Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Hint Medeniyeti | 25. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=dvzFSMMs9JY.
İNTRO Türkiye’nin Tek Kültür Sanat kanalı TRT2’den, Felsefe Söyleşilerinden merhabalar efendim. Yeniden karşınızdayız.
Üçüncü hukukumuzu Prof. Dr. Şaban Teulmanduralı ile aralamaya devam ediyoruz. Öncelikle olarak tabii ki hocamıza hoş geldiniz demek istiyorum. Hoş bulduk. Hoş bulduk efendim. Sağ olun. Teşekkür eder misiniz? Nasılsınız? Çok teşekkür ederim canım hocam. Ve tabii ki stüdyomuzda yine bir değerli konuğumuz daha var. Daimi konuğumuz aynı zamanda. Değerli editörümüz Beytullah Çakır da aramızda. Hoş geldin Beytullah. Hoş bulduk. Sen de iyisin inşallah. İyi hamdolsun çok şükür. Çin medeniyetinden şimdi Hint medeniyetine doğru bir konuşacağız inşallah. İnşallah inşallah. Bakalım sorular hazırladın diye tahmin ediyorum. Bakacağız. Peki. Değerli hocam bir önceki programımızda biz Çin medeniyetini ve Çin medeniyetinin etki ettiği kültürleri incelemeye çalışıyorduk. Öncelikli olarak tabii ki en etkili olarak etki alanı içerisinde yer alan Türklerden bahsettik. Türklerin Çin medeniyetiyle etkileşiminden bahsettik. Nasıl bir etkileşim içinde bulunmuşlar? Kendilerine dair nasıl bir kültür oluşturmuşlar?
Bu bölgeye dair nasıl bir eee katkı sağlamışlar? Bunu anlamaya çalıştık. Dilerseniz Hint medeniyetine geçmeden önce yine o Türklerin bölgedeki yapısına temas edelim mi? Edelim efendim iyi akşamlar diliyorum bütün seyircilerimize dinleyicilerimize. Eee tabii en fazla Türkleri etkiledi diye bir şey yok. Bu yaygın bir etkisi var Çin medeniyetinin ama biz kendi açımızdan baktığımızda Türk tarihinin başlangıç dönemlerini ne ağırlık verdik? Herhalde Koreli olsaydık Kore’ye ağırlık verirdik. Japon olsaydık oraya verirdik.
Eee ayrıca tarihimizi de bilmediğimizi söyleyebilirim. Buna hiç önem vermemişiz. Eee kolayına kaçıyoruz hep. Tarih denildiğinde bizde eee bundan yüz yıl öncesini pek geçemiyoruz.
İşte devrim tarihi Atatürk devrimleri vesaire tarihi buradan ibaret görüyoruz. Azar azar Osmanlı’ya da biraz el atanlarımız oldu ama o da müşkül bir mesele. Çünkü arşivlere gireceksiniz onları okumanız gerekecek. O yazıyı unutmuşuz filan filan. En fazla ihmal ettiğimiz bizim esas kaynağımız olan İslam öncesi tarihimizdir. O hemen hemen yok gibi bir şey bizde. Hep ecdebiler onu incelemişler. Hem eski Türkçe hem de eski Türk tarihi bize bir meçhuldür.
Dediğim gibi onu dışarıdakiler incelemişler ona çok ağırlık vermişler. 1700’lerin ortalarından itibaren İsveç, Almanya, Danimarka, Macaristan, Rusya, Finlandiya da var galiba hocam. Bir çok başka ülkede var.
Onları unutuyorsam beni bağışlasınlar ama bunlar en önemli ülkeler bu dediklerim Türk araştırmaları babından. Bizde benim aklıma gelen ilk at Rahmetli Bahattin Ögel’dir. Çok önemli bir tarihçimizdir. İslam öncesi Türk tarihine eğilmeyen bir kişidir. Onunla birlikte aşağı yukarı aynı tarihlerde araştırma yapmış ve bizde ders vermiş olan Eberhard’dır. Alman 930’ların galiba başlarında buraya geliyor. Ve 50’lere değil yanlış hatırlamıyorsam 60’la olabilir.
Özellikle dil tarihte ders veriyor bu büyük tarihçi. Kürt tarihçisi. Esası onun esası Çin tarihi ve dili. Ama bu arada Türk’lükle de çok uğraşmış bir kişidir.
Günümüzde benim aklıma gelen iki kişi var bu bu bu sahada uzman olan. Başkaları da vardır ama dediğim gibi benim bildiğim tanıdığım kitaplarına aşina olduğum okuduğum Ahmet Taş Ağıl. Ve ne söylemiştim deminç Gilesun. Ergilesun. Ergilesun. Evet hocam nihalatsız falan da geçmiş dönemlerde bu eski Türk tarihine dair ciddi çalışmalar yaptığı söylenir. Onu pek bilmiyorum o daha çok edebiyatçıdır. Roman yazırıdır. Ama olabilir o şeye.
