"Enter"a basıp içeriğe geçin

Tarih Tekerrür Ve Ekonomik Krizler 11.Bölüm

Tarih Tekerrür Ve Ekonomik Krizler 11.Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=-oCJ5ImXqSM.

Jenerik müzik commercial
Güney Doğu Asya kaplanları diyorlardı. Tayland, Malezya, Indonezya ve Güney Kore’ye. Ortak noktaları 1980’lerden sonra gösterdikleri mucizevi gelişme. 1997 krizinin de önemi burada zaten. Mucizevi gelişme aylar içerisinde Kavus’a dönüştü. Tayland Krallığı, Güney Doğu Asya’da. Andaman Denizi dedikleri yerde Tayland Yarımadası. Burma, Laos ve Kamboçya arasında eski adı Siam. Tayland Özgür İnsanlar Ülkesi demek. O bölgeyi düşündüğünüzde bayağı olağanüstü bir isim bu. Nüfuslar 60 milyon civarında karışık bir etnik mozaik. %82’ti Tay, %12’ti Çinli, geri kalanında Malaylar. Resmi dilleri İngilizce, Başkent, Bangkok. Tayland 1961’de planlı ekonomiye geçiyor. Bu bizim Devre Kralıma Teşkilatımızı kurduğumuz tarih aynı zamanda. Onların 80’ci planları hala yürürlükte. Tarım, Gayrisafi Milyası’ların %11’ini teşkil ediyor. Temel gıda pirinç, kavcık başlayacağı tarım ürünü. Bir diğer Asya kaplandığı Malezya. Çin Hindi ya da Malay Yarımadası’nın tümüyle Borneo adasının Kuzey Sahili boyunca uzanan Sabah ve Saravağ’ın oluşturduğu bir federasyon. Resmi dini İslam Malezya’nın ancak Malezya halkı bu mozaik dediğimiz etnik yapılamanın tam bir ders kitabı örneği. Çünkü Malaylar var, Bunarda da Çinliler var, Hintli Pakistanlı asıllılar var. Daha başka kabileler de var. Çinliler örneğin Müslümanlığı kabul etmemişler, Hintliler de öyle. Ülke 1957 yılına kadar İngiliz sömürgesi.
Malay tarihi boyunca sömürgecilerden kurtulamamış. Portekizliler, Hollandalılar, Fransızlar, hatta İçin Dünya Savaşı’nda Japonlar sömürgeleştirmeye çalışmışlar. Ahliyazı’daki durumda siyaset Malezyalıların elinde ancak ekonomi ve ticaret Çinli azınlığın. Ülke zaman zaman bu iki etnik grubun kanlı çatışmalarına sahne olmuş.
Başkent Kuala Lumpur. Üçüncü kaplan, İndonezya. Belki de en ilginçleri. Ülke 13.000. Bir başka istatistiğe göre de 17.000 adının üzerine kurulmuş bir ülke. Adaların en büyükleri Sumatra, Kalimantan, Sulawesi, Eyangawa ve Cava.
İndonezya’lılar tarihlerini İsa’dan sonra 100. yıla kadar sürüyorlar. O yıllarda Hintli kralların isilasında uğramışlar. Hinduizm yerleşmiş. Ülkedeki beş büyüklüğünden bir tanesi. Arkasından İsa’dan sonra yine 500 civarında Budizm gelmiş. Müslümanlığı kabul etmeleri 1297’de ve Müslümanlığı yayanlarda o bölgede ticaret yapan Arap. Ticaret adamları. Sultan Melik Salih. Bugünkü İndonezya’nın ilk Müslüman lideri olarak biliniyor. Bugün yine Endonezyalıların %85’i Müslüman. Şimdi Manezya gibi, İndonezya’da başını Avrupalı sömürgecilerden kurtaramamış bir ülke. İlk gelenler Portekizliler. Katolikliği getiriyorlar. Ediyor üçüncü din. Arkadan Hollandalılar geliyor. Protestanlığı tanıtıyorlar. Ediyor dördüncü din. İngilizler 1600’lü yıllarda oradalar. Fransızlar 1760’lar ve o civarda. Ve bu sömürgeciler sür git. Yerli halkı ve birbirleriyle savaşıyorlar. Sonunda savaşları Hollandalılar kazanıyor ve Hollandalılar oturuyorlar 1800’lerin başından. İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar.
