Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Yerleşik Hayat | 12. Bölüm
videosundan fısıltılanmıştır. Videoya ulaşmak için Linki kullanabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?v=1DQEjhK8_EU.
İNTRO TRT2’den, Türkiye’nin tek kültür sanat kanalı TRT2’den herkese merhabalar. Felsefe Söyleşileri ile yeniden karşınızdayız efendim.
Düşünce dünyamızı anlamlandırmaya çalıştığımız felsefe söyleşilerinde bize rehberlik edecek isim, tabi ki Profesör Doktor Şaban Teuman Duralı şu anda aramızda öncelikli olarak hoş geldiniz demek istiyorum. Hoş bulduk efendim. Sağolun. Nasılsınız? İyisiniz inşallah. Çok şükürler olsun. Biz de iyiyiz, sağlığınıza dua edeceğiz hocam. Eyvallah. Yine güzel bir program olacağını düşünüyoruz. İnşallah.
Ve tabi ki stüdyomuzda yine daimi konuklarımız da mevcut. Editörümüz, değerli editörümüz Beytullah Çakır aramızda. Hoş geldin. Hoş bulduk. Ve Eski Çağ Dilleri, İstanbul Üniversitesi’nden Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri bölümünden Doktor Eyüp Çoraklı hocamız da aramızda. Siz de hoş geldiniz hocam. Hoş bulduk. İyisiniz inşallah. Teşekkürler. Sağlıklısınız. Teşekkürler. Evet sevgili hocam, geçtiğimiz programda yine bir serüveni takip etmiştik. Ve insanların yaşama şekillerinin ilk ayakları olan tarım kültürüne değinmiştik. Tarım kültürünün oluşturmuş olduğu ilk toplumsal yapılaşma ve kurumsal yapıdan, yani köylerden bahsetmiştik ve bu köylerin bir yönetici sınıfı olduğundan bahsetmiştik. Bunlar hakimler, hekimler diye hikmeti hatta bu konu bağlamında ele almıştık.
Dilerseniz yine köy yaşantısından, köy yaşantısının oluşturduğu sosyokültürel ortamdan bahsederek devam edebiliriz. Teşekkür ederim. İyi akşamlar diliyorum seyircilerimize. Bir tekara girelim isterseniz. Çok dağıldı çünkü konular. Dedik ki öncelikle konar göçer topluluklar vardı.
Ve bunlar tarihin geç bir döneminde yerleşik hale geldiler. İlk yerleşme olayını köylerde görüyoruz. Köy yerleşimi biçiminde. Köy ufak çaplı bir yerleşimdir. Ayrıca teşkilatlanması da basittir. Ama yine de konar göçerlerden daha üst bir seviyede olur. Çünkü konar göçerlerde yönetilen ile yöneten arasındaki fark büyük değildir. Varla yok arası bir şeydir. Yöneten diyebileceğimiz o kesim konar göçerlerde yaşlılardır. Ondan da bahsettik. İhtiyarlar dedik buna. Yani olgunlaşmış, tecrübes kazanmış insanlar. Onların bilgisine itibar edilmekteydi.
Ev bilgili ve ona dayanarak yargı gücü yüksek kişilere bilge denilmekteydi. Bu köyde daha belirginleşir. Nitekim konar göçerlerin ihtiyarları köyde muhtar olur.
Aynı kökten geliyor bunlar. İhtiyar, muhtar, hür, kökteş kelimelerdir. Yargılamaya muktedir. Yargılama kabiliyetini bulunduran insanlardır bunlar. Bu ihtiyarlar.
Daha sonraki kocamışlık anlamını yüklemezlerdi o çağlarda bu insanlara. Yani çok ulumlu bir anlamı vardı ihtiyarın. Hatta hocam ihtiyarını kaybetti diye bir deyim vardır. İsteme gücünü, karar verme kudretini yitirdi anlamına gelmektedir. Karar verecek durumda değil. Bunlar falan falan o durumda artık ihtiyar olmaktan çıkar. Düpedüz bunak olur. Hocam bu bahsettiğiniz dönemlerde ihtiyarlara hani şimdiki dönemlere göre çok fazla kıymet verilmesinin sebebi sanırım bilgi kaynaklarının da çok kısıtlı olması ile alakalı.
Yani şöyle bahsettiğiniz dönemlerde ki ihtiyarlar hani bilginin taşıyıcısı olan ya da bahsettiğiniz o hikmetin taşıyıcısı olan tecrübe ile birlikte tek kişiler. Evet. Hani yazı yok, gelen bir şey yok, bir kitap yok vesaire yok. Yani insanların bilgi edinebileceği başka bir kesim, bir zümre yok gibi. Bu yüzden mi bu kadar kıymetli acaba olabilir mi? Danışılan insanlardır.
Aynısında, kıyafetlerle birlikte kolay göçer devrede yaşayanların çok önemli, hayati kararlar alma aşamasında bu ihtiyarlara başvurulur, onların fikre alınır.
Yani sadece bilgi taşıyıcısı değil hocam. Aynı zamanda bir karar verme mekanizması. İyi kötüden tefrik etme gücüne sahip kişiler olarak ortaya çıkıyor. Bilgi o günlerde, bu günlerde olduğu gibi din dışı bir olay değildir. Ruhani bir yanı vardır bilginin. Başka bir deyişle, o ihtiyarlar geleceğe ilişkin tahminler yürütebiliyorlar. Öngörüde kahinlik dediğin gibi kahinlik yönü vardır. Dinin en önemli görevlerinden biri geleceğe ışık tutmaktı.
Ve dini yönü olan kişiler yahut da ağır basan kişilerde böyle bir yeti bekleniyordu. Geleceğe ilişkin bir şeyler söyleme yetisi. Şimdi bu insanların geleceğe ilişkin söylemelerde, bildirilerde bulunmaları neye dayanır? Geçmiş tecrübelere dayanır.
Geçmişin ne kadar zenginse geleceğe o kadar ışık tutabilirsin. Benzetmeler yoluyla. Bu gerçekleşir mi, gerçekleşmez mi bilinmez. Ama o günkü şartlarda, çerçevede gerçekleşeceğine inanılırdı.
Zaten din, hangi din olursa olsun, inanç üzerine kuruludur. Ve bu inancın gerçekleşme payı söz konusu edilmezdi. Bugün bunu çok zor anlıyoruz. Felsefe bilimin neredeyse mutlak hakimiyetin yüzünden inançların sağlamlığı veya çürüklüğü artık söz konusu edilmez. Başka bir deyişte daha basit bir şekilde söyleyeyim, inanmıyoruz günümüzde.
Halbuki çok yakın bir geçmişe değin, yani yakın bir geçmişe değin derken neresinden bakarsam bak. Yüz yıl öncesine değin, dünya çapında bahsediyorum. İnancın kesin kudreti söz konusuydu.
Tabii mutlak anlamdaki inanc-a-iman denilir. İnan çok genel bir lafızdır. Bu ihtiyarların söylediğim biçimde tarzda bilgiyle donanmış olduklarına inanılmaktaydı.
Bu sebeple onların maha biçilmez önemleri var. Sözlerine olağanüstü derecede önem veririz, ağırlık taşırlardı. Ama çok önemli bir nokta, yönetici sınıfı ortaya çıkmadan önce onların kararları, yargıları yürütücü bir tarafı yoktu.
Yani 14. Lü’nin lafını tekrarlarsak ağzından çıkan laf kanun mesabesinde değil. O bildirdikleri o kişilerin, o bilgelerin bildirdikleri bir tavsiye niteliğindedir.
Yani o gerçekleştirilmeyebilir de. Yani yaptırım uygulamıyor bunun gerçekleştirici. Güzel söyledin teşekkür ederim. Aradığım laf oydu. Yaptığım güçleri yoktu. Bu hep günümüzde karıştırılır. Her toplum kendi geçmişinde demokrasinin olduğunu iddia eder. Bizimkiler de öyle derler.
İşte toy toplanır, karar verilir, bilmem o olur, bu olur falan. Yok öyle bir şey. Demokrasi bir kurumdur. Orada öyle bir kurum, burum yok. Bütün topluluklarda sadece Türklere, Araplara, ne bileyim ben Eskimo’lara, Germenlere, Çinlilere şunlara, bunlara mahsus diye bütün topluluklarda gördüğümüz ortak bir özelliktir bu.
Bu, konar göçer devrinde, döneminde, yaptırım gücü olan karar verici bir toplum tabakasının bulunmaması. Zamanla ilerleşti. Şimdi oraya geleceğiz biraz sonra.
Şehirleşme ve şehirden çıkacak olan devletin en önemli dayanağı siyasettir. Siyasette yaptırım gücü olan kararlar alınıyor. Bu kararları verebilecek toplum tabakası asilzadelerdir. Özellikle de onların tepe noktasını ifade edecek olan hükümdar. Orada artık yaptırım gücü vardır. Yani verilen buyruğa, çıkarılan talimata uyulmuyorsa bunun karşılığında ceza vardır. Bu da hukukun doğuşunu aslında. Bu da bize hukuku getirecektir.
Zaten üçü bir arada çıkacak bunların siyaset, hukuk, ikniyat. Şimdi gerisin geriye geri gidersek bu konar göçer topluluklarda,
topluluğun ufak olması, mütecanis olması, mütecanis yani heterogenin Türkçesidir, mütecanis olması, kararların, yargılamaların yaptırımını gerektirmiyor. Bir yaptırım gücü getirmiyor. Böyle bir şeye ihtiyaç yok.
Kanun gibi değil. Kanun gibi değil. Daha önce de bahsettim, gelenekler var. Gelenekle geliyor kültür değerleri ve yeni yetişenler bu geleneklere bakarak büyüyorlar, yetişiyorlar.
Geleneklerin zamandaş bireyler arasındaki yaygınlaşmasına görenek diyoruz. Göreneklerden ortaya çıkan kuralımsı olaylar adab yahut adamı muaşerettir.
Bu adamı muaşeret kurallarının mecmu örfleri vermektedir. Topluluklarda söz konusu olan örftür.
Tam oluşmuş, yerleşmiş, yeni boyu belli, gürülür durumda olan örfler edeptir.
Ve bunların hep kaynağında, esasında din bulunur. O topluluğun dini. Her topluluğun kendi dini vardır. Genel bir din yoktur. Genel bir din olmadığı gibi genel bir insanlık anlayışı da yoktur. Ondan da bahsettik.
Her topluluk kendi mensuplarından ibaret görüyor insanlığı. Bizim topluluğumuzun, obamızın, boyumuzun dışından gelenler bize benzese bile insan olarak kabul görmezler. İnsandan sayılmazlar. Bu algı, bu köylerin daha da genişlemesi, hafiften şehire evrilmesiyle kırılmaya başlıyor değil mi hocam? Yani hani başka köylerden ya da başka kabilelerden insanların… Bunu mesela çok açık bir biçimde gördüğümüzda, ben bunun örneklerini anlatmıştım. Benim Mornio’da Kalimantan’da bir çakımı aşıran bir çocuk vardı demiştim işte ailesine insan olmayan bir yaratıktan götürdüğüm bir mal falan gibi gösteriyor. Hatta yamyamlığı da buna dayamıştık, anlatmıştık filan.
On altıncı yüzyılın sonlarında Katolik dünyasında yeni bir şey çıkar. Söyleyin adını, ne diyelim, tarikat çıkar. Cizvitler çok tanınmış bir tarikattır.
Hatta bir haritamız gelirse, İspanyollar arasında çıkar bu cizvitler. Ve cizvitlerden bir papaz, şunası Paraguay’dır.
Burası Paraguay. Buraya gelir bu 1600’lü yıllarda, şurada Buenos Aires var. Buradan, yani Buenos Aires belki de kurulmamıştı daha tam bilmiyorum ama bu civardan bu papaz buraya gelir ve ormanda, makir ormanda…
…bir kabileyle, bir obayla karşılaşır. Oba bu adamı insandan saymıyor tabi. Kendimi onlara insan saydırmak için etmediğim işler kalmadı. En başta gelen onların adet ananelerini, geleneklerini, göreneklerini aynen tatbik etmektir.
Yıllar önce, herhalde 80’lerin başlarında olacak, arkadaşım dinliyorsa kulakların içindesin, Adnan’la Toros’ları açtık.
Ve Toros’ların Adana’ya bakan tarafında yüksek yerlerde Türkmen boyları ile karşılaştık, obaları ile. İşte merhabalarlaştık falan filan. Dediler ki bize, size bir çadır hazırladık orada geceliğin, uyku tulumlarımız vardı. Açıkta geceleyecektik, hayır dediler, çadıra gelin. Ben de Adnan’a dedim ki, yahu dedim, çadırın eşiğine basmayalım dedim. Bu adamlar zıplayarak gelip çıkıyorlar. Ve öyle yaptık. Bunu belki anlatmışımdır. Çünkü anlattıkları mağazalarını unutuyorum artık, seyircilerimizde bulamamızı hoş gördüler. Öyle dehşet bir saygı yandırdı ki bu. Tabii ki biz onların gözünde insandık artık yani, onda şüphe yok.
Ama bu binlerce, on binlerce yüz yıl, on binlerce yüz yıl yanlış değil, on binlerce yıl sürmüş alışkanlıklar bırakılamıyor. Bunlar çok yakın bir geçmişe değil insanların içine yerleşmiş ve tekrarlanır dururlardı.
Bu insanlar da mesela, bu Türkmenliler de de ben bunu görüyordum. Belki ben o adamın, demin anlattığım o Cizvit papazının bildirdiklerini bir yerde okumuş olmam lazım büyük ihtimalle.
Ve onu hatırlayarak, anlana işte bu eşiğe basmadan zıplayarak gelip çıkmayı söylemişimdir.
Kenarda köşede kalmış topluluklar adetlerine saygı gösterdiğinizi, adetlerini saydığınızı gördüklerinde sizi koyacak yer bulamıyorlar.
Kendilerinden saymaya başlıyorlar. Bunu defalarca ben yaşadım sadece bu Toroslar’da değil, defalarca ben aynı şeyi, mesela Dacca yarımadasının ortalarından yürüyordum bir yaz günü, Temmuz müydü, Temmuzdu galiba.
Ve orada karşılaştığım bir Türkmen kocasıyla köyüne, beni köyünde misafir edecek, bana bir ara dedi ki, sen burada bekle benim bir işim var. Biraz ötedeki bir ağaca gitti, yaşlı bir çınar ağacına yapıştı, öptü, geri geldi, yürümeye devam ediyoruz dedi ki bana ne zaman bir koca ağaç görsen, Türkçe’de koca ihtiyar, yaşlı anlamına geliyor. Karı da öyledir, bizde çok tüm bu günlerde artık ayıp sayılıyor nedense ama mesela Doğu Türkçelerinde,
Özbekçe’de işte ne bileyim ben, Kazakça’da filan, bunlar yaşlı anlamına geliyorlar. Bu Türkiye’de de yaşayan Türkmenler, benzeri topluluklarda da bu öz Türkçe kelimeler çok geçer. Benim dedem anneanneme rahmetli oldu işte geçende toprağa bol olsun, mekan canlı olsun, koca karı derdi hocam.
Ben sadece koca karı oku, yaşlıydı anlamda. Biraz muhtemelen bu dediğinizle alakalı, o devam ediyor yani. Yaşlılığın karesi gibi oluyor koca karı. Aynen öyle. Yaşlılığın karesi. Evet dediğim gibi geldi o bana, dedi ki nerede bir koca ağaç görürsen, ona sarıl, ondan ömür alırsın dedi.
Bu bende bir hastalık haline geldi zamanla. Bütün yudu işlerimde, sotadan gizli gizli ağaçlara yanaşıp öpmeye başladım. Gizli gizli çünkü görenler yeni bir sapıklık türü mü çıktı diye şey yapabilirler.
Olayın aynısını Tayland’ın güneyinde, Çekuzi’nde özür dilerim, şu civarda Çangmai dedikleri şehir yakınlarında, ormanda bir yerlinin, o bölgenin bir yerlisinin gidip ağacı kucakladığını öptüğünü gördüm.
Bundan bilmem kaç bin kilometre ötede. Ve aynısını arkasından ben de gittim, ağacı sarıldım, öptüm falan. Bu o küçücük çekik gözleri faltaşı gibi açıldı, böyle hayretle baktım ve üstüme geldim, bana sarıldı.
Çocukluğumda, köylerde bayram namazından sonra insanlar birbirlerine sarılırlardı. Küçükler işte büyüklerin ellerini öperler, büyükler de birbirlerine sarılır, bayramlarını tebrik ederlerdi. Bu orada gördüğüm olay bana çocukluğumdaki o bayram tebriklerini, dindaş olan insanların birbirlerine duydukları olağanüstü bir sevgi. Bu tabii kaybolmuş bir durumda yani şehirlerde o dindaşlık falan falan inanç paylaşması yok artık.
O zaman o dönemde küçük yerlerde olan bir şeydi bu, bir kardeşlik hassa, bir hassa. Evet, hassası, kardeşlik duygusu. Zaten ilerleyen medeniyet seviyelerinde insanların birbirlerine kardeş saymaları suni bir şeydir.
Tıpkı karılar, kocaların, birbirine seni seviyorum falan demesi ne kadar yapmacıksa, aptalca bir şeyse, bu kardeşlik ifadelerinde öyle havada uçuşan laflardır. Halis olan şeyler dile getirilmez. Bunlar kendiliğinden cereyan ederler, kendiliğinden olup biterler.
Şimdi köylere geldik, köye geldik. Köyde artık gittikçe tescillenen kurallar söz konusu olmaya başlıyor.
Bir adetin kurallaşması onun tescilliği ile ilgilidir.
Temizlik, kemikleşiyor, tescillen kasıt kemikleşiyor, değiştiremiyorsunuz, esnekliğini yitiriyor. Yöneten belli belirsiz ortaya çıkıyor köyde.
干 experiencing. İndep Cathy, Calvin power commerce cowpeokes. Alt коş var. Yer hata istin今天 bakma.
Evet. İhtiyar mı deniliyor onlara da yine? İhtiyar heyeti deniliyor. Yine öyle deniliyor. İhtiyar heyeti deniliyor hocam. Demek ki bazı değişmeyenler var. Bunlar köyün yaşama tarzı üzerinde karar veriyorlar. Demek ki öncekisinde olduğu gibi
gelenekler yetmiyor artık. Gelenek ve gelenlerin yanında şimdi, şimdiki zamanda karar verme, yargıda bulunma ihtiyacı da doğuyor. Neden? Daha önce yine sözünü ettik.
Üretim başlıyor. Üretim var. Bir takım besim maddeleri üretilmektedir. Bunların başında muğday, arpa,
Mısır pirinç geliyor. Bütün musaydıklarım belli bir alanda değil, çok farklı coğrafyalarda kendini göstermeye başlıyorlar. Asya’nın doğusunda pirincin ekilip bitirilmiştir.
Pirincin ekilip biçildiğini görüyoruz. Şu bölge ağırlıklı olarak pirinç tarımına sahne olmaktadır.
Bu alan şöyle, tabii çöl olmayan kesimlerde muğday, arpa ve tabii Mısır’ı da katacağız içine. Yani doğu medeniyetleri pirinççi, batı medeniyetleri burada. Daha gelmedik medeniyet ama aşağı yukarı. Burada da Mısır’ı görüyoruz, Mısır’ı buluyoruz. Bunların yanında başka şeyler de giriyor. Şimdi bunlar humumat. Ayrıca sebze olarak tabii hemen hemen ortak şeyler yetiştiriliyor. Salatası, ne bileyim ben, fasulyesi, prasası, ıspanağı. Bazıları gene bölgelere göre değişiyor. Mesela Amerika’da domates var. Güney Amerika’da patates var. Buralarda yok. Yetişmediğinden mi? Hayır. Rast gelmemiş.
Rast gelmemişler bunun yamanisini herhalde yetiştirmiyorlar. Burada rast gelmişler, yetiştiriyorlar. Burada yine kakao çıkıyor. Daha çok sonraki dönemlerde kahve çıkıyor Habeşistan’la. Ve bu Yemen’e geçiyor.
Yemen’den Araplar bunu bize intikal ettiriyorlar. Ve bizden de çok geç bir tarihte Avrupa’ya gidiyor. 1680’lerde, 83’e, Viyana kuşatmasında orada bıraktığımız kahve çuvallarından kahvenin varlığını öğreniyorlar. Avrupalılar. Birçok ürünü insanlar bu başka yönelerdeki insanlar Çin’den öğreniyorlar. Amerika’da da kahve var değil mi hocam? Sonra götürüldü. Burada kahve geleneği çıkınca ortaya Amerika’da sömürgesi olan yerleşim yerleri olan İspanyollar, Portekizliler kahveyi orada da ekmeye başlıyorlar. Mesela çayı da İngilizler Çin’de görüyorlar, öğreniyorlar. Sonra gelip Hindustan’da ekiyorlar, Malezya’da ekiyorlar. Ve oralarda çay tanımına, bize de 1920’lerde intikal ediyor.
Şimdi üretim dediğimiz olay tarımla ortaya çıkınca burada toplum sınıflarının ilk örneklerini görmeye başlıyoruz. Bir yönetici sınıf var. Ondan daha önceki konuşmalarda bahsetmiştim.
Üretici sınıf var. Bir de koruyucu bir zümreye ihtiyaç duyuluyor. Koruyucu mu deriz, muhafız mı deriz, bekçi mi deriz artık o herkesin kendi kararına kalmış bir şey. Ne diyelim askerin öncesi. Güvenlik gibi bir şey. Güvenlik koruma. Güvenliği sağlayacak bir zümreye ihtiyaç oluyor. Bunlar ilk belli belirsiz sınıflaşma örnekleri. Ve köy genişliyor. Hem artıyor, nüfus artıyor.
Öncelikle erkek nüfusun korunması ortaya çıkıyor. Çünkü en fazla telef erkekten belirliyor daha önceki. Tehlikeye çok atılan onlar. Kadınlar hep korunuyor. Ondan da bahsetmişimdir.
Göç yollarında kadın merkeze alınır. Bunu ben yine gördüm. Kezar çocukları da alırlar galiba. Kadınla çocuk ortaya alınır. Ve mümkün mertebe bir hayvanın sırtında gider. Araba yok o günlerde. Arabalandıktan sonra da konar göçer.
Topluluklar kadınları, çocukları arabalarda götürmeye başlarlar. Hayvanların çektiği arabalarda. Erkek ya hayvan üstündedir çevrede ya da yayadır. Kurumayla görevlidir. Kadının en çok ölme durumu doğururken oluyor. Ama bu günümüzde şişirildiği kadar da değildir. Allah veya tabiat hangisine inanıyorsanız ona göre bir tedbirini almıştır. Yani öyle kolay kolay kadın doğururken gitmiyor onu söyleyeyim. Gider, var tabii oluyor.
Ama işte hadidin mi mikrop kapıyor, ölüyor, şu oluyor. Bunu değil öyle. Yani o doğum olayının o derece çok tedbiri var ki tabiat tarafından alınmış. O kadar çok tedbiri var ki böyle kolay kolay mikrop kapa gitme durumu yok. Yoksa insan olmazdı. Hayvanlar da olmazdı.
Yani doğum bu kadar duyarlı olsaydı. Benim babaannemin annesi Rusların önünden kaçarlarken bunlar Kafkasya’da kadının doğum sancıları tutuyor.
Babanının babasını çallarının arkasında doğuyor, iniyor atından göbek bağını. Tekrar bebeğini kucaklayıp atına atlıyor ve devam ediyor yoluna. Herhalde oralarda mikrop doluydu çalların arkası. Bilmiyorum artık ne var diyor. Her neyse nüfus çok artmaya başlıyor köylerde.
Daha güvenli ve sağlam bir ortam ortaya çıkıyor. Köylere kimler musallat oluyor? Bu da çok ilginç bir olay. Şimdi köyümüz var, yerleşeyiz.
Bir sonraki konuşmamızda inşallah o konut örneklerini göstereceğiz. Ama şimdi bu konuşmamıza yetişmeyecek onlar. Buralarda konutlar var. İklim bölgelerine göre değişen, onlardan da daha önce bahsettik.
Bu Moskır yörelerinde daha ziyade topraktan imar edilmiş konutlar var, köy evleri var. Konar göçerler büyük çoğunlukla çadırda yaşıyorlar, değişik tiplik çadırlarda.
Şimdi bu köylerin etrafında en önemli iki tehlike. Bir yabani hayvan, yırtıcı hayvanlar. Yerine göre börüler, maşak. Aslan, kaplan, ne varsa işte o iklim kuşağında ayı vs. Bir de tabii konar göçer insanlar. Buraya saldırıyorlar.
Konar göçer yerleşik toplumla karşılaştıktan sonra hazine konmaya eylemlidir. Burada üretim var, üretiliyor. O üretilenleri kapıp kaçıyor.
Ganimet gibi görüyor biraz. Hazıra konuyor. Armut piş ağzıma düşüyor. Hırsızlık ediyor. Bu daha sonraları devletler kurulduğunda ve devletle birlikte medeniyetler geldiğinde medeniyet merkezlerinin en büyük düşmanı, en tehlikeli muarızı konar göçer topluluklardır. Yunanlıları barbar dedikleri, dışarıdan gelenler. Çinlilere Xionglu atalarımıza verdikleri at bu.
Bunlar saldırır İranlarda ne diyorlardı? Turani diyorlardı. Bütün medeniyetlerin kendilerine mahsus terimleri vardır bu. Saldırıp hazıra k olanların, malları alıp kaçanların adlandırdıkları birtakım terimler var.
Buna karşı tedbirler sadece insan yetiştirme mabından değil, o insanların kullanacağı aletlerin de geliştirilmesi söz konusudur. Yani silah. Artı hocam güvenlik için bildiğim kadarıyla çitler falan oluşturuyorlar galiba. Hennekler kazınıyor, çitler çekiliyor ve tabi çok sonraları da surlar inşa edilmeye başlanıyor. Yani bu geçen bölümlerde dediğiniz yerleşiklik insanı düşünmeye ve sürekli yeni şeyler keşfetmeye, yeni şeyler yapmaya zorlayan bir… İhtiyaçlar yeni şeyleri yeniliklere itiyor, yenilikleri teşvik ediyor. İhtiyaçtan doğmayacak yenilikler çok geç çağlarda. Felsefe bilimle ortaya çıkıyor. Bunlara lüzumsuz işler anlamında lüks diyoruz. İhtiyaca cevap vermeyen, ihtiyaç sonucu ortaya çıkmamış olan ne varsa o lüks oluyor. İşte o felsefe bilimle karşımıza çıkacaktı. Hiç lüzum yoktu felsefe bilimin.
Tamamıyla insani bir olay diyelim. Beşerliğimizle hiçbir ilgisi yok. Ama bu bahsettiklerimiz hep beşerlik mi? Tamamıyla beşerlikle ilgili tabi. Ayakta kalma güdüsü. O beşerliktir, canlılıktır ayakta kalma, hayatta kalma hadisesi.
Şimdi kalamalıklaşıyoruz ve kalamalığın özü bütünlük teşkil etmiyor.
Mütecanis olmayan bir topluluk ortaya çıkmaya başlıyor. Bu çok önemli bir yeniliktir. Aynı soydan olmayan insanlar belli belirsiz köyleri oluşturmaya başlıyor. İrileşen köyler.
Hani günümüzde çok lafı geçen Anadolu’daki yerleşim yerleri var. Göbekli Tepe, Çataloyuk falan. Bunlar iyiden iyiye büyük köylerdir. İrileşmiş köylerdir.
Ve buralarda karşılaştığımız insanlar hep aynı soydan gelmiyorlar. Nereden biliyoruz biz bunu? O yerleşim yerlerinde karşılaştığımız farklı tapınma ortamlarından. Mesela Göbekli Tepe bir tapınaktır hocam. Hani yeri gelmişken biraz… Bir değil. Tapınaklar var. Bu birden fazla orada dinin geçerli olduğunu bize gösteriyor. Yani din mefumu insanları o dirimsel bağdan ülküsel bağ çeken ilk şey gibi bir şey oluyor. O oluyor ve mütecanis olmayan bir topluluğa işaret ediyor. Biz olan, aynı soydan gelen insanların oluşturduğu topluluklarda bir din vardır. Dinler farklılaştıkça, tapınaklardan anlıyoruz bunu, orada değişik, en azından değişik obalar var. Hepsi aynı obadan değil. Aynı boy olabilir ama aynı…
Göbekli Tepe hocam. Göbekli Tepe evet. Bu arada hocam Göbekli Tepe’de biliyorsunuz, UNESCO Dünya Mirası listesine girdi. Hem de geçtiğimiz aylarda. Evet, 2019 yılı Göbekli Tepe. Göbekli Tepe yılı ilan edildi. Geçtiğimiz aylarda, mart ayında zannedersem, öğren yeri olarak da Cumhurbaşkanı’nın açılım ışısına katıldı. Bu Göbekli Tepe tabii yerleşim tarihini çok öne çekiyor. 10. bin midir nedir? 10. bin diyorlar hocam.
Evet var. Hatta tarımı da daha önce sözünü ettik herhalde. 12-15 bine filan geri götürenler var. İlk yabani buğday örneklerinin Göbekli Tepe’de bulunduğu söylenmiş. Pardon. En eski yabani buğday tohumlarının Göbekli Tepe’de yapılan kazılarda bulunduğuna dair de söylenmiş. Demek ki bu 10. binin öncesine bile belalet ediyor. Mesela yeni bulunduğu en eski oltu örnekleri 20. bine tarihleniyor. Tarımdan önce. Balıkçılık gelişmeye başlamış. Yani yeni buluşlarla sürekli tarihi eskiye atıyoruz değil mi hocam? Aynen öyle.
Ben size bahsetmiştim. Kırklarenin üstünde durduğum tabakaya. 10. bin tabakasına işaret ediyordu orada. Düşünün ki Trakya, yani Kırklarenin on civarı buradan daha yeni olması lazım. Çünkü göç doğudan batıya doğru yöneliyor.
Mesopotamya’dan çıkıp Anadolu üzerinden Trakya’ya ve oradan da Avrupa’ya doğru yürüyor. Hocam peki Fransa’da bulunan mağaralarda 35. bin oradaki başka bir insan toplumundan mı? Tabii başka bir topluluk. Neandertaller diye bahsetmiştik galiba. Hayır o Neandertal değil. Kromanyondan bahsediyor. Neandertallerle bu kromanyonlar zamandaş olmalılar. Çünkü Neandertal 30. bin de gidiyor. Ortadan kalkıyor. Bunlar 35. bine tarihleniyorlar bu kromanyonlar. O tarihte tarım yok Geriüs tabii. Onu gayet iyi biliyoruz. Ama mağara duvarlarına çiziyorlar.
Resim çiziyorlar. Ondan da bahsettik. Bunlar sanat gayesiyle falan yapılan şeyler değil. Bunlar lüksdür işte sanat. Tamamen lüks bir olay. Bildirişme. Bunun bir haberleşme yok. Haberleşme, bildirişme gayesine mahutuf. Yazının ilk örnekleri olarak ne değerlendirebiliyorsunuz? Evet değerlendirebilir. Onun öncüsü gibi görebiliriz.
Şimdi bu yenileşen köyler kasabaya dönüşüyor. Kasaba hâline geliyor. Ve kasabalar, yav erileşmiş olan köyler hep örmak boylarındadır.
Nil, Dicle Fırat, Indus, Sarı Irmak, Mekong Deltası. Nerede? Burada. Güneydoğu Asya’da hep şeylere doğrudur. Doğru değil de kıyılarındadır. Irmakların kıyılarında. Bunun birkaç sebebi var. Amerika kıtasında var mı peki aynı şeyde? Tabii. Bakın burada görüyorsunuz işte. Irmak var ve geniş, çaplı bir köy. Artık şehire geçiyoruz. Şehir sayılabilir. Konutlar var ve etrafta tarım arazisi var. Hayvancılık var. Birinci temel sebep zannediyorum ki su yani yaşam kutluğu olan su. Susuz yaşayamıyor insanlar.
Topluluk genişledikçe su ihtiyacı artıyor. Bu sebeple Irmak kıyılarına gelmeleri lazım. Hem içme suyubabından ihtiyaçlarını gideriyorlar hem de köyler arasında iletişimi sağlıyor bu. Teknelerle, basit, ilkel teknelerle gidip geliyorlar
ve mal değiş dokuşunda, takasta bulunuyorlar. Bir diğer sebep de zannediyorum ki hocam bu bölgelerde, bu havzalarda tarımın çok daha verimli alanlara dönüşmüş. Aynen o. Sulak bir arazide tabii ki yetiştirmek daha kolay bir iştir. Daha rahat bir iştir. Böylelikle bir de koruma tarafı var tabii. Burası Çatanhöyük hocam. Burası. Bu Irmak’ın öbür tarafından bu yana hücum etme ihtimali çok düşüktür. Hem hayvanlar bakımından hem insanlar bakımından böylelikle cepheyi azaltmış oluyorsun. Bir nevi doğal hendek görevi görüyor doğal benziyor. Kavgada ne kadar cepheyi azaltırsan o kadar öne geçiyorsun. Her zaman için daha sonra savaş dediğimiz olay ortaya çıktığında da
hep az cephede, bir cephede savaşmayı öngörmüştür. Akıllı kumandanlar, emleğler, dililer, abiyle çoğaltır şeyleri. Mevzilere, cepheleri ve onları tutamazsın elinde. Sağında, solunda, önünde, arkanda vesaire yapamazsın.
Bu işte koruma, savunma amaçlı olarak da görülür. Irmak, sırtını Irmak’a vermek. Daha sonraları tabii deniz olayı var. Şimdi kasabadan artık şehre geçiyoruz.
En geniş çaplı galiba sonuna geliyoruz. Şehri bir sonraki konuşmamıza bırakacağız. Bakalım kısmetse belki de şehirden devlete geçeceğiz. Seyircilerimiz çünkü artık çok kıvranmaya başladılar. Bir türlü dediler, Sümer’e gelemedik. Kim bilir belki de gelemeyeceğiz. Belli olmaz. İnşallah gelmek nasip olur. Kâhin değiliz.
Zannediyorum ki bir sonraki programda bu konunun detaylarını göreceğiz. Az önce bahsettik program içerisinde köyün üç tane ana temel etmeni var dedik. Birincisi yönetici sınıf, ikincisi güvenliği oluşturan sınıf ve üçüncüsü üretimi oluşturan sınıf dedik. Bunların gelişmiş tabakalarını kasabaların içerisinde daha farklı yönleriyle inceleyeceğiz. Onları göreceğiz. Evet, felsefe söyleşilerinden bugünlük bu kadar.
Yayında ve yapımda emeği geçen tüm ekip arkadaşlarım adına hepinizi çok teşekkür ediyorum. Ve tabii ki felsefe söyleşilerini tekrar buluşmak dileğiyle hepinizi tekrar burada bekliyor olacağız.
Hoşça kalın.
İlk Yorumu Siz Yapın