Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Doğu & Batı Medeniyetleri | 21. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=T0MaD1RL2z0.
Türkiye’nin Tek Kültür Sanat kanalı TRT2’den hepinize merhabalar efendim. Felsefe Söyleşileri ile yeniden karşınızdayız. Düşünce ufkumuzu aralamaya devam ediyoruz ve tabii ki kavram mühendisi yapmaya devam ediyoruz.
Programımızda bu mühendisliği yapacak isim tabii ki biz değiliz. Programımızda mihmandarlık yapan bize Prof. Dr. Şaban Teoman Duralı Hocamız tabii ki kendisine hoş geldiniz demek istiyorum. Hoş bulduk merhaba efendim. Sağlıklısınız, afiyetleriniz inşallah. Çok şükür sağolun. Nasılsınız? Sizi görmek bizim için büyük bir şeref hocam. Benim için de sizi görmek öyle sağ olun. Eyvallah hocam benim. Programımızda tabii ki yine bir başka daimi konuğumuz daimi konuğumuz var. Editörümüz Beytullah Çakır. Hoş geldin Beytullah. Hoş bulduk. Nasılsın? İyiyim teşekkür ederim. Siz nasılsınız? Seni de iyi gördük maşallah.
İyiyiz iyiyiz çok şükür. Hocayla kötü olmamız mümkün değil zaten. Değil mi? Elhamdülillah hocamızın enerjisiyle elhamdülillah güzel bir program icra ediyoruz. Aynen öyle. Bugün de güzel bir program inşallah olacak. İnşallah. Evet sevgili izleyenler bir önceki programımızda medeniyetlerin atlasına doğru bir yolculuk yapıyordu değerli hocamız. Ve tabii ki Çin medeniyetine doğru gitmiştik. Onun havzasının içerisindeki birtakım alanları inceliyorduk. Ve tabii ki doğu ve batı medeniyeti diye iki ayrı kavramdan bahsetti hocamız.
İki ayrı tasniften bahsetti. Bu tasnifi nerelere tekabül ettiğini anlatmaya devam ediyordu. Dilersiniz değerli hocam yine oradan kaldığımız yerden devam edelim. Hayır hayır. Her zamanki gibi sayın seyircilerimize iyi akşamlar diliyoruz. Saygılarımızı sunuyoruz. Efendim son olarak bundan önceki haftada Çin medeniyetindeydik. Çin medeniyetinden bahsediyorduk. Çin’e gelirken hemen öncesinde devletin kaç çeşit olduğundan bahsettik. Ve oradan Çin’e geldik. Çin’i anlatmaya başladık. İsterseniz tekrar biz şu devleti bir taksim edelim.
Bir kaç çeşit devlet olduğundan bahsedelim. Bu çok önemlidir. Herhalde seyircilerimizin de en çok ilgileneceği hususlardan biri. Şimdi devlet Arapça’da değişmeye delalet eden bir devele kükünden geliyor. Değişir, değişmeye meyal anlamına geliyor.
Bu da karşılık Latince’de geç Latince’de Latince’nin çeşitli evreleri var. Her dilde olduğu gibi bir kadim dönemi vardır. Klasik Latince vardır. Bir de geç dönem. Evet bir de orta çağ saymak lazım. Kilise Latince’si arkasından da geç devir yani yeni çağın Latince’sinde.
Status durmayı sabit olmayı ifade eder. Stare durmak demek Latince’de ve o fiilden gelen bir isimdir.
Eski Latince’de daha önce bahsetmiştim Kivitastı. Bu statüko diye bildiğimiz şey de bugün bu stat ustam mı geliyor hocam? Evet orada da alışılmış olduğu üzere statüko. Yani durağınlığa sabitliğe işaret etmektedir. Esas tabi devlet dediğim gibi Klasik Latince’de Kivitastı. Ondan bahsettik uzun boylu. Bu Arapçadaki Medine’ye. Medina Arapçadaki okunuşu. Biz her şeyi incelttiğimizden Medine olmuş Türkçe’de.
Şimdi devlete geldiğimizde bunun iki ana kısma ayrıldığından bahsettim.
Kent biraz önce bahsettiğimiz Kivitast Medine’ye şehir devletine tekabül ediyor. Bir de İmparatorluk. Bunun Türkçesi İlhanlıktır.
İlhanlık. İlhan İmparator. İlhanlık. Han köküne dayanıyor değil mi? Han köküne dayanıyor. Hakan Türkçe bir sözdür. İlde devlet zaten. Evet dediğin gibi devlet demektir. Hakanı olan bir devlet.