Ve Hollanda’nın bütçesinin %30’unu 1850’li tarihlerde. Buradan, İndonezya’dan aldığı varlıklar oluşturuyor. Başta kahve tütün petrolden elde ettikleri gelirler. Hollanda’nın sanayileşmesi ve kalkınmasının bedelini İndonezya ödüyor.
İndonezya’nın bağımsızlık çabaları 1910’lu yıllarda Reformcu Saraket İslam hareketiyle başlıyor. 1919’da Saraket İslam’ın 2 milyon üyesi olduğu söyleniyor. Ve ilginç olan da şu, İslami hareketi solcular destekliyorlar. Gelelim ünlü Skarnu’ya. Skarnu, Saraket İslam’ın önderlerinden İslam Komünizmi fikrini ortaya atan adam.
Tarihi maddeciliğin illa da ateizmle sonuçlanmayacağını iddia ediyor. 1928 yılında Skarnu milliyetçi partiyi kuruyor. Parti sömürge idaresiyle işbirliği yapmayı reddediyor. Bağımsızlık yolunda kiteleri örgütlemeye koyuluyor. Bu defa 1942’de Japonların istilasına uğruyorlar. Skarnu istila yıllarında milli bir önder olarak ortaya çıkıyor. 1950’de bağımsızlığın kazanıyor ülke. Sonra 1966’da General Suharto tarafından devrilinceye kadar da Skarnu Cumhurbaşkanı olarak kalıyor. Skarnu’nun devrilme nedeni ilginç.
Skarnu devriliyor çünkü İndonezya Komünist Partisi ile sıcak ilişkiler içinde. İndonezya Komünist Partisi’nin de o dönemde 6 milyon kayıtlı üyesi var ve yan kırışları ile beraber bu üye sayısı 9 milyona çıkıyor. Ki komünist olmayan bir ülkede bu kadar kalabalık bir komünist partisi de yok. Skarnu, Mao ile işbirliği yapıyor.
1964 yılına gelindiğinde İndonezya Komünist Partisi ülkeyi devralabilecek kadar güçlü görünüyor.
1966’da başkent Jakarta’yı ele geçirecek şekilde ayaklanıyorlar ve bu arada antikomünistlikleri ile bilinen 7 ünlü general öldürülüyor.
7 ünlü generalden 6’sı öldürülüyor. Bunlardan bir tanesi kaçıyor, öldürülmekten kurtuluyor. Onun adı da Siharto. Siharto, arkadaşlarının intikamını derhal alıyor. Bir komünist avı başlatıyor ve herkesin henüz bir konu olduğu bir konu var. Hiç bu kadar sürekli ve kanlı bir komünist sürek avı dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir şeklinde.
Binlerce insan hayatını kaybediyor. Bir yıl kadar sonra Skarnu başkanlıktan ayrılıyor. 1997 krizi patladığında iki darda olan General Siharto. 4. Asya Kaplanı Kore, Güney Kore. Asya’nın kuzey doğu köşesinde yaklaşık büyük bir danyada bir yanımada. Çok eski bir ülke. Buna karşın bir ulus olarak ortaya çıkması 1945’te. 1945, Amerika Birleşik Devletlerinin ve Sovyetler Birliği’nin ülkeyi Kuzey ve Kore olmak üzere ikiye böldükleri yıl. Güney Kore 1948’de demokratik cumhuriyet oldu. Aynı yılda da Cumhurbaşkanı’nı seçti. Harvard mezunu Sigman Rea.
Rea, GF İdaresi ile tanınan bir adam ve başlıca amacı Kuzey Kore tarafından desteklenilen sorcu grupları bastırmak. Yıl 1950, Güney Kore’ye savaş açıyor ve neredeyse Güney Kore’yi haritadan silecek kadar güçlü bir savaş bu. Ama hep bildiğiniz gibi Kuzey Kore püskürtülüyor.
Bunun üzerine Sigman Rea Ulusal Güvenlik Yasası adlı bir yasa çıkarıyor ve bu yasa marifeti ile siyasi sistemi, Güney Kore’nin siyasi sistemini fiili bir diktatörlüğe dönüştürüyor. Ancak bu dönüşüm kolay olmuyor. Seçimler hemen her zaman hileli.