Ama bu Bozkurtlar romanı direkt bu Göktürk devletinin işte kuruluşu ve yıkılışını hani asli kaynaklara başvurarak yazılmış bir roman. Sanmıyorum asli kaynaklara geri gitmiş olabileceğini çünkü eski Türkçe’yi eski Türkçe derken Osmanlıca’yı falan sakın karıştırmayın. O klasik Türkçe’dir. Eski Türkçe dendiği vakit Göktürkçe ile şeyi kastediyorum.
Eski Uygurcayı kastediyorum. Bu dilleri nihal beyin bildiğini sanmıyorum. Sanırım bu Zeki Veli de Togan’ın arşivinden yarattı. Haa Zeki Veli de Togan. Çok önemli. Tabi onu unuttuk. Vallahi iner ruhu çarpardı beni. O çok çok önemli bir zatı muhterem. Türk tarihi bakımından.
Dediğim gibi nihalatsız hakkında yani tarihciliği ile ilgili dil bilmek tabi çok önemli burada. Evvel emir de eski Türkçe’yi bilmek, onun yanı sıra Çince ile donanmış olmak. Konural Erci Lasso’yu şimdi buldum. Böyle yaşlanınca tabi bunamalar ortaya çıkıyor. Bunamayla birlikte unutuyorsunuz. En başta adlar geliyor. O bakımdan adlarını unuttuğum kişiler beni bağışlasınlar. Şimdi Türk tarihinin başlangıcının Hunlara Xionglu, Çinlilerin Xionglu dedikleri
Hunlara geri gittiği konusu çok tartışma konusu yapılmıştır. Bunun ayrıntısına, münakaşasına burada girmeyeceğim. Çünkü tarihcilerimiz özellikle belge tapar. Tarihcilerimiz bağışlasınlar. Tarihte belgelerin tam iki önemi var ama onların verdiği ağırlığı veremiyoruz.
Önemli ölçüde tarih kurgulanır. Bir inşaadır. Geçmişi inşa ediyorsunuz. Niye? Yeniden canlandırmamız mümkün değil de ondan. Çok müthiş sorunsal bir olaydır.
Fizikle karıştırılıyor. Fiziğin beraberinde getirdiği o müthiş kolaylığı her an deneyleme, fizik derken de klasik mekanik kastediyorum. Her an deney yapma imkanını tarihte kesinlikle bulamazsın. Çünkü geçmiş geçmiştir.
O taptığımız belgeler de doğruyu söylüyor mu? Onu da bilmiyoruz. Onları da insanlar yazmışlardır. Kendi meşrebine göre yazmıştır adam onu. Hatta kazananlar yazmışlardır derler. Daha ziyade kazananlar yazmıştır dediğin doğru. Ne kadar yazılmıştır? Bir de o var. Oraya geleceğiz, Sümerliler’e geldiğimizde yazının icadı ile birlikte.
Orada da ondan sonra sürgüt belge yok. Yazılı malzeme yok. Elde kalan yazılar ve bu arada çok önemli bir başka kaynak kazılar. Orada çıkarılanlarla biz bir inşa işine girişiyoruz. Bu bize ne sağlıyor hocam?
Bu inşa süreci bize ne sağlıyor? Geçmişimizi canlandıramadığımız takdirde biz yokuz. Kimlik geçmiş inşasına dayanır. Tarih kadar önemli bir şey yok insan için. Çişisel tarih, toplumsal tarih. Toplumsal tarih bizi millet tarihini götürmektedir. Eee tarihin yoksa niye yaşıyorsun kardeşim? Varlığımızın en önemli sebeplerinden biri hikmeti sebebi.
Geçmişimizi yeniden sahneye çıkarmaktır. Onunla biz var oluyoruz. Hafızayı oluşturuyor. Hafızadır bu. Nasıl ki kişisel hafızamı kaybedersem, bunak oluyorsam bunamak ölmek demektir.
Metabolizmamız bilmem ak ciğerimiz, karaciğerimiz falan falan, böbreklerimiz çalışıyor olabilir. Ama insan değiliz biz artık. O bir mekanizmadır. O devam ediyor işlemeye. Bizi insan kılan en başta gelen unsur bilincimizdir. Bilincini yitirmiş diyoruz, bitkisel hayata girmiştir, komadadır. Tarihini yitirmiş bir milletle hafızasını yitirmiş bir kişiye benzer. Bu tarihle birlikte yitirdiğimiz olay dildir.
Din metinlerden çok daha fazla tarihin canlı tanığıdır. Her söz, her kelime tarihten geçmişten bize tasavvurları, hayalleri taşır. Fransızca değil de imajları taşır.
Bir kelimeyi kesip attığın vakit onunla birlikte bütün bir geçmişin hayalini atıyorsun. Merhaba ediyorsun. Neye dayanarak yaşayacaksın? Hafız olmadan yaşayamazsın. Hafızasız yaşanmaz.