Bir çok başka toplumun bir araya gelmesini ifade ediyor. İmparatorluk ve İlhanlık. İmparatorluğa gelince, imparare buyurmak demektir Latincede. İmperium buyruk. Buyruk verme işi. Buyruk da malum emirin Türkçesidir. Emir Arapçadır. Yani İmparare emretmek, buyurmak. İmperyalle bir bağlantısı var mı? İmperyal bunun sıfatı oluyor. Fransızcaya bu Ampire diye geçer. Ampire olur Fransızcada. Emperyal bu şekilde yazılıyor Fransızca da. Emperyal. İmparatorluğa ilişkin. İmparatorlukla ilgili çirkinliğine dönüştürürsek, imparatorluksal gibi bir şey çıkar. Biraz uydurma gibi. Evet, emperyal. Emperyal. Buradan zamanla emperyalizmi türetmişler.
Yazamıyorum çok aşağı değildiği için. Emperyalizmi türetmişlerdir. Şimdi, emperyalizm doğrudur. Ampirden geliyor. Ampirden geliyor.
Fransızca’nın söylediği bir acayiptir. Okunduğu gibi yazılmayan, yazıldığı gibi okunmayan bir dildir ve bu yüzden çok kafa karıştırır. Anlatsana biliyor muyum? Bizde her ne kerametsi penceremizi Fransa üzerinden açtığımızdan, Fransa kelimeleri Fransa telaffuz etmeye bayılırız.
Yanlışlara sürükler bu. Imperium, imparatorluğun aslıdır. Latincısıdır. Imperium. Imperium. Buradan türetilen emperyalizm de Fransa okunuşudur. Aslında doğrusu, imperializmdir. Hep öyle telaffuz ederim ve benim yanlış telaffuz ettiğim sanılır. İmperyalizm olması lazım. Türkçesi böyle okunur bunun. Mademki imperium doğrusu, Latinca aslı, O i ile me bir araya geldiğinde a diye okunur Fransızca’da.
Fransa’da burundan gelen bir sesdir. Bizde de vardı o burun neyisi ama her ne kerametsi Cumhuriyet Türkçesi’nde iptal edildi o. O burun neyisi. Fransa’da tabi devam eden bir olay. Bu da imperializm diye okunuyor. O i ile me bir araya geldiğinden ötürü. Doğrusu tekrar ediyorum.
Latinca aslına sadık kalındığı takdirde imme olması lazım geliyor. Şimdi mağazı, aklı evvellerimiz İmperyumdan imperializmin türetilmesine bakarak her imparatorluğun bir imperializm olduğu zannına kapılmaktadırlar.
Halbuki her imparatorluk imperialist değildir. Bunu baştan hemen belirtelim. Imperializm çok yeni bir olaydır. Bir ideoloji olan sermayeciliğin yani Fransızcası ile söylersek Kapitalizmin bir uzantısıdır.
Ideolojilerin bir ana gövdesi vardır. Bir de ekleri var. Sermayeciliğin de kapitalizmin de gövdesi tabi ki sermaye olayıdır. Ama türevlerinden biri öyle diyelim imperializmdir. Peki örnek vermek gerekirse hocam.
İmperyalist olmayan bir imparatorluk örneği vermek gerekirse. Hemen hemen %90’ı imparatorluk değil. Tarihteki imparatorlukların ve Yüce Osmanlı Devleti’ne de imparatorluk derler. İlgisi ilişiği yok. Ben Osmanlı’ya imparatorluk olmadığı diye eleştiren adam gördüm. Keşke imparatorluk olsaydı diye şeyler de var hocam.
Şunun için teşke demiştim. Sermayeciliğe geçseydi Osmanlı Devleti büyük ihtimalle yıkılmazdı. Bu anlamda. Sermayeciliğe olunmadıkça kapitalizm benimsenmedikçe imperialist olunmaz. Daha buraya çok çok yolumuz var.
Benim ömrüm yetmeyecek belki de oraya. O bakımdan bunun üzerinde şimdi durmuyoruz. Yalnız yeri gelmişken kelime olarak bu geçtiği için seyircilerimizin dinleyicilerimizin aklına hemen imperializm gelmiş olabilir yahut gelecektir. Bunu önlemek için hemen şunu söylüyorum. İmparatorluk imperialist değildir. Imperialist olmak için mutlak suretle kapitalizmi benimsemiş olmamız lazım gelir. Kapitalizm, sermayecilik ideolojidir. Her ideoloji gibi zaten şunun şurasıda dört ideolojimiz var.