1960 yılında özellikle seçeçim hileleri ayan bir an ortaya çıkıyor ve kitleler gerçekten ayaklanıyorlar. Sigman Rea istifa etmek zorunda kalıyor. Yerine vekal eden Chen Mian’ı bırakıyor. Bu vekal eden Chen Mian da bir askeri darbe tarafından 3 ay sonra uzaklaştırılıyor. Ve izleyen seçimlerde Cumhurbaşkanı Tümgeneral Park Choo Lee seçiliyor. Kore’de adet insanların ilk isimleri ile çağrılmaları. O yüzden Tümgeneral Park Choo Lee’ye Park diyoruz. Bunu da belirteyim. Park Kore iktisadi tarihindeki dönüm noktalarından biri.
Çünkü 1965’te Japonya ile savaş tazminatı karşılığı iktisadiye yardım almak üzere anlaşıyor. Ve Kore’ye Japon sermaye sakmaya başlıyor. Buna karşılık Park Sigman Rea’nin diktatör büyüğünü sürdürüyor ve arttırarak sürdürüyor.
Diktatörlük ile birlikte partizanlık giriyor ve bu iki baskı unsuru başta öğrenciler Kore halkını ayaklandırıyor. Seoul sokakları savaş alanına dönüyor. Buna karşılık Park baskıyı azaltacağını tam tersini yapıyor ve örtü idareyi inan ediyor. Kişisel hakları adamakıllı kısıklayan yeni bir ana yasa yürürlüğe koyuyor.
Ama ironiktir bu ana yasa sayesinde deniyor. İhracat Park döneminde patlıyor. Kore uluslararası pazara kendi markalarıyla giriyor. Halk giderek daha çok eziliyor, daha çok mutsuz. İktisadi iyileşmeye karşın 1979’da Park’ı öldürüyorlar kim? Gizli servis teşkilatının başkanı. Park’ın yerine seçilen vekili Chokuya Park’ın eleştiri ve muhalefeti yasaklayan kanun hükmündeki kral namesini kaldırıyor. Buna karşılık 1980’den sonra da özellikle reform çağrıları, öğrenci hareketleri bitmek bilmiyor. Muhalefetten daha liberal kanunların geçme istekleri geliyor. Daha da önemlisi bir istihbarat başkanları var.
Halk gizli servisinin hem ordu istihbaratının başında olan General Choon Do diye bir adam. Bu adamın her şeyin başı olduğunu inanıyorlar ve bunu istifa etmesini istiyorlar. Fakat bu general istifa etmek şöyle dursun. Ölfü idareyi ulus çapında genişletiyor. Muhalefeti askeri güç kullanarak bastırma yoluna gidiyor. Muhalefet önderlerini tevkip ediyor.
Muhalefeti faaliyeti yasaklıyor. Buna karşılık Mayıs ayında 50.000 gösterici sokaklara dökülüyor. Ölfü idare kıtaları silahla karşılık veriyorlar. Onlarca insan ölüyor. Yüzlerce yayınlar yalanan ve tutuklanıyor. Ama General Choon Do idareyi ele geçiriyor ve cumhurbaşkanı oluyor. 1981’de yeni bir anayasa çıkarılıyor ve kendisi bu anayasayla 7 yıl ülkenin başında kalmayı başarıyor. Protestolar süredir sun. 1983’te generalin kabinesinin tam 17 bakanı birden öldürülüyor. Nerede? Burma’da. Kimler tarafından? Kuzey Kore komandoları tarafından.
Bunun üzerine general istifa ediyor. Kendisine bir halef tayin ediyor ve bir manastıra kapanıyor. Generalin başkanının sırasında iki olumlu iş yaptığı söylenir. Bir tanesi Japonya’dan 4 milyar dolarlık borç bulmak. İkincisi de 1988 yaz olimpiyatlarını Kore’ye getirmek.