Hafızayı bize 60-70-80 yıldır kötülerler. Hafızlama, ezberleme. Niye? Cevap yok. Düşünemezmişiz, akıl yürütemezmişiz. Akıl yürütmen için hafızaya ihtiyacın var ya.
En basit örnek matematiktendir. Akıl yürütmenin en esaslı sahası matematik. Matematikte neye dayanıyorum ben? Her şeyden önce çarpımc etmeli. Hafızlama değil midir bu? Çarpımc etmeli.
Benim gibi hafızası zayıf olan adamlar bir türlü ezberleyemezler. Çarpımc etmenini. Allah’tan bugün bu teknoloji dediğimiz kitlenenin afyonu çıktı da benim gibi bulak adamlara yardım ediyor. 7 kere 8’i kaç ettiğini bilmiyorum. Tık tık tık makineye bakıp oradan çıkarabiliyorum.
Şimdi Türklerin Hunlara dayandığına ilişkin bir iddia var. Biraz önce verdiğim gerekçelerin ışığında zayıf bir iddia olduğunu söyleyebilirim. Ama bunun dışında bir kaynak bulamıyoruz. Bir memba.
Çinliler Kuzeylerinde yaşayan barbar adlettikleri Xionglu barbar, Kuzeyli barbar anlamına geliyor. Bu kavimleri, bu barbar adlettikleri kavimleri 3 sınıfa ayırıyorlar.
Doğu barbarlar denize yakın yaşıyorlar. Ortadakiler ve batıdakiler. Bu barbarlardan, bu kavimlerden hangisinin Xionglu olduğuna dair açık bir ifade yok.
O 3 ayrı kavimden biri atalarımız olduğu kanısındayım. Bu benim kanaatim. Kanaatimde bir ölçüde Eberhart’a dayatıyorum. Çin’in şimalindeki kavimlerden bahsediyor. Kuzeyindeki kavim. Kitabın adı bu. Çin’in şimal komşuları. Burada çok böyle buğuk bir biçimde doğuda kalanların Hunlar olabileceğini, zaten Hun’la Xionglu’yum da aynı olup olmadığı kesin değil. Onu da hemen burada eklemek zorundayım.
Niye bana bu makul geliyor? Doğu Hunları denize bitişik yaşıyorlar. Kıyıda. Daha önce bahsetmiştim. Büyük okyanus.
Haritamız bir gelse, özellikle Moskır haritası daha rahat edeceğiz. Ben bir Hun haritası getirmeyi unuttum. Şu bölgeye yakın yaşıyorlar. Bu doğudakiler, ortadakiler ve batıdakiler. Kesin belirleyemiyoruz. O günlerde bugün olduğu gibi böyle belirlenmiş hudutlar yok. Aşağı yukarı. Evet, niye doğudakilerin Türklerin atası olabilecek Hunlar olduğuna dair bir kanaat var bende.
Şundan Türkçe’de deniz ve denize ilişkin sözler özdür. Öz Türkçe’dir. Bu Türklerin denizi görmüş olduklarına dair bir işarettir.
En başta deniz, tengiz. Eski Türkçesi tengiz. Türkçenin kendine mahsus bir burun neyesi vardı. Bu Cumhuriyet Türkçesi’nde silindi, atıldı. Burun neyesi, sağır kefle yazılırdı Osmanlı Türkçesi’nde. Çok eski dönemlerden biri var olan, var gelen bir sestir. Cengiz de deniz demek değil mi? Cengiz’in şeyi de gayet… Moğollar denize bağlantısı yok. Bugün de Moğolistan hiç yurtlarını değiştirmemiş kavimlerden birisidir Moğollar. Denize en uzak bölgelerden biridir.
Bu yüzden de iklim olağanüstü kurudur. Eksi 52 dereceydi ben oraya gittiğimde. 2007 Aralığı’nda kar yağar, yere yapışmaz nem yoktur. Rüzgar alır uçurur o karı. Öylesine kurudur ve yel esmedikçe de üşümezsin.
Sıkı giyineceksin. Mesela İstanbul’da 5’e 6’e düştü mü sıcaklık, tir tir titreirsin böyle için dolar. Moğolistan’da hiç hissetmiyorsun bu soğuğu. Öylesine kuru bir iklim. Biraz bize bir şeye benzer, Erzurum’umuza benzer. Erzurum’da da 15’i 20’ye düşer.
Yel esmiyorsa üşümezsin. Yeter ki sıkı giyin donarsın yoksa böyle kaskatı kalırsın ortada. Neyse Türkçe’de denize ilişkin sözlerin, deniz, gemi, talay, uçsuz mucaksız deniz. Söyleyin adını. Okyanus demek talay. Buna benzer uzatmanın alemi yok. Sözlerin olması bizim denizde fi tarihinde çünkü ondan sonra çok uzun süre denizde bağlantıları kesilmiştir.
Ta gök türklünün galiba 7. yüzyılda, milattan sonra tabii 7. yüzyılda Karadeniz’in kuzey doğusunda gelmelerine deyin.