Sermayecilik var, toplumculuk var, komünizm var, beş. Faşizm var, bir de milli toplumculuk yahut nasyonal sosyalizm var. Beş şeyimiz var. Ideolojimiz var toplam olarak ve bu ideolojilerin uzantıları çeşitli dalları budakları vardır.
En eski ve ilk ideoloji sermayeciliktir, kapitalizmdir. 19. yüzyılın ilk yarılarında ortaya çıkmıştır ve arkasından demin dediğim toplumculuk yani sosyalizm,
komünizm daha geç bir çağda faşizm ile milli toplumculuk, nasyonal sosyalizm ortaya çıkmışlardır. Bunlar da hep karıştırılır. Faşizm ile nasyonal sosyalizm bir gibi görülür ve gösterilir değildirler. İki ayrı ideolojidir onlar. Şunu diyebilir miyiz dediğiniz aklıma şöyle bir soru getirdi.
Bütün ideolojilerin aslında kökü kaynağı bu sermayecilik dediğimiz ideolojiye de hepsi ondan davlanıp budaklanan bir şey mi hocam? Hayır. Miladı o mu yani? Ideolojinin miladı açısından söylüyorum sermayeciliği burada.
Şu anlamda haklısın. Sosyalizm ile komünizm evet kapitalizm ile birlikte oluşturulmuş veya oluşmuşlardır. Faşizm ise sermayeciliğe tepki olarak doğmuştur ve aynı zamanda sosyalizme ve komünizme tepki olarak doğmuştur.
Onun bir çeşit dümen suyundan oluşan nasyonal sosyalizm de dolayısıyla bir tepki olarak ortaya çıkar. Kime? Sermayeciliğe. Hepsinin annesi sermayedir diyebilir miydi? Tabii doğrudan onun dokusundan törememişlerdir faşizm ile nasyonal sosyalizm. Etkilenmişler midir?
Özellikle nasyonal sosyalizm etkilenmiştir. Faşizm daha az etkilenmiştir veya etkilenmemiştir diyebiliriz. Faşizm’in komünizm ile epey benzerlikleri var. Nasyonal sosyalizm çok farklıdır. Çok farklıdır ve tekrar ediyorum ikisi bir tepki olayıdır.
Bu yüzden bunlara, bu ikisine tepkicilik manasına gelen reaksiyoner denir. Türkçeye bilmiyorum tepkicilik yoktu. Bu benim uydurmam. Gericilik diye de galiba çevirdiler ama Faşizm’de bir gericilik var. Nasyonal sosyalizm öyle değil.
O günlere geldiğimizde bunları anhası binhasıyla incelemeye alacağız. Bunlar aslında felsefedirler. Felsefedirler hepsi. Ideolojiler felsefedirler. Tabii tabii. Sapmış yahut da saptırılmış felsefelerdir. Sapmış ya da saptırılmış felsefeler. Yolundan çıkarılmış felsefelerdir.
Niyesinin içine girmiyoruz. O şimdi ayrı bir şeydir. En güzel yerde bırakıyoruz diyorsunuz. Olsun. Böylelikle bizi izleyenler bizi terk etmezler herhalde. Devam ederler. Şimdi ne dedik biz? İmparatorluk dedik.
Buna karşılık önce ortaya çıkan kenttir. Şehrin devlet biçimini almasıdır. Şehrin devletleşmesidir. Devleti tarif ettik.
En gelişmiş, en üstün, en yüksek teşkilatlanmışlıktır dedik. Tepe noktasıdır. Toplumsal teşkilatlanmışlığın tepesi, tepe noktasıdır. Devlet teşkilatı altında bir araya gelen insanların topluluğuna toplum diyoruz. Devletler önce veya devletin dışındaki öbeklenmeler toplum adını almaz. Onlar topluluklardır.
Aile, akraba, akrabay tavlukat, oba, boy, uruk, modun bunlar hep topluluklardır. Bunların belirgin, açık bir teşkilatlanmışlığı yoktur. O teşkilatlanmalarda müellif mimar oluşturan belli değildir.
Bir gelenek, görenek zincirlemesi içinde giderler ve ortak özellikleri kandaş insanlardan oluşuyor olmalarıdır. Kandaştırlar. O derece önemli ki bu kan denilen olay, günümüze deyin en azından efsane olarak gelmiştir.