Kore’nin son cumhurbaşkanı Kim Yang-sam. 1993’te yeni bir Kore kurmak vaadiyle iktidara geldi. Seçildikten sonra yaptığı ilk konuşma da birinci görevinin ülkeyi yolsuzluklardan ve usulsüzlüklerden temizlemek olduğunu söyledi. Yapılması gereken bir ikinci işte ekonominin canlandırılması ve ulusal disiplinin tesis edilmesiydi. Şimdi Asya Kaplanları’nın ilk üçü Tayland, Malazye ve İndonazya. IMF ve Dünya Bankası tarafından kapitalist kalkınma modeline örnek olarak gösterilen ülkelerdi. Neden? Çünkü IMF ve Dünya Bankası’nın doğru bulduğu şekilde uluslararası ekonomiye entegre olmuşlar. İhracata dayalı serbest piyasa ekonomisini benimsemişlerdi. Devletin ekonomiye müdahalesi üçünde de hemen hiç söz konusu değildi. Yabancı sermaye olması gerektiği şekilde kendiliğinden ve doğrudan geliyordu. Ama gördüğümüz gibi 4. Kaplan Güney Kore’de işler farklıydı. Güney Kore’de ekonomiyi devlet üstelik de baskıcı bir biçimde yönlendirmiş ve buna rağmen başarılı olmuştu.
Kore’nin Güney Asya Kaplanları’na katılmış olmasının IMF ve Dünya Bankası uzmanlarını ne diyeceklerini bilemez hale getirmiş olduğu söylenmektedir muhalifleri tarafından.
IMF muhalifleri bundan başka 1997 Güney Asya krizinin IMF ve Dünya Bankası’nın revaç verdiği ihracata dayalı serbest piyasa ekonomisi modelinden kaynaklandığını iddia ederler. Krizin çözümü için aynı sakat yöntemlerde ısrar ediliyor olmasını da şiddetle karşı çıkarlar.
Güney Asya krizinin başta sebeplerinden bir tanesi kapitalizmin lavabalileşmesi ya da yolsuzluklar. Muhaliflerine göre her ne kadar kapitalizmin lavabalileşmesi ve yolsuzluklar söz konusuyduysa da esas mesele bu değildi.
Arada ben söyleyeyim kapitalizmin lavabalileşmesinden kasıt iş ahlakını hiçe sayan kapitalizmidir. IMF muhalifleri derler ki modelin bizzat kendisi irdelenmeden yapılacak IMF ve Dünya Bankası yardımlarının yabancı alacaklarının paralarını kurtarmaktan bir gayri bir faydası olmayacaktı bu ülkelere.
Hatta ülke ekonomilerini eskisinden daha zayıf, ülke haklarını daha yoksul bırakacaktı. Bugün buradan baktığımızda 1997 güney asya krizinin köklerinin 1980’li yılların ortalarına kadar uzandığını görüyoruz. Şimdi o yıllarda ihracatları petrol gibi, madenler gibi doğal kaynaklara dayanan ülkelerde sıkıntı içindeydiler. İhracmaları değer kaybediyordu. Ülkeler borçlarını ödemekte adam akıl zorlanıyorlardı.
Monatorium ilan etmek zorunda kalacaklarından korkan Tayyip Lamp ve Endonezya daha o yıllarda IMF’ye başvurmuş yardım istemişlerdi. IMF’nin önerdiği reçeteyi uygulamaya çalışıyorlardı. Şimdi reçete yine muhaliflerden bahsedeceğim. Reçete muhaliflerin mutat IMF reçetesi dedikleri reçete.
Nedir mutat? IMF reçetesi, özelleştirme, ticaret kurallarının ihracatın önünü açacak, yabancı sermayenin ülkeye doğrudan akmasını sağlayacak şekilde serbestleştirilmesi, dış borçların yenilenmesi ve tabii ki kemer sıkma. O zaman da önerilen reçete buydu. Fakat o yıllarda güney asya ülkelerinin IMF reçetesini uygulamalarına gerek kalmadı. Çünkü ilginç bir şey oldu. Onlar açısından ilginç. Amerika ve Joppa o yıllarda birbirlerine girmişlerdi.
Sebep ucuz Japon malları, özellikle otomobilleri Amerikan pazarlarına bir zamandır işgal etmişlerdi. Amerikalılar bundan fevkalede rahatsızdılar ve Japonya’dan yenin değerini arttırmasını talep ettiler. Damping’e son versin Japonya’yı istiyorlardı. Japonya biraz direndi sonunda boyun eğmek zorunda kaldı ve yenin değerini arttırdı.