O zaman da çok kısa sürmüş, fazla bir denizle temasları olmamış. Denizde tekrar Türk tarihinin temas kurması Selçuklu dönemindedir. Hazar bölgesinde var zannediyorum. Hazar iç denizin de bir teması var. Tabii o dediğiniz doğru hatta Hunlar da oraya kadar gelir ama hem kısa sürer hem de Hazar’ı ne kadar deniz sayabiliriz o da meçhuldür.
O makımdan o kadar kısa sürelerde denizle ilgili bir söz dağarını yaratmak mümkün değil. Dediğim bu çok eski bir döneme ait olması gerekir çünkü bunlar çok eski Türkçe sözlerdir. Belirttiğim gibi Moğolca dengizi bizden almıştır. Cengiz olmuştur. Uçsuz bucaksız. Asıl adı Temucin’dir. O bir ünvandır. Ya lakap da diyebiliriz Cengiz. Tengiz’den geliyor. Etkimetlerin Tanrı Hükümdarı Dalaylama’da Talay’dan geliyor. O da uçsuz bucaksız manasına gelen bir şey. Orta ve iç Asya’da kurulan Türk olmayan devletler Moğollar, Tibetler vesaire önemli ölçüde Türkçeyi milletler arası bir dil olarak almışlardır. Özellikle Moğollarda görüyoruz. Üst kültür dili olarak almışlardır. Ne zamana kadar hocam? Moğol İmparatorluğunun çöküşüne değin. Ne zaman çöker? Herhalde 13. yüzyılda filan. Çünkü kısa süreli bir imparatorluk zaten Moğollar.
Şimdi Moğollar yurtlarını terk edemiyorlar. Neden? Her şeyden önce içeride evlenme zorunluluğu var. Evlilikler içe ayrılır. Dış evlilik, iç evlilik.
Dininize göre, inançlarınıza göre içeriden veya dışarıdan evlenmek zorundasınız.
Türkler bu dişi kurt, dişi börü Asya’dan geldiklerine inandıklarından kan kardeşi oldukları kanaatındalar. Kardeşler birbirlerine evlenemezler. Evlenme yasağı vardır.
Hemen her dinde bu vardır. Sadece tek Tanrı’nın vahiy dinleri, mahdet vahiy dinleri değil. Hemen hemen bütün dinlerde bu vardır. Çok çok çok küçük istisnalar dışında kardeş evliliği olmamıştır. Mısır filavunlarında görüyoruz. İşte bu kardeş evliliği, kan dışarı gitmesi meselesi var.
Dediğim gibi çok küçük şeyler var. İstisnalar, bunun dışında bütün toplumlar elden geldiğince dış evliliğe temaül etmişlerdir. Eğilim göstermişlerdir. Ama bazısında bu aşırı derecededir.
Yani eski Türkler de büyük ihtimalle doğumunlarında da bu böyleydi. Obanın içinden evlenmek zordu veya mümkün değildi. Tam kesinlemelerde bulunamıyoruz. Bu kız kaçırma adeti buradan mı geliyor acaba? Adeti buradan geliyor. Bu yer değiştirmenin de başta gelen nedenidir. Bir, avlandıkları hayvanları peşinden gitmişler. İki, kadın kovalamışlardır. Şahileleri yoktu. Bu aynı zamanda, onların niye bu derece karıştıklarını, soyca karıştıklarını da izahını getiriyor. Hemen hemen ikinci bir kavmi gösteremezsiniz bu kadar karışmış olan.
Ve hep kadın tarafı Türk olmayan, erkek tarafı Türk. Bazı toplumlar vardır. Onlarda da kadın tarafı… İsrailoğullarında mesela?
Onların erkekleri de İbranidir çoğunlukla, kadını da erkeği de ama mesela Malaylarda, Malaylarda, şurada aşağıda kadın tarafı Malaydır, erkek tarafı çoğunlukla değildir. Müslüman olduktan sonra Müslüman erkekleri tercih etmişlerdir. Hintlileri, Arapları, kısmen İranlıları. Ama esas Arap ve Hint vardır. Malaylar, erkekler bunlar. Şimdi, Moğollar içeriden evlendiklerinden, fazla uzağa gittiklerinde duramamışlardır evlenmek için. Çünkü evlenmeden daha önemli hiçbir olay yok. Soyu sürdüreceksin. Soyu sürdüremedikten sonra yaşamanın bir alemi yok. Bunun için geri dönmüşlerdir. Kadını da yanında alamıyor. Kadını yanına alamıyor. Gökçümüyor. Türkler çoğunlukla yola çıktıklarında kadınlarını yanlarına almışlardır. Dediğim gibi bekar olanları da dışarıdan araklamışlardır. Tam manasiye bir araklamadır bu. Başka bir şeyi bulamayız. Kelime de çok, dediğim ya sözler kültürlerin aynasıdır.
O kız kaçırma ve dışarıdan evlenme olayının dildeki karşılığı gelindir. Gelmekten geliyor. Dışarıdan gelen manasına geliyor. Kocasına dayanmaktadır. Güveydir. Damat Türkçe değildir. Damat Farkçadır.
Damadın Türkçesi güveydir. Güvey güvenilen. Güvenden geliyor. Sırtını dayadığı kişidir. Bu dediğiniz muhtemelen o ata erkil yapıyı da değil mi? Türklerdeki kuvvetlendiren şey oluyor. Atasoylu ve ata erkil. Kaçınılmazcasına atasoylu ve ata erkil. Soy babadan geliyor. Bunun bir benzerini Germenler’de buluyoruz.
Ve büyük ihtimalle batıya kayan Hunlar, Şunglular ile Germenler, Hint, Avrupa yahut Ari, Şubaykal Gölü’nün kuzeyi ve kuzey doğusunda karşılaşıp sevişmiş olmaları lazım.
Çin kaynaklarına göre bir kısım Hun, Şunglu ve daha sonra da Türkler değişik tipte adamlardır.
Uzunca boylu, Moğol ırkının tersine yüzü uzunca çekik olmayan gözleri vardır. Madem gözler sizlerde görülen Türkmen gözü diyebileceğimiz böyle son derece çekik olan gözler vardır. Bu Moğol’i gözdür.
Madem göz Turani gözdür. Ve o değil mi yüz, gene Moğol’i ırka mahsustur. Turani’lerin yüzü uzunca olur ve elmacık kemikleri çıksın. Böyle bir fark var.
Bu onların Ari’ler mahsus germenlerle karışmış olduğunu gösteriyor. Bu ihtimali güçlendiriyor. Dediğim gibi o günümüze bir tanığımız yok. Bu renkli göz de oradaki karışım. Renkli göz de var dediğin gibi hatta annesi Türk olan Cengiz’in de mavi gözlü olduğu rivayet olunur. Bu germenlerle karışmaktan kaynaklanan bir durum olabilir mi? Bir durum olsa gerek. Onlar da doğuya kaymışlardır. Ve uzun süre sadece ikinci bindiğin taa germenlerin doğuya gelişi milattan sonra 10. yüzyıla değil sürmüştür.
Bölük bölük parça parça gelmişlerdir. Islavlar arasında da germen tipli adamların sık görülmesi beyaz Rus denilen Rusların bir kısmı aktenli renkli gözlü sarışın adamlardır.
Aynen germen tipi vardır bunlarda da. Bu onların bu germenlerin vikingler o zaman artık vikingler milattan sonra 10. yüzyılda doğuya kaydıklarının bir belgesi olarak kabul edilir.
Şimdi neyse Hun devletine geri gidelim. Doğu’daki Hunlara Şunlulara.
Bunların başında Bud’unun reisi vardır. Bud’un boyun da daha genişidir. Yavut da boylar ittifakı olarak görebiliriz. Millete yakın bir şey gibi. Kavim millet olabilir evet. Bud’un yavut Bud’un ve bu uzun süre Türkçe’de kullanılmış bir sözdür. Divanulugatı Türk’te de geçer Bud’un hatta böyle halk kitlesi.
Belirsiz bir insan topluluğuna biraz hakaret hamiz bir edayla kara bulun derlermiş. Oradan geliyor. Belli olmayan bir topluluk. Bu kadar şeydir. Sonra herhalde öyle sanıyorum 11. yüzyıldan sonra kaybolmaya yüz tutmuş.
Belki Doğu Türkçelerinin bazılarında altı aylarda filan hala kullanılıyor olabilir. Bunu Türkçecilere Türk dili uzmanlarına sormak, danışmak lazım ama en azından Oğuzca’da artık kaybolmuştur. Oğuz Türkçesi’nde.
Bizim dayandığımız Türkçe’de başka sözler dışarıdan alınma, Arapçadan alınma sözler girmiştir bunun yerine. Bu bir Bud’un olarak karşımıza çıkıyor Şunlu Devleti ve açık seçik hatırlamıyorum.
Ama yaklaşık 220 veya 215 o civarda bu devlet resmen kurulmuştur. Atam Teoman tarafından kuruluyor. Teoman adı da büyük ihtimalle Tuman’dan geliyor. Tuman demek. Tuman. Kutsal bir varlıktır Tuman. Ruhu temsil ediyor göğe yükselen, tengreye yükselen bir olay bu Tuman. Bir başka ihtimal Tumen’den geliyor olması Tumen 10.000 demektir. Ne alakası var 10.000 ile?
Çok yüce güçlü kudretli anlamlarına geliyor bu Tumen sözü. Tumen çok önemli bir söz eski Türkçe’de. Ve en büyük ordu birliği de Tümendir. Gerçekten 10.000 kişiden mi oluşuyor? Büyük ihtimalle öyleydi. Niye 10.000 yine büyük ihtimalle oraya kadar sayabiliyorlardı. Toplumların milletlerin diyelim azami bir sayma yetisi var.
Bizde bu 40 da olabilir 10.000 de olabilir. Çünkü pek çok deyim var Türkçe’de 40 da geçiyor. İşte 40.günde Mevlüt okunması bu yine Türklere mahsus bir olay. Yani Müslümanlıkla yakından uzaktan bir ilgisi yok. Mevlüt okutma hadisesi. Zaten Müslümanlığa baktığımız vakit geçerken pozitif bilim gibi bir şeydir. Böyle efsanesi, süsü, püsü şusu busu yoktur. Çok pratiktir. Görünen gördüğüme inanır görmediğim Allah’a aval ederim diyor Hz.Peygamber. Bu kadar açık bir şey olabilir. Bu kastettiğiniz Müslümanlık mı İslamiyet mi? Ayrı şeyler bence biraz.
Ayrı şeyler Müslümanlık. Mesela Türk Müslümanlığı diye bir şey var, Arap Müslümanlığı diye bir şey var. İşte İran Müslümanlığı diye bir şey değil. Doğru. Şöyle diyelim Hz.Muhammed Müslümanlığına uygun düşen bir şey değil bu. Kırk günlük filan böyle efsanevi olaylar.
Niye kırk gün ağat yakılsın efendim acı çekilsin ondan sonra bitiyor hadise. Sanmığım kadarıyla mesela Selefilerde yok bu kırk günlük mesele meselesi. Olur olmaz her şeyi dışarıdan gelen Müslümanlığın dışından gelen her şeyi İsrailiyat diye niteliyoruz ama… Türkiye’de olabilir. Yahudilerde var mıdır yok mudur? İsrailiyat değil mi? Türkiye’de de diyebiliriz o zaman. Kırk kısacısı mesela kırk ayak. Latincede minipet. Bin ayak. Başka dillerde de Almancı da böyle bin ayak. Arapçısını bilmiyorum ne diyorlar. Ama kırk değil galiba Arapçı’da. Arapçı’da mesela şey çok önemlidir. 60. Sittin. Sittin seni görmedim filan diyor. Bize de geçmiştir o. Kırk yıl değil o 60 oluyor orada. Her neyse böyle bir sayıda saymakta bir üst sınır var gibi geliyor bana. Ve bu yerine göre 10 bin olmuş yerine göre kırk olmuş.
Her neyse Hunlar ile Şunluların aynı olduğunu bize söyleyen 11. yüzyılda yaşamış bir Romalıdır. 11. yüzyılda Roma var mıydı? Doğu Roma vardı işte Bizans diye uydurulur.
Doğu Romalı bir araştırmacı bir düşünür. O tarihte onlar Gotlara Doğu Gotlara hücum ederler. Ve bunların Şunlu olduklarına yani 11. yüzyılda çok geç. Çok özür dilerim. Çok daha önce Atilla zamanında demek ki 4. yı 5. yüzyıldan bahsedi olmamız lazım. Evet o tarihlerde Şunlulardan söz ediyor. Olymvidius yanlış hatırlamıyorsam o kişinin adı. Romalıdır Doğu Romalıdır.
Ve Gotlar Bizansa sığınırlar. Roma’ya sığınırlar. Bizim dil sütçmesi Bizans’ı takmışız dilimize. Roma’dır bu. Oraya sığınırlar ve bunların şeylerden kaçtıklarından bahseder. Şunlulardan ve bu Şunlular Hun diye nitelenirler.
Bunun Türkçesi. Bu Hun dilinin yazılım ettiğinleri yok. Ama adlardan adlardan kadim Türkçe olduğunu ya da ön Türkçe olduğunu çıkarımlıyoruz. Çok efsane vardır.
Mesela bunların her zaman için iki hükümdarla idare edildiklerini ileri süren kimseler vardır. Değildir. Daha ziyade Uygurlar döneminde hükümdarın kardeşleri ya da oğulları ülkeyi iki parçada idare ediyorlardı. Yani iki başbakanı var, yalk veziri azamı var. Şeklinde mütalaa edebiliriz biz bunu. Ama bunu da her tarafa yaymanın bir alemi yok. Esas Hunlardan neşet etmiş olan Türk Devleti 552 galiba. Göktürk Devleti. Göktürk Devleti öyle olması gerekiyor.
Hocam 552. İlk bir defa doğru hatırlamışım. Kuruluyor ve tarihte Türk adını alan ilk ve tek devlet budur. Türkiye Cumhuriyeti için bir tarafa koyuyorum. Adı alan tek ve tek devlet budur. Büyük ihtimalle Hunların bir boyu veya bir hanedan soyu Türkler. Türk diye geçiyor metinlerde. Orkun abdelerinde Türk diye geçiyor. Gök de var. Gök kutsal bir renk. Mavi.
Bugün hala Türkistan bayrağını biliyorsunuz. Mavi bir zemin üstünde ay yıldızdır. Mavi’dir şeyleri. Bu da göğe duydukları iştiyaktan, yani unulamalarından ileri gelen bir yolu.
En üstündeyen zaten Tengri. Çinlilerin Tieni gibi Türkler de Tien. Tengri geçiyor.
Bu gök Türklerle birlikte başlayan daha doğrusu 220’lerde başlayan devlet tarihi. Milattan önce 220’de başlayan.
Türk devlet tarihi kesintisiz olarak günümüze deyin sürüp gelmiştir. Bu kadar uzatmamın sebebi budur. Bunu artık benimsememiz, bunu görmemiz lazım. Yok efendim İonya’dan mı geliyormuşuz? Yok Mekke’den mi çıkmışız? Yok bilmem bir yerlerden oradan mı? Değil.
Biz Asya’nın doğusundan neşet etmiş bir devlet toplumuyuz. Esasında devlet olan bir toplumdan bahsediyoruz. Bir millettir. Daha önce söyledik. Devletin şemsiyesi altında bulunan bir topluma devlet diyoruz. Millet diyoruz özür dilerim. Bu gittiği her yerde yeniden devlet kurmuştur. Ama oradan getirdiği bir takım unsurları muhafaza etmiştir. Hocam burada bir şey sormak istiyorum. Şimdi demin Türk diye bahsettiniz yani Türk Türk diye de geçer. Bunun kökeni nedir?
Onun kökeni hakkında çok çeşitli şeyler var. Efsane var. Kesin onu bilmiyoruz. Török, Türk mesela Macarlar Török diyorlar. Töreye bağlı olan anlamına geliyor. Evet. Hun gibi insan anlamına da gelir olabilir.
Söylemiştik daha önce. Boyların kendilerini hep insan olarak adetmeleri. Çeşitli örnekleri vermiştim. Böyle bir anlamı da olabilir. Töre kutsal bir laftır. Vazgeçilmez vazgeçemeyeceğin kuralların takbiki, o kurallara bağlı kalma. Bir anlamda töre vefadır. Geçmiş değerlere sadakattır. Törenin böyle bir anlamı var.
Bu anlamları çerçevesinde edep anlamına da gelmiştir. Biraz ahlaki bir kavram yani. Edeptir. Ahlak zayıf bir laftır. Bakmayın siz o gün. Esas olan edeptir. Ahlak edemin işlenmişliğidir. Hani derler ya işlenmiş eti yeme.
Salam sucuk falan falan işlenmiş etler değil mi? Sosist filan. Ahlak da işlenmiş bir edeptir. Edep insan elinden çıkmamıştır. Anlayış gereği yani. Ben burada sosyoloji konuşmuyorum. Böyle inanılır. Töre de aynı şekilde insan ürünü
Törenin insan ürünü olmadığına inanılır. Tengri’den bu belirli kişileşmiş bir Tanrı olarak düşünmeyelim. Bir ruhtur. Bir kutsal insan üstü, Noa üstü bir kudrettir.
Ne olup ne olmadığı hakkında bir tam bir fikir yoktur. Çünkü hep biz dinleri geçmişteki dinleri Allah dini açısından yorumlayıp değerlendiriyoruz. Alışmış kudurmuştan beter. Ben de böyle yapıyorum. Başka türlü aklım yürümüyor, işlemiyor. Ama beceremiyorum. Anlaşılmıyor.
Yani Asya’daki dinleri İbrahim dinlerinin çerçevesinde yorumlamak değerlendirmek yanlış bir şeydir. Bu kadarını biliyorum. Bu kadarını söyleyebilirim. Daha zamanla o dinler git gide İbrahim’i dinlere benzemeye çalışmış olabilirler.
O ayrı bir konu. Hindulukta mesela bunu görüyoruz. Ama öz Hindulukta da belirgin kişileşmiş bir Tanrı şekliyle karşılaşmıyoruz. Kişileşmiş bir Tanrı. Zatı olan yani. Zatı olan evet. Çok iyi söyledim. Zatı olan bir Tanrı şekliyle karşılaşmıyoruz. Tanrının bir mirt şekli vardır. Hangisi gerçekten onun zatını temsil ediyor onu bilmiyoruz. Belli değil. Yani onlar da bilmiyorlar.
Şimdi Türkler yaklaşık 6. yüzyılda binattan sonra tabi artık bu. Şimdi medeniyetiyle karşılaşırlar. 7. yüzyıl civarında Hind medeniyetine intikal eden Türkler vardır. Bunlar Uygurlar. Bütün Uygurlar mı değil.
Bir kısım özellikle üst sınıf yönetici yahut hanedan şeye geçmek ister. Hind medeniyetine geçmek ister. Daha önce Göktürk döneminde Bilge Kağan’ın böyle bir derdi vardır. Çin Çinleşmek veya Hindleşmek. Türk tarihinin vazgeçilmez derdi başkalaşmaktır. Başkalarının kimliğini almak. Neden acaba hocam. Niye? Bu belli bir yerde durmamanın bir sonucu mu? Sürekli hareket halinde olmanın getirdiği bir zaaf mıdır? Bilmiyorum. Yerleşik hayatı olan belki gözlemler nedeniyle elde ettikleri veriler. Onların bir kültüre kendi yerleşik kültürü ile karşılaştırdıklarında… Medeniyet kültürlerine hayran olmuşlardır. Bilge Kağan Çinlileşmek istiyor. Daha sonra da Budacılığı alalım diyor filan. Ve ona karşı çıkan kişi Türk tarihinin en önemli en büyük devlet adamlarından biri olan Toyyukuk’tur. Bilge Toyyukuk’tur.
Bilge Toyyukuk Çinli dünyaya gelmiş. Çin öğrenim süzgecinden geçmiş son derece aydın bir kişidir. İntelektüeldir.
Zaten Toyyukuk da bir lakaptır. Kirli lekeli elbise anlamına geliyor. Çin modası. O zaman böyle lekeli elbiselerle dolaşmak moda Çinliler arasında. Ve Bilge Kağan’a yani Kağan’ına o başbakan oluyor. Vezir-i Azam şiddet ve şiddetle karşı çıkıyor. Bunları biliyoruz. Metinlilerden. Toyyukuk’un kendi metni var. Taş. Orhun yazıtlarında.
Düşünün ki o Çin’i bilen adam Çincesi mükemmel orada öğrenim görmüş. Çinlileşmeye şiddetle karşı çıkıyor. Hayır diyor bu olmalı. Bu hala süren bir derdir bizde.
Avrupacılarımız ile Türkçülerimiz yahut da Avrasyacılarımızın çatışması o günün devamıdır.
O dönemin başbakanı olan Toyyukuk’un o dönemin hükümdarı olan Bilge Kağan’a bu şekilde bir karşı çıkması ve buna ikna etmesi de hani o Türk Devlet Sistemi’ndeki yönetim anlayışına dair bazı ipuçları vermesi açısından enteresan geldi. Onu çok genelleme. Bilge Kağan’ın bilgeliğine ver sen onu. Öyle mi diyeyim?
Tabii. Nasıl ki Fatih’in adaleti bütün Osmanlı Padişahlarına şamil değilse öyle olmayanlar da tanıdık biz. Burada da böyle bütün Kağan’lar Bilge Kağan gibi değil.
Bilge Kağan Budacılığa da geçmek istiyor Türkçesi Burkancılık. Toyyukuk hayır diyor sen ne yapıyorsun diyor. Ne yapıyorsun? Biz diyor savaşçı bir toplumuz askeriz. Onlar yatalak adamlar diyor. Yan gelir yatarlar diyor miskindirler diyor. Onlar kastettiği barışcılık, pasifizm, franchesiyle barışcılık. Bizi bitirirsin demeye getiriyorum. O yüzden kalkınız diyor. Toyyukuk’un o gün dediğini ben bugün tekrarlıyorum. Asker karşısına sivili çıkardığın takdirde bu milletin sonu gelin demektir. Asker kalabilir miyiz? Kalmalı mıyız? Bir problematiktir bu. O gün de böyleydi bugün de böyledir. Toyyukuk’tan bin küsur yıl sonrasına kadar o asker geleneği devam ettirilmiştir. Bu güne deyin gelmiştir. Cumhuriyetin kuruluşuna deyin bu gelenek sürdürülmüştür.
Ve o gelenekle ayakta kalmışızdır. Niye ayakta kaldık sorusunun cevabıdır. Onu yitirdiğimiz yerlerde Türk lükte silinmiştir. Hind’te mesela. 800 yıl nile kolay sen o coğrafyayı yönetmişsin. Evet hocam.
Ve sonunda Moğolluk gitmiştir. İran’da benzeri vardır. Bu Hümeyni’nin devirdiği Şah’dan önceki bütün hanedanlar
Safevilerden Ak koyunlardan, Karakoyunlardan Ak koyunlardan başlayıp da Rıza Şah pehleminin babasına deyin. Bütün hanedanlar Türk asıllıydılar. İran’da. Dersiniz değerli hocam süremizde yine bizi bıçakla keserken.
Bunu artık Türk tarihiyle ilgili söyleyeceklerimizi burada da biz de bitirelim. Ve önümüzdeki hafta, önümüzdeki konuşmamızda Hind’e geçelim derim. Ve iyi geceler dileyerek huzurdan ayrılalım. Çok teşekkür ediyoruz canım hocam. Ağzınıza dilinize sağlık. Bize yine farklı farklı birçok pencere açtınız.
İnşallah bir sonraki programda bu pencereleri aralamaya devam edeceğiz. Evet değerli izleyenler, felsefe söyleşilerinden maalesef ki bugünlük bu kadar. Bir sonraki programda tekrar yeni ufuklara yelken açmaya devam edeceğiz. Bizlerle birlikte olmaya devam edin.
Hoşça kalın.
İlk Yorumu Siz Yapın