Kimi ideolojiler bu çok eskilerde kalan toplulukların ana konusunu hala işlemekte derler. Bunların en başında da nasyonal sosyalizm gelmektedir. Faşizm de diyebilir miyiz hocam? Faşizm o kadar değil.
Faşizmin millet anlayışı tamamiyle farklıdır nasyonal sosyalizmden. Dediğim gibi ona şimdi gelmiyoruz kalsın o gibi bir taraflarda.
Ama nasyonal sosyalizm, milli toplumculuk kan beraberliği aynen işte şeylerde gördüğümüz aşiretlerde kabilelerde gördüğümüz olayı tekrar zemine çekmiştir. Esas edinmiştir.
Buna karşılık, buna karşılık kent ama özellikle imparatorluk kan efsanesini aşar.
Burada kandaşlık bir tek idareci zümresine aittir. Yani hanedanda kan beraberliği kan birlikteliği aranır.
Üstün kan değerine malik, soylara soylu denilmiştir. Asilzade denilmiştir. Kentte yok mu bunun karşılığı pek? Kentte var, başlangıçta var. Zamanla işte o yüzden mucizevi bir değişimden bahsediyoruz Yunan’da bu kan efsanesi aşılmıştır.
Başta Atina olmak üzere demokrasi bu demektir. Halk iktidarı demektir. Yani belli bir soyun, belli bir kan öbeğinin iktidarı değil, yaygın geniş çapta bir iktidara, kamu iktidarı da diyebilirsiniz.
Hocam ondan önce de siz anlatmıştınız ya bu ilk devletlerin ortaya çıkışında yöneticilerin bilgeler olduğundan bahsetmiştiniz. Bilgelik diye bir makamdan bahsetmiştiniz bize. Evet. İlk kent devletlerinde sanki yine o ilk kent devleti örneklerinde yine o kandaşlığa rastlamıyoruz. Hani bilgelikten kandaşlığa doğru giden bir süreç var gibi geliyor. Yanılıyor muyum bilmiyorum ama.
Bilge o bilge dedikleri zaten şeyin tepe noktasında olan kimselerdi. Yani bir bilgenin oğlu da sallıyor. Hani aynı kandan gelen bir yakını ya da oğlu da ondan sonra yönetimi devam ettirebiliyor muydu ilk başlarda? Yoksa bu sonradan muhakkak çıkıyor.
Şimdi şu var. Obaların boyların başları var. Başkanları var. Yönetici demeyelim yönetici daha geneldir. Burada son başvurulan merci olarak düşünülmesi gerekir. Kabile reisi mesela aşiret reisi. Türkçeye şey yaparsak oba başı, boy başı tamam mı? Bunlar son mercidirlar.
Kim ihtiyar meclisi? Bundan bahsettik bir karara varır. O ihtiyar meclisi de nedir? O öbeğin içinde yer alan at öbeklerin başındaki kimselerdir. Boydan bahsediyorsak boyun ihtiyarlar meclisini kim teşkil ediyor?
Oba başlarını teşkil ediyorlar. Onlar toplanıyorlar. Obadan söz ediyorsak obanın içinde yer alan aileler, akrabaların başları o mecliste bir araya geliyorlar. Bunlar olayı tartışıyorlar.
Her neyse o olay karara bağlanması gereken bir olay ve o oma başı ya boy başı son karar veren ya tasdik eden reddeden kişi durumundadır. Bu bir bilgedir.
Girişi güzel bir adam değildir. Bilgi aynı zamanda rahiptir. şeyleri yönetir. Aynları yöneten kişidir. Hep öyle mi olmuştur? Olmayabilir de ama genellikle böyle olmuştur. Yakın bir geçmişe değil. Bu gelenekler sürüp gelmiştir.
Ve 21. yüzyılda artık ortadan kalkıyorlar. Yani bugün büyük ihtimalle bu dediğim yapılanmalara pek rastlayamayız. Müzelerde filan belki gösterirler ama gerçeklik tarafı pek olduğunu sanmıyorum. Özellikle bu haberleşme çağında.
Bunlar tabi çözülüyorlar. Şimdi o dediğim başlar devletleşme. Kent seviyesinde de kendini gösteriyor. Orada da bir meclis var.
Ve o mecliste o bir çeşit ihtiyarlar meclisinde nihayet bir adam bütün önderlerin önderi kesiliyor. Çok kral oluyor. Hükümdar oluyor. Onun soyu devam ediyor. Şeye yönetici olmaya. O kan, onun taşıdığı kan, bilge olmaya yatkın bir kan olarak geçiyor. Böyle inanılıyor mu? Böyle inanılıyor. Hatta renginin farklı olduğunu öne süren aşiretçilikler var.
Orta çağın başlarında İspanya’da yöneten, Hükmeden, German boylarından batıgotlar mavi kanlı olduklarını öne sürerlerdi. Hiç mi kesip bakmamışlar hocam?
E kesip bakılıyor, şöyle oluyor, adam savaşta yaralanıyor. Hemen etrafını kendi adamları çeviriyorlar. Askerler, halk, yerliler görmesin diye kanıta bir kızıl akacak. Bunu görmemesi için hemen etrafını çeviriyorlar ve kapatıyorlar yaranın üstünü. Neden mavi?
Çünkü Germanlar ak tenli, Kuzeyli insanlar ak tenli, sarışın, kızıl saçlı, açık renk gözlü insanlar. Şimdi ak tenli insanların derisi şey olur, ne derler ona? Asas.
Keraf mistake olur, ve oradan damarlardaki kan mavi kilo gibi gözüküyor. Damar mavi gözüküyor. Dikkat edin ak tenli birini inceleyin, damarları çok belirgindir. Patlak damarla insanlar jobar. bunlar böyle çok açıktır damarları mesela bunların kan tahlili filan da daha kolay olurmuş derler. iğneyi batırıp da şey belirgin çünkü damar ve mavi gözüküyor. Bu yüzden bizim kanımız mavi. Biz diğerlerinin kanlarına benzemeyiz. Esmerleştikçe insanların damarların belirginliği azalır. İspanyollar da yerlisi de esmer insanlardı Akdenizli ve şey değildi çok belirgin değil damarları dolayısıyla öyle mavi filan gözükmüyor. Bu sonra dillere penesan olmuştur. Bütün nerede işte şey varsa Asizade mavi kanlı denmeye başlanıyor buradan hareketle.
Böyle yayılan bir olay. İdareci kesim dediğim gibi asilzade olarak görülmeye başlanıyor. Bunun da yine sınıfları var. Yekpare bir olay değil. Onlara da çok ileride geleceğiz.
Avrupa orta çağına geçtiğimizde bu soyluluğun bölümlerine temas edeceğiz. Toprak zadeganlığı vardır. Bir de devleti idare eden asilzadeler vardır. Bunlar ikisi farklı olaylardır. Özellikle Avrupa’da. Bu öbür taraflarda öbür toplumlarda böyle bir keskin ayırımı yapamıyoruz. Doğu medeniyetinde bu çok fazla görülmüş.
Bu da ortaya çıkmıyor. Hayır. Şimdi imparatorluk birçok kentin yani küçük çaplı devletin, değişik toplumların kavimlinin bir üst yapısı gibidir. Çin herkes gibi kentle başlamış işe
başlamış. Ama kısa sürede imparatorluğa intikal etmiştir. Çin’in geçtiği ya da şöyle diyeyim geçtiği demeyelim ulaştığı nokta imparatorluk olmuştur.
Bu öteki doğudaki Çin’e mensup Çin medeniyetine yalnız söyledim Çin medeniyetine mensup kültürleri etkiler ve onları da imparatorluğa teşvik eder. Mesela her şeyden önce Hunları
şunlu Çincisi Hunun Çincisi ve şi barbar anlamına gelir. Çünkü devlet kurup devlet şeklinde teşkilatlanan insan öbekleri kendi dışlarında kalan öbekleri yabancı yabani vahşi olarak tavsif etmişlerdir. Çinlilerin de en önemli baş belası Kuzeylerinde yaşayan Kuzeylerinde
yaşayan burası Kuzey olsun. Bu tırnak içinde barbar topluluklar olmuştur. Bu barbar diye niteledikleri çok farklı topluluklardır. Hepsine aynı lafı etmişlerdir şiunglu demişlerdir.
Onlar kendilerine Hun diyorlar. Hun bütün aşiret toplumları gibi onlardakileri insan halk olarak belirliyorlar. Onların dilinde bu insan halk anlamına geliyor Hun ve sürekli
halk olarak Çin’i taciz ediyorlar. Niye? Çünkü orada servet var. Devletleşmeyle zenginleşiyorsun. Servet birikimi oluyor. Dedik ya mülkiyet ortaya çıkıyor. Mülkiyet bir servettir. Servet birikimi var. Onun işi de gelip o serveti soymak. Ona el koyup onu götürmek. Servetin ortaya çıkması için bugünlerde çok lafı edilen icat işi vardır. Hep geçiyor
inovasyon inovasyon inovasyon filan. Anlama geldiğini bilmiyoruz. İnnovasyonun Türkçe karşılığı icattır. İcattır. Yenilikler filan deniliyor. Kaypak bir şey. İcat ediyorsun. Yani yeni bir şey ortaya koyuyorsun. İcat nedir? Olmayan bir olayı orta yere koyuyorsun.
Bunu yapman için neye ihtiyacın var? Üstün akla ihtiyacın var. Üstün akla, aklın kalbur üstü haline deha diyoruz. Ve bu dehalar da genelde anladığımız kadarıyla devlet çerçevesinde neşhü nema bulur. Biter ortaya çıkar. Öbürlerinde çıkmaz mı? Çıkar. Ama çoğunlukla tutunamaz. Kurumsallaşamaz belki. Aynen o. Aynen o. Yani her yerde dahi ortaya çıkabilir. Ama eee toprak ister. Bitkinin toprak istemesi gibi bir şey. Yani Sibirya’ya hurma diksen ne yazar? Bitmez. Ekvator bölgelerine çam ağacı diktiklerini gördüm. İki günde
duruyup gidiyor zavallı. Çünkü o soğuk iknebi istiyor. O çok eee sağlam toprakları gerektiriyor. Şeydi, Indonesia, Sumatra’da gördüm. Ormanı yakmışlar. Avrupa’yı taklit etme babından çam dikmişler. Niye bunları diktiniz diye sordum adama. Avrupalılaşmak için mi? Aynen. İsviçre’de gördük. Orası İsviçre kardeşim. Burası tropik bir bölge. Sumatra. İki adım ötemizden ekvator kuşağı geçiyor. Toprağı çok son derece şey eee zayıf. Çünkü eee kuzey topraklarında ağaçlar kış uykusuna yatarlar. Yaprağını dökenler. Ve onunla beslenir o. Burada yaprağı
da ben ağaç yok. Bunun toprağı çok daha zayıf kalıyor. Tropik bölgelerin. Ve bir yerin şartlarına uygun tedbir almadığın vakit orayı perişan ediyorsun. Ve bunun örneği dediğim gibi yığınla çam ağaçları dikmişler. Hepsi kurumak durumu kuruyorlardı. Kurumamış olanları ne biz kuracağız diye ııı işaret ediyorlardı. Bağırıyorlardı. Neyse. Iıı dahinin yeşereceği toprak
şehirleşmiş medeniyet. Bunun için ille şehirleşelim, medeniyleşelim. Bu da sakat bir iş. Bırak biraz geride öbür topluluklarda yaşamaya devam etsinler. Onlara da ihtiyacımız var. Köylere hatta konar göçer topluluklara herkesi ve her şeyi medeniyetleştirdiğin vakit öldürüyorsun. Son olarak eee Brezilya’nın devlet başkanı Amazon bölgesini medenileştireceğiz diyor. Mademki
şehir medeniyleşiyor, burası da artık doğal halini muhafaza etmeyecek diyor. Bu çok genel olan bir anlayıştır. Biz dahil bütün neredeyse sonradan yükselmeye başlayan
insanlar yani şeyden bahsediyorum on dokuzuncu yirminci yüzyıl hatta şimdi yirmi birinci yüzyıl ııı devletleri hep bu ııı hastalığa tutularak yürümüşlerdir.
Hepsi aynı çanakta toplanırsa o çanak kırıldığında toplum çöküyor. Buna tanımda tek yönlü tanım siyaseti
derler. Frankçesiyle monokültür. Aynı cins tohumlarla tohumları kullanırsan o tohuma bir krân girdiğinde aç kalırsın. Bunların örnekleri yaşanmıştır. İşte Irlanda’da
on dokuzuncu yüzyıl ortalarında patates ekiliyor her yere. Patates çok verimli bir ııı bilgi olarak görülüyor ve patatese krân girdiği girince Irlanda toplumu açlıktan ölüyor. Büyük bir kısmı işte kaçıyor Amerika’ya göçüyorlar filan filan. Irlanda’nın o zaman İmperyal gücü hüküm hüküm hükümranı İngilizlerdir bile bile ııı bir bakıma bunlar sürekli baş kaldırıyorlar sürekli ııı isyan ediyorlar filan falan şeyiyle bile bile bu monokültürü kabul ettirerek şey yapıyorlar perişan ediyorlar o toplumu yeni yeni Irlanda belini doğrultmaya başladı bu o felaketler. Hocam o bahsettiğiniz kıtlık esnasında Osmanlı’nın yardım gönderdiği söylenir doğru mudur? Doğru tabii. Yanlış hatırlamıyorsam bu tarihçilerimiz tabii bilecekler
değil. Bizim gönderdiğimiz gemilere de İngilizler el koymuşlar. Yavut batırmışlar. Böyle bir şey de bizden bir ara kulağıma çalınmıştı. Dediğim gibi fazla bir iddiada bulunamam. Bu tarihçilerin konusu öyle bir şeyde galiba olmuş. Bir şey diyecekti. Sevgili hocam bu sermayenin bir yerde toplanmasından öbekleşmesinden kaynaklanan bir yapımı acaba? Bu sermaye
kurumlaşmamıştı o günlerde. Servet diyelim. Servet diyelim. Servet diyelim. Devletle birlikte servet kümeneşmeleri baş gösteriyor. Servetin sermayeye açıkça dönüşme sürecini Yunan’da göreceğiz.
Orada bu kendini gösterecek. Ön sermayecilik dediğimiz, Frankçesiyle protokapitalizm denilen
say Yunan’da söz konusu olacaktır. İmparatorluk yahut kent fark etmez ikisi de devlettir ve daha
şöyle söylediğim gibi üç sac ayağına dayanır. Siyaset, hukuk, iktisat. Bu servet kümeneşmeleri
ve dağılımı haliyle iktisadın olayıdır. Ama dağılımın nasıl sağlanacağına, idaresini diyelim, karar veren, ayarlayan, düzenleyen siyasetcilerdir. Siyasi devleti idare eden kişidir.
Polis dedik devlet. Politeiya devlet idare sanatı. Politika da doğal olarak oradan geliyor.
Politeiya’dan geliyor. Türkçesi de siyasettir. Bir farkı yoktur. Niye ille de politika derler günümüzde siyasete bilmiyorum, anlamıyorum. Bana gelip izah etsinler. Ben anlamam, sevmem de.
Zaten ilgi duymadığım üç alan vardır. Siyaset, hukuk, maliye. Ama ben ilgi duymuyorum diye bunların lüzumu ortamdan kalkmaz. Çok lazım olan belki de en fazla lüzumunu hissettiğimiz, duyduğumuz bir alandır siyaset. Onunla yaşıyoruz zaten. Bizi yaşatan unsurlardan biri de budur.
Ve bu yüzden de, gelelim şimdi bilgeliğe, bilgelen en önemlileri siyasete ağırlık vermişlerdir. Sıknat noktaları siyaset olmuştur. Konfüctüs böyledir. Daha sonra çok ileride geleceğimiz Eflatun öyledir. Bizim tarafta
hemen hepsi başta Farabi olmak üzere var güçleriyle siyasete amanmışlardır. Hayati bir önemi var. Bize hayat veren bir alan siyaset, devlet idaresi. Bir de o idealizi ettikleri belki toplumu, insanı, toplum yapısını hani gerçekleştirebilmek için mi acaba bu kadar şey yapmışlar? Hani siyaset olmadan bunu düşüncelerini gerçekleştirebilmek için mi? Siyaset olmadan Ali’cim, siyaset olmadan yaşayamayız. Allah devletsiz bırakmasın. Aman Allah. Çünkü devletsiz kalan toplumların neler çektiklerini gördük ve görüyoruz da.
Ama en kötü devlet devletsizlikten evladır. Bu iki kere iki dört etmesi kadar kesin bir şeydir. O yüzden de siyasete ve siyasetçiye amansız bir ihtiyacımız vardır. Ama dediğim gibi ilgilerini
bilen bu senin bileceğin iş ya benim bileceğim iş. O ayrı bir konu veya ilgilenmediğim nice konu var ki. Çok önemlidir bunlarında. En başında siyaset geliyor. İşte öbür ikisi de dediğim gibi hukuk ve iktisat
onlar da. Tabii iktisat bir bilim olarak çok yeni temayüz etmiştir. Milattan önce dördüncü yüzyılda Aristoteles’te dile getirilir. Kurumlaştırılır. Daha önce yok değil var. Dediğim gibi her devlette bir iktisat var. Ama ilk defa iktisatı bir bilim olarak ortaya koyan, inceleyen o olmuştur. O zaten bütün bilimlerin babası sayılır, atası sayılır. Sadece iktisadın değil. Şimdi Çin dedik,
devlet dedik ve bu devletlerin başını çekenler ya doğrudan doğruya bilgeler ya da o başını çekenlere omuz verenlerdir. Onun başında olmayabilir, devletin başında olmayabilir ama o hep danışılan bir
tercihidir bilge. İşte mesela Konfüccüs böyledir. 3 bin yıldır Çin dediğimiz olay hep Konfüccüs’e geri gidip gelmiştir. Geri gidip inkar edildiği dönemlerde de daha önce bahsettik Mao zamanında
inkar edilmiş, taşa tutulmuş, şu olmuş, bu olmuş ama o hep arka planda duruyor. Çin’e talimatlarını
bilir. Çin’in bir çeşit varlık sebebi olarak ayakta duruyor. Bilge çok yönlü bir adam. Bize dini
tekrarlayan, hatırlatan dini bir kisveye bürünmüş bir kişidir. Yol yordam gösteriyor. Nasıl yaşamamız gerektiğini, hayatın anlamını, derin anlamını yani manasını mana ile alınan bir ve aynı şey değil, sonra da ileride geleceğiz inşallah. Denin anlamını bize ortaya koyuyor. Açıklıyor değil. Yaşarken, yaşamanın akışında bize bunu ihsas ediyor, duyuruyor. Hocam o zaman şimdi kimi kaynaklarda mesela
Confucius’un, Lao Tzu’nun geleceğiz sırası gelince işte Buda’nın bir felsefesi olduğu, filozof olduğundan bahsedilir. Bu anlattığınıza binaen bu çok doğru bir açıklama olmuş olmuyor o zaman. Yanlış bir açıklama. Yanlış bir açıklama felsefe çok zavallı bir yaratık. Herkesle karıştırılır.
Ve dehşet bir hırsızlık olayına sahne olur. Felsefenin çalınmadık hiçbir eşyası yoktur.
Her şeyden önce felsefenin beyni, ne diyeyim size, çekirdiği sıklet noktası olan metafizik çalınmıştır.
Çok önemli bir nokta hocam bu. Ya bu yani bir devletin başşehrenin işgal edilmesi falan gibi bir şey. Felsefeyi bir devlet gibi görürsen onun payitahtı başşehre metafiziktir. Ve metafizi yine çalıyor adamlar.
Buna kimisi din diyor, buna kimisi mistiklik diyor, buna kimisi şiir diyor, kimisi o diyor, kimisi bu diyor falan hiçbirisi değil. Baştan ayağı bir akıldır. Metafizik. Akıldır. Fasılasız, istisnasız akıldır. Bişimsel akıl. Mantığa ve matematiğe dair var. Mantık. Tamamıyla mantık esaslı bir olaydır. Matematik de oradan çıkacaktır. Bir şey söylüyordu. Metafizik kavramı bugün bizim fizik ötesi diye adlandırılan bir kavram olarak algılansa da aslında bambaşka bir mana itibar ediyor. Hocam dilerseniz süremizde dolmuşken burada noktayı koyalım. Metafizik kavramını bir sonraki bölümde ele alalım. Metafiziğin ne anlama geldiğini kavram olarak dilerseniz açalım biraz. Metafiziğe hayır. Metafiziğe geleceğiz ama ister istemez itiraz edeceğim bir sonraki hafta yani gelecek hafta bir sonraki hafta ne oluyorsa bilmiyorum.
Gelecek hafta biz Çin’den ötürü bilgelikten dolayı şu bilgeliğe ve onun öğretildiği mekan olan dergaha biraz bakalım. Oradan da zaten metafiziğe gene bir takım dokunuşlarda bulunacağız inşallah. İnşallah hocam. Bu vesileyle tekrar iyi akşamlar diliyoruz. Sürçülisanetliysek affola. Eyvallah canım hocam benim. Ağzınızda sağlık. Çok teşekkür ediyoruz canım hocam. Evet devletleriniz, izleyenler felsefe söyleşilerinden maalesef ki yine bugünlük bu kadar. Umarız ki biz de hocamızın dediği gibi sürçülisanetliyiz etmemişizdir. Etmişsek de affola.
Bir sonraki programda yeni ufuklara pencere açmak dileğiyle. Hoşça kalın.
Altyazı M.K.
İlk Yorumu Siz Yapın