Yıl 1985 ancak battılar ki karları tehlikeye giriyor. Bu sefer Japon ihracatçıları devlet arkalarına aldılar ve üretimlerini yabancı ülkelere naklettiler. Yani yabancı ülkelere doğrudan yatırım yaptılar ve ürünlerini o ülkeden dünyaya ihrac etmeye koyuldular.
Şimdi Japon yatırımlarının çoğu Amerika’ya ve Avrupa’ya gitti ama Güney Asya ülkeleri de bundan nasipleri aldılar. Asgari 15 milyar dolarlık Japon yatırımı girdi Güney Asya ülkelerine. Öyle ki Tayland, Malayya ve İndonezya bir anda ekonomik sorunlarından ve IMF’nin mutah türü çetesinden kurtulmuş oldular. Daha sonra bu ülkeler yine bir gece içinde sanayi mamulleri ihracatçıları konumuna geldiler. Üstelik Amerika Birleşik Devletleri’ne ihrac edebiliyorlardı. Bu arada Güney Kore ve Tayvan da Japonya’nın yüzünden gittiler. Onlar da Güney Asya’da yatırım, doğrudan yatırım yapmaya başladılar.
Böylece hummalı bir ekonomik faaliyet gelişti. Dıştan bakıldığında uluslararası piyasalarda rekabet edebilecek kalitede mal üretiyor ve satıyorlardı. Yoksulluk tümüyle ortadan kalkmamıştı ama azalıyordu. Ortasınız büyüyordu.
Ancak ekonomide hep bir ancak vardır. Ancak ihracat tığı geliştirenler tümüyle yabancıların kontroller altında olan şirketlerdi. Örneğin 1980’li yılların sonunda Malayya’da bilgisayarlar ve benzeri elektronik eşyanın yüzde 99’unu yabancılar üretiyor ve satıyorlardı. Aynı rakam makina ve elektrikli eşya için yüzde 90’dı. Kavçuk mamulleri ihracatının yüzde 80’i yabancıların elindeydi. Teksil ve hazır giyim ihracatının da yüzde 75’i. Şimdi ülke sanayinin yabancıların elinde olmasının ulusal gururun ötesinde ekonomik bir anlamı vardır.
Şöyle ki 1992 Tayland mesela Amerika Birleşik Devletleri’ne sattığı sanayi ürünlerinden 2 milyar 900 milyon dolar bir ihracat fazlası sağlıyordu.
Ama aynı Tayland Japonya ile yaptığı ticarette 8 milyar 300 milyon dolar eksideydi. Neden? Çünkü imalat için gerekli her şey Japonya’dan geliyordu.
Aynı şekilde Malezya Amerika ile yaptığı ticaretten artısı 4 milyar 200 milyon dolardan fazlaydı. Buna karşın Japonya’dan aldığı mallar onu 5 milyar 800 milyon dolarlık bir açığa sevk ediyordu.
Ülke ekonomileri büyüdükçe aradaki fark doğal olarak daha da arttı. Dış ticaret açıkları büyüdü.
Malezya’nın dış ticaret açı 1993’te %4.8 iken 1995’te neredeyse 2’ye katlamıştı. %8.5. Geza Tayland. Tayland’da dış ticaret açı %5.9’dan %8.1’e kadar çıktı.
Asya kaplanların hükümetleri kendilerini bir kez daha dış ticaret açı kapatmak için uğraşır buldular.
Ekonomilerinin durmaması için döviz bulmaları gerekiyordu. Her türlü çareye başvuruldu. Ne yazık ki buna Tayland hükümetinin döviz karşılığı 6 ticaretini açıkça ve şiddetle desteklenirse dahildir.
Ülkede izleyen eğitim salgını bir başka facia idi. Düşünülen çarelerden bir tanesi işçilerin sendikalaşmalarını önlemekti.
Tarımsal bölgelerden göçmen işçiler getirildi. Çok daha ucuz ücretlerle çalıştırıldı. Tayland kalkınma araştırmaları endüstrisinin 1994’te yayınladığı bir rapor var. Bu raporda ülkesinin gelir dağılımındaki bozukluk bakımından dünyanın en kötü 5 ülkesinin arasına girdiğini ilan ediyor.
Öyle görünüyordu ki Asya Kaplanı’nın mucizevi kalkınması bir avuç seçkin siyasetçiye 5 adamına yaramıştı.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir