominin sağlıklı yürümesinin temelinin siyasi istikrar ve iyi yönetim olduğunu kabul eder. Bankadan borç para alan üyelerin kamu sektörü idaresi, ekonomik ve mali sorumluluk, hukuki altyapı ve saydamlıklarını iyileştirme gayretlerini tüzüğü çerçevesinde destekler. Ilaveten banka yaygın yoksulluğun, cehaletin kötü beslenmenin ve açlığın, insan haklarının hakkının verilmesini kısıtladığı bilinci içinde insan refahının arttırılmasını, borç alan ülkelerin yoksulluğu azaltmak ve yaşam standartını yükseltmek gayretlerini desteklemek suretiyle katkıda bulunur.
Üye ülkeler bankanın sahipleri ve ortaklarıdırlar. Sahipliklerini idare heyeti aracılığıyla yürütürler. İdare heyetinde her ülke bir üyeyle temsil edilir. İdare heyetinin yetkileri hemen tümü icracı yönetim kuruluna devredilmiştir. İcracı yönetim kurulunun üyeleri sahip ülkelerce atanırlar. Dünya Bankası’nın başkanını da icracı yönetim kurulu seçer.
1944’ten itibaren elbette köprünün altından çok sular aktı. Bugün Uluslararası Yeniden İnşa ve Kalkınma Bankası, kısaca Dünya Bankası olarak bilinen grubun altında yer alan çok sayıda diğer kuruluşu içermektedir. Örneğin IDA diye bilinen kuruluş, IDA’nın açılımı Uluslararası Kalkınma Cenneti.
Bir başka var ICA, ICA Uluslararası Finansman Şirketi. Sonra MIGA var. MIGA çok muhataplı yatırım garanti ajansı ve ICSI’de Uluslararası Yatırım Anlaşmazlıklarını Çözüm Merkezi.
Bu kuruluşların sahipleri de Dünya Bankası’na üye ülkeler ve bu kuruluşlar sahipleri olan ülkelere hesap vermek durumundalar. 80’li yıllardan itibaren başta sivil toplum örgütleri, Dünya Bankası’nın grubunu çevre felaketlerine, doğal afetlere ve bunlardan doğan yıkımlara birgane kalmakla suçluyorlar.
Bununla da kalmıyor, bankanın hantal olduğunu, zor işlediğini iddia ediyorlar. Bunun üzerine Teklik Paneli denilen bir panel toplanıyor. Bu panel suçlamaları ve nedenlerini araştırmaya başlıyor.
Sonra 1994 Madrid Yıllık Olağan toplantısında banka yapılan eleştiriler ortaya çıkıyor ve bu toplantı yine Dünya Bankası yetkililerinin demesiyle banka için bir dönüm noktası oluyor.
Banka bir öz eleştiri de bulunuyor ve şöyle diyorlar, kalkınma zor ve riskli bir gayrettir. Bu gayret içinde olan herkes gibi Dünya Bankası da yapılan hatalardan nasibini almıştır. Bunun üzerine yapılan hatalar düzeltilme yoluna gidiyor ve gruba dahil olan az önce saydığım kuruluşlar iç ve dış verimliliklerini ve hizmet kalitelerini arttırmak üzere bir dizi önlem alıyorlar. Dünya Bankası grubunun bu önlemler çerçevesinde ve bugün en övündükleri başarılarının arasında savaş sonrası Bosna’da, kriz sonrası Güneydoğu Asya’da, hortum sonucu Amerika’da ve deprem sonrası Türkiye’de yürütüldükleri iyileştirici projeler var.
Bu videoda yorumlarınızı bekliyorum.
Altyazı M.K.
İlk Yorumu Siz Yapın