"Enter"a basıp içeriğe geçin

Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Çin Medeniyeti ve Türkler | 24. Bölüm

Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Çin Medeniyeti ve Türkler | 24. Bölüm

videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=ckhjAIZGw34.

İNTRO Türkiye’nin Tek Kültür Sanat kanalı TRT2’den, Felsefe Söyleşilerinden merhabalar efendim. Tekrar karşınızdayız. Felsefe Söyleşileriyle düşünce ufkumuzu aralamaya adım adım devam ediyoruz.
Ve tabi ki kavram mühendisine de devam ediyoruz. Bunu gerçekleştirirken bize mihimandarlık edecek isim, yine stüdyomuzda her zamanki gibi kendisiyle müşerref olduğumuz için şanslı hissediyoruz, addediyoruz kendimizi. Hocam hoş geldiniz. Hoş bulduk efendim merhabalar. İzleyiciler sizi artık çok yakinen tanıyor ama Prof. Dr. Şaban Teoman Duralı hocamız umarım afiyettedir inşallah. Teşekkür ederim. Sağ olun. İyi diyelim, iyi olalım. İnşallah canım hocam benim. Ve tabi ki daimi konuğumuz var yine stüdyomuzda. Editörümüz, değerli editörümüz Beytullah Çakırdağ aramızda. Hoş geldiniz. Sen de Beytullah. İyisin inşallah. Çok şükür siz de iyisiniz. Şükürler olsun. Seni görünce böyle daha iyi oluyoruz. İyi sorular soruyorsun. Hocamızı da böyle farklı farklı alanlara götürüyoruz. Ve farklı bir bilgi dağcığı da elinmiş oluyoruz. Senin sayende teşekkür ediyoruz. Estağfurullah. İnşallah faydalı oluyordur tabi. Ne demek. Öyle diyelim. Evet değerli hocam bir önceki programda Çin medeniyetinin sac ayaklarını inceledik.
Ve onun etkileri altında kalan medeniyetlere temas ediyorduk. Çin medeniyeti tarafından da yaramaz çocuklar olarak adledilen Türklere, Turani ırka temas ettik. Onların yapıp ettiklerini, onların o bölgede yaşayışlarına dair kısmen bilgiler vermeye çalıştık. O havzayı oluşturan yapıların nasıl olduğunu, Kazakların nasıl bir yapısı olduğunu, Moğolların nasıl bir yapısı olduğunu anlattınız bize. Dilerseniz yine Çin medeniyetinden devam edelim.
Bu etkisini daha doğrusu nasıl etkilemiş meselesine devam edelim. Türkleri medeniyet havzasında ne gibi etkiler oluşmuş. Türkler nasıl etkilenmiş konusuna devam edelim. Oradan olur kaldığımız yerden devam edebiliriz hocam. Seyircilerimize her zaman olduğu gibi saygılar ve sevgiler sunuyoruz. Eee. Türklerle devam edelim.
Ve sonunda Çin medeniyetini bir toparlayıp bitirelim. Bilal’e Hint’e geçeriz. Bir Moskır haritasını rica etsem arkadaşlarımızdan. Şimdi. Geldi hocam harita. Evet. Çıkış yeri daha önce belirtmiştim. Bu havzaydı dedim.
Ve buradan batıya doğru yürüyorlar. Niye yürüdüklerini kesin bilmiyoruz tabi tahminler var. Bunlar avcıydılar büyük ihtimalle avlandıkları hayvanların peşinden gidiyorlar. Hayvanların geyiklerin daha doğrusu. Güzelgahı iklimle değişiyor.
Eee. Isındıkça. Bu geyikler kuzeye ve daha buralardaki serin yerlere doğru hareket ediyorlar. Niye arıyorlar işte ot varlığı onlar için önemli.
Büyük ihtimalle Hunlar şionglular. Hun ile şionglunun aynı olup olmadığı da kesin değil. Bunların hepsi çok muğlak olaylar.
Orius adında bir romalı batı şiongluların Avrupa’ya yönelmesinde yani Atilla’nın milattan sonra 4. yüzyılda buraya intikalinde bu terimi Hun deyimini kullanıyor.
Şiongluyu bilmiyor herhalde büyük ihtimalle. Hunların kendilerine Hun dediklerini düşünüyoruz. Adam böyle dediğine göre herhalde onlar kendilerini böyle tavsif ediyorlardı.
Batıya Avrupa’ya sarkan o Hunlar Atilla’nın Hunları ilkin doğu gotları yerlerinden kaldırdılar. Gotlar da bir savaşçı kavim.
Yermen kavimi beklenmedik bir anda Hunların taarruzuna uğruyorlar ve alışık olmadıkları bir tiple karşılaşıyorlar. Ve o onları çok korkutuyor. Bu savaşçı olmalarına rağmen kaçıyorlar. Doğu Roma topraklarına sığınıyorlar.
Bu arada şunu da belirteyim. Bizans dediğimiz aslında Roma demektir. O sonradan uydurma bir laftır Bizans 19. yüzyıl tarih filozoflarının bir uydurmasıdır. Bizanslar yani bu coğrafyada oturan yaşayan insanlar kendilerini Bizans diye anmıyorlar. Bu Rumide aslında Roma’da oradan geliyor.
Rum Roma’dan gelen bir attır. Rum Roma’dan geliyor. Arapça’da o olmadığından Roma demişlerdir ve o ağada düşmüştür. Rum olmuştur o. Gençliğimde ben kapalı çarşıda Rumların yanında çalışmış çalışmışlığım var.
Ve onlar da kendilerini oradan biliyorum. Romeika diye adlandırırlardır. Biz Romeikayız derlerdi. Ben hiçbir zaman Bizans dediklerini bilmiyorum hatırlamıyorum. Öyle bir şey yok yani bunu da hemen burada belirtelim. Bu Roma’dır Roma devletidir. Ee değişen neydi?
Yanlış hatırlamıyorsam 12. yüzyıldan itibaren Roma’nın resmi dili Latince bırakıp Yunanca’ya geçmişlerdir. Latince devam etmiş midir etmiştir ama baskın olarak Yunanca bu Bizansın yahut da Doğu Roma’nın dili haline gelmiştir.
O yüzden böyle bir ayırım yapılır. Yanlıştır kanaatimce. Evet bu ne dedik? Ostrogotlar Doğu gotları Roma hudutlarına dayanır ve yardım isterler. Büyük çapta geldiklerinden Roma ürter. Muazzam bir got saldırısı var bir akını var saldırı.
Savaş anlamında değil akın akın geliyorlar Hunlara karşı savunun bizi gerekçesiyle ve Roma bunları asker alıyor. Bu da çok ilgi çekici bir şey. Özellikle Avrasya’da iki kavim askerliğiyle temayüz etmiş ve hep onlar başkalarının paralı veya köle askerleri olmuşlardır. Doğu’da Türkler şu mıntıkada Batı’da da Almanların atası Germenler. Hocam hemen hemen aynı ellemde ve aynı iklim kuşağına mı? Aşağı yukarı onun için ben bu Bozkır haritasını istedim. Bu olağanüstü bir geçiş sahasıdır. Düzlüktür.
Kırak belli mevsimlerde otlak oluyor bunlar ve o mevsimlerde bu adamlar atlı olduklarından atlarını besliyorlar yemlendiriyorlar. Atabiliyor muyum? Vurgulamak istediğim ya daha doğrusu hani dikkatimi çeken şey şu doğru mudur tabi siz söyleyeceksiniz de hocam.
Kuzey iklim dairesinde bulunan milletler oldukları için hani mahrumiyet var işte bu mahrumiyet onları sanırım sert tabiatlı yapıyor böyle bir şey diyebilir miyim? Sert tabiatlı kılıyor son derece dayanıklı adamlar oluyorlar.
Hayvalları da öyle atları da öyle çok dayanıklı atlar Arap ve İngiliz atından atına oranla Türkmen atı öyle bir adı vardır Türkmen atı. Yılkı. Yılkı ilginç ilginç bir laf. Yılkı aslında hayvan demektir Türkçe’de hayvan biliyorsunuz Arapçadır. Daha sonra Yılkı at sürüsü anlamını kazanmıştı.
At sürüsü olmuştur. Hayvan lafı girince. Bunların en önemli özelliği at üstünde doğuyor at üstünde büyüyor at üstünde ölüyor. Atla bütünleşiyor.
Bu Türklere mahsus değil bütün iç Asya halklarında gördüğümüz bir olaydı. O yüzden de Yunanlılar hep İskitleri atla bütünlük halinde tasavvur etmişlerdir. Adam atından inmiyor üstünde uyuyor. O dereceki atın üstünde yiyor işte pastırma dediğimiz aslında mastırmadır. O eti alıyor tuzluyor eğenin altına koyuyor ve onu tüketiyor. Yoğurt da böyle taş gibi yoğurtlar var onu su katıyor biraz yumuşayıp yumuşatıp yiyor. Birçok yiyecek çok uzun yollara uygun hazırlanıyor.
Bunlar birer Iaşe ustası çok uzun mesafelere dayanacak besinler götürüyorlar. Bu bozkır boyu bunun kuzeyinde balta girmemiş kutup ormanları var Tayga. Tayga da Türkçedir. Ölümsüz anlamına geliyor Tayga. Aşağı yukarı şuradan başlar Almanya’nın batısından tabi bugün yok artık bunlar. Burayı bitirmişler 16. yüzyılda Almanya’daki ormanlar bitmiş. Buradan başlar bütün şu havali kucaklar Tayga ve böyle şurası Çukçı yarımadasıdır. Oraya kadar ve Kamçatka var burada oraya kadar uzanır.
Güneyde de biraz önce belirttiğim şu bozkırın kuzey uçlarına deyin gelir ve buradan denize deyin uzanır. Bu bozkırın güneyinde hiddetli ve şiddetli çöller ve onların hemen altında yahut yanında geçit vermez dağlar var.
Son derece yabani bir ortam var. Böyle yabanilikten benim gibi yabaniliğe aşıksanız sizi mest eder o. Ben 2007’de Alman Atı’dan Bayanölgü’ye 1942 yapımı bir uçakla Rus uçağıyla İlyüşin’le uçtum. 2000 metre filan gidiyor tabi basınç felaketli.
Nispeten genç olduğumdan dayandım bugün koysanız ancak oradan cesedimiz çıkar. O uçaktan Aralık ayındaydı atalarımızın at sürdüğü bu düzlükleri seyretme fırsatım oldu. Aman ya Rabbim bugün benim bana imkan verirse nereye gider buraya giderim.
Öyle Paris’te Londra’da New York’ta aman ya Rabbim sizin olsun ben buraları isterim. O ne nefis bir manzara kar altında nehirler donmuş. Ondan sonra yer yer şeyleri görüyorsun yılkı demin dediğim boşu boş gezen atları görüyorsun o düzlükte kar kaplı moskurunda.
Ve başı boş gezen özellikle Moğolistan’da develer var. Develer donuşuyor nüfus çok az çok tenha bölgeler. Şimdi bu adamlar buralardan buralara böyle bana mısın demeden hareket halindeler. Hareket ediyorlar.
Ama Türklerin dışındaki kavimler özellikle Moğollar geldikleri yerlere dönüyorlar. O yüzden de devletleri uzun soluplu değil.
Bu bizimkiler gittikleri yerlere yerleşiyorlar. Yüzde 80 o yere karışıyor. Peki geldikleri yerle bağlantı kurmaya devam ediyorlar. Olmuyorlar. Gidince unutuyor onu. Öyle unutuveriyor. Bazı gelenekleri görenekleri devam ediyor.
Bunların başında da bu askerlik ve devlet kurma devlet yönetme hasleti var. Bunun dışında ne olabilir yeme içme alışkanlıkları var. Et diyorlar. Süt ürünlerinden yararlanıyorlar.
Süt, ayran, ıhımız, peynir. Bunların baş gıdası. Şeyler pek yok. Sebze. Sebzeyi biz burada öğrendik. Özellikle de Ece kıyısında.
İşlere gittiğin ölçüde Orta ve Doğu Anadolu’da sebzenin hükümranlığı bitiyor. Yine ete dönülüyor. Yav hububada dönülüyor. Tabii Doğu’da Çinliler kadar olmasa da pirinç tüketiyorlardı. Batıya geldikçe muğday ağırlık kazanmıştır. Bugün hala Doğu Türkleri şu Cumardaki Türkler, Özbey, Kazakırgız’ı filan pirinç yer. Pirinçin muadili bulgur oralarda yoktur. Varsa bile çok azdır. Bulgur bizde muğday alayı. Aynı şekilde Batı’dan da Doğu’ya hep bu Moskır istikametinde gitmişler ve karşılaşmışlar. Bu Moskır’ın güneyinde büyük medeniyetler var. Söz konusu olan Çin ve daha sonra İran.
Türklerin ilk karşılaştığı medeniyet merkezi Çin olmuştur. Hunlar ve Türkler. Ve oraya akın etmişlerdir. Bu akını durduramıyorlar. Özellikle Metehan’la karşı. Ünlü Çin setlerini inşa ediyorlar.
Aynı şekilde daha sonra İrani toprakları bunlar çok geniştiler. Bugünkü İran’dan ibaret değil. Bakın bütün şu havza İran yurdu durumundaydı.
Buraya 8. yüzyılda Türkler gelince İran halkları, bu bir tek halk değil, bir çok başka halk var. Bunlar bugünkü İran’a veya Kafkasya’ya çekilmişlerdir. Burada kalmadı mı? Kaldı. Mesela Tacıklar İrani bir halktır. Ama çoğunluğu Türkler aldı. Türk derken tekrar söylüyorum başta söyleyeyim. Burada bir kavim var. Kavim yok filan diye bir şey. Kavim var. Ama bütün Türkler o kavmin mensubu değiller.
Türkçe 6. 7. yüzyıllardan itibaren genel geçer bir dil halini alıyor. İç Asya’da. Ve bu uzun süre gidiyor. Yaklaşık 17. yüzyıla, 18. yüzyıla değil sürüyor.
Zirvi Çağataycıdır. Bizim iki klasik dilimiz var. İki büyük klasik dilimiz var. Biri doğuda Çağatayca, batıda Osmanlıca. Osmanlı Türkçesi ile Çağatay Türkçesi klasik dillerimizdir. Büyük edebiyatlar var burada.
Bir dilin klasikleşmesinde iki etken aranır. Bir dini metinlerin olması kutsallık getiriyor o dile. İki güçlü bir edebiyatın taşıyıcısı olmasıdır.
O bakımdan güçlü bir edebiyatın taşıyıcısı bir dile müdahale ettiğinizde, bana çok dehşet suçlamalar geliyor ben bunu kınadığım için. Bu müdahaleyi kınadığımda. O dille birlikte muazzam bir tasavvur dünyasını öldürüyorsunuz. Ortadan kalkıyor.
Yazıyı değiştirmek de bunun içinde mi? Yazı devrimi ile yazı devrimini ayrı mı düşünmeliyiz, bir mi düşünmeliyiz? Yeri gelmişken. İç içedir. Daha deniyor ki daha önce birçok kere biz yazı değiştirdik. Daha önceki hafta Run yazısından bahsetmiştim. Göktürklerin falan kullanmış olduğu. Daha sonra Uygur yazısı var. Sodakçadan alınma bir yazı. Hemen hemen yazıyı kullanmışız. Çin yazısını kullanmışız. Hint, Brahmani yazıyı kullanmışız filan falan. Ama en uzun kullandığımız bin küsür yıl, bin iki yüz olabilir. Arap kökenli yazıdır.
Ve orada çok büyük eserler meydana getirilmiştir. Çünkü yerleşikliğimiz de o dönemden sonra geldi. Yani hani o medeniyet dilini inşa ettik. Büyük imparatorlukların dili olmuş. Çok büyük imparatorlukların. İmparatorluk dili olmasından ütürü mensum olduğu medeniyetlerin sözlerini almıştır.
En eski, kadim Türkçe’de mesela Çince kelimeler vardır. Daha sonra Uygurlar medeniyet değiştirmişlerdir. Hint medeniyetinin etki alanına girmişlerdir. Hemen sonrasında İran medeniyetinin etkisini görüyoruz. Yazıları uzun sürmüyor.
Büyük imparatorluk kurmuyorlar. Hatırlıyor muyum? İlk büyük imparatorluk şeyden sonra Hunlardan ve Göktürklerden sonra Karahanlılar da görüyoruz. Ve Karahanlılar Arap yazısıyla iş görüyorlar. Daha sonra başka ara devletler var. Büyük, abidevi bir devlet Selçuklardır. Türk tarihinin zirvesi Osmanlı Devletidir. Beğeniriz beğenmiyoruz, tukakadiriz ne dersek diyelim. Bunlar özden olaylar değil. Tamamen nesnel tarihi durumlardır. İnkar götürmez. Yani bu Türk tarihinin değil, insanlık tarihinin nirengi noktalarındandır Osmanlı Devleti.
Ve onun yazısı da bu budur. Ve bunun da büyük bir edebiyat ortaya konmuştur. Şimdi onları bir tarafa bırakalım. Biz gene konumuza dönersek.
Çin medeniyetinin Türkler üzerindeki şeyse, söyleyin adını, hakimiyeti. Öncelik ve özellikle İslam’ın kabulüyle durur. Sonra erer.
Bu hakimiyet kısmidir. Hep onu tekrarlıyorum. Kısmidir. Her şeyden önce Çin yerleşik bir medeniyet, sivil medeniyet, ken, Türkler, seyyar devlet ve asker olma özelliklerini. Üç aşağı beş yukarı cumhuriyetin kuruluşuna değil sürdürmüşlerdir. Hocam Çin’le benzeşen yönümüz ne peki bize? Ya da yönlerimiz? Çin’le benzeşen yönlerimiz, dinde benzerlikler var. Tian Tengri olayı.
Devletin başı Hakan, aynı Çin imparatoru gibi, göğün yansısıdır. Yankısıdır, öyle de diyebilirsin.
Halife nasıl Tanrı’nın gölgesi olarak gösteriliyorsa bu İslami bir olay değildir. Aslında Türklükten gelen bir olaydır. Kut anlayışının? Kut anlayışı buradandır. Gökhan Yılmaz dostumu burada analım. Kut öyle tercümesi mümkün olmayan filan bir laf değildir. Kut çok büyük bir mutluluktur. Dini bir mutluluktur. Şeyin Saadet’in Türkçüsüdür.
Saadet herhangi bir mutluluk değil, ruhani bir tarafı var. Huzur daha yakın değil mi hocam? Huzura daha yakın. Huzuru da içine alıyor, seni olağanüstü bir duygu durumuna sevk ediyor.
O Kut’ta bilinç de var, bilinç olayı da var. İşte Yusuf Hasacı’nın o ünlü eseri Kutat Gubilik.
Saadet şuulunu yaşama. Niye Saadet’e erişiyor? Niye o şuul, bir Saadet yaratıyor? O bilinç niye olağanüstü mutluluğu veriyor?
Devlet kurmanın, devlet olmanın bilincine varıyorsun. Bilik bilinç anlamına geliyor. Bilgi diye de şey yapıyorlar ama doğru değil o zaman. Bilgiyle bilincin ayrımını yapıyorlar mı sanmıyorum.
Çok derin bir mutluluğun bilgisini taşıyorsun. Ben biliyorum bu mutluluğun nedenini, bu mutluluğu niye yaşadığımı biliyorum. Bu mutluluk da devlet sahibi. Devletten geliyor. Böyle derin bir devlet tutkusu var. Çok önemli bir şey. Hocam buradaki devlet kavramının da birazcık daha altını açacak olursak.
Yani şöyle bir mana, şöyle bir anlam ifade ediyor diyebilir miyiz? Devlet demek yeryüzündeki IAŞ’in, MEAŞ’in yaşantının anlamını doğru yere oturtmak, kaidesine oturtmak, bunu oturtabilen bir yaşam süren bir yapı ortaya koyabilmek diyebilir miyiz bunun için?
Teşkilatlı toplum yaşaması diye tercüme edebiliriz. Açıklayabiliriz. Teşkilatlı, gelişi güzel değil. Ordu da zaten böyle. Yani sadece savaşma gücü değildir ordu.
Ordu teşkilatlanmış bir topluluğun ortaya koyduğu bir görünüm var. Her yanıyla o bir teşkilatlanmışlığı sunuyor.
Teşkilatlanma aklı şart koşar. Akıl yoksa teşkilatlanma olmaz. O zaman Türk devlet sisteminin de mantığında akıl var. Her devlette olduğu gibi burada ucunda akıl var. Biraz üst bilinç diyebilir miyiz buna hocam? İşte o aklın bilinci. Bende o akıl var olayının bilincini yaşıyor.
Türk bilgeleri ve filozofları Yusuf Asacık gibi bilgeler, Parami gibi filozoflar ana derdi, ana davası devlet. Bizde felsefe rağbet görmemiş dediğimde,
kastettiğimde bu metafiziye girmemişlerdir. Girmişse de çok kenarından, köşesinden girmiş. Yani bir sistem haline getirmemiştir. Aristoteles’te, Kant’ta, Gazali’de, İbni Sina’da, Dekart’ta falan gördüğümüz biçimde ana kaygısı metafiziyi inşa etmek olmamış. Hep devlet üzerinde kalmışlardır. Hep yaşamsal tarafı mı? Evet, yaşama, hayata yönelik bir dert var ortada. Bu bize birazcık da bilgeliği getiriyor değil mi?
Bizde Çin’in de ana derdi devlet olmuştur. O devletin inşa edildiği toprakları memleket benimsemiştir. Yurt edilmiştir. Çok ilginç gibi bir şey.
Çinliler, Metahan’dan atını isterler, verin der. Etrafındaki adamlar çıldırırlar, nasıl verirsin der. At, avrat, pusat bu üç. Üçlülük. Onu isterler, bunu isterler, ne hayattir karısını isterler, karısını da göndermeye razı olur. Sonunda toprak isterler. Neden? At onundur, avrat da onundur. Ne bileyim ben, şusu da onundur, pusat da onundur. Devletindir. Fatih ne diyor? Ormanımdan bir dal kınanın kellesini keserim diyor. Ormanın dediği devletindir işte. Kendisi nedir? Devletin hizmetçisidir, hizmetkarıdır. Aslında Mete ile aynı refleksi gösteriyor. Aynı refleksi gösteriyor. Tabi. Devlet malını peşkeş çekemezsin. Kut olan devlet, birey değil.
Bunu çok iyi görmek lazım. Çin’in de felsefesi olmamıştır. Metafizik merkezli bir felsefesi yoktur. Buna lüzum görmemiş, ya mecelememiş, bilmiyorum hangisi doğru hangisi yanlış. Mecelememiş belki de. Ama devlet konusunda olağanüstü önemli bir yer tutar. Felsefe bilimin başını çeken eflatunun en önemli derdi devlettir. Ve diyor ki, işe yaramayan bilgiyi ben ne yapayım diyor.
Aynı Peygamberin ile işe yaramayan bilgiden ben Allah’a sığınırım. Mealinde bir şey söylüyor. Bu işe yaramayan bilgi nedir? Toplumu yaşatacak bilgidir. Metafizik bilgi, yani felsefenin özü olan bilgi insanı yaşatmaz. Hep onu söylüyorum, duruyorum. Bunu söylüyorum. Varlık nedir?
Varlık ile var olan arasındaki ayrım nedir? Kimin işine yarar Allah aşkına? Bilgi nedir? Bunlar metafizik sorular. Hatta iyi nedir? Bunun da hiçbir işe yararlığı yok. İyi olan nedir diye sorarsan o işe yarar. Bir hayata yöneliktir.
Ne sorusu zaten? Metafizik’in ana sorusu nedir? Ne sorusu? Bir işimize yaramaz. Nasıl işimize yarar? Mekanik bir sorudur. Bir şey nasıl işler? Neden sorusu işimize yarar? Neden etki bağlantısını kurarız? Ama ne sorusu?
En hayati soru nedir dersen nedir? İşe yaramaz görünen ama bütün işe yararlılıklarının esasını teşhis etkili. Tetikleyicisi. Anahtardır o. Şimdi tekrar dönersek demek ki bizimkilerin ağırlık verdiği devlet aklıdır. Devlet aklı.
Üst akıl diyoruz ya bugün çok moda bir laf vardır. O devletin aklıdır. Devleti inşa ettiği yer memleket olmuştur. Orada yaşayan insanlar benden olun olmaz hiç önemi yok. O hepsi o devletin önemli olan yurttaştan ziyade vatandaştır.
Yani kavmi bir şeyi yok. Bu da çok önemli bir şey gibi değil mi hocam? Yani hani kavmi bir saplantısı yok gibi sanki. Neden böyle olmuştur acaba? Benim çıkarımım bu benim çıkarımım bilmiyorum. Dedim ya baştan ben hep bir tarafımdır. Kimin tarafımdansın kendi tarafımdan.
Ee Türkler bir nişi kurttan türediklerine inanıyorlar. Asena’dan. Zaten Asena büyük ihtimalle Hunlarda bir boyun adıydı. Bu boy Türkleri ortaya çıkarmış olmalı.
Ve Türkler de bir çok boydan oluşmaya başlamışlardır. Kıpçaklar, kumanlar, Oğuzlar, Kırgızlar vesaire. Türk devletleri bu boyların ittifakı şeklinde temayüz eder. Hep bir imparatorlukları imparatorlukları var federatif bir yapıya sahipler. Merkezi devlet olayı çok sonra ortaya çıkar. İkinci Mahmut da görüyoruz. Sıkı merkez şeyse hadisesi. Çin’de ise daha eski değil mi hocam bu kültür? Çin’de ise bu merkezi devlet anlayışı daha eski. Çin’de de var değişik bölgelerin özellikleri.
İdari bir baskıdan ziyade Çin’de olağanüstü bir kültür hakimiyeti vardır. İran’da da bunu görüyoruz. Kavmi bir refleksten ziyade medeni refleks gösterirler.
Dışarıdan gelenler bir süre sonra Çin’lileşirler. Nereden gelirsen gel. Hop seni yutuyor eritiyor içinde. Her tarafta Moğol nefreti vardı. Çin’lerde Moğol nefreti yoktu. Çin’liği içleştirmişti. Çin’lileştirmişti. İçine almıştı.
Buna benzer bir olayı İran’da da görüyoruz. Farslar da. Geleni içine almış çekmiş bir süre sonra farsça konuşuyor. Farslar gibi davranıyor vesaire. Çok ilginç ilginci bir art. İngiliz dünyanın dört bin yayına yayılmış mı yayılmış? Evet. Yerleşmiş İngiltere’yi tekrarlamıştır. Nereye gidersen dünyanın yeni İngiltere’leri görürsün. Günümüzde biraz da değişiyor artık. Aynı şey kalmadı ama üç aşağı bir kere İngilizce konuşuyorlar hepsi. Kanadası, Avustralyası, Yeni Zelanda’sı, ABD’si. Ve sömürge edindiği ülkeler Hindistan’ı, Şusu, Bussu hep İngiliz üzerinden gidiyorlar. Bizimkisi gidiyor yerleşiyor bir süre sonra unutuyor. Mucizemi olarak buraya gelen Türkler dillerini sürdürmüşlerdir.
Bunu da yapan, tukaka ettiğimiz, küfür ettiğimiz, yerden yere vurduğumuz Osmanlıdır. Osmanlı gelmeseydi Türkçe yoktu bugün. Çünkü Selçuklu bırakmıştı. Selçuklu Farsça’yı benimsemişti. Kendi aralarında büyük ihtimalle Türkçe konuşuyorlardı ama resmi yazışmalar, bütün eserler, şunlar bunlar Farsça’ydı.
Benzeri Hindistan’da olmuştur. 800 yıl Hindistan’ı Türk hanedanları idare etmiştir. Ama Türklüklerinden hiçbir şey kalmamıştır. Sinirip gitmiştir. Benzeri kumalların gittiği Mısır. Beçeneklerin ve kumalların gittiği Mısır.
Kölemenler, Sinir’in gitmişlerdir. Burada kalıyorlar. Osmanlı coğrafyasında Türklüğünü devam ettiriyor. Dışarıdan alınır kardeşim bu klasik dildir.
Klasik dillerin hepsinde üst kademenin dili, üst tabakanın dili alttakilere anlaşılmaz gelir. Roma günlerinde yaşasaydık halk üstlük konuşan edebi latinciyi anlamazdı. Mümkün değil. Bu Çin için de böyledir.
Arap için de böyledir. Halk fasih Arapçiyi ne anlar? Ne bilir? Mümkün değil. Bütün büyük kültür dillerinin ortak paydasıdır bu. Üst tabakanın kullandığı yazı dilini alttakiler anlamazlar.
Bu 18. 19. yüzyıl aydınlanmacılığı ortadan kalkar. Bu ayarım çizgisi. Şimdi ne dedik? Hocam oraya geçmeden bu kutla ilgili bir şey soracağım.
Hükümdar kutu alıyor, Hakan kutu alıyor. Bu arada bu eski Türklerle ilgili aldığım anakaina Hunlarla ilgili olarak Çinlerin tuttuğu kayıtlardır.
Bana bu kayıtları açan hocamı da rahmetle anacağım. İbrahim kafesonunu. Bu da rahmetle anma bir ödevdir benim için. Nur içinde yazsın. Allah rahmet eylesin. Çok büyük bir tarihcimizdi.
Dediğim gibi bana çok ufuk açmıştır. Bu vesileyle onu da anmış olayım. Şimdi bu kut sahibi olan hükümdarın kime yahut neye karşı sorumluluğu var? Ya da istediği gibi kut bende diye istediği gibi hareket edebiliyor mu? Yoksa onu bağlayacak başka bir güç var mı? Olur olur mu? Nedir o hocam?
Madem ki tengrenin iz düşümüdür, tengriye karşı sorumludur. Tengri kişileşmiş bir tanrı mıdır? Hayır. Bunu da hemen belirttireyim.
Hz. İbrahim’den önce vahdet vahiy fikri ya çok istisnai bir durumdur veya yoktur. İstisnalar kaydeyi bozmaz. Tamam mı? Var Mısırlılarda da bir tek tanrı fikrini ortaya koyanlar filan var ama kurumlaşmamıştır. Biz neden bahsediyorsak o kurumlaşmış olması gerekir. Türkler’de tek tanrı fikri yani vahdet fikri şey değil. Bizim var öyle tarihcilerimiz Müslümanlığın ağırlığını almak için
buna lüzum yok. Bizde bu vardı filan yoktu kardeşim. Yalana dolana lüzum yok. Bütün çok tanrılıklarda temayüz eden bir tanrı vardır her zaman için. Yunanlarda Zeus vardı mesela. Hindlilerde Indra vardı. Ama bu tek tanrı demek için büyük bir zorlamadır.
Açık seçik vahdet Yahudilikle ortaya çıkmıştır. Kurumsallaşarak ortaya çıkmıştır. Tamam mı? Yani Hz. İbrahim’in tabi daha tam bir dini yoktu. Din olayı Musa ile Hz. Musa ile karşımıza çıkıyor.
Ve orada biz kurumlaşmış bir tarzda tek tanrı fikriyle karşı karşıya geliyoruz. Çok da tutarlıdır. O bir ana örnek haline gelir. Yahudilikteki tek tanrı fikri bir ana örnektir. Ve onun tekrarı İslam’da vardır.
Bu bir ilahiyat olayı mıdır? Sosyolojik olayı mıdır? Bunları bana sormayın. Ben ilahiyat olduğuna inanıyorum. İsli’ye sosyolojik desin beni bağlamaz. Sosyolojik olan da bir inançtır. Teolojik olan da bir inançtır. İkisinin ayrı ayrı ispatı, kanıtlanması mümkün değil.
O halde burada tek tanrı dininden söz ediyorsak, Yahudilikten ve İslamiyetten söz edeceğiz.
Hristiyanlık da tek tanrı yapıyor ama ben anlayamıyorum onu o bakımdan. Beni mazur görsün herkes. Nasıl oluyor, nasıl bir tek tanrılıktır?
Ayrı bir tartışma konusu. Türkler’deki bu tengri fikri kişileşmiş bir tanrı anlayışı olmamakla birlikte, burada bir çelişki var tabi bu ifademde ama o çelişki benden ileri gelmiyor. Görünen manzara bu. O’nun bir baskısı var. O tengrenin bir baskısı, bir basıncı var. Şimdi biz mesela İslam’da Tanrı’dan söz ettiğimizde Allah bir kavram değildir. Allah bir özel addır. Senin adın Mücahit, seninkisi Ali, benimkisi Tuaman vs. O da onun da adı Allah’tır. Bir kişi adıdır bu. Tanrı bir kavramdır. İlah, Arapçası İlah. O bir kavramdır.
Tanrı’nın eski Türkçesi tengri, aynı zamanda gök demektir. Gök mavi gözüktüğünden mavi renk kutsal olmuştur.
Mavi’nin Türkçesi göktür. Mavi bildiğiniz gibi Arapça. Türkçesi göktür. Gök Türk denirken ilk Türk devleti gök Türkler kutsal devlet, kutsal Türkler anlamına geliyor. Hocam burada şunu söyleyebilir miyiz? Özür dileyerek. Buyuruyorum size ama.
Şimdi İslamiyet inancından bahsettik ve gök Türk inancından bahsettik. Şu kavramdan yola çıkarak yani daha doğrusu teolojik olarak o göğe istiva etti. Sonra o göğe istiva etti diye bir malum haliniz, bir ifade var kutsal kitapta Kur’an-ı Kerim’de.
Evet. Şimdi göğe istiva eden bir ilahtan bahsediyoruz. Yani göğe bu acaba aynı mantaliteden aynı iz düşümden ortaya çıkmış olabilir mi? Çok güzel bir şey temas ettin. Kur’an herkese hitap etmek zorunda ve çağlar üstüdür. Yani insanlık var oldukça Kur’an geçerlidir. Öyle mi?
Şimdi insanların alışık oldukları bir Tanrı anlayışı vardı ve gökliydi. O yüzden sen insanlara hitap ederken onların anlayacağı dilden konuşman lazım. Yani Allah göğün bir yerinde oturmuyor yani Allah’ın nerede o mekanı bir kere yok. Mekan aklın işleyişi için vazgeçilmez bir şarttır. Zaman mekan. Ya Allah akıl ötesi bir olaydır. Akle edemeyiz. O kendini bize tanıttığı ölçüde olabiliyoruz. Onun dışında bilmemiz imkan yok.
Mekanın içine koyduğu vakit ahirette öyle. Din uçar gider. O bakımdan göğe işaret ederken bugün hala işte kızdığımız ya da çok ümitsiz kaldığımız durumlarda elimizi havaya kaldırıyor filan. Yere de tutabilirsin. Orayı da tutabilirsin. Her tarafta. Esas herhalde bana buramda şeyhimden şah damarımdan da yakın olması itibariyle muazımı gösterebilirim.
Şimdi o eski adetlere sığınarak insanları kendine çekmeye çalışıyor. Başka türlü anlatamaz derdini. Zaten gündelik diline geliyor.
Akla indirgeye bilmek için bir mekan tahsis ediyor. Tabi gayet tabi. Mekan tahsis ediyor. Hepsi bu. Allah bir tahtı oturuyor mesela deniyor. O bildiğimiz bir hükümdarın tahtı filan değil ki. Benzetmeler yapılıyor bunlar. Teşvikler bunlar. Ben o yüzden yorumlamaya karşıyım.
Ben yorumlamıyorum. Ben kendi hesabımı yorumlamıyorum. Öyle mi diyorum? Peki. Öyle olsun. Acaba bundan ne kastediyor? Nereye gidiyor?
Dersen içim içinden çıkamazsın. Ama vahiy öncesi dinlerde gerçekten bir mekan fikri var. E bu da denilemesine doğru mudur onu bilmiyorum. O günün şartlarına uygun Allah insanlara konuşmuş olabilir. Zihin yapısının bakımından ve o benzetmelerde bulunmuş olabilir. Bu da mümkün. Gel gelelim. Gök. Çinlerde de Türklerde de kutsal bir en azından sembol diyebiliriz. Ve bunun üzerine kurulu bir zihniyet söz konusuydu. O günden bu günden bu hala geliyor bu anlayış. Çinlilerin çok büyük icatları var. Bunları sıralayarak bitirelim biz Çin faslını. Bu icatlar demin dedim ya hayata dönük adamlar. Pratik ve içli dışlı olan insanlar. Ama bu pratik teorinin tersi anlamında alınmalı.
İşe yarar kullanışlılık bakımından hep Çinliler önde gidiyor değil. Marut’u mesela icat ediyor topu getirmiyor yanında. Top yok. Ne yapıyor? Havai fişek atıyor. Bununla kötü ruhları korkutuyor veya eğleniyor. Gökte çeşitli renklere bölünüyor bu havai fişekler. Bu emi eğlence konusu haline geliyor. İşe yarar şey var tabi. Çay var. Kağıt var. Matbaayı icat ediyor.
Pusula da Çinli var. E kurumlaştırmıyor. Bunlar mevzi kullanım gören onaylar ve orada kalıyor.
Daha önceki bir konuşmamda söylemiştim. Mesela çok geniş yörelere açılıyorlar. Dünyanın değil ama Afrika kıyılarına gidiyorlar.
Basra Körfesi kıyılarına gidiyorlar. 1400’lü yıllardan birinde. Sonra bitti o. Tekrarlanmıyor. Bunun kıymeti harbiyesi yok. Bir defa yapılan bir şey.
Belki gün gelecek soracaksınız. Hep sorulur. Amerika’ya Christoph Kolomb’dan önce gidildi mi? Müslümanlar gitti. O gitti. Bu gitti.
Bu gidilmez olur mu? Mısırlılar gitmiştir, Fenikeliler gitmiştir. Vikinglerin gittiğini biliyoruz. Müslümanlar da gitmiş olabilir. Önemli değil bu. Christoph Kolomb’dan itibaret.
Amerika’ya yerleşiyor. Amerika’ya damgasını vuruyor. Kurumlaşıyor. Hepsi bu. Ömrünün bir izimizi kalmamış. Orada bir cami kalıntısı varmış.
Önemli olan bir takım tevatür gidiyor. Hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Tekrar tekrar aynı şeye döneceğim. Kurumlaşma. En önemli şey bu.
Galiba sünemiz doluyor. Buradan şunu ilanen temliye edeyim. Bundan sonraki konuşmamız hayatta kalırsak, ayakta kalırsak Hint’te ilgin olacaktır. Hint’de geçeceğiz. Efendim, iyi geceler diliyorum yine herkese, bütün dostlarımıza, dinleyenlerimize. Haftaya, buluşuncaya deyin sağlıcakla kalınız.
Çok teşekkür ediyoruz canım hocam. Ağzınızda dilinize sağlık. Çok önemli bir yere geldi aslında. Mesela Çin medeniyetini yaramaz çocuklar diye tabir eden, Çin medeniyeti tarafından yaramaz çocuklar olarak adledilen Türkleri anlatmaya başladı hocamız. Ve sonrasında oradan tabi ki çeşitli kavramları aça aça ilerledi. Ve en son, Tengri kavramının nelere tekabül ettiğine dair bir mevzuya geldik. Ondan sonra da Hint alt kıtasına ineceğiz. Oradaki medeniyet havzasına da ineceğiz. Çünkü ilintili bazı konular da var. İnşallah bir sonraki programda bu konuya da girmek bizlere nasip olur diyelim.
Ve sizleri saygıyla, sevgiyle, selamlayarak programımıza vedadem. Hoşçakalın efendim.